Öykü

Kovboy

Her zamanki gibi son dersten çıktıktan sonra öğretmenler odasına gitti. Çantasını alıp çıkacaktı ki telefonu çaldı. Arayan arkadaşı ile bir süre konuştuktan sonra odadan çıktı. Okulun koridorlarında temizlik yapan hademeleri gördü, ama selam vermeden yoluna devam etti.

Okulun bahçesinde ki lüks arabasına bindi, arabasını çalıştırdı. Bir kaç metre ilerlemişti ki tekerlerden gelen sesler nedeniyle arabayı sağa çekti, kontağı kapattı. Arabadan indi. Arabanın bütün lastiklerinin bıçakla kesildiğini görünce sinirden kıpkırmızı oldu. Polisi aramayı düşündü ama polisle uğraşmak istemediğinden vazgeçti. Ne yapacaklardı ki sanki. Bir kaç tutanak, sonra karakola git gel, nasılsa sonuç alınamayacaktı. Okula geri dönmeyi düşündü lakin okulda kimseler kalmamıştı. Birilerini aramak geçti aklından sonra bunun acziyet olacağını düşündü ve aramaktan vazgeçti. Arabasını okulun bahçesine park ettikten sonra yakınlarda bir taksi bulabileceğini düşündüğünden yürümeye başladı. Yoldan değil taksi, normal araba bile geçmiyordu. Mahallenin içinden geçip ana caddeye çıkmayı düşündü.

Çoğunluğu iki katlı tuğla ya da briketten yapılmış, yer yer sıvaları dökülmüş, duvarları boyasız, damlarında uydu antenleri ve ıslak çamaşırların asılı olduğu, bahçelerinde çam, servi ve çeşitli meyve ağaçlarının boy gösterdiği evlerin yer aldığı, bu kenar mahallenin, dar, kaldırımsız, asfaltları bozulmuş sokaklarından birinde ilerlemeye başladı. Bir kaç aydır bu sokağın köşesinde ki İlköğretim Okulunda görev yapan Sevda, her gün arabasıyla gelip geçtiği ancak hiç bir zaman sempatiyle bakmadığı bu mahallenin çocuklarının resim öğretmeniydi.

Sokakta yürürken evlerin dış kapılarının önünde oturup sohbet eden kadınları, sokağa tabure atıp kahkahalar atarak tavla oynayan, nargile tüttüren yaşlı adamları, bir köşede gizliden gizliye sigara içip muhabbet eden gençleri, az ötedeyse patlak bir top peşinde koşturup duran çocukları gördü. Mahallede ki insanlar gayet mutlu gözüküyorlardı. Evlerini boyatacak paraları bile yoktu ama işte gülüyor, eğleniyor, hayatla dalga geçiyorlardı adeta.

Mesela köşede ki nargile tüttürüp tavla oynayan piri faniler, dünyaya yeni gelmiş sıkıntı, gam, keder görmemiş oyun çocukları gibiydiler. Ya kadınlara ne demeli liseli genç kızlar gibi kıkırdaya kıkırdaya bir şeyler konuşuyorlar, bazen de içlerinden bazıları pervasızca kahkahalar atıyorlardı. Köşede ki çocuklar mahallelinin kendilerini görmediklerine emin oldukları bir köşede gizliden gizliye ilk gençliğin ispatı sayılan gizlice sigara içmenin hazzını yaşıyorlardı. Ya şu çocuklara ne demeliydi daha üzerlerinde ki okul formalarını değiştirmeden çantalarını evlerin kapısına atıp patlak topun peşine düşmüşlerdi. Toz duman içinde oradan oraya koşturuyorlardı. Kendi hayatını gözünün önüne getirdi. Ne kadar zaman olmuştu şöyle içten bir sohbete, pervasız kahkahalara hasretti. Herşeyi planlı, programlıydı. Mutlu olmak vardı planlarının içinde ama mutlu olabilmesi için yerine getirilmei gereken bir çok şey vardı. Yabancısı olduğu ve her zaman tepeden baktığı insanların mutluluğunu kıskandı.

Üzerinde diz üstü siyah eteği, saks mavisi gömleği, boynunda ipek şalı, ayağında apartman topuk kırmızı ayakkabıları ve sade makyajı ile mahallede çölün ortasında ki vaha gibi sırıtıyordu. Mahallelinin çaktırmadan bunun burada ne işi var der gibisinden baktıklarını hissediyor, bu kaçamak bakışlar onu adam akıllı rahatsız ediyordu. Rüzgârın savurduğu sarı saçları, yorgun zarif bedeni ile kendini güvende hissetmediği bu mahalleden, ürkek bir tavşan gibi koşuşturarak bir an önce çıkmak, bir taksiye atlayıp ait olduğu yere gitmek istiyordu. Ama sokak gözünden büyüdükçe büyüyor, yol uzadıkça uzuyor bir türlü ana caddeye ulaşamıyordu. Bütün mahalleli, işte köşede ki sigara içen gençler, nargileci ihtiyarlar, dedikoducu mahalle karıları, hatta patlak top peşinde koşturan çocuklar bile üstüne üstüne geliyorlardı.

İkindi güneş çekilip yerini akşama bırakmaya hazırlanırken, her adımda kendini daha yorgun hisseden Sevda, “eller yukarı” sesiyle irkildi. Bu mahallede dersine girdiği çocuklar hariç kimseleri tanımadığı için eller yukarı sesinin muhatabının kendisi olmadığını düşündü ve yürümeye devam etti. Birkaç adım atmıştı ki aynı sesi bir kez daha duydu. Ses bu kez daha sert ve buyurgandı. “Olduğun yerde kal, eller yukarı.” Dondu kaldı. Başından kaynar sular dökülmüştü sanki. Kimseleri tanımadığı bir mahallenin ortasında tanımadığı bir adam ona silah çekmişti. Muhtemelen bir şehir sapığı, bir maganda var arkamda. Belki kör bir kurşunla şuracıkta hayatım sona erecek, arkamdan bir kaç damla gözyaşı dökülecek diye düşündü. Bir ara kaçmak geldi aklına ama nereye kaçabilecekti ki. Ürperdi. Zarif bedeni tir tir titriyordu. Arkasına dönüp elinde silah olduğunu düşündüğü adamla yüzleşmeye korkuyordu.

Bir süre olduğu yerde hareketsiz kaldıktan sonra kararlı kararsız zarif bedenini sesin geldiği tarafa çevirdi. Başını kaldırıp kendisine silah doğrultan adama baktı. Ayağında siyah asker botları, üzerinde açık yeşil bahçıvan pantolonu, pantolonun belinde bir palaska, palaskanın üzerinde eski bir fişeklik, civ civ sarısı bir gömlek, gömleğin üzerinde eski mevsimlik bir ceket, başında kovboy şapkası, elinde garip bir tabanca olan uzun burunlu, gözleri yuvasından fırlayacakmış gibi duran, hafif kilolu bu adam, giyim kuşamıyla Amerikan komedi filmlerinden kaçmış kovboyları anımsatıyordu. Adamı ilk gördüğünde gülesi geldi. Böyle bir karakteri başka zaman görse kahkahalar atar, hatta bir portresini bile çizebilirdi. Tamam da akıllı mı? deli mi? ne olduğu belli olmayan bu adam ne istiyor olabilirdi ki. “Bu olsa olsa mahallenin delisidir” dedi kendi kendine.

“Ne istiyorsun benden ahbap” dedi kendisini toparladıktan bir süre sonra. Karşısında ki sesini çıkarmadan yüzünde sert bir ifadeyle gözlerinin içine bakıyordu. Bunu fırsat bilen Sevda “indir şu silahı geri zekâlı” dedi ve dönüp gitmeye yeltendi ama karşısında ki adam kararlı ve sert bir şekilde “hareket etme” dedi. Az önce onu kaçamak bakışlarla adam akıllı inceleyen, süzen mahalleli onun varlığını unutmuş, şu köşe başında kendisine silah çekilen genç kadının yardımına kimseler gelmemişti.

Kovboy kılıklı adam sert bir sesle “ilerle” dedi. İlk kez gördüğü bu adam ona bir suçlu gibi davranıyordu resmen. Hafızasını yokladı hayır mümkün değil hayatı boyunca hiç görmemişti bu adamı. Sevda zoraki yürümeye başladı. Bir ara bağırmayı düşündü, sonra vazgeçti. Olan biteni herkes görüyordu. İyi de bu adam beni nereye görtürüyordu.

Kovboy arkada Sevda önce on beş yirmi metre kadar yürümüşlerdi ki, kovboy ona bahçe kapısı açık, bakımsız, virane bir evin bahçesine girmesini işaret ettiğinde ne pahasına olursa olsun kaçmayı düşündü. Bu esnada öteden onlara bakarak gelen yaşlı bir adam bir kaç kez kovboy diye seslendi. Sesi duyan kovboy bir anda duraksadı. Adam ona beklemesini işaret etti.

Altmışlı yaşlarda, kısa boylu, saçları dökülmüş, hafif göbekli, görmüş geçirmiş birine benzeyen yaşlı adam yanlarına geldi. Önce Sevdanın korku dolu gözlerine baktı, sonra Kovboy’ ya döndü, yumuşak bir ses tonuyla “Nereye Kovboy?” Kovboy sesini çıkarmadı. Adam bir kez daha sordu. Kovboy yaşlı adama baktı, sanki ondan rol çalan bu adama kızmıştı, ama içinde bu adama karşı bir saygı olmalı ki, sesini çıkarmadı, silahını indirdi birlikte gidebileceklerini işaret etti. Sevda, Kovboy ve yaşlı adam birlikte bahçe kapısından içeri girdiler.

Yaşlı adamın gelmesi Sevda’ yı rahatlatmıştı. Hani bazı insanlar vardır tanımassınız, bilmessiniz, daha önce hiç görmemişinizdir ama yüzlerine bakınca, seslerini duyunca içinizi bir huzur, bir güven duygusu kaplar ya, işte bu adam o adamlardan biriydi. Yaşlı adam geldikten sonra korkusunu yenmiş olan Sevda, yaşlı adam’ a baktı, Adam onları takip etmesini işaret edince şu delinin elinden kendisini kurtaran adama minnet borcunu ödemek için yaşlı adamın dediğini yaptı. Bahçe kapısından geçtikten sonra, evin giriş kapısına yöneldiler. Kapıdan önce yaşlı adam sonra Sevda girdi.

Duvarları farklı farklı renklere boyanmış, eski bir kanepe, otuz yedi ekran bir televizyon, kırık bir çalışma masası, bir kaç sehpa ve sandalyenin dağınık bir şekilde yer aldığı sofadan geçip, kapısı aralıklı büyükçe bir odaya daldıklarında Sevda gözlerine inanamadı. Burası bir sanat galerisi gibiydi. Odanın duvarlarını karakalem, sulu boya, yağlı boya resim çalışmaları kaplamıştı.

Daha önce yüzlerce resim gören Sevda bu özgün çalışmaları görünce adam akıllı heyecanlandı. Bu kadar hayal gücü ve bu kadar resmen deli bir dehanın ürünü olabilir diye geçirdi içinden. Olsa olsa kulağını kesen Van Gogh, koca imparatorluk bataklığın içinde oradan oraya savrulurken, sanatın estetiğin peşinde koşturup duran Osman Hamdi, hayatının bir kısmını akıl hastanesinde geçiren Picasso, yada uzun süre akıl hastanesinde kaldıktan sonra bir kaç zenginin himayesinde resim çalışmalarına devam eden alkolik ressam Fikret MUALLA gibi biri çizebilirdi bu resimleri.

Şaşkınlığı üzerinden atamayan Sevda sorgular gözlerle kovboy’ a ve yaşlı adama baktı. Resimleri çizenin Kovboy olduğunu düşünüyordu. Resimlerle ilgili bir şeyler söyleyecekti ki, Yaşlı adam ve kovboy onun konuşmasına fırsat vermeden kapıya yöneldiler. Sevda’ da onları takip etti. Sofadan şövalelerin başında resim çizen küçüklü büyüklü on kadar çocuğun olduğu geniş bir odaya geçtiler. Odada ki çocuklardan bir kaç tanesi Sevda’ nınöğrencilerideğiller miydi? Hatta şu sarışın kız adını anımsayamadı ama beşinci sınıf öğrencisiydi. Üstelik berbat resimler çiziyordu. Ona yaklaştı üzerinde çalıştığı resmi görmek istiyordu.

Küçük kız kocaman bir tuvale koca gri renkli bir sınıf, sınıfta sıralarda oturan ve masada oturan öğretmene dönmüş ellerinde kalem önlerinde ki kâğıda bir şeyler karalayan öğrenciler, öğretmen masasında oturmuş sarışın, çocuklarla ilgilenmek yerine elinde ki kitabı okuyan, yüzü olmayan bir öğretmen, Öğretmen masasının yanında beyaz bir tahta, tahtanın üzerine ise büyük harflerle “DERS: RESİM, KONU: HER ZAMANKİ GİBİ SERBEST ÇALIŞMA” yazan bir resim çizmişti. Öğretmenin yüzüne kadar her şeyi mükemmel çizen bu çocuk öğretmenin yüzünü çizmemişti. Sevda küçük kızın gözlerine bakmak istedi, küçük kız onun varlığını fark etmemiş gibi resmini boyamaya devam etti…

Bir süre orada resim yapan çocukları izleyen Sevda bir şeyler söylemek istedi ama konuşacak halde değildi. Yaşlı adam eliyle kapıyı işaret etti. Çıkarken kovboy’ a baktı. Kovboy eğilmiş küçük kızın resminde eksik kalan yerleri boyamasına yardım ediyordu. O kadar sevecen ve içtendi ki sanki biraz önce onu tehdit eden, kindar, sert bakışlı, tok sözlü adam o değildi.

Yaşlı adamla birlikte sokağa çıktılar. Yaşlı adam ona ana caddeye kadar hiç konuşmadan eşlik etti. Bir taksi durdu. Sevda yaşlı adamın gözlerinin içine bakarak elini sıktı ve teşekkür etti. Sonra bindiği taksi ağır ağır yol almaya başladı…

Kovboy” için 6 Yorum Var

  1. Güzel ve akıcı bir öyküydü, çok hoşuma gitti. Kelimelerinizin gücü karşısında her şey zihnimde mükemmel bir biçimde canlandı. Konusu bir ders niteliğindeydi (Keşke bu öyküyü zamanda geçmişe giderek bütün aklı havada öğretmenlerimize okutabilseydik). Tebrikler.

  2. Uzun zamandır okuduğum öyküler içerisinde mesajını en net ortaya koyan oldu. Öğretmenlere ders niteliğinde olmuş. Bir iki anlatım bozukluğu mevcut ancak görmezden gelinebilir. Bir de bağlaç olan ki’nin yazımına dikkat etmeniz faydanıza olacaktır. Okurken geçirdiğim keyifli zaman için teşekkür ederim.

  3. Değerli Yorumunuz için teşekkür ederim Murad. İmla konusuna biraz daha dikkat etmeye çalışacağım.

  4. Selamlar. Öyküyü okumaya başladıktan sonra henüz ilk paragrafta kısa anlatım tarzı ve düz tasvirler bende bir tıkanıklığa yol açtıysa da sonradan okumaya devam ettiğimde bunun geçici olduğunu fark ettim ama bu sefer de imla hataları araya girip yoluma çeşitli engeller koydu. Onları da aştıktan sonra sona gelebildim ve hikayenin tamamını bir bütün olarak kafamda şekillendiremediğimi fark ederek hepsini boş verip bir daha okuduğum da güzel bir öykü olduğunu ama üzerinde çalışılması gerektiğini anladım. Elinize sağlık. Bütünlük, öyküleme ve imlaya dikkat. Saygılarımla… (Bu arada benim de başımdan geçen hadiseler bunlar 😉

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *