Öykü

Nada

Nada: Sanskritçe. “İlahi ses” veya “iç ses” olarak çevirilebilir.

“Ahh bu incecik damlalar!.. O ufaklıkların benim için didişmesine bayılıyorum; yağmura bayılıyorum! Tüm bu ıslaklık, varlığıma yayılan soğukluk ve ayaklarıma kapanan tanelerin cılız haykırışları… Tanrı olduğum gerçekten de hatırlatılıyor bana bu minik tiyatroda. Sen ne dersin Ghulam? Suratını acizce dövmeye çalışan damlalar anımsatıyor mu sana da kadim hiyerarşimizdeki yerini?

“Evet. Biliyorum. Tanrıların makamında ne zaman şimşekler görünse, trajedinin çığlıkları işitilir hemen ertesinde. Ama şu güzelliğe bir baksana; ne kadar da harika! Yıldırımları tüm sonsuzluk boyunca seyredip buralarda dönen minik entrikalara fütursuzca gülebilirim. Ama, eh… Yapmamız gereken işler var; yeter keyif çattığımız. Gel, girelim artık taht salonuna.

“Bakalım elimizde ne varmış bu defa. Başı gözü kan içinde, yerde debelenen bir ucube. Yakalaya yakalaya bunu mu ele geçirdik sadece? Hayır, ağzındaki bağı sökme şimdilik. Ellerini de bağlayın, bir şeye yeltenmesin.

“Off! Esirimizin mimiğini gördün mü Gholam? O göz devirme neydi öyle? Kopan fırtınanın güzelliğini bile anlayamayacak kadar tahta ruhlu bu be! Kesin şuradaki şatafatlı tahtını da kendisi tasarlamamıştır. Eminim. Burnundan akan kanı tahtın saçaklarına sildiğine göre, değerini bilmiyordur belki de?

“Eehh, yeter! Ne debelenip duruyorsun be?! Sanki bağlarından kurtulabilecekmişsin gibi… Hem, şimdi kurtulabilsen bile kime ne diyeceksin ki?.. ‘Merhaba, ben sizin pek haşmetli tanrınız Ataullu, tek sillede yere serildim. Lütfen size tüm yaptıklarımdan sonra beni affedin’ mi? Yemezler güzelim; senin küçük maymunların artık terli. Kurtçuk gibi kıvranıp da güldürme beni.

“Hımpf! Şu mundar edilmiş taht salonuna bi’ bak! Hiç Ghulam yok. Tek bir tane bile! Ne yaptın onları, ha?! Kesin bu meymenetsiz tanrı bozuntusu, paranoyaya kapılıp tüm hizmetkarlarını idam etti. Ya da, onun zevzekliğine dayanamayan Ghulamlar, gökteki sarayını terk etti. Eminim. Şu duruşa baksana; her şeyi kendi başına halletmeye kalkışacak tip var bu elemanda. Halbuki, kendini bilmezin teki sadece. Baksana şu gözlere Ghulam; nasıl da fır fır dönüyor… Kaçacak yer mi aranıyor acaba. Ahh… Şimdi nasıl da gazapla doğruldu bana; hiç bir güzellikten anlamayan bir barbarın eblehliği bu aslında. Eh, estetiğin kanunlarını kaç bin yıldır öğrenmeye gayret etmediyse, kendisi bilir; tasarım harikası mücevherlerimi ona tek tek açıklayacak değilim.

“Hayır Ghulam, hiç de sert konuşmadım bence! Özellikle de onun yaptıkları düşünülünce!.. Dur da sana nedenini söyleyeyim.

“Şu ötedeki, havada asılı duran kocaman şeyi görüyor musun? Tavanın orada süzülüyor hani? Sarı, metalik, huni gibi olanı?.. Ağzının geniş olduğu tarafa daha dikkatli bak şimdi, gözlerini kısarak. Evet, huninin çiçek gibi açıldığı kısma… O çiçekten akıp geçen ruhları fark ettin mi? İnce uçtan çıkıyorlar ya hani iplik gibi… Dünya’daki bedenlerin Tanrısal Alem’deki karşılıkları onlar işte. Hatırlarsın derslerinden; aynı vakte kurulmuş iki saat gibi… Birlikte hareket ediyorlar ama birbirinden farklılar. Ruhta olan bir titreşim, bedende bir edime; bedendeki edim de ruhta bir titreşime karşılık geliyordu ya hani… Paralel akan doğrular gibi. Hah işte, bunlar o ruhlar. İlk defa mı görüyorsun? Eh, her şeyin bir ilki vardır sonuçta, değil mi.

“Peki, başka bir soru sorayım sana. Sence, bu zavallı insanlar neden o kadar çok savaşa katılıyorlar? Patır patır öldürmek ve ölmekten zevk aldıkları için değil elbette, di mi. Hı hı, doğru bildin; bunca acı, Ataullu onları etkilediği içindi sadece. Bu haysiyetsiz Ataullu var ya, şurada bohça gibi bağlı duran tanrıcık hani… İşte o tanrıcık, sırf kedi eğlencesi için bunca katliama el verdi. Son nefesini acı içinde veren bedenlerin burada, şu düdüğün içinden akan ruhlarında karşılık gelen titreşimleriyle kendisine müzik ziyafeti çekmekteydi.

”Yoksa, neden o monoton makineli tüfek seslerini dinleyip dursun insanlar? Yazık; hayatları pirinç bir düdüğü çalabilmek için harcandı gitti… Onlar orada savaşır, bizimkisi burada tak tak tak keyif çatar. Oh ne ala! Nasıl, ritmi tutturabildin mi bari(!) Cık cık cık! Tebaandakilere böyle mi davranıyorsun sen tanrıcık?! Onlar, bedenlerine dokunup, ruhlarıyla tek bir notadan şarkı tutturacağın oyuncaklar mı senin için? Çaldığı da bi’ boka yarasa bari, tek sesli düdükle nasıl müzik yapılabilir ki!

“Kalk lan, kalk ayağa! Yoksa seni gene… Eveet. Güzeel, efendinin kim olduğunu hızlı öğreniyorsun demek ki… Benim kim olduğumu da merak ediyorsundur sanırım? Ediyor musun? Aodhamair ben. Ne o? Sanırım tanımadın? Ateş Tanrıçası.

“Hı? Suratındaki şu ifade de ne öyle? Neden bana öyle hayretle bakıyorsun? Ouuvv, daha önce başka bir tanrı görmedin mi yoksa?! Haşmetli, Kudretli, pek Bilge efendimiz kendisinin yegane tanrı olduğunu sanıyormuş meğersem!  Ahh zavallı Ataullu, hiyerarşinin ötesini bir bilsen… Tüm o karmaşa, politika, entrika… Senden kat kat yetkin milyonlarcası var minik mavi göğünün ardında, öteki diyarlarda!

“Yaaa, gözlerini öyle kocaman kocaman açarsın anca. Ahmak!

“Çekil şur’dan! Çekil de göstereyim sana gerçek bir efendinin nasıl olması gerektiğini. Ghulamlardan birisi de bu fırfırlı sandalyeden bozma tahtı alsın gözümün önünden, seyir zevkimi bozuyor!

“Şimdi, şu pirinç huniyi tersine çevirelim, ruhları da ötedeki ince tarafın önünden, sırayla geçirelim. Çiçek gibi açılan kısım bize dönük kaldı, görüyor musun tanrıcık? Buna gramofon denir işte; kaliteli müziğin yegane nesnesi! Ghulam, rica etsem ruh nehrini birazcık kırbaçlayabilir misin?

“Ahh şu çığlıklar!.. Şu tatlı, girift haykırışlar!.. Her biri ayrı telden… Kulaklarımı okşuyor, tanrılığımı kutsuyor. Biraz daha… Biraz daha fazla kırbaçla! Duydun mu onları Ataullu? Harikalar, değil mi? Bu… Bu fütursuz güzellik senfonisi! Gerçek müzik böyle yapılır işte! Senin o düttürü düdüğünle olmaz öyle.

“Tadı sen de alıyor musun? Dehşetin, çığlıların, kontrol ve düzenin lezzetini?.. Ne ziyafet ama…

“Hı? Ne dedin? Gholam, çıkart şunun ağzındakini; homurdanıp duruyor, bi’ şey anlamıyorum.

“Eee? Ruhları işkenceyle çığlıklar atacak ve vücutları da buna uyacaksa ne olmuş yani? Kendi kurdukları şehirlerde yaşıyorlar zaten; onca kalabalığın arasında, çığlıklarını kimsecikler duyamaz ki!..”

Selçuk Gökhan Kalkanoğlu

Büyüyünce yazar olacağına kendini inandırmış bir yavrucak. Öykü, çizgi roman, radyo tiyatrosu ve video oyunu alanlarında şansını deniyor. Yaratıcı sohbetten ve güzellikleri paylaşmaktan da çok hoşlanıyor. Yazılarına http://yordamsiz.blogspot.com/ isimli blogunda ulaşmak mümkün.

Nada” için 11 Yorum Var

  1. Merhabalar, ilk olarak sizden kısa bir öykü okumanın şaşkınlığı içindeyim, önceden okuduğum üç hikayenizde birbirinden uzun olunca, ama bu kötü anlamda değil elbette…
    Yani şu yazım yeteğinize sahip olabilmek için neleri vermezdim ki… İlk kez okuduktan sonra farkettim ki, okurken gözümde olayları canlandırmam gerekiyormuş. Özellikle Ateş Tanrıçasının konuşmasıyla uyumlu bir şekilde jest ve mimiklerini. O yüzden ikinciyi de birde öyle hayal ederek okudum, tadına doyum olmadı. 🙂

    Bu öyküde diğerlerinden farklı olarak ‘;’ kullanımınız dikkatimi çekti ve çok hoşuma gitti. Geçen gün Ursula’nın ‘;’ kullanmaktan çekinenlere hitaben ufak bir yazısını görmüştüm, ondan sonra daha bi’ dikkatimi çekti. Kontrol ettim de 15 defa kullanmışsınız, bayıldım. Bir sonraki öykümde yapabilirsem bende daha cesurca kullanmaya çalışacağım.

    “Yemezler güzelim; senin küçük maymunların artık terli. Kurtçuk gibi kıvranıp da güldürme beni.” Bu kısım o kadar güzel ki, ne desem bilemedim.

    Evet, şimdi yazınızda yazım hatası veya anlatım bozukluğu görmediğim için çok ayrıntıya girip kelime seçimlerinizi incelemeye başladım ikinci okuyuşumda, hani bir hata bulabilmek için uğraştığımı açıkça söylemeliyim. Yine de söyleyeceklerimin hepsi, zaten göz ardı edilecek şeyler ancak değerlendirmede sadece güzeldi deyip bırakmazdım, o yüzden ben yine de kısaca belirteyim. Metinle uyumlu olmayan bir kelime buldum, o da hemen şurada: “…kalkışacak tip var bu elemanda…” Eleman kelimesini uygun bulmadım Tanrıça’nın konuşma tarzına. ‘di mi, hı hı” sırıtmamasına rağmen o beni biraz rahatsız etti. Şahsi bir görüş tabiki de bu, başkaları uygun bulabilir. 🙂

    “sırf kedi eğlencesi için”, “Dehşetin, çığlıların…” şeklinde iki yerde minik yazım hatası var, düzeltme yaparsanız, gözden kaçırmamanız için.
    Ellerinize sağlık, kaleminize kuvvet. 🙂

    1. Merhaba yeniden 🙂
      Fırsatını bulduğum anda bu ay neler başardığını görmek istediğim bir sonraki isimden bir yorum almak çok hoş 🙂 İmkan buldukça “daha önce hiç bir öyküsünü okumadığım” yazarlara da bakınıyorum elbette ama zamanım çok az olduğundan, genelde beğendiğim isimlere yöneliyorum.

      Bu öykünün kısalığı iki şeye dayanıyor. İlki, kullandığım tekniğin pek de “keyifli” bir okumaya yer açacağını düşünmemem. Bir de, görüp de imrendiğim yazarların hep kısacık kısacık öykülerde bir ton güzellikten bahsettiğini görünce (özellikle Engin Yıldırım’a bu konuda hayranım) benim de heves etmem.
      Fakat bu “kısa tutma”nın, öyküye dahil olan diğer mekaniklerle (mesela, konuşmayı gerçekçi sunmak için belirli yerlerde kelime tekrarına girmek; belli bir dozda insansılığı kullanmak; senfoniyi öven karaktere kibrin monoton anlatısını yaptırtmak…) birleştiğinde pek de verimli olmadığını fark ettim/sandım. Açıkçası, öyküm yayımlandıktan sonra şöyle hızlıca bi okuduğumda sıkıldım. Bu yüzden pişman oldum ve beğenemedim yazdığım şeyi :/
      Noktalı virgülü severim. Nadiren de olsa diğer öykülerimde de kullanırım. Enteresan bir manevra yetisi verdiğini düşünüyorum. Ursula’nın o konuda bir şeyler yazdığını anımsar gibiyim ama neler söylediğine yeniden bakınmam gerekecek 🙂
      Bu öyküde bu kadar sık geçmesinin sebebi, sanırım, anlatının bir takım ek açıklamalara ihtiyaç duymasıydı. Ortada bir cümle var, elbette geldiği “bir tek anlam” da var fakat bunun o kadar olasılık içinde hangisi olduğunun anlaşılması veya anlaşılan o anlamın ne menem bir şey olduğunun iyice kavranması için bahsettiğim manevraların, derinlik ve gölgelerin gerekmesiydi.

      “Eleman” kelimesi konusunda haklı olabilirsin. Hala karakterlerde argo kullanımı üzerinde çalışıyorum ve hangi karakterin hangi ifadeyi kullanacağı veya kullanmayacağı konusunda zihnim karışık. Bahsettiğin ünlemler, yayımlandıktan sonraki okumamda benim de gözüme çok batmıştı. Ama, dediğim gibi… Bütün bir öykü “gerçekten ağızdan çıkmış sözler”den oluştuğu için, kaçınılmaz olarak, gerçekçiliği sağlamak adına böyle şeyler eklemem gerekliydi. Yine de, beni de hala rahatsız etmekte. Bakalım, burada denediğim şeyi geliştirip bir başka öyküde, bir başka zaman kullanacağım. O vakit belki bambaşka bir yöntem bulurum 🙂
      Bahsettiğin harf basım hataları konusunda haklısın. Düzeltirken de gözümden kaçmışlar. Teşekkür ederim yorumunda ince eleyip sık dokuduğun için 🙂
      Not: Öznur Babur da bu ayki öyküsünün giriş sekansında burada yapmaya çalıştığıma benzer bir şey denemiş ve gayet güzel kotarmış. Eğer senin de aklında gelecekte böyleli bir anlatım kullanmak varsa, o öyküye göz atmanı öneririm 🙂
      Gelecek aylarda ve senin öykünde tekrar görüşmek dileğiyle…

  2. Merhaba,
    Kesinlikle “olmuş” bir öykü bu.
    Latif Kaya’nın detaylı yorumuna katılıyorum özellikle “eleman” kelimesi metne gitmemiş. Ama “hı hı” gibi efektif sesler bence öyküyle uyumluydu. Konuşur gibi yazılmış havası veriyor. Hani oyuncular düz senaryo metinlerini sesli prova ederler ya, bu öykü de öyle yazılmış gibi. Bu havasını sevdim. Karakterleri, neredeyse monolog tarzında olmasını, ilginç ve yaratıcı benzetmeleri, anlatım dilinizi ve elbette temaya seçtiğiniz konuyu çok beğendim. Öykünün içeriğindeki felsefeyi, ruh ve beden ilişkisini, huni detayını çok çok beğendim. Okuduğum en güzel öykünüzdü, elbette diğer öyküleriniz de çok başarılı ama bu öyküde karmaşıklık yoktu ve biraz da görece kısa olmasından dolayı okur için odaklanma daha kolaydı. Gereksiz ya da olmasa da olurmuş diyebileceğim cümle yoktu. Öykünün adını da sevdim bu sefer.
    Biçimsel olarak naçizane şunu tavsiye edebilirim. Öyküdeki paragraf ayrımlarınız güzel ama her paragrafı tırnak içine almak çok da gerekli değil bence. Sonuçta sadece ana karakterin cümlelerinden oluşuyor öykü. Başta bir tırnak ve öykü bitiminde bir tırnak olabilir. Hiç olmayabilir de.
    Fazla övgü dolu bir yorum oldu ama seçkiye çok yakışan bir öyküyü kuru bir yorumla bırakmak istemedim.
    Kaleminize kuvvet.

    1. Merhaba ve yorumun için teşekkürler 🙂
      Son söz daima okuyucunundur elbette fakat ben, bu öyküye dair hafif bir rahatsızlık hissediyorum. Bu yüzden, muhtemelen uzak bir gelecekte burada yapmaya çalıştığım şeyin daha da iyileştirilmiş halini yazmaya koyulacağım.
      Tekniğimi geliştirmek için hem senin öyküne yazdığım yorumda bahsettiğim o mekanikler (duygusal ifadeler, tiyatralın kullanımı, tekniğin uygulanmasından ziyade estetik güzelliğin ve okunabilirliğin ön plana çıkması…), buradaki önerilerin ve gelebilecek diğer her şey çok önemli.

      Paragraflardaki tırnak işaretini iki sebepten dolayı ekledim. İlki alışkanlıktı. Bildiğim kadarıyla, tırnak içinde verilen konuşma birkaç paragrafa yayılıyorsa, her paragrafın başına ve konuşmanın bittiği paragrafın sonuna tırnak işareti koyulur. Fakat, göz yormaması adına senin dediğin de yapılabilir elbette. Dili şekillendirenlerin başında gelir yazarlar 🙂
      İkinci sebep ise, öyküye bir tür “plaka” görünümü vermemek ve onun ağızdan çıkan sözlerden ibaret olduğu ve fazlasının beklenmemesi gerektiğini hatırlatmaktı. Daha yazarken bu öykümü sıkıntılı bulacağımı sezmiştim ve o hatırlatmayı yapma gereği duymuştum. “Plaka görünümü” de… Nasıl desem… “Olmuş, bitmiş ve önünüze yerleşmiş”ten ziyade “şu anda, siz öyküyü okudukça gerçekleşen, hala var olan” hissini vermekti. Sonuçta, dünyadaki ızdırapların kaynağı olarak bizi hala ve hala yönlendirmekte olan tanrısal varlıkları sunuyorum.
      Ama, şart değil. Güzellik ve okunabilirlik, teknik doğruluk ve diğer şeylerden önce gelmeli. Bunu yeni yeni kavramaya başladım.

      Ve, yukarıda da dediğim gibi, bu öykü için gelebilecek tüm yorum ve fikirlere ihtiyacım var. Zihnimde hala “neyi yanlış/eksik yaptım” düşünceleri dolaşıp duruyor. Kullanmayı denediğim “sadece ağızdan çıkmış olan sözlerle bir şeyler anlatma” tekniğinin daha da gelişmesini istiyorum. Bir de, zaten tüm yorumlara değer veriyorum 🙂 O yüzden, son olarak: Teşekkür ederim. Her şey için.

  3. Merhaba;
    Bu ay bir sürü nedenden seçkinin tüm öykülerini okuyamadım ben de:( Ara ara yazabiliyorum onun için kusura bakma lütfen. Öykünün temasını ve kurgusunu çok güzel buldum ancak dilin beni biraz ısırdı. Yani güçlü bir tanrı ama bazen sokak serserisi gibi bazen de kibarcık. Öykü karakteri olarak tam oturtamadım. Okur görüşü bu tabii umarım anlatabilmişimdir ne demek istediğimi.
    Ursula(hadi sadece ismiyle gidelim samimi olsun) Dümeni Yaratıcılığa Kırmak kitabında söz ediyor noktalama işaretlerinden. Güzel alıştırmalar var içinde. Almayı düşünenlere tavsiye ederim bu arada…

    1. Karakterin oluşturduğu his konusunda doğru söyledin bence. Amaçlarımdan birisi oydu fakat bunun rahatsızlık verici şekilde olmamasını ummuştum. Hani, düşmanına karşı gaddar, konu yardımcıları olunca “sevecen” ve kendisi hakkında bir şeyler yaparken de kibirli… İnsan gibi olmasına uğraşmıştım. Ve, tüm bunların temeli olarak da sadece kendisi, kibrini göstermeye… Ama… İşte. İnsan gibi karakterler böyle yaratılmıyormuş 🙂 bunu öğrenmiş oldum. Belki biraz uzatabilsem, Aodhamair’in de insanlardan ve o yok ettiği diğer tanrıdan pek de farklı olmadığına dair minik bir tartışma döndürsem her şey daha seçik, daha güzel olurdu sanırım.
      İşte, bunlar hep gelişmeye doğru alınan notlar 🙂 Her bir sözün için teşekkür ederim.
      Biraz geç cevap veriyorum ben de :/ Umarım görebilirsin. Umudumu kesince pek bakamamıştım buralara. Özür dilerim.

      Kitap referansı için ayrıca teşekkür ederim. Ve, eminim ki yorumunu gören diğer arkadaşlar da minnettar olacaktır.

  4. Merhabalar. Yorumun biraz geççe oldu, mazur görün 🙂 Başlarda okuduklarımdandı aslında sizin öykünüz. Yetkin olmadığım bir teknikle yazıldığı için yanlış bir şey söylemek istememiştim. Şimdi tekrar bir döndüm anlayacağınız. Teknik benim muhtemelen hiç kullanmayacağım bir teknik. Muhtemelen. Hep resmediş açısından yetersiz olduğunu düşünürdüm bu tekniğin; fakat sizinki gayet de göz önünde canlanıyordu, yalan yok. Tebrik ediyorum bu açıdan. Ayriyeten metinde kullanılan tırnak işaretleri benim de gözüme çarptı. Acaba hiç olmasa mıydı dedim. Ve de bazı ünlemler de -anlamışsınızdır- aynı şekilde.
    Yetersiz olduğum bir tekniği kurcalamak yerine metnin içerdiği cümlelere meylettim bir ara:
    ”…ayaklarıma kapanan taneler…”, ”…acizce dövmeye çalışan damlalar…” metnin ruhuna gayet uygunlardı, çok iyi düşünmüşsünüz.
    ”O göz devirme neydi öyle?” ana uygun bulmadım bu kısmı. Yani eziyet edilen bir varlığın göz devirmesini. Kaçırdığım bir şey vardır muhtemelen.
    Öykünüzün özellikle sonunu çok sevdim. İyi bir ters köşeydi; hissettirmeden ve de etkili.
    ”Nada: Sanskritçe. “İlahi ses” veya “iç ses” olarak çevirilebilir.” Açıklama sona mı koyulsaydı acaba? Yine de bilemedim.
    Ve de gördüğüm kadarıyla yazdıklarınızla aranız bozuk. Benim de başıma geliyor ara ara, ama kendinize çok da haksızlık etmeyin. Ellerinize sağlık diyerek, diğer seçkilerde de görüşebilmeyi umuyorum.

    1. Merhaba ve yorumun için teşekkürler.
      Öykülerde, görebildiğim kadarıyla “üç temel unsur” var. İlki “anlatılan şey”, ikincisi “anlatırken kullanılan sözcükler” ve “anlatmak için seçilen teknik”
      Sanırım bu öyküde anlatmak için seçtiğim şey fena değildi? Sözcüklerden yana arada pek de hoş olmayan hamlelerde bulunmuş olsam da, sanırım, bir iki ifademle o konuyu da kotarabilmişim gibi. Ama anlatım için seçtiğim teknik sorunlu gibi… Sanırım yukarıdaki yorumlarımı da okudun? Bu teknikle çok daha güzel şeylerin yapılabileceğini seziyorum ve senin gibi yorum yapan arkadaşların eleştirileri sayesinde nerelere doğru ilerlemem gerektiğini görüyorum.
      Bu yüzden, tüm yorumlar için tüm kalbimle teşekkür ederim.

      Nada kelimesinin açıklamasını sona koymayı düşünmüştüm. Ama, öyküyü bir hayli sıkıntılı bulduğumdan, okuyucuyu “burada ne anlatılıyor, neden böyle yazılmış yahu?” diye düşündürtüp daha baştan bunaltmamak için, özür niyetiyle başa ekleme kararı aldım. Dikkat edip de fikrini belirttiğin için teşekkür ederim.
      Ve, lütfen, bir daha öykü gönderirsem seçkiye, sözlerini sakın sakınma. Darmadağın olmadan kendi parçalarımı inceleyemem; kendinimi inceleyemezsem daha güzel bir şekilde birleştiremem.
      Bol hayalli, bol düşlü zamanlar diliyorum herkese. Gelecek ayki seçkide olmayacağım sanırım ama sizi takipte kalacağım 🙂

  5. Merhaba Selçuk.
    Öncelikle öykünü çok beğendim. Üslubuna ise bayıldım. Okurken, Sheakspearevari bir tat aldım. Kafiyeli cümleler bence çok güzel yerleştirilmiş.
    Benim ekleyeceklerim bu kadar. Kalemine sağlık.:)

    1. 🙂
      Aradan bunca zaman geçmesine rağmen hala okunduğumu görmek güzel. Aynı zamanda, biraz da tedirgin edici 🙂
      Bu öyküden çeşitli sebeplerle rahatsızlık duyduğumu yukarıda söylemiştim. Açıkçası, pek başarılı da bulamıyorum. Ama, bunca güzel yorum ve beğeni geldikten sonra da hala “olmamış” demem biraz hadsizlik olur sanırım. Son karar daima okuyucunundur.
      Beğenilen, keyif veren bir şey yapmış olmanın hazzı çok özeldir. Teşekkür ederim bana bu keyfi yaşattığın için.
      Ve, merhaba 🙂

      1. Ah, eklemeyi unuttum :/
        Bu ay pek bakınamadım yazılan öykülere 🙁 Seninkini henüz okumadığımı biliyorum fakat fırsatını bulduğum an okuyup bir şeyler yazacağım.

Umut K. için Yorum Yap Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *