Öykü

Ne İçin

Uyandım.

Saat sabahın bilmem kaçı, belki olmamıştır sabah bile; bilmiyorum. Yanımda Ahmet var; muhtemel onun dürtüklemelerine uyandım. Uzun, kara gözlü, sarı kaşlı, kor saçlı, iri benden. ‘’Saat kaç?’’ dedim.

Postalını bağlıyordu, döndü, ‘’Ezana üç saat var,’’ dedi. ‘’Çabuk giyin, hemen beş dakkaya içtima.’’

Ezana üç saat… ‘’Neden?’’ dedim, ‘’Madem üç saat var…’’

‘’Ne bileyim?’’ dedi, bakmadı bile bana, doğruldu, çıktı çadırdan. On kişilik içerisi, bir ben kalmışım. Kalkıp giyindim alelacele. Gömleğimin cebini yoklayıp kızımın fotoğrafını buldum; uğurumdur; çıkmam bir kez bakmadan, koklamadan. Saçları ölmüş annesinin bir tek, başka benzemez. Kara gözleri kurnazca ışıldıyor, dişlerinin biri yok. Narin değil öyle, kuvvetlidir. Dedim ya benzemez annesine, iyi ki de benzemez. Benzese kuvvetli olmazdı. Elif’im yirmisinde öldü, öyle olsa tutulur muydu sıtmaya? Eli avucumu kavramayı bırakır mıydı hiç?

Fotoğrafını öpüp koydum cebime, üstüne titreyerek. Sonra tüfeğimi alıp çıktım dışarı. Sıra sıra dizilmiş tüm tabur ay ışığı altında. Postallar çamuru eşeliyor, ellerde tüfekler, herkes birbiriyle fısıldaşıyor, bazısını duyuyorum, bazısını duymuyorum ama konuşulan tek şey, gecenin köründeki bu içtima neden, biliyorum.

Geçtim Ahmet’in yanına, omuzum omuzuna değdi. Döndü bana, ‘’Ne ağır uykun var bilader,’’ dedi, sırıttı.

Doğru, ağırdır uykum, uyuyana kadar zoru var, yastığı yüzüme bastırır öyle uyumaya çalışırım; sanki bu sesleri bastırır gibi, sanki o kör karanlık gördüklerimi unutturur gibi. Beynim bana insan olduğumu hatırlatan anılarla dolu, belki onlar olmasa daha kolay olurdu, belki de daha zor olurdu, bilmiyorum.

Gülümsedim sadece, demedim bir şey. Gerilerde bir çakal uludu, bir baykuş öttü ağaçların arasında. Çam kokusu her yanımıza sinmiş; ıslak topraktan ayırt etmesi zordur, ama ben bilirim farkını, köyüm üç ormanın arasında çıkmazdır, o sebepten.

Belimden mataramı söktüm ve bir yudum içtim. Tepemden bir ateş böceği uçtu,  rüzgar esti, rüzgar değil de dalaz sanırsın, ağaçların püremizleri savruldu göğe, gözümü sakındım, o an sertçe omuzuma vurdu Ahmet, ‘’Geliyorlar,’’ dedi, bir yeri gösterdi.

Baktım, yüzbaşı ve on manga komutanı uzun adımlarla sokuluyor yanımıza. Komutanlar adamlarının arasına karıştı. ‘’Hazır,’’ diye gürledi yüzbaşı, tüm botlar aynı anda birbirine vurdu, benimki de öyle. Tüfekler ellerde çaprazlandı ve herkes yüzbaşının dudaklarına yoğunlaştı.

Yüzbaşı mağrur, duruşu yaban kurdu gibi dik, uzanıyor karşımızda bir taş değirmen gibi. ‘’Baskın,’’ diye kükredi: ‘’Köyü gözleyen on iki kişinin yeri tespit edildi. İçerde de otuz küsur asker olduğu tahmin olunuyor, gerisi sivil ama tüfekleri olanlar da hesaba katılırsa toplam elli-altmış kişiler. Gündüz gözüyle riske girecek değiliz; hazırlıksız vuracağız. On dakika sigara, ihtiyaç, yemek müsaadesi. Dağılın.’’

Boynuma çöktü yine ağır bir vebal, çıkardım cebimden sigara paketini, bir kendim yaktım, bir de Ahmet’e verdim. Ahmet zihnimi dalayan düşünceleri bilir gibi baktı bana. ‘’Biz onları öldürmezsek onlar bizi öldürecek bilader,’’ dedi, omuz silkti, ‘’yaşayan tarafta olmayı yeğlerim.’’

‘’Ateşkes saatleri,’’ dedim, ‘’bu kadar mı alçaldık? Bundan sonra ne yapacağız, cesetleri toplamaya geldikleri vakit pusu mu atacağız?’’

‘’Gerekirse evet,’’ dedi. ‘’Anlamıyor musun,’’ parmağıyla alnına vurdu, ‘’fırsat geçse ellerine, beynine kurşunu tereddütsüz sıkarlar, sen neden tereddüt edesin?’’

‘’Doğru gelmiyor,’’ dedim.

‘’Bak bilader,’’ dedi, ‘’bunlar kardeşimi öldürdüler, yirmisinde yoktu daha. Ölüm haberi geldiğinde anamın ağlayışını duymayayım diye çıktım gittim evden. Bi daha dönmedim, gönüllü yazıldım orduya. Nasıl yazılmazdım, öbür tarafta nasıl bakardım yüzüne? Her gece kardeşimin nasıl öldüğünü gözümde canlandırır öyle uyurum. Göğsünü deler bir kurşun, nefesi kesilir, tüfeği cansız ellerinin arasından kayıp çamura düşer. Sonra da kendi yığılır ıslak toprağa…’’

Devam etmedi, bana baktı, bense demedim bir şey. Gözleri konuşmam için gırtlağımı sıkıyordu gene de demedim. Koydu gitti yanımdan. Oysa konuşabilsem, beynimde kımıldananlar dilime varsa, Ben kardeşin gibi altısının canını aldım, derdim. Her birinin gözüne baktım, ölürlerken dudaklarından dökülmedi kelimeler; ne anasının, ne sevdiğinin adı, ne de başka bir şey. Gırtlakları son nefeslerini yutkunurken yaralarını tutarak hıçkırıyorlardı yalnızca. Konuştuğu dili bile bilmediğin bir insanın suratından dökülen kelimeler dünyadaki hiçbir ecnebi dilinde yok.

Ama demedim hiç birini. İzmariti ayağımla ezip mangamın yanına gittim. Ahmet durmadı yanıma, Hasan’ın soluna geçti. Ben de bakmadım ona, gözlerimi kaçırdım.

Yüzbaşı toplanın emrini verdiğinde onbaşı yanına çağırdı bizi, planı anlattı: ‘’Yüzbaşının kendi birliği üç yüz metre önden gidip gözcüleri indirecek, ilk tüfek ateşlendiğinde biz de kuzey yüzünden bayır aşağı saldıracağız. Askeri binaları ateşe verin, çıkanları vurun. Acımayın, onlar bize acımayacak. Olur da kaybedersek, esir alınmayın, kafanıza sıkın; daha kolaydır. Allah yardımcımız olsun.’’

Yutkundum, binaları ateşe verin diyordu; onları diri diri yakın demenin bir başka yolu. Yapabilir miyim? Bilmiyorum, belki yaparım.

Yüzbaşının birliğinden sonra biz de koşar adım düştük peşlerine. Köyün iki yanı tepe, arkalı önlü bir girişi bir çıkışı var. Bizim durduğumuz bayırdan ufak tefek onlarca ev seçiliyor. Çıkışa ve girişe yakın yerlerdeki ışıkları açık büyükçe olanlarsa askeri binalar. Ama ben evleri yahut binaları görmüyorum, onlar yalnızca kabuk, kabuğun altında insanlar var, belki çocuklar. Sahi onlara ne yapacağız, esir mi alacağız?

Sırtımı yasladığım duvara çarpan kurşunlar üzerime beton parçaları serpiyor, tepemdeki pencereden gökyüzüne kara duman ağıyor ve ben ne yapıyorum? Hasan’la Ali telleri keserken vuruldular. Kurşun sağ gözünün altından girmiş Hasan’ın, Ali’nin yarasını göremedim. Komutan karakola gireceği sırada önüne bir adam geçti ve üzerine atladı birden. Ne olduğunu anlayamadım başta, öylece sarılıyordu komutana, ve durmadan çığlık atıyordu. Komutanı vururum diye basamadım tetiğe. Adamın avucunda bir bomba varmış meğer, kamikaze intiharcısı gibi koymuş kendini ortaya. Sonunda patladı; etrafa saçıldı kanları, kemikleri, organları. Ne yapacağımızı bilemedik, Enver’le Hüseyin’in kaçtığını hatırlıyorum. Ahmet karakola doğru koşuyordu en son. Bense… buradayım.

Mataramdan bir yudum alıp doğrulmaya çabaladım. Zihnimde kurumlanıyor etrafımdaki çığlılar. Duman genzimi yakıyor, pencerelerden sünen alevler yüzüme vuruyor. Topallıyorum hafifçe; ne oldu, bir yere mi çarptım bacağımı, bilmiyorum. Karakolun arkasına doğru yürüdüm sürünürcesine, tüfeğimi koltuğuma baston ettim. Kızımın hayaliyse gözümün önüne geliyor; bir senedir görmedim, büyümüştür şüphesiz. Kim bilir ne kadar hem de.

Sonunda öksürerek çöktüm iki dizim üstüne; ne faydası var yürümenin? Bir yerlere gitmedin? Çıkışı mı var sanki; ölüm dizlerime serilmiş bir seccade, çıkışını bulamadığım bir kör sokak. Gerilerde çığlıklar var, kurşun sesleri, arada bir patlama. Sesler kimin ayırt edilmiyor, bizimki de onlarınki de aynı.

Göğsümde bir daralma var, gözlerime toprak kaçmış, kırpmak bile zulüm. Midemi büküyor bir bulantı, iç cebime uzanıp sigara paketini çıkardım. Titreyen parmaklarım tutamıyor sigarayı, uzanıp dudaklarımla aldım, zar zor yaktım. Zehri içime çekeceğim sırada ötemde bir kapı açıldı; kapı mı varmış orada? Dışarıya bir adam fırladı, beni fark edince yılan görmüş gibi kaldı olduğu yerde. Bizimkilerden değil, üniforması koyu, elinde bir uzun tüfek. Anlamadığım bir şey söyleyip doğrulttu silahı suratıma.

Buraya kadar… Sigaramdan derince bir nefes çekip gözlerimi kapattım.

Adam çekti tetiği.

Silah patlamadı. Neden? Açtım gözlerimi, silahını yere atıp belinden bir bıçak söktü, üzerime doğru koştuğu sırada kaldırdım tüfeğimi ve bastım tetiğe. Üç kurşun art arda göğsünü delip geçerken savruldu arkaya, sol omuzunun üzerine yan düştü.

Gözlerimi araladığımda karşımdaki, ‘’Yaşıyor!’’ diye bağırdı, ‘’buraya bir hekim gönderin.’’

Yaşıyor?

Kolumdan destek alarak doğrulmaya çabaladım. Omuzlarımdan tutup duvara bastırdı beni, ‘’Ağır ol hocam,’’ dedi. ‘’Hekim geliyor, hele bi kontrol etsin.’’

‘’Ne oldu?’’ diye fısıldadım, sesim neden böyle çıkıyor?

‘’Aldık köyü hocam,’’ dedi, ‘’sana da helal olsun valla, oturduğun yerde dört kişi haklamışsın. Baksana.’’ Eli, etrafıma serili cesetleri gösteriyor.

Dört kişi? Yalnızca birini hatırlıyorum oysa, o da zar zor. Başımın arkasında bir sızı var, alnımda bir sıcaklık. Cesetlere dalıp gitmişim, hekim geçmiş karşıma, elinde bir şırınga tutuyor, ‘’Şimdi seni uyutacağız,’’ diyor. ‘’Sonra güzelce dinleneceksin.’’

Kolumda bir sızı.

Uyandım.

Ak çarşaflı bir yataktayım, bileğime bağlı bir serum şişesi, bacağımı sargıya almışlar, bir sargı da alnımda.

‘’Günaydın,’’ dedi bir ses, Ahmet’in sesi. Döndüm, yanımdaki yatakta da o yatıyor. Sol kolu askıda, gözle görülür başka yarası yok. ‘’Dört kişi,’’ dedi, ‘’Helal olsun bilader.’’

Başımı salladım. ‘’Bi biz mi kaldık?’’ diye sordum.

‘’Cengiz de iyi,’’ dedi. ‘’Hüseyin’le Enver kayıp, bulamamışlar.’’

‘’Kaçtılar,’’ dedim.

Başını onaylarcasına salladı: ‘’Ben de düşünmedim değil,’’ dedi.

Sustum.

Pencerelerden yataklara ışık iplikleri düşüyor, ilaç kokuyor içerisi, hastane kokuyor.

Osman Eliuz

Yazım sanatının her türünü okuyor, deniyorum. Hangi tür olursa olsun gerçeğin kıyısında gezen anlatıları seviyorum. Üslubum genel olarak karaktere yaslanır. Olaydan öte hikaye ediş ilgimi çeker. Sanırım bendeki sıradan bir öyküde renk bulma çabası, yahut ona bir renk uydurma çabası. Yazmanın yakamı bırakmayacağı besbelli, o açıdan direnmeye lüzum görmüyorum.

Ne İçin” için 22 Yorum Var

  1. Merhaba;
    Savaşın kazananı yoktur değil mi? Savaş ne kadar kötüyse kaleme aldığınız öykü de bir o kadar güzeldi. Yüreğinize sağlık. Ellerin silah yerine kalem tutması dileğiyle…

    1. Merhabalar.
      ”Savaş ne kadar kötüyse kaleme aldığınız öykü de bir o kadar güzeldi.” Ne kadar güzel bir övgü sözü; teşekkür ediyorum.
      Dileğinizi yineleyerek daha iyilerinde görüşebilmeyi umuyorum. Kendinize iyi bakın.

  2. Ellerine sağlık Osman.
    O durumu ve o durumda olan iki zıt görüşü çok güzel vermişsin.
    “ölüm dizlerime serilmiş bir seccade, çıkışını bulamadığım bir kör sokak” çok sevdim. Bir de bu var: “Konuştuğu dili bile bilmediğin bir insanın suratından dökülen kelimeler dünyadaki hiçbir ecnebi dilinde yok.” Kullandığın kelimelere bakarsak geçmiş bir zaman diliminde geçiyor hikaye. Bunu da başından sonuna kadar korumuşsun.
    Yüreğine sağlık.

    1. Merhaba Umut.
      Öykümü beğenmene sevindim ve teşekkür ediyorum güzel sözlerine.
      Öykü günümüze yakın bir zaman diliminde geçiyor aslında ama karakter farklı kelimelerden hoşlanıyor sanırım 🙂
      Daha iyilerinde görüşebilme umuduyla.

  3. Merhaba,
    Yine çok güzel bir öykü kaleme almışsınız. Genel yazım tarzınızdan farklı bulduğum birkaç nokta vardı öyküde. İlki, diğerlerine göre daha kısaydı. Sonra karakterler bu kez -nihayet- Türk. Devrik cümle kullanımı fazla. Öyküde bir olay geçse de vermek istediği daha çok bir durum; daha karakter çözümlemeli. Öyküde adınız yazmamış olsa tahmin edemezdim size ait olduğunu. Yani öykü toplamıyla farklı bir çalışma olmuş sizin için.
    Tabii bu farklılık güzel bir şey. Evvela yazarın kaleminin gücünü gösteriyor. Hani gerekirse bol aksiyonlu bir öykü de yazarım, gerekirse okuru düşünmeye iten, çözümlemeye dayalı, sorgulatıcı bir öykü de yazarım babında.
    Üstteki alıntılar benim de dikkatimi çekmişti. İlaveten, “Gözleri konuşmam için gırtlağımı sıkıyordu gene de demedim” cümlesi de öyle.
    Sözün özü, etkileyici bir öyküydü.
    Kaleminize kuvvet.

  4. Merhabalar.
    Öncelikle çok güzel bir yorum bu.
    Farklılıkları seviyorum, kendimi tekrar etmekten ziyadesiyle çekindiğim için üslubumu bile eğip bükmeye çalışıyorum. Bir arkadaşımın önerisi üzerine de gerçekçi ve kısa öyküler çıkarmaya çalışıyorum şu sıralar.
    Seçkideki ‘Kısas’ adlı öykümde de karakterler Türk’tü aslında ama tabii o fantastik bir öyküydü.
    Tam da yakaladığınız gibi olay ve durum arasında kalan bir çizgi yakalamaya çalışıyorum yazdıklarımda. Yüzeysel geçişten ziyade karakter bakışını seviyorum.
    Beğenmenize sevindim ve zamanınıza teşekkür ediyorum. Daha iyilerinde görüşebilme umuduyla.

  5. Ben de ilk başta geçmiş zamanda geçen bir öykü olduğunu düşündüm. Hatta bu sebeple tabur yerine alay, yüzbaşı yerine albay olabilirmiş gibi düşüncelere kapıldım. Edebiyatın hakkıyla gözetildiği bir eser olmasının yanı sıra çatışma detaylarıyla da çok dinamik bir anlatım tutturmuşsunuz, tebrikler.

    1. Merhabalar.
      Yazmadan evvel ufak bir araştırma yapsam iyi olurmuş yeni terimler doğrultusunda; dikkat çektiğiniz için teşekkür ediyorum.
      Beğenmenize sevindim. Daha iyilerinde görüşebilme ümidiyle.

  6. Merhabalar,
    İlk okuyuşumda metnin kısa tanımlı, devrik ve duyulara hitap eder yanını garipsedim ama sonraki okuyuşumda o ânı hissetirebilmenin en güzel yolunun bu olduğunu fark etmemden kaynaklı öykü çok hoşuma gitti. 🙂 Hatta modern öykücülüğün sloganı -yazmak isteyip de henüz beceremediğim- “anlatma, göster” için çok güzel bir örnek olmuş bence. Tebrikler. 🙂

    Değinilmese de olur belki ama baştaki sıfat olan “muhtemel”, zarflaşıp “muhtemelen”leşmeliymiş gibi duruyor. 🙂 Kaleminize kuvvet.

    1. Merhabalar.
      ‘Anlatma göster’ prensibini elimden geldiğince uygulamaya çalışıyorum öykülerimde. Başarısı tartışılır tabii.
      Muhtemel kelimesini o haliyle kullanmamın sebebi kişi gözüne ve konuşma havasına daha yakın olması hasebiyleydi lakin herhangi bir diyalogda geçmediğinden muhtemelen şeklinde yazsam daha doğru olurmuş dediğiniz gibi.
      Öykülerde kendi yazdıklarım adına yeni şeyler denemeyi seviyorum. Metni kendim de garipsemedim değil ama böyle yazmam gerekliymiş gibi geldi 🙂
      Beğenmenize sevindim. Kendinize iyi bakın.

  7. Merhabalar,
    Öykünüzü genel hatlarıyla beğendim…
    Sözcük seçimleriniz ve devrik cümlelerinizle güzel bir ritm yakalamışsınız…
    Etkileyici cümleleri ise umut kulen ve ozbabur zaten yorumlarına yazmışlar. Onlara katılıyorum ve beğendiğim o cümlelere şu cümleyi de eklemek istiyorum : “Pencerelerden yataklara ışık iplikleri düşüyor(du).”
    Ayrica eserinizde eksikliğini yahut fazlalığını hissettiğim bir şeyler vardı, bir kez daha okuduğumda Ahmet’in de devrik cümleyle konuştuğunu fark ettim. Bence ona vermiş olduğunuz (bilader gibi sozcükler) dili yahutta şiveyi koruyup… Hatta biraz daha anlatıcının üslubundan uzaklaştırsaydınız hem anlatıcı daha ön planda olması hem de öykünüze farklı bir renk katmanız açısından daha iyi olabilirdi diye düşünüyorum. Zaten askeriye farklı şivelerin yan yana geldiği ender yerlerden biri değil midir?
    Ayrıca “zihnimi dalayan” demişsiniz… Yaşadığınız yahutta tanıdığınız bir yöreye mi attir. Merakımdan soruyorum…
    Son olarak hem anlatıcının duyguları hem savaş sahnesi ve hem de verilen mesaj olarak güzel bir öykü kaleme almışsınız… Elinize sağlık… Yeni öykülerde görüşmek dileğiyle… 🙂

    1. Merhabalar.
      Ahmet’in devrik cümlelerle konuşmasını çok iyi yakalamışsınız. Normalde diyaloglarla metnin arasına farklılıklar koyarım ama bazı yerlerde özellikle uzun konuşmada bunu gözardı etmişim. Dikkat çektiğiniz için çok teşekkürler.
      Dalamak kelimesini siz söyleyene kadar fark bile etmemiştim. Yani sıradan bir kelimeymiş gibi kullanmıştım. Şimdi sözlüğe baktım da pek kullanılagelen bir sözcük değilmiş sanırım; anlamı ısırmak olarak geçiyor genel hatlarıyla. Ama aslen Dalgan isminin fiilleştirilmiş hali diye biliyorum. Dalgan da ısırgan otunun eş anlamlısı. Isırgan otunun kaşındırıcı ve acı veren etkisine dalamak deniyor iç anadoluda. Bu şekilde 🙂
      Beğenmenize sevindim ve daha iyilerine diyorum. Kendinize iyi bakın.

  8. Öykünüzü okurken sanki karşımdaymışsınız da sohbet ediyormuşuz gibi hissettim.Harikaydı.
    Ellerinize, yüreğinize sağlık.

  9. Savaş ortamını iyi yansıtan bir öykü. Osmanlı’nın son dönemlerindeki havayı anımsatıyor, hoşuma giden bir nokta bu, sanki Suat Yalaz’ın çizimlerinden birine bakıyor gibiydim. Büyük ihtimalle hikaye daha farklı bir döneme ya da arka plana sahip, fakat bana çağrıştırdığı atmosfer bu yönde. Askerlerin isimleri, o yorgun hava ve de devrik cümlelerin bir örüntü gibi uzaması hoştu, aslında devrik cümleleri pek sevmem fakat yerinde kullanıldığı zaman eğreti durmak bir yana, yazıya lezzet katıyor. Blogunuzdaki diğer yazıları da inceledim, kendinize has bir üslubunuz var. Ellerinize sağlık.

    1. Merhabalar.
      Aslında hikayede tam olarak bir dönem yahut karşı karşıya iki millet çizmiş değilim; ucu açık bırakmaya gayret ettim. Sizin eskiye dair aldığınız çağrışım muhtemelen benim kullandığım kelimelerden ve öykünün dilinden kaynaklanıyor. Çoğunlukla epik fantezi yazdığım için kullandığım dil üzerinde tam olarak bir yetkiye sahip olamıyorum ister istemez. Ama sonuçta öykü okuyana aittir 🙂
      Sayın Öznur Babur’un da dediği gibi devrik cümle yapısını bu kadar yoğun kullanmam hiçbir zaman, ama bu öyküyü bu şekilde yazmam gerekiyormuş gibi geldi.
      Beğenmenize sevindim. Zamanınıza ve yorumunuza teşekkür ediyorum.

  10. Selamlar,
    Oldukça başarılı bir öyküydü. Durum hikâyeciliği zordur; karakter tahlilleri olayin vermek istediği mesaji o ana uydurmak vs… Başarıyla halletmişsiniz. O an oradaydim desem yeridir; gerçekçiydi. Devrik cümle kullanmayı ben de seviyorum ama biraz fazla olunca hikayede tökezliyorum okurken ama bu tamamen kişisel bir görüş… Onun haricinde çok hoş bir iş çıkarmışsınız. Ellerinize sağlık.Tekrar görüşmek üzere.

    1. Merhabalar.
      Karakter bakışını seviyorum ve bunu çevre görüntüsünün ve olayların yanında ruh haliyle ve içsel çatışmalarla da yansıtmayı seviyorum. Kendimde oturmaya çalıştığım genel üslup bu.
      Devrik cümlelerin okumayı zorlaştırdığı doğrudur; elimden geldiğince akıcılığı korumaya gayret ettim 🙂
      Zamanınıza ve yorumunuza teşekkür ediyorum. Daha iyilerine diyerek kendinize iyi bakın.

  11. Merhabalar,
    Sözcüğü açıkladığınız için teşekkürler… Bence farklı sözcükleri kullanmanız çok güzel olmuş. Sosyal medyanın da etkisiyle cümlelerimizin kısaldığı ve sözcüklerimizin sınırlandığı zamanlarda yaşıyoruz. O yüzden az duyulan ve fazla kullanılmayan sözcükleri kullanmak ayrıca değerli ve önemli olduğunu düşünüyorum. Tekrardan elinize sağlık…

    1. Tekrar merhabalar.
      Maalesef öyle; çok haklısınız. Sonuçta öyküyü cümleler anlatır ve cümleler de kelimelere muhtaçtır. Olabildiğince sözcük hazinemizi geniş tutmak durumundayız; özellikle de bir şeyler üretmeye gayret ediyorsak. Bu gibi kelimelerin de tarihe karışmaması için çabalamalıyız dediğiniz gibi.
      Tekrardan teşekkürler. Kendinize iyi bakın.

  12. Merhabalar.
    Öncelikle ifade etmem gerekirse öykünüz o kadar yürekten bir tonla ilerledi ki, etkilenmemek mümkün değil. Kısa bir öyküyle bu duyguları aktarmanız takdire şayan. Ellerinize ve kaleminize sağlık.

    1. Merhabalar.
      Zamanınız ve teşvik edici sözleriniz için teşekkürler. Hissettirebilmişsem ne mutlu 🙂
      Daha iyilerinde görüşebilme umuduyla kendinize iyi bakın.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *