Saat dokuz. Çöp toplama saati. Daha yeni boyanmış bir apartmanın gardiyanlığını yapan kapıcı Paşa Bey, her zamanki işinin başında. Günün en sevdiği vaktini yaşıyordu: Nazik mahallenin nazik insanları, nazik çöplerini kapılarının önüne koyacak, koymayanların kapısını tıklatacak Paşa Bey ve açılan kapıdan dışarı süzülen ev sahipleriyle selamlaşacaktı. Canını sıkan tek durum vardı: Kapısını açmayanlar. O anda apartmanı herkesin başına yıkası gelirdi. Zor da olsa sinirlerine hakim olmayı başarmıştı. Bu akşama dek…
Beş katlı binanın dördünün katının çöpünü bir çırpıda toplayan Paşa Bey, son daireye doğru ilerledi. Bir an önce son çöpü de toplayarak ortalıktan toz olmak ve evine koşa koşa gitmek isteğiyle yanıp tutuşuyordu.
Zile bastı. İki defa basmasına rağmen sabrına yenilerek kapıyı tıklatmayı da ihmal etmedi.
Hırıltılı nefesler alıyor, arada sırada fi tarihinden kalma gömleğinin kollarını çekiştiriyordu. Vücudunun ateşinden titreyerek kol saatine baktı: Bir dakika geçmiş. Zilin üzerindeki ismi okudu: Sema. Yutkundu.
Sağ koluna söz geçiremedi ve kapıyı kırarcasına vurdu kapıya. Kendine hakim olmayı başardığında, saf karanlıkla karşılaştı: Kapı kilitli değildi. Daha önce böyle bir durumla karşılaşmamış, bu tuhaflık karşısında yüzü sinirden gerilmiş, ağzına çarpık bir gülümseme yakıştırmıştı.
Önce sağ adımıyla karanlığa atladı, sol ayağı hemen geriden onu izledi. Etraf, gölgelerin tiyatrosunu sergiliyordu. Tek izleyicisi olmaktan korkarak Sema’yı aramaya koyuldu.
Görece küçük dairenin kısa koridorunu baştan sona kat etti. Sonunun salona varacağını biliyordu, dairelerin en büyük odası oradaydı.
Buldu da Sema’yı: Kör kütük karanlık içinde, havada hafifçe süzülen bir beden vardı. Gözlerini kıstı, yine de iki adım ötesini göremiyordu. Duvarda ellerini gezdirdi. Sonunda ışığı açabildi.
Önce, yere devrilmiş sandalye gözüne çarptı, istemsizce bakışlarını yukarı kaldırınca iyice gördü Sema’yı: Boynuna yakıştırdığı ipiyle, sanki meltem rüzgârlarıyla sallanıyormuş gibi havada hafif hareketler yapıyordu. Bir insanın son gidişine pek şaşırmadı Paşa Bey, sadece afallamıştı. Sakince etrafına bakındı, sandalyeye ve cesede tekrardan baktı. Derin bir iç çekti. Bununla uğraşamayacak kadar meşgul olduğunu düşünürken hemen yanındaki masada kırmızı bir defter fark etti. Cildi yıpranmış, epey eski bir deftere benziyordu. Olay yerine saygı duyması gerekirdi ama o, bunu yapmadı. İnce, uzun parmakları arasına aldı önce defteri. Sayfalarını hararetle çevirmeye başladı. İlk sayfaları boştu, sayfaların rengi iç karartacak derecede sarıydı. Son sayfalara doğru gelirken merakını kaybetmişti, tam kapatacakken bir başlık gördü: Meraba. Bir ölünün günlüğünü okumanın verdiği heyecanla okumaya başladı bu metni.
“Meraba
Babam iyi.
Babam çoooooook iyi.
Ben babamı çok seviyorum.”
Küçük bir kızın el yazısını ve uslubunu andırıyordu. Küçük Sema’ya ait olabilir miydi? Kafasında soru işaretleriyle sayfayı çevirdi, Sema’nın şimdi içi boş olan cesedinin tam karşısındaki koltuğa kuruldu. Rahatına diyecek yoktu. Sema, günlüğünün okunduğunu sanki anlamış gibi burukça yana yatırmıştı başını.
“…
Babam uyuyormuş. Gördüm onu. Ayak bileklerini gördüm onun. Dışa doğru kıvrılmışlardı. Başının yarısı yoktu. Kolları düz değildi. Gördüm onu. Saçma bir haldeydi canım babam. Prensesim, derdi durmadan. Artık diyemez.”
Sayfanın diğer yarısı sinirle koparılmış gibiydi. İstifini bozmadan sayfayı çevirdi. Bundan sonraki, son yazıydı. Bugünün tarihi sağ üst köşeden cinayete ortaklık ediyordu.
“Keşke
Keşke ölseydim. Babam yerine, annem yerine. Annemi de öldüren oydu, biliyorum. Kulağıma fısıldarken bunu düşündüm hep. Kirli ellerini duyamaz olana kadar düşündüm bunu. Prensesim, derdi babam. Nice peri şatoları dikti gözlerime, saçlarıma. O… Bütün vadilerimi doldurdu. Tenimde peri bacaları var. Yıllardır var. Gözeneklerimi tıkıyorlar, nefes alamıy”
Geriye kalan tek şey, histerik karalamalardı. Günlük bitmişti.
Paşa Bey, heyecanla kalktı yerinden ve Sema’yı bir başına bırakmak suretiyle dışarı fırladı. Bir yandan it gibi aşağıya koştururken bir yandan yüzünden akan terleri siliyordu. Prenses! Bunu neden düşünememişti ki?
Düşmekten son anda kurtularak evine sağ salim ulaştı. Anahtarı çevik bir hareketle çevirdi ve bir hortlak gibi içeri atıldı. İki parça eşya bulunan evinde artık rahat rahat koşuşturabilirdi. Kapıyı arkasından kapatırken havayla bütün ciğerlerini doldurdu.
Eşyalarından acizlik akıyordu: Salonda babasından kalma yeşil bir koltuk vardı, televizyonun varlığından eser yoktu; onun yerine apartman kameralarını yönettiği, kendine hayrı olmayan bir bilgisayar vardı. Buzdolabına herhangi bir şey girerse onları bu masada yemek ona zevk verirdi. Şimdi bunları düşünemezdi Paşa: Arka odada paha biçilemez bir hazine vardı. Halinden memnun bir şekilde yatak odasına vardı ve ışıkları açtı.
“Prenses,” dedi hafifçe “artık bir prensessin sen.”
Sözlerinin hedefinde yerde yatan, elleri bağlanmış genç bir kız vardı. Odaya girdiğinden beri kayıtsız gözlerle suratına kitlenmişti. Paşa’yı izlemeyi bıraktı, hemen göz ucundaki beyzbol sopasına baktı. Ayak bileklerinin hissizleşmesine ve dağıtılmasına işte o mahluk sebep olmuştu. İlk darbeler feci acılar çekmesine neden olduysa da artık bunların bir önemi yoktu: İçi bomboştu. Hava çuvalıydı artık, istemeden oksijen toplamakla meşguldü. Belki de, Paşa’yı hayatının bir parçası olarak kabul etmeliydi şimdiden.
Babalar ve erkekler, işte hepsi gözlerinin önündeydi. Bundan önce de var oldular ve var olmaya devam edeceklerdi. Şatolar yeni prenseslerini ağırlayacaktı her yeni gün. Ve her yeni gün, o şatoları seller alacaktı. Doktor olacaklardı belki bir bir, belki bir gün mühendis çıkacaklardı insanların karşısına. Yine de derileriyle koklayacak, sel felaketinden kalma peri pacalarıyla soluyacaklardı. Mucize ve yıkımın ritmi en acımasız anıydı hayat oyununun. Şimdi onun prenses olma sırasıydı.
Fakat bu böyle gitmeli miydi?
- Derdi Kendinden Büyük - 1 Ağustos 2019
- Ağlar Deniz - 15 Nisan 2019
- Mekanik Prensesler - 15 Mart 2019
Merhaba. Güzel bir gerilim, bulmaca öyküsü olmuş. Merak uyandıran, altında güçlü anlamlar taşıyan, samimi bir öykü olmuş.
Duygu geçişleri biraz hızlı yaşanıyor ama bu durumun nedenini sonunda anlıyoruz. Yine de daha yumuşak geçişler yapabilirsiniz, başlar tutarsız görünüyor. Paşa’nın tepkileri biraz daha inandırıcı olabilir; kapıcılık yapıp da hiç açık kapı görmemesi ya da kapısı açık evin içine girerken en azından birkaç kez seslenmemesi inandırıcılığı azaltan unsurlar oldu gözümde.
Bu tip durumlar yazdıkça ve okudukça gelişecek şeyler. İlk öykünüze göre olumlu bir tekinsizlik havası aldım, bu bence iyi bir etki. Okuru meraklandırmak çok önemli. Bunu iyi başarmışsınız.
Onun dışında kısalığından olsa gerek sonu tamamen havada kaldı bende. Özellikle son paragraf içsel bir yolculuk olmuş sizin için ama benim için anlaması güç kelimeler yığınına dönüşüverdi. O düşünceler Paşa’nın mıydı yoksa o kızın mı onu belirtseniz belki daha iyi olurdu ama bunu metnin yapısı kabul eder mi bilemiyorum. Sonuçta her şeyi Paşa’nın gözünden izlerken bir anda kıza geçmesi sorun olabilir.
Elinize sağlık. Daha fazla ürettikçe çabucak toparlanacak eksikliklerden bahsettim. Fikir ve gidişhat güzeldi. Başlangıç için güzel bir seviyedeydi. Sonraki sayılarda görüşmek dileğiyle.
Merhaba,
AnlattıÄınız her Åeyi anlamama gerek olmadıÄını belirterek baÅlayayım. Ona göre okuyun… Hikaye belli bir ritmle ilerliyor, ben okumakta hiç bir sıkıntı çekmedim. Akıyor denir ya… TakıldıÄım pürüzler genelde okurken düÅünmekten kaynaklandı. ulu.kasvet benden daha iyi ifade etmiÅ, ben bir örnek vereyim:
Mesela hikayenin bu noktasına geldiÄimde neden böyle bir Åey olması gerektiÄini düÅünsün ki dedim. Çünkü buraya kadar hayattan bezmiÅ, iÅiyle uÄraÅmak istemeyen bir kapıcı görüntüsü oluÅtu bende. Kapıcıdan, gerçek haline baÄlantı biraz havada kaldı. Kapıcının ne olduÄunu ilerledikçe anladık, ama iki prenses arasındaki baÄlantıyı ben görememiÅ olabilirim. Ä°zah etmenizi istemiyorum tabii ki, mizahı izah öldürür demiÅler. Yine de ben temelde neler olduÄunun ötesinde baÄlantıları tam kuramadım.
Bir de bir Åey soracaÄım. Neden Mekanik Prensesler? Neden mekanik yani?
Merhaba, öykünüzü okudum. Biçim ve içerik açılarından birtakım noktalara dikkat çekmek istiyorum. Bunu kötü eleÅtiri olarak almamanızı isterim. Öykünün anlatmak istediÄini, finalde geldiÄi noktayı beÄendim. Sadece tespit edebildiÄim birtakım eksiklikler var. BaÅlıyorum.
Bu cümleden itibaren ilk paragrafta anlam kayması var. GeniÅ, Åimdiki ve gelecek zamanlar hikaye anlatımının içine yedirilmeye çalıÅılmıŠancak esasında anlattıÄınız, geniÅ zamanda geçen bir durum. Paragraf da zaman geçiÅleri için kısa olduÄu için okurken aksamalar oluyor.
Bu cümlede de bir yıÄılma var, aynı cümleyi çok daha az kelimeyle anlatabilirsiniz.
Burada da fazla kelime var sanırım.
ÅaÅırmak ile afallamak arasında anlam olarak çok fazla bir fark yok. Hatta yanılmıyorsam, afallamanın sebebi ÅaÅkınlık.
Bu kelime çok mekanik bir tat bırakıyor, bulunduÄu yerin aÄırlıÄına pek uymuyor.
Bunlar öncelikle dikkatimi çeken noktalar, birkaç ufak nokta var ancak bu kısmı uzatmak istemediÄim için onlara deÄinmiyorum. DediÄim gibi, bu noktalar kadar dikkat çekmiyorlar.
Öyküye dönecek olursak, PaÅa’nın ölüm karÅısındaki soÄukkanlılıÄının sebebinin öykünün sonunda anlaÅılıyor olması güzel düÅünülmüÅ, ancak genel olarak duygular üzerine çok fazla eÄilmediÄiniz için PaÅa’nın kendisine gelip daireden çıktıÄı zaman kendi dairesinde de bir sürprizle karÅılaÅacaÄımızı tahmin ettim. Halbuki öykünün doruk noktası, tam olarak o kısım olduÄu için, sürpriz unsurunu sona kadar taÅıyabilmek adına öykünün orta kısımlarına, özellikle PaÅa’nın Sema’nın dairesinde geçirdiÄi kısımlara bir kez daha eÄilmenizi tavsiye ederim. Gerilimin yavaÅça artarak bizi öykünün taÅıması gereken noktada tempo sıkıntısı var.
Bir nokta da yazar olarak varlıÄınızın öykünün önüne geçmiÅ olması. Özellikle son paragraf, bundan önce ise betimlemeleriniz, paragraf içerisindeki ekleme cümleleriniz öyküden rol çalıyor. Halbuki öykünüz, kendi kendisini taÅıyabilecek kuvvette. Elinizdeki fikir, üzerinde biraz daha çalıÅtıÄınızda kendi kendine derdini anlatabilen bir hikayeye dönüÅebilir. Böylece, son paragrafın bıraktıÄı havada kalmıÅlık duygusunu yaÅamayız.
Öyküyü beÄendim, bunun için teÅekkür ederim. Naçizane önerim, üzerinden zaman geçtikten sonra öyküyü bir kez daha yazmanız. Çok daha farklı ve gerilimi daha yüksek bir öykü yazacaÄınıza inanıyorum.
Ä°yi günler.
Anlatmak, hissettirmek, aktarmak istediÄinizi satır aralarında verebilirsiniz. Bu noktada Yalçın Tosun’un hikayelerini önerebilirim. Karakterlerin hissettikleri, aralarındaki çatıÅmalar, öykünün iç gerilimi gibi hususları kelimeye ihtiyaç duymadan aktarabiliyor. ÖrneÄin siz de son paragrafı çıkarıp yeni bir sonla öykünün tekinsiz atmosferini artırabilirsiniz.
Evinizi betimleyin. Güzel bir baÅlangıç noktası olur.
Merhaba. Seçkide paylaşmış olduğunuz bir ilk öyküye göre bence baya katkı sağlayacak yorumlar almışsınız.
Bir ilk öykü olarak bence gayet dikkate değer.
Hikayenin ismi çok dikkat çekici, sanırım öykünün sonunda daha anlam kazanıyor neden bu ismi koyduğunuz. Bir de çok kısa bir öyküydü ve bittiğinde bu öykünün daha genişletilmesi gerektiğini düşündüm. Belki kısa ve öz olsun diye epey bir kırptınız. Bilmiyorum.
Bir öykü kurgulamak hiç kolay değil, hele böyle kısa öykülerde, hikayesi, aksiyonu olan bir metin yazmak bence çok daha zor. Benim pek beceremediğim şeyler
Yazdıkça bu ufak tefek pürüzler ortandan kalkacaktır. Ellerinize sağlık.
Diğer seçkide görüşmek üzere.