Öykü

Maket

– Şşşt! diye fısıldadı karısı. Zor uyuttum zaten! Bi’ de uyandırma şimdi…

Adam dudağını büzdü, o ki koskoca Cernat’tı; yedi denizi içmiş, yedi kıtaya ayak basmış, adı duyulunca tir tir titrenen korsan… Tek zaafı minik oğluydu.

Gene uzun bir yoldan dönmüştü… Ganimet toplamış, düşmanları kılıçtan geçirmiş, fahişelerle sevişmişti… Ve şimdi oğlunun odasının kapısından içeri girmeye muktedir değildi… Sinirlendi, bıyığı titredi.

– Çekil kadın! diye gürledi oğlunun uyanmaması için kıstığı sesiyle

Kadın kıkırdadı. Bu tezat durum Cernat’a da komik gelmişti ama ciddi durmalıydı, eliyle kibarca karısını yana ittikten sonra kapı koluna usulca bastırıp kapıyı itti. Birazcık gıcırdayan kapı ardına kadar açıldı ve üç ay önce yola çıkarken bıraktığı gibi duran oda ayaklarının altına serildi.

Yatağa yöneldi. Oğlu bir elini yastığın altına koymuş, diğerini de yatağın sağından aşağı sarkıtmış bir şekilde yatıyordu. Rahatsız bir durum olduğu aşikardı. Elindeki hediye paketini komodinin üzerine bırakıp çocuğunun kolunu ve yorganını düzeltti. Tam arkasını dönüyordu ki, “Baba…” diye bir ses duydu. Yüzüne sıcacık bir gülümseme oturdu, dönüp oğlunun başını okşadı.

Dur, diyemeden çocuk yatakta doğruldu ve parlayan gözlerle, yeni çıkmış süt dişlerini gösteren devasa gülümsemesiyle bakmaya başladı.

– Ne zaman geldiiiiiiiiiiin! diye çığırttı.

– Yeni.. dedi, gülmesine de engel olamayan Cernat.

Çocuk başını salladı ve babasına bakmaya başladı… Gözü komodinin üzerindeki poşete kaydı.

– O neee! diye sevinçle sordu

– Sana bir hediye getirdim ama şimdi açma, uyumana devam et… Sabah bakarsın, tamam mı? diye sordu çocuğunun başını okşarken.

Başını sallamasına rağmen dudağını bükmüştü ve Cernat adı gibi emindi ki arkasını dönüp odadan çıktığı an o paket açılacaktı. Gülümsedi.

– Hadi yat şimdi, uyu… diyerek çocuğun yanağına bir öpücük kondurdu ve arkasını dönüp odadan çıktı.

Birkaç saniye sonra aniden kapıyı açtı ve oğlunu elinde poşetle yakaladı.

– Yaaa! diye bağırdı çocuk. Hile yaptın, beni kandırdın!

Bir yandan da gülüyordu. Adam da gülmeye başladı. Koştu ve yatağın üstüne atladı… Kenara kaydı, dirseğinin üstünde doğrulup “Hadi aç bakalım…” dedi.

Kapının ucuna gelen karısının yarı sinirli yarı güleç ifadesini görünce daha da gülümseyerek gelmesini işaret etti. “Sırası mıydı şimdi…” diye homurdansa da gülerek gelen kadın yatağın ucuna seyirtti. Çocuk hevesle poşeti yırttı; büyük, genişçe bir şeydi… İlk bakışta bir gemi maketi sanılabilirdi, ki çocuk da öyle düşünmüştü ama elle yapıldığı belli olan saman kağıdından poşet yırtılınca tüm görkemiyle bir rıhtım maketi ortaya çıkmıştı…

Çocuğun gözleri büyüdü, aşırı ayrıntılı bu makete bakakalmıştı…

Sağlı sollu devasa gemiler bağlı olan rıhtımın bittiği yerde tam suya atlamak üzere olan bir adam figürü vardı. Arkasından koşanlar da çok sevimli gözüküyordu… Rıhtımın başladığı , sokağa benzeyen, yerde bir savaş canlandırılmıştı. Arkalarındaki binalar alev içindeydi… Çocuk gülümseyerek maketi dikkatlice komodinin üzerine koydu.

Kadının gülümsemesi biraz donuklaşmışsa da gülerek adamı yataktan kaldırdı. Bir yandan “Hadi artık, Orjy uyusun!” diyor, bir yandan da hafifçe kolunu çimdikliyordu. Adam da güldü, kalkıp kadına sarıldı ve dudağına bir öpücük kondurdu. Onlara bakıp gülen oğlunun saçlarını okşadı ve yorganını düzelttikten sonra karısının elinden tutup odadan çıktı.

Odadan biraz uzaklaştıktan sonra kadın elini çekti. “Niye böyle bir şey yaptın!” diye fısıldadı. Sesi sert, bakışları soğuktu.

– Ne yapmışım? diye sordu anlamazlıktan gelerek

– Ne yaptığını gayet iyi biliyorsun! Seninle yirmi yıl önce tanıştığımdan beri bunun için uğraşıyordun, yapmışsın…

– Ne diyorsun? diye numaradan bir ciddiyet takındı Cernat

Kadın başını sallayarak öne geçti ve yarı koşar adımlarla yatak odasına gitti. Kapıyı da sertçe kapadı. Bir yandan kapalı kapıya bir yandan telefonuna baktı Cernat… Karısının kalbini illa ki alırdı tekrardan. Elini telefona götürüp numaraları tuşladı.

İkinci çalışta açıldı.

– Çocuk çok beğendi… dedi sadece.

Karşıdan bir kahkaha geldi. “Söylemiştim!” dedi.

– Zor oldu senin için de, sağol Nymand! dedi gururla Cernat

– “Zor” mu, zor demek o çalışma için hakaret demektir Cernat! Kimleri karşıma aldığımı tahmin bile edemezsin… Seni gidi aptal korsan seni!

Büyücüyü kızdırmamak gerektiğini on yıl önce çok acı bir tecrübeyle öğrenmişti Cernat, mevzuyu uzatmadı. “Tamam, tamam pardon…” diye homurdandı. “İyi geceler…” diyerek telefonu kapamaya yeltendi.

“Burada sabah! Ama olsun, iyi geceler sana Cernat…” diye cevap gelince meraklandı, nerede olduğunu sordu. “Olimpos Dağı’ndayım Cernat… Kapatmam lazım şimdi, görüşürüz…” diyerek telefonu kapadı Büyücü Nymand.

Korsan, bir süre şaşkınca baktıktan sonra telefonunu kapatıp bir köşeye fırlattı. Yatak odasının kapısına gidip kapıyı çaldı. “Git!” diye bir ses duyduktan sonra gülerek içeri girdi. “Yapma ama…” diye homurdandı. “Tamam, haklısın ama o insanlar hiç acı çekmedi!” diyerek inkar politikasını yüz seksen derece çevirdi. Kadının gözleri büyüdü, dudağı büküldü. Başını hafifçe eğip bakakaldı.

– Hem, o savaşı ne ben çıkarttırdım ne yangınlarla isyanları ben başlattırdım… Zaten biz o rıhtıma vardığımızda bu haldeydi!

Kadının bakışlarında birazcık yumuşama olmuştu. “Nasıl oldu peki?” diye sordu ilgiyle.

– Ehm… Büyücü Nymand’dan yardım aldım… Planım ona da çok uçuk gelmişti, çok zorlandı ama yaptı… Gemiyle uzağından geçtiğimiz bir rıhtıma dürbünle baktığımızda ortalığın çok karışık olduğunu gördük… Fırsat bu fırsat diyerek şablonlaştırdık… Sonrası birkaç sihirli sözcüğe kaldı… dedi tek nefeste ve karısından gelecek tepkiyi bekledi.

Kadın bir süre durdu, “Nymand mı? O başbelasını tekrardan…” diye söze girmişti ki, sözünü kesti Cernat. “Yok yok, hayatıma sokmadım tabii ki… Sadece bu olay için… İnan ki!” dedi ikna edici bir bakış takınmaya çalışıp.

Kadın bir süre daha durduktan sonra omzunu silkti. Kocasını çok özlemişti, bu saçma küslüğü uzatmanın anlamsız olduğunu düşünüp gülümseyerek yatakta doğruldu. “Hadi, üzerindekileri çıkart da gel…” dedi eliyle yatağın boş kısmını hafif okşayıp.

Cernat gülümsedi, gardrobunu açıp aylardır giymediği pijamalarına iç çekerek baktı. Artık yaşlandığını hissediyordu, uzun seyahatler çok zorlayıcıydı… “Belki bırakmam lazım” diye içinden geçirdi. Sonra arkasını döndü ve güzel karısına baktı…

(…)

Şimdi isterseniz, onları baş başa bırakalım ve diğer odaya geçelim, bir hareketlenme var gibi…

(…)

Çocuk bir süre makete baktıktan sonra uykuya yenik düşmüştü… Uyurken yüzüne yayılan gülümseme çok güzel ve genişçeydi. Uyurken istemsizce çalışan yüz kaslarının yanı sıra yatakta sağına ve soluna dönüyordu zaman zaman.

Gece lambasının ışığında ürkütücü bir görünüm alan rıhtım maketi girinti çıkıntısının bolluğu nedeniyle bir hayli gölgeye sahipti. Sokakta savaşan adamların gölgesi titremeye başlamıştı. Bunun sebebi ışığın dibine kadar girip çekilen küçük, tombul sinek değildi. Işığın hizasındaki makete konup yalanmaya başlayan sinek, çevresine anlam vermeye çalışarak bakınıyordu ki; nereden geldiğini anlamadığı kılıç darbesiyle kafasının bedeninden ayrılması suretiyle son nefesini verdi.

Birbiriyle savaşıyormuş gibi görünen grup, silkinip birbirine baktı. Görevleri belliydi, gerçekleştireceklerdi. Gülümseyerek vücutlarını geren minik adamların gülümsemeleri tahmin ettiğiniz gibi sevimli bir şekilde değildi. Yoo, bilakis, gayet ürkütücü, gayet nefret dolu gülümsemelerdi. Komodinden aşağı doğru bıçaklarını batıra batıra dağcı gibi inen bir grup, çocuğun yatağının ayaklarına bıçaklarını batırıp çıkmaya başlamıştı bile. Diğer grup ise odanın dışına yönelmişti…

Çocuk sağına ve soluna dönerken bir şeyler hissettiğinden olacak ki, gözünü hafifçe araladı ve karşısında duran minik adamları gördü. Şaşırma ve sempati duyma arasında gidip gelen halet-i ruhiyesi, gözüne yediği kılıç darbesiyle yerini acıya ve bolca kana bırakmıştı. Nefes almasına fırsat kalmadan ağzına ve burnuna doluşan intihar timi tarafından bir hayli acı çektirildi… Ve evet, son nefesini çok geçmeden verdi…

Diğer grup bir süre odaları inceledikten sonra altından ışık huzmesi süzülen kapalı kapıya yönelmişti. Kapının altından sürünerek giren grup çok öfkeli gözüküyordu. Ayaklarındaki kalın botlara rağmen ses çıkarmadan ilerlemeleri, çok profesyonel bir görüntü çiziyordu. Yataktan gelen sesleri dinleyip beklediler, bir süre sonra sesler kesildi. Ufak bir gülüşme faslından sonra adam yataktan kalktı…

Zamanları kısıtlıydı, minik adamlar yatağa çabucak tırmanarak yatakta doğrulmuş, çıplak kadınla karşılaştılar. Kadın onları görünce önce anlam verememişti. Sonra durumun farkına varıp ağzını muhtemelen yardım istemek için açtığındaysa her şey için çok geç kalmıştı. Bir anda üstüne çullanan minik korsanlar, kadının gözüne, kulaklarına ve burnuna doluşuvermişti…

Evdeki tüm hareketlilik bitmişti. Sadece musluktan gelen suyun sesi duyuluyordu. Bir süre sonra o ses kesildi ve ayak sesi, yorgun ve bitkin bir ayak sesi duyulur oldu… Yatak odasının gıcırdayan kapısıyla bu ses kesildi.

Ve sanki tüm evren durdu, evde tek ses çıkmadı, nefes alıp veren Cernat bir müddet bu eylemi gerçekleştirmedi. Gerçekleştiremedi.

Su bardağının yere düşüşü, haddinden fazla yankılandı. Koşar adımlarla oğlunun odasına gittiyse de, kapının aralık oluşu her şeyi anlatıyordu. Sinirden bıyıkları titremeye başlamıştı. Bu sinir, çok büyüktü.

Yumruklarını sıktı. Dişleri zangırdadı.

“Sen bittin Nymand!” diye bağırdı.

Kurt büyücü, gene kazık atmıştı…

Alper Kaya

1990 yılında Ankara’da doğdu. Orada hiç yaşamadığı hâlde, Ankara’yı çok sevdi. BirGün ve soL’da spor yazıları yazdı. Halen Evrensel’de cumartesi günleri maç yazısı olmayan futbol yazıları yazmaktadır. 2010 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nden “Yılın Spor Köşe Yazısı Övgü Ödülü”ne layık görüldü.* Yedi romanı yayımlandı, on kolektif kitapta yer aldı. Yazar, kendisi gibi yazar olan eşi Gizem Şimşek Kaya ve beş kedileri ile birlikte İstanbul’da yaşamaktadır.

Maket” için 13 Yorum Var

  1. En baştan başlayayım şu seçkideki hikayeleri okumaya dedim, başladım ve bitiverdi hikayeniz :). Ben kendimi hikayeye kaptırmış, daha hızımı alamamışken pat diye bitti beklemediğim bir şekilde. Daha uzun olsa çok daha güzel olurdu diye düşünüyorum, kaleminize sağlık 🙂

  2. Aslında ben de büyük bir “mutluluk” hikayesiyle karşı karıya olduğumu düşünürken, yazarın sillesini yemiş gibi hissettim. Gerçekten değişik ve buruk bir konusu var gerçekten. Daha önce de dendiği gibi keşke biraz daha uzun olsaymış, olayları biraz daha hazmedebilmemiz açısında. Tabi ki bu öyküyü beğenerek okuduğum gerçeğini gölgeleyemez. Ellerinize sağlık.

  3. Hikayelerini okudukça bu ani duygu değişimlerini, benim tabirim ile okuyucuyu ters köşeye yatırmayı, oldukça sevdiğini anlıyorum yavaş yavaş. Fakat bu sefer de önceki hikayelerinde olduğu gibi hiç beklememiştim böyle bir sonu. Bittiğinde ”ee, devamı!?” diye etrafa bakınırken buldum kendimi. Yazsaydınız okurduk yahu! 🙂

    Elinize sağlık, çok ilginç ve orjinal bir bakış açısı olmuş ‘Kayıp Rıhtım’ temasına.

  4. Hikaye gerçekten güzel ve sürükleyici. Ama baya kısa olmuş yahu.. ne yani bitti mi şimdi dedim kendi kendime.

    İlk defa bir hikayenizi okuduğumdan diğerlerine göre kıyaslama yapamayacağım ben ama anlatım tarzını çok beğendiğimi söylemeden geçemeyeceğim. Eline, yüreğine sağlık. 🙂

  5. “Böyle kazık düşmanımın başına bile gelmesin!” dedirten, ibretlik bir hikaye olmuş. Ne güzel mutlu mesut gidiyorduk yahu, birden olayların bu kadar kanlı bir hâl alması durumu içler acısı yaptı. Diyecek bir şey bulamıyorum, çocuğa alışmıştım halbuki… 🙁

    Ellerine sağlık!

  6. Yine lap diye iliştirilmiş bir son… Yahu bu kadar güzel bir kurgu… Bu kadar adeta eğreti bir son…

  7. Doğrusu şu an oldukça şaşkınım.

    Başlarda oldukça hoş kelimelerle sevimli bir hava kattığınız bu hikaye, nasıl oldu da birdenbire bu kadar ürkütücü hale geldi anlam verebilmiş değilim. Kanla yazılmış bu ince kurgu gerçekten takdire değer, Tek sorun gerçekten doyamadık kaleminizin dokunuşuna, gönlümüz isterdi ki biraz daha okusaydık. O da bir daha ki sefere diyerek kendimi teselli etmeye başladım =)

  8. Bu okuduğum ilk öykünüzdü. Yazı normal sevecen bir tonda giderken bir anda karamsarlığa ve kana büründü. Beklenmedik dönüşleri severim. Yazının ilk kısmını mutlu bir gününüzde diğer kısmını depresif bir gününüzde mi yazdınız acaba? 🙂 Ellerinize sağlık

  9. Öncelikle itiraf edeyim bir anda bu kadar çok yorum görmek beni şaşırttı… Temelde, hikayenin kısalığına dair eleştiriler gelmiş; derleme toplama ve konudan sapmama adına böyle bir şeyi tercih ettim. Eğer daha çok uzasaydı hikayenin teması olan “Kayıp Rıhtım”ı ıskalayabilirdim gibi geldi ve tabii, “doyamamıştık” diyen arkadaşlara da kızdım, beni utandırmaya ne hakkınız vardı! 🙂

    Sonun eğreti durduğunu düşünen de varmış, halbuki ben yazmaya başlarken zaten sonu planlamıştım, belki sona ilerlerken biraz hızlandığımdan (ki bu istemsiz olmuş) dolayı böyle bir his vermiş olabilir… Bir diğer öyküde dikkat edeceğim bu hususa…

    Nymand’ın sonunu da yazmaya ömrümüz vefa ederse, emin olun Cernat’ın intikamını bir hayli almış oluruz bu sözümüz de çocuk için üzüntüsünü dile getiren magicalbronze’a gelsin 🙂

    Herkese çok teşekkür ederim, işin aslı biraz garip bir gün geçirmiştim, bu saatte bakmaya vakit bulabildiğim seçkide böyle güzel şeyler okumak -her türlü yorumu bir kenara not ettiğimi de belirteyim tabii- hoşuma gitti. Teşekkürler Rıhtım Ailesi 🙂

  10. Her zaman ki gibi bir anda doya doya okuduğum bir hikaye daha… Sen hep yaz, çünkü ben okumaya hiç doyamıyorum…

  11. Ne pis bir şeymiş Kayıp Rıhtım öyle 🙂 Diyoruz da dinlemiyorlar. Ellerine sağlık, Alper, çok tatlı bir yazı olmuş.

  12. Herkesle aynı yorumu yapmamak adında yazının boyutu ve sonu hakkında yorum yapmıyorum. Ama bu onlarla aynı fikirde olmadığım anlamına gelmiyor, haberin olsun 🙂

    Konuşma satırlarını tırnak içine almak ve çizgiyle başlatma olarak iki farklı şekilde kullanmak yerine tek bir tarzı benimsemen de daha iyi olmuş. Okunaklılığı arttırmış en azından. Yine de tırnak içi tercihimdir 😉

    Kalemine sağlık…

  13. Selamlar Alper!

    Yine güzel bir öyküyle şenlendirmişsin seçkimizi. Keyifle okudum. Ben de İhsan abi gibi diyaloglarda tırnak kullanılmasını tercih ediyorum, kısa çizgi… bana kalırsa çok geride kaldı. Ama yazarın tercihi tabii ki. 🙂

    Bunun dışında, büyücünün kazığı neden attığını da öğrenebilsek; iyi olurdu. Böyle çok havada kalmış gibi oldu.

    Fikir oldukça güzeldi bu arada. “Kurşun Asker” havası aldım, hoştu o rüzgâr. 🙂

    Kalemine sağlık!

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *