Öykü

Korkut’un Dede Olduğu

Bayat soyudur derler, Şirin Hatun deyü ad almışıdır derler. Yüzü aydan yeğdür, gökler hanı olsa deyü hep söylerler. Saçı ongunu çakır olan Denizhanlarda, ongunu uçkuş olan Dağhanlarda, ongunu sungur olan Gökhanlarda rastlanmaz bir kerametli aldır derler. Batan güneşi utandırır bir kırmızıdır deyü her yerde söylerler.

Şirin Hatun oğludur derler, Korkut deyü ad almışıdır derler. Saçının kandan çehresi, sakalının tandan yüzü hep anasındandır deyü söylerler. Babasını arslan bilürler. Kurt boğmuşluğu çoktur, Kurtboğan deyü söz ederler. Ayı boğmuşluğu çoktur, Ayıboğan deyü söz ederler. Bir yiğit alp, bir koca erdür derler. Başı buluta değen bir azman âdem, ulu ağacı gölgede bırakır bir deli oğlandır derler. Vurduğu tokadın sesi Altay’dan yankılanır deyü Horasan’da bile türkü ederler.

Şirin Hatun oğludur derler, Korkut zinhar türkü eylemesin deyü aman ederler. Gırtlağının gurultusu boynuzu burma koçu devirir, boz toprağı küstürür deyü söylerler. Ozan sazına dokunmasın deyü hep av avlasın, kuş kuşlasın isterler.

 

Kıpçak’ın Peçenek’i, Peçenek’in Oğuz’u, Oğuz’un Kıpçak’ı ve hepsinin dönüp Gürcü’yü, Rum’u ve cümle kâfiri kovaladığı vakitler. Beyler istedi deyü namı büyük Korkut’un kırk yiğitle fırtına estirdiği günler.

Çektemur Bey haber saldı deyü Gürcü peşinde Korkut kılıç sıyırmış, can kanatmışıdı. Kırk yiğitle at binmiş, yüz kâfirin başını almışıdı. Yöresine döner, her görene böbürlenir. Görenler eydür:

“Kılıcın ışısın Kurtboğan!

Yumruğun pek olsun Ayıboğan!

Kızıl Korkut!

Kan Korkut!

Tan Korkut!”

Tangrı katında duyulur namı, Şirin Hatun oğlu Korkut derler. Gürcü kıyımından dönerken, yiğitleri keçe kepenekli, ak sakallı bir dede gördü, eydür:

“Namı büyük Korkut! Ak sakallı bir dede bekler, yolda ağlar. Keçesi omzunda, kavuğu başında.”

Korkut varır dedenin yanına, al saçını savurur, al sakalını avuçlar, eydür:

“Dede!

Kurt boğmuşluğum çoktur, Kurtboğan derler.

Ayı boğmuşluğum çoktur, Ayıboğan derler.

Şirin Hatun’dan olma arslan soyu derler.

Adıma Korkut derler, söyle, neden ağlarsın?”

Dede duymaz, üzgün. Kepeneğinin içinde ufalmış, sünmüş. Kartal pençesinde bir serçe. Kurt eriminde bir kuzu. Ok ucunda bir tavşan. Gözünün yaşı bol, yeşili parlak. Bir an olur, başı kalkar, Korkut’un al çehresine Dede’nin yeşilli nazarı düşer. Dede eydür:

“Nene Gülnar ölmüştür, Korkut’un Dede olma vaktidür.”

Korkut şaşkın, anlamaz. Nene Gülnar’ı bilmez, ak sakallının kerametini tanımaz. Eydür:

“Dede!

Sözün kayıp, gözün yaşlı! Ne söylersin Dede?

Vardım yiğitlerimle kâfir yurdundan.

De ki derdini, derman olsun Kurtboğan.

De ki müşkülünü, çare olsun Ayıboğan!”

Ak sakallı ağlar, durmaz. Eydür:

“Nene Gülnar ölmüştür, Korkut’un Dede olma vaktidür. Dermanım kılıçta değil, çarem sazdadır.”

Korkut kızdı. Sandı ki ak sakallı kılıcını horlar, saz dili bilmez deyü kötü söz eyler. Dedeye el kalkmaz, ak sakallıyı tutup silkelemek olmaz. Sırça parmakla oracıkta boğmak, kılıç sıyırıp baş uçurmak yakışmaz. Korkut bir deli oğlan, atının üstünde büyüdü, uzadı. Döndü yiğitlere, eydür:

“Ak sakallı ne der bilmez. Beyler bekler, hayde!”

Yiğitleri peşinde, Korkut önde, Dede arkalarından eydür:

“Nene Gülnar ölmüştür, Korkut’un Dede olma vaktidür.

Yöreye bakan gerek, göz gerek, kulak gerek.

Kazı bol İda’dan başı bulut Toros’a,

Yüreği ateş Horasan’dan ayağı tez Ural’a,

Bakan gerek.”

 

Korkut bir deli oğlan, vardı hanesine, Şirin Hatun’un dizinin dibine. Eydür:

“Ana! Kurtboğan oğlun geldi, ayıboğan oğlun geldi!

Kırk yiğidimle kılıç sıyırdım, yüz kâfirin kanını akıttım!”

Şirin Hatun durgun. Gülmez, söylemez, duymaz. Baktı Korkut’a, eydür:

“Kurtboğan oğlum! Ayıboğan oğlum! Kırk yiğidiyle kılıç sıyırıp yüz kâfirin başını vuran oğlum! Beylerin dileğinden yana hoş eden oğlum, söyle, Tangrı’dan yana neden hor edersin?”

Korkut durdu. Anlamaz, bilmez. Anasından geleni duymazlık edemez. Şişindi, gerindi; ufaldı, küçüldü. Şirin Hatun’un dizinin dibine kondu, sustu, baktı. Şirin Hatun, eydür:

“Korkut!

Oğul Korkut! Can Korkut!

Kan Korkut! Tan Korkut!

Rüyama bir ak sakallı konuk olmuşıdı, gökte ala kuşu kara kuş tuttu mu, geride yalnız üç teleğini koydu mu, oğlun yanlışa düşmekli deyü buyurmuşıdı. Sabah Tangrı’nın göklerinde gözüm gördü, ala kuşu kara kuş tuttu. Aldı, götürdü, geride yalnız üç teleğini koydu.

Oğul Korkut! Can Korkut!

Söyle, hangi yanlışa düştün?”

Bildi Korkut. Tangrı’dan yana hor ettiğinin ne olduğunu bildi. Ak sakallıdan yüz çevirdiğini Şirin Hatun’a söyledi. Demeli ki insan evlatlarında böylesi taştan çehre bulunmaz; Bayat soyu Şirin Hatun oğluna baktı, eydür:

“Git Korkut!

Ne ettiysen, neyi horlayıp kimin gönlünü kırdıysan, git, Tangrı nazarında yanlışı düzelt.

Can Korkut!

Gökte ala kuşla kara kuşun ilişmeden yan yana uçtuğunu gördüğümde, bileyim ki oğlum Korkut, Tangrı dileğinden yana hoş etmişidür.”

Korkut kalktı, vurdu atını yola. Kırk yiğidi, eydür:

“Nereye Kurtboğan? Nereye Ayıboğan?”

Sustu Korkut, demedi. Kırk yiğidini bıraktı, gitti uzağa, vardı ak sakallının yanına. Eydür:

“Dede!

Yanlış ettim, Tangrı dileğini hor ettim. Ben ettim, sen etmeyesin.

De ki derdini, derman olsun Kurtboğan!

De ki müşkülünü, çare olsun Ayıboğan!”

Dede kaldırdı başını, ağlak gözleri yeşil mi yeşil, eydür:

“Nene Gülnar ölmüştür, Korkut’un Dede olma vaktidür.

Yöreye bakan gerek, göz gerek, kulak gerek.

Çarem kılıçta değil, sazdadır.”

Korkut eydür:

“Hayhay, kabul ettim Dede. Bil ki bu Kan Korkut, kılıcını sıyırıp istediğin sazı sana getirir. Bil ki bu Tan Korkut, dilediğin ozanı at terkisine kor ve gelir. Yalnız söylemeli; saz dili nedür bilmem, tek kelam türkü söyleyemem.”

Ak sakallı kalktı, sopası yanında, gökte turna katarları dalga dalga. Ayağının bastığı yerde top top çiçek, gözünün değdiği yanda her yer çimen, ağaç, bahar. Eydür:

“Namı büyük Korkut!

Duy! Dinle!

Hızır derler, gündüzüm atalıktır, gecem dedeliktür.

Her yörenin çiçeğine göz, kuşuna kulak, toprağına su olmaktır yazım.

Kırklar’a bakarım, yöreleri Kırklar’a baktırırım.

Kurtboğan Korkut! Ayıboğan Korkut!

Nene Gülnar ölmüştür, Korkut’un Dede olma vaktidür!”

Korkut dikeldi, bekledi. Ak sakallı Hızır Ata’ya inandı. Saz bilmezliğinden utandı, söz bilmezliğinden çekindi. Hızır Ata onu bildi, anladı, eydür:

“Namı büyük Korkut! Bileğin sağlam! Kılıcın keskin! Ama bana sözü derin bir er gerek. Aklı uzun bir yiğit gerek. Yanlışa düşen anası olsa bile had bildiren adil yürek gerek. Beyler Tangrı buyruğundan şaşsa kükreyüp hatırlatan akıl gerek. Han karşısında titremeyen, Kağan kurultayında doğruyu konuşan bir alp gerek. Kazı bol İda’dan başı bulut Toros’a, yüreği ateş Horasan’dan ayağı tez Ural’a bakan gerek. Nene Gülnar gibi saz çalan, söz söyleyen bir ulu âşık gerek. Korkut’un artık Dede olması gerek. Kan Korkut, durul! Tan Korkut, durul! Bana ak sakallı Dede Korkut gerek! Var git yukarılara, iki dağın kucaklaştığı yamaca. Dal içlere, aş suyu, aş uçurumlu kuytuyu. Al bu sopamı, vur ordaki ejderin başına. Ejder bu sopayı saz edene dek durma. Dede ol, gel, ondan sonra yöreye bakman gerek. Tangrı buyruğudur.”

Korkut itirazsız, heyheysiz, aldı sopayı, düştü yola. Bey çadırlarına girmedi, yiğit sofralarında konaklamadı. Oğuz’un kızanına aldırmadı, Gürcü’nün küfrüne kulak asmadı. Şirin Hatun’un öğüdü aklında, Hızır Ata’nın yolu önünde, vardı iki dağın kucaklaştığı yamaca. Dipte atını saldı, tepede kılıcından oldu. Suyu aşarken yayını attı, uçurumlu kuytuda abasını bıraktı. Ejderin karşısına vardığında anadan üryan bir Korkut, elinde sopa, saçı kan, sakalı tan. Eydür:

“Ejder! Uyan!

Kurt boğmuşluğum çoktur, Kurtboğan derler.

Ayı boğmuşluğum çoktur, Ayıboğan derler.

Şirin Hatun’dan olma arslan soyu derler.

Bu sopayı saz edesin deyü geldim.

Kerameti bol saz ile Dede olmaya geldim.

El ver ki boğmayayım seni, el ver ki adıma Ejderboğan demesinler!”

Ejder uyandı, kalktı, gerindi. Ejder ki kanatları gök boyu, dişleri ılgaz, pençeleri temren. Kuyruğu nehir, pulları kalkan. Ejder ki, namı büyük, kerameti bir ufuktan ötekine, bir koca güneş, bir ulu ay. Ejder ki gök mavisi, bakır yeşili, tunç demi. Ejder ki, gözleri Tangrı’dan armağan birer derin kuyu. Eydür:

“Korkut!

Saçı kan, sakalı tan Korkut!

Anadan üryan karşıma çıkan, anasının gönderdiği Korkut!

Sen burdaysan, Nene Gülnar ölmüştür. Bilirim. Sen ölende, Hoca Nasir gelmekli, bilirim.

Aç yolu da çıkayım Korkut! Oğuz’un köküne alev kusayım, yörenin toprağına adımı haykırayım! Devran her üç yüz kere dönende, balığa binen Hızır sen gibisini gönderir, ben de dağımdan çıkmak isterim.

Aç yolu Korkut!

Çıkmak isterim!”

Korkut titremez, korkmaz. Elinde sopa, şişindi, büyüdü. Hey bastı, ejderi karşısına aldı. Bir ejder değil, bin ejder olsa durmaz, yel olup atıldı. Sağ elini yumruk etti, vurdu. Sol elinin tokadını ejderin ağzına savurdu. Sağ ayağının tekmesini, sol ayağının çiftesini hiç tutmadı, vurdu. Yüz kâfiri keser gibi, Peçenek’i alıp Kıpçak’a vurur gibi kudurdu. Gök boyu kanatları büktü, ılgaz dişleri kırdı, temren pençeleri ufaladı. Nehir gibi kuyruktan tuttuğu ejderi vurdu dağa, kırdı kalkan gibi pulları. Ejder ki gök mavisi, bakır yeşili, tunç demi; kanı simsiyah. Korkut, aldı Hızır Ata’nın emaneti sopayı, vurdu ejderin başına, eydür:

“Saz et bu sopayı!”

“Etmem!”

Vurdu, eydür:

“Saz et bu sopayı!”

“Etmem!”

Yine vurdu, eydür:

“Saz et bu sopayı!”

“Etmem!”

Korkut gerindi, uzandı yukarılara, bir daha vurdu sopayı ve kükredi, eydür:

“Saz et bu sopayı! Et ki, Ejderboğan Korkut demesinler!”

Korku bastı Tangrı’dan armağan kuyu gözleri, ejder kırıldı, döküldü. O kuyularda yanan alevler devindi, boğazdan püskürüp sopayı ateşe tuttu. Yandı sopa, Korkut’u da aldı içine, gürüldedi, ışıldadı. İki dağın kucaklaştığı yörenin başı top top bulut oldu, duman oldu. Su fokurdadı, her yanı al bastı. Ejder, eydür:

“Korkut!

Kurtboğan Korkut! Ayıboğan Korkut! Saz ettim sopanı, aman demesinler Ejderboğan Korkut!

Ateşim keramettir hem sazına hem sözüne. Vur saza, sal sözü.

Korkut!

Kan Korkut! Tan Korkut! Ak ettim saçını, ak ettim sakalını, artık desinler Dede Korkut!”

Korkut, bıraktı ejderi, kalktı, yürüdü. Anadan üryan, saçı ak, sakalı ak. Çıktı uçurumlu kuytudan, aştı suyu, iki dağın kucaklaştığı yamacın dibine döndü. Taşa oturdu, elinde saz, gözleri derin. Vurdu saza, böğründe nice yiğidin kudreti, onca hatunun erdemi. Kağanlara kut veren Tangrı’ya verdi yüzünü, çığırdı türküsünü.

Korkut’u duyan porsuk dalını uzattı, yaprağını aba etti, Korkut’a verdi. Porsuk, eydür:

“Dedem Korkut! Al giy benden olanı, bundan kelli yöreme bakan sensin!”

Korkut’u duyan arslan vardı, yelesini çizme etti, Korkut’a verdi. Arslan, eydür:

“Dedem Korkut! Al giy benden olanı, bundan kelli yöreme bakan sensin!”

Korkut’u duyan kartal vardı, teleğini kavuk etti, Korkut’a verdi. Kartal, eydür:

“Dedem Korkut! Al giy benden olanı, bundan kelli yöreme bakan sensin!”

Toros uzandı oraya, İda nefesini gönderdi, Horasan’dan yel çağladı, Ural’dan dolu dolu yağmur indi. Hepsi bir ağız, eydür:

“Dedem Korkut! Bundan kelli yöreme bakan sensin!”

Korkut kalktı, sazı vurdu sırtına, ak sakalı yele emanet yürüdü Oğuz’un yurduna. Beylere, yiğitlere selam etti. Şirin Hatun’un dizinin dibine çöktü, sindi. Şirin Hatun, eydür:

“Korkut!

Oğul Korkut, can Korkut!

Ak sakallı Dede Korkut!

Tangrı’nın dileğini hoş eden Korkut! Bilirim. Gökte ala kuşla kara kuşun ilişmeden yan yana uçtuğunu gördüm, Tangrı dileğinden yana hoş ettiğini bilirim.

Can Korkut! Canım Korkut!”

Şirin Hatun mutlu, oracıkta yumdu gözünü. Dede Korkut’un yanağından bir yaş süzüldü, toprağa değdi. Üç baş çiçek püskürdü, kokusu her yanda, allı morlu yüzü pek içten. Hızır Ata vardı oracığa, eydür:

“Korkut, Dede Korkut!

Bileğin sağlam! Kılıcın keskin! Ama bundan kelli, sözün derin, aklın uzun.

Vur sazına!

Yanlışa düşen anan olsa bile had bildür. Beyler Tangrı buyruğundan şaşsa kükreyüp hatırlat. Han karşısında titreme, Kağan kurultayında doğruyu konuş. Kazı bol İda’dan başı bulut Toros’a, yüreği ateş Horasan’dan ayağı tez Ural’a bakman gerek. Sazına vurman, sözünü söylemen gerek.

Âşık Korkut! Dede Korkut!

Sazının Dumrul’a yol olması gerek! Basat’a yaren, Salur Kazan’a el, Bamsı Beyrek’e yoldaş olması gerek! İç Oğuz’u da Dış Oğuz’u da yalnız koymaması gerek!

Ak sakalının hürmetine, yöreye bakman gerek! Tangrı buyruğudur.”

Hayhay deyü baş eğdi Korkut, vurdu sazına:

“Kılıç olsun sazımla sözüm;

Kâfirin ev yıkanına,

Devin civan boğanına,

Hâlden anlamayan han soyuna,

Karın doyurmayan kağan boyuna.

Işık olsun sazımla sözüm;

Sevenin merdine,

Âşığın erdemlisine,

Oğuz’un yüreklisine,

Âdemin yiğidine.

Yaren olsun sazımla sözüm;

Yörenin böylesine.”

Hamit Çağlar Özdağ

1983, Ankara doğumlu. Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde lisans, Galatasaray Üniversitesi'nde yüksek lisans okudu. FABİSAD (Fantazya ve Bilimkurgu Sanatları Derneği) üyesi. 2011 yılında üç romanlık fantastik kurgu serisi Kan Muskaları Destanı yayımlandı. 2013'te yayımlanan İsyan Öyküleri isimli öykü kitabı ve 2017'de yayımlanan Bir Yeniçeri Masalı adlı romanı, FABİSAD öykü ve roman ödüllerinde finale kaldı. Eşi ve oğluyla birlikte beş yıl Bern’de yaşadı, 2018'den beri Minnesota'da yaşıyor.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Merhaba,
    Korkut’un Dede Olduğu’nu ne güzel anlatmışsınız. Tam ona yaraşır bir hikâye olmuş. Çok beğendim. Ellerinize sağlık.

  2. Seçkinin ruhunu yakalayan, dilin ustaca kullanıldığı gerçek bir masal okudum.
    Elinize sağlık.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for OykuSeckisi Avatar for MuratBarisSari Avatar for Lightsky