Öykü

Ağlar Deniz

NOT: Bu öyküyü okumadan önce “Mekanik Prensesler” adlı öyküyü okumanız devamlılık açısından önem arz etmektedir.


“İniyoruz.”

“Manzara çok güzel ama, değil mi?”

Yanındaki körpe kızcağıza baktı. Toplumsal normlara sövüp sayan, üstümüze üstümüze alevler süren basit bir giysi kuşanmıştı. Hafif aralık gözleriyle manzaranın keyfini sürdüğü belliydi. Ritmik nefes alışlarıyla bir peri kızı kadar dalgındı. O dalgınlıkla ayaklarını torpidonun hemen üst kısmına uzatmıştı. Bileklerinden sarkan sargılar kar gibi parıldıyordu.

Direksiyonu sıkmaktan yorulan Paşa, direksiyonu yavaşça bıraktı. Ellerini gömleğine sürerek kuruladı, koltukta şöyle biraz arkaya kaykıldı. Kızın izlediği manzaraya dalıp gitti.

Siyah, bilmem ne marka otomobilini bir falezin en uç noktasına kadar sürmüştü. Ölümün eşiğinde mavi göğün grilere karılmış çehresini dikizliyorlardı.

Transtan ilk çıkan Paşa oldu. Kızdan tarafa bakarak oralarda çakılıp kalmış bir kayık aradı, yeşil ve boz karışımı araziyi tarayarak. Şimdilerde iğrenç birer anı olarak kalmış sargılardan gözlerini kaçırdı. Sonunda gördü onu: Yıpranmış, eski püskü bir balıkçı kayığı. Boyası dökülmüş, aynı zamanda yalnız gökyüzüne eşlik gezginin teki. Paşa’nın yüzüne bir gülümseme yayıldı.

“Bundan sonrasını onunla devam edeceğiz.” dedi kızı dürterek.

“Saçmalama Paşa. Deniz kim bilir kaç metre aşağımızda.” Hayal kırıklığıyla kayıktan öte tarafa döndü.

Paşa, anahtarı çevirdi, arabasını incitmeden kapıyı açtı. Çevik bir hareketle dışarı çıkarak aşağı indi. Arabanın diğer tarafına geçerek “Haydi Lagün” diyerek onu kucağına almak için hamlede bulundu. Malum, ayağında ne kadar sargı olursa olsun tekrardan yürümeye alışması uzun sürecekti. Kız önce kabul etmese de sonra razı oldu. Tuttuğu gibi kucaklayan Paşa’nın göğsünde belli belirsiz bir leke gibiydi. “On altımda ben de böyle miydim, böyle sıska ve savunmasız?” diye düşünmekten kendini alamadı Paşa. Neyse, pat küt. Ezdiği otların hışırtısına anıları kayıp gitti.

Kayığa yaklaştıkça eziklere yakışan bir hava hissediyordu şimdi. Kızı yerleştirmeden önce içini şöyle bir inceledi, ince bir kıymık dahi olmamalıydı. Emin olduktan sonra kızı incitmeden oturttu. Sonra da kendisi.

Öylece oturdular. Sebepsiz yere. Hiçbir şey düşünmemeye çalışarak. Paşa, kızın etrafına ve kayığa ilgiyle baktığını görebiliyordu oturduğu yerden.

“Şey,” diye rahatsızca söze başladı kız “şuan ne yaptığımızı öğrenebilir miyim ?

“Göreceksin,” diyerek rahatlatmaya çalıştı Paşa “seni tanıdık birine götüreceğim.”

Yanına sarkıttığı eliyle kayığa üç kere vurdu. Tam üç kere. Ne eksik, ne fazla. Önce sarsıldı ikili. “Deprem oluyor galiba!” diyerek oturduğu yerden kalkarak Paşa’ya hareketlendi Lagün. Paşa, onu tek eliyle durdurarak “Korkma,” dedi “ben yanındayken sana zarar gelmez.”

Sarsıntılar bir süre devam etti. Yaşadığı stresle titreyen Lagün’ün gözleri dolmuştu, yüzüne çarpan rüzgârın etkisiyle bir yandan öbür yana salınıyormuş gibi görünüyordu. Düşüncelere dalan Paşa, bu durumu pek sallamadı. Bir yandan da arka cebindeki altıpatlarını yokluyordu. Tam bir hanımefendi, aynı Lagün gibi.

“Hanımefendi” lafından rahatsız olmuş olacak, kayık birden havalandı. Hazırlıksız yakalanan Lagün az daha yeri boyluyordu, eğer Paşa olmasaydı. Her zamanki gibi. Birbirlerini sıkıca sarılıp gözlerini kapattılar, öylece falezi aştılar. Havada kükreyen kayığın rengi, mavi göğü korkutmuştu belli ki, sağanak yağmur yeryüzünü dövmeye başladı. Denizin yüzeyine yavaşça süzüldüler, yumuşak dokunuşlarla artık denizdeydiler. Lagün, sanki ölü bir fareye dokunmuş gibi hızlıca ayrıldı Paşa’dan. Titreyerek kendine gelmesi biraz sürecekti.

“Gördün mü? Bir halt olmadı. Gerzek.” dedi Paşa sevecen bir tavırla.

“Bir daha yapma bunu. Boş bir boksun.” Gözlerini devirdi kızcağız. Tam da o anda aklına geldi: Neyle gidiyordu bu kayık?

“Düşüncenin en saf haliyle gider bu kayık.” Kızın merakını böyle giderdi Paşa. Aklını okuduğunu söylemek istemedi. Yeterince zorlarsan herkesinkini okursun. Hasta mıyım, diye düşünürdü bazen. Saçma. Şirinleri arayan birçok rahatsız adam tanımıştı. Hadi ordan.

“Du kıs kıs, hadi be yavrum! İSTİKAMET BELLİ!” Çılgınca vurdu kayığa. Fahişelerini dövmeyi seven eski Fransız aristokratlar gibi etrafına neşe saçtı. Lagün bu sefer çığlık atmadı. Kendini denize atmadı. Öylece durdu. Neyi bekliyordu?

Şaha kalkan kayık, Paşa’nın sözüyle azgın bir küheylan gibi denizi yararak ilerlemeye başladı. Saçtıkları köpükler Paşa’nın gömleğini lekeledi, Lagün’ün saçlarını ıslattı.

Bazı insanlar basittir. Bazı olaylar gibi. Olay bundan ibaret. Saf vahşilik. Saf düşün. Saf düşün gücü.

“Bre heyt pehlivan!” Atına durması için asılan bir jokey gibi kayığın iki yanına asıldı Paşa. Kesilen bir film sahnesine döndü kayık, sanki az önce bir İngiliz zırhlısı olarak ilerlemiyormuşçasına yerinde kalakaldı. Denizin orta yeri. Sessizlik. Bir de gülen Lagün.

Hareket bitince yağmur da son buldu. Temkinli davranan gökyüzü, griliğini korumayı tercih etti. Bu iki yolcu için endişelenmişti. Endişe o ki, ajanları olarak martıları yolladı. İzlemeye ve öğrenmeye devam etti.

Islak kıyafetleri ile bu sefer denizin keyfini sürmeye başladı Paşa ve Lagün. Kafalarının üzerinden uçan martılara el salladılar. Simit olacaktı işte, olsa iyiydi.

“Paşa,” dedi Lagün, sanki derisindeki gözeneklerden bir şey atmaya çalışıyormuş gibi kaşınarak “bu tanıdık kim?”

Aniden kalkarak “Auuvv!” diyerek ulumaya başladı Paşa. Öksürük krizine girene kadar sürdürdü bağırınmasını. Sonra sakince “Geliyor.” Dedi. “Bak, sevgilim orada!”

Lagün’ün “Tanımıyorum.” demesine kalmadan suda hafif kıpırtılar oluştu. Uzakta. Uzaktan onlara gelmekte olan bir şey vardı. Yaklaştıkça Paşa’nın çılgınlığı da artıyordu. Tam da ne idiği belirsiz olan şey Paşa’nın bir kol mesafesine varıyordu ki denizdeki çalkantı durdu. Geleceği vardı, gelmedi.

“Pfft,” diye nazik başlayan kıkırtı yerini kahkahaya bıraktı. Kahkaha katlandıkça arttı. Elini beline atan Paşa, Lagün’ün güldüğünü sanarak altıpatlarının namlusunu ona çevirdi. Ağzı oynamıyordu. Gülen o değildi. “Burada. Arkanda.” diye bir ses işitildi.

“Ne mal adamsın be.” Paşa arkasını döndüğünde gördü onu: Kayığının sahibi. Cenazesi var herhalde, simsiyah giyinmiş. Birazdan geberecek.

Yanında daha tanıdık birisini gördü: Annesi mi? Çok benziyordu. Andırıyor da olabilirdi. Ama ayaklarını yerine koca bir kuyruğu vardı. Deniz kızı? Annesi kefal mi olmuştu? Siyahlı adam sarılmıştı. Deniz kızları tayt giyer miydi acaba? Silahı ona çevirdi. Lagün sargılarını yırttı, bacak bacak üstüne attı.

“Ne var lan sokuk Çavuş!?”

“Doğru konuş lan, hır seni!” Çavuş, dilini ısırdı. Ağzındaki kanı tükürerek yanındakini saçlarından tuttu. Yere yatırdı ve her neresine soktuysa orasından demir bir çubuk çıkardı.

“Fok balığı değil ama olsun.” diye bağırdı Paşa’ya. Gözünü hırs bürümüştü.

Kayığın köşesine yürüdü Paşa. Eline suya daldırdı ve suyun altından bir kafa çıkardı. Sema. Silahı onun kafasına dayadı.

“Cadı değil ama olsun.” Lagün iyiden iyiye keyiflendi.

“Bana bak, bana!” Çavuş’un şiddetli titremesi kendi kayığının etrafında minik daireler yaratıyordu. “Kayığının borcu bitmedi biliyon mu?” diye bağırdı. “Hele bi’ ödeme var ya… O zaman var ya…”

“Emir verecek durumda değilsin!” tuttuğu kafayı sarstı. “O kadına hele bir dokun, o zaman sevgilinin beynini ızgara yaparım ulan!” Sema boş gözlerle Çavuş’a bakıyordu. Hüzünlüydü. Yaşıyor muydu?

Çavuş’un hırlaması Paşa’ya kadar ulaştı. Denize tükürerek sopayı cebine soktu. Paşa’nın “anne” dediği kadını denize bıraktı. Paşa da çektiği saçları bıraktı.

Paşa’nın silahı alev aldı. Kimseyi vuramadı: Sıktığı yerde kimsecikler yoktu. Geri gelecekti. Çavuş. Şerefsiz Çavuş. Onu tokat manyağı yapacağım. Borç morç yok.

Altıpatlarını cebine soktu ve yerine oturdu. Saçma salak işlerle uğraşmaktan bıkmıştı. Kimse Lagün’le onun arasına giremeyecekti. Girerseler eğer doğrudan bu denizin yolunu tutardı. Bu denizde masumların köpükleri dalgalanırdı, kaşlara yapışırdı. Orada da kalırdı işte.

Heyecanlı bir ıslık çaldı Lagün. “Eee?” diye sormadan alamadı kendini. “Bu mu tanıdık?”

“Borç ver, öcün aldım.” Paşa’nın dudakları durmadan birbirine çarpıyordu. Ağzından anlamsız kelimeler döküldü. Ne diye buraya gelmişti ki? Lagün’ün annesi için mi? Kendi annesi için mi? Kendi annesini görmüştü bile. Muhtemelen geri dönseler çok daha iyi olurdu.

Başını ellerinin arasına aldı. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Denizden ona eşlik eden binlercesini duydu. Yağmur yağacak gibiydi.

“Paşa?” Lagün onun yanına sokuldu. “Geçti. Bitti.” Saçlarını tel tel gezdi.

“Ya sonra Lagün? Annem oradaydı.”

“Boş ver bunları. Geçti, gitti.” İyice yere doğru bükülmüştü şimdi Paşa.

“Anlamıyorsun. Burada günahsızlar yatar. Annem…” Hıçkırıklara boğulmaktan son anda kurtuldu. “Annem günahkardı. Kıydım ona.”

“Madem burada günahsızlar yatıyor, o zaman annem burada değildi.” Mirza’ya sarıldı. Belki de Stockholm. Belki de acıdığından. “Boş ver,” dedi Paşa’yı incitememeye çalışarak “haydi, geri dönelim.”

Orada, ayaklarının altında, derinlerde bir yerde, Sema’nın saçını düzelten kırık bir ruh onlara eşlik ediyordu.

Vector

Vektör. Neden mi? Bir yanım durmadan öne giderken bir yanım hep arkada kaldığından. Unutmak için okuyorum ve yazıyorum. Özellikle de şiir yazmaktan hoşlanırım. Eğer günün birinde bir eser yayınlama şansını elde edersem ilki muhtemelen alçakgönüllü bir şiir kitabı olur. Ayrıca şiirden arta kalan zamanımda fantastik dünyalar kurgulamakla uğraşıyorum. Neden Rimbaud peki? Emin değilim. Bu tip şeyleri hissedersiniz. Cahit Sıtkı’yı en sevdiğim şair yapan da işte bu histir.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Merhaba Vector.

    Paşa’nın öyküsü güzel devam etmiş. Diyaloglar ayarında, çevre anlatımı ve gidişhat tadında olmuş. Ä°lk öykünden beri güzel bir gelişim var.

    Onun dışında biraz inşa edilmesi gereken durumları çabuk vermiş olabilirsin.

    Bu kısımda yazılanlar herhangi bir merak uyandırmadı bende. Benimle alakalı bir durum da olabilir ancak eğer metin bu konu hakkında biraz ipuçları barındırsaydı ve sonradan bunu anlasaydık çok daha etkileyici olabilirdi. Bu sanırım biraz serbest çağrışımla alakalı. Çünkü o an düşünülmüş gibi görünüyor. Umarım doğru anlatabilmişimdir.

    Teknik kısımları dağınık durmasın diye gizleyip alıntılarla inceledim:

    Özet

    Bu kısımlarda ufak anlam bozuklukları ve yapısal sıkıntılar olabilir. Birkaç kez daha gözden geçirilebilir:

    Buralar da tekrar gözden geçirilebilir:

    Bu kısımların da metinle bağlantısını tam çözemedim:

    Öykünün sonuna gelirsek…
    Sonlar hakkında biraz daha düşünmeniz gerektiği kanaatindeyim. Sadece soru işareti bıraktıran sonlar bazen tatmin etmeyebiliyor. Eğer okurun aklını taze tutmak istiyorsak, hem tatmin edip hem soru işaretleri bırakılırsa o zaman daha dengeli oluyor. Bu öykünün sonunda anlam biraz bozulmuş, bir de çok havada kalmış. Kim kimin annesiydi, Paşa nasıl bir varlık, bunların hepsi onun kafasında belli ki ama neden bu yolculuğu yaptı? Bunları anlatın demiyorum tabii, anlamamıza da gerek yoktu ama bütün bu birikimin ardından sonu tatmin etmeliydi diye düşünüyorum.

    Kaleminize sağlık. Elimden geldiğince yardımcı olmaya çalıştım. Görüşmek dileğiyle. :wave:

  2. Merhaba!

    Hikayenin girişini ve tasvirlerinizi çok beğendim. Beni direkt olarak içine çekti ve devam etme isteği uyandırdı. Bir önceki hikayenizi de okumuştum. Buna başlamadan önce tekrar okumadım, belki de tekrar okumalıydım bilmiyorum…

    Devamlılık hoşuma gitti. Ama ne olduğu konusunda ben kayboldum. Önceki hikayede de kaybolmuştum. Bu biraz neler olduğunu tam anlayamama, biraz da devamını merak etme. Sanki biraz daha okursam çözeceğim gibi geliyor. Yine de, işlerin normal seyrinden her şeyin alt üst olduğu kısma geçiş bu hikayede daha başarılı.

    Ellerinize sağlık!

  3. Merhaba Vector,
    Öyküyü devam ettirmen güzel. Bir karakter yaratıp onun üzerinden gitmekte eğitici olabilir. Bir öyküyü oluşturmak gerçekten zor, devamlığını sağlamak falan of ki of. Aslında baya zor bir işe giriştin ama denemek iyidir. Devam et. Mekanik Prensesler’ deki atmosferi azıcık daha fazla sevsem de, gene ilginç bir dünya var. Bu işler deneye yanıla sonuçta. Zamanla çok daha iyi oturacak. Yazmaya devam, sevgiler…

  4. Selam,
    Bu öyküyü bir doğum sancısı gibi değerlendirdim en. Bu haliyle olmuş gibi değil, yer yer olmamış hissi veriyor. Ama başarmaya çalıştığı şey gayet kaliteli ve duygusal. Nitelikli bir şey başaracaksınız diye düşündürüyor.
    En kısa haliyle henüz olmuş değil ama doğru yoldasınız gibi.
    Elinize sağlık

  5. Avatar for Agape Agape says:

    Bu cümlede bir anlam sorunu var gibi geldi. Belki de tamlamanın çok uzun olmasıyla alakalı bir sorun olabilir. Çok güzel bir cümle olacakken nedense bir yerde bunu kaçırmış hissine kapıldım. Keşke çok güzel bir cümle olabilseymiş.

    Aynı sorun bu cümlede de var gibi. Yani büyük bir şey değil ama küçük bir şey. Belki hışırtısına yerine hışırtısında demek daha düzgün bir okuma kolaylığı sunabilir. Sanki aynı anda kafanda iki cümle varmış da ortaya bu çıkmış gibi hissettirdi.

    Bence burada virgüle gerek yok. Ben ikisinin de ayrı cümle olduğunu düşüyorum. Cümlede iki tip zaman var bu da tırmalayan kısım sanırım. Birisi miş’li geçmiş zaman diğeri ise di’li geçmiş zaman. Bu durumda bana kalırsa paragrafları tek bir zaman diliminde yazmak akıcılık sağlayacaktır.

    Genel olarak bakacak olursam fazla karışık geldi anlatım bana. Çarçabuk yazılmış gibi bir havası var ve soru işaretleri daha da fazlalaştı. Herhangi bir şeye cevap verilmedi. Devam niteliğinde yazmışsın ama ben ortak karakterlerden başka bir devamlılık göremedim. Karakterler aynı, önceki öyküye ayak bandajları ile gönderme var ama gerisi yok. Kopuk geldiği için de sanırım anlamadım bir kısmını. Yani anladım da sonuç tatmin etmedi. Bir son yok bana göre. Yine kitabın içinden bir parça gibi geldi. Bir yerde vuruculuk olmalıydı ama onu bulamadım. Eksiklik hissim çok ağır basıyor. Kendime şunu soruyorum öykü bitince: Eee, şimdi ne oldu? Ben ne kazandım okuduğumda? Ne cevap buldu? Neden oraya gittiler? Gittiler de ne oldu? Bu ve bunun gibi onlarca soru yazabilirim öykü hakkında. Lagün neden bağlanmıştı? Neden çözüldü? Sema’nın orada işi ne? Anne nereden ortaya çıktı? Annenin hikayedeki yeri neydi? gibi gibi gibi. Yani bir öykü biraz da olsa bir şeylere cevap vermeliydi bana göre ama cevap alamadım. Sonlar konusunda biraz daha vurucu olunursa belki daha iyi olabilir. Bu bir son ise hiç son gibi durmuyor. Bu öykünün de devamının geleceğini düşünüyorum ama nereye bağlanacak? Ya da devamı gelecekse tüm bölümler bir bütünlük hissi vermeli. Ben en azından ilk ikisi için tam bir bütünlükten bahsedemiyorum. Kopuk kopuk anılar gibi duruyor. Her halükarda son kısımlarında biraz daha çarpıcı olmalı. Tabii bu da kişiden kişiye değişir ama yine de belli ölçülerde çarpıcılık faktörleri gerekli diye düşünüyorum ben.

    Söyleyeceklerim bu kadar. :slight_smile: Umarım kırmamışımdır.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

2 cevap daha var.

Yorum Yapanlar

Avatar for MuratBarisSari Avatar for Agape Avatar for Vector Avatar for DaghanOzek Avatar for ulu.kasvet Avatar for yzkbicak Avatar for Dipsiz