Öykü

Nefes Alamayan Tanrı

-1-

Yan yana dizilmiş apartmanların bacalarından süzülen gri duman, birbirlerine çarpmadan dönerek yere doğru koşuşturan kar kristallerinin birkaçını gökyüzünde yakaladığı anda eritiyordu. Siyahlara bürünmüş yolcularıyla karla kaplı yolda ilerleyen at arabalarının tıkırtıları ve kimi zaman kişneyen yorgun atın soğuktan donan nefesi bir yerlere koşuşturan kalabalığın telaşı içinde, sık sık tekrar duyulup görülmelerine karşın çok geçmeden kimse fark etmeden kayboluyorlardı. Aynı anda apartmanların birinin buharlanmış pencerelerinde oturan orta yaşta iki kadından birisi camlarına vuran kar tanelerini incelerken, diğeriyse çayına batırdığı bisküvinin kopan ve bardağın dibine batan parçasını gittikçe daha da parçalayarak oradan çıkarmaya uğraşıyordu. Dar mutfağın ucuna sıkıştırılarak zorla yerleştirilmiş gibi duran masa ve iki ahşap sandalye kadınların her hareketlerinde kırılacakmış gibi sallanıyor ve buzda kaymamak için ağır ağır yürüyen insanların konuşma sesleri arasında biraz da gıcırdıyordu. Omuzlarına gerdikleri beyaz bürüncüklerine değen siyah saçlarının aralarına düşmüş birkaç ak tel, karlı günlerde güneş yüzünü insanların “kar topluyor” dediği kısa aralıklarda gösterip sonra kayboluyor olmasına karşın etrafı aydınlattığından, ışığın altında hemen seçiliyordu. Bu durum siyah ve beyazın kendi köşelerine çekilip birbirlerine hükmetmek üzere kurdukları oyunlarında siyahın birkaç zerresini kendine benzetmiş beyazın şimdilik önde gidiyor olmasına işaret ediyordu. Mutfaktaki tahta masanın tam karşısında boyası çatlamış duvarın görüntüsünü kapamak için oraya yerleştirilmiş yuvarlak duvar saati alışılagelmiş *tik tak* sesini çıkarmak yerine, sandalyeler gibi arada bir gıcırtılı bir ses çıkarıyor, bir dakikanın büyük çoğunluğundaysa susmayı tercih ediyordu. Kadınların aksine dışarıda gezenlerin, kim olduğunu bilmeden birkaç kez konuştukları ve şuan kapının önünde bekleyen adamın yüzleri neredeyse renksizdi. Onların yüzündeki hafif allığa karşın kadınlarsa tanrıdan yeni görevlerini beklermişçesine konuşmadan uzun süredir yapmaya devam ettikleri şeyleri yapıyorlardı. Cam kenarında oturan birkaç kez direnip dışarıya öylece bakmak yerine neden yukarı doğru hareket eden kar taneleri üzerine uzunca düşündüğünü kendine sormuş, imkansız olmasına karşın aklının onu kar kristallerinin hepsini tek tek incelemeye zorladığı bir günde de isyan etmiş ancak bir sonuç bulamadan bambaşka bir umarsızlığa sürüklenmişti. Yirmi yedisinde, bundan tam üç gün önce bu isteğe direndiğindi, gözleri açık olmasına karşın bir karanlığa sürüklenmiş ve üstünü nefes almasına izin vermeyen ağır yün bir battaniyenin kapatmasına engel olamamıştı. Etraf tamamen kararmadan evvel saatin gıcırtısını son kez duyup elinden hiçbir şey gelmediğinden dakikaları saymaya koyulmuştu. Arkadaşıysa kör ve sağır kaldığı o dakikaları anlattığında önce pek ciddiye almamış, sonrasında biraz da garipser bir bakışla alayla biraz gülümsemişti. Bunların bir rüya olup olmadığını düşünmeye kalkıştığındaysa hafızasının bomboş kaldığını, aklına sivri bir kalem ucu değmeseydi de neredeyse kim olduğunu bile unutabileceğini gördüğünde korkudan çabasını sona erdirmişti. Düşünmeden saymaya çalıştığı dakikalarda bir hata yapmamışsa bundan bir saat kadar evvel de sokakta siyah bir kürk ve elinde tuttuğu siyah bir bastonla yürüyen kısa boylu çirkin bir kadın bir anda silinivermişti. Hemen ardındansa daha evvel nasıl fark edemediğini anlamlandıramadığı aynı siyah kürkü ve bastonu taşıyan bu kez burnu daha düzgün bir kadın bu kez silinmeden aynı doğrultuda ilerleyip köşedeki çiçekçinin önünde kaybolmuştu. Şu sıralardaysa kar kristallerinin çiçekçiye doğru savruluşunu emreden aklı onu bambaşka bir karmaşaya sürüklemişti. Küçük çiçekçinin hemen yanına konulmuş, ancak tabelası geçen yıl bir fırtına da kaybolduktan sonra nedense tekrar adlandırılmamış bir kitapçıdan sarı kağıtlara sarılmış ve soğuk havada buharı hemen göze çarpan beş ekmekle bir adam çıkıvermişti. Aklı önce bunun fırından çıkıp daha evvelden belirlediği kitabı hemen alıp çıkan bir müşteri olduğunu söylese de, acemi bir tanrının mantık hatalarından birini yakaladığına neredeyse emindi. Kafasını birkaç saniyeliğini karşısında oturan kadına çevirdiğindeyse, sıcak çayın içerisinde dakikalardır kaşığa gelmemekte inat eden bisküvi parçasının artık parçalanmadığını gördü. Tek yaptığı yemini olta iğnesine güzelce geçiremeyen bir balıkçının oyunun anlayan bir balık gibi kaşığın etrafında dönmekti. Dudak kaslarını zorlanarak oynatıp, çayı izlemesine karşın yedi parçaya ayrıldıktan sonra bir süredir parçalanmayan bisküvinin hilesini anlamayan arkadaşına bir şeyler söyledi. “Neriman, tanrı henüz çok acemi.” Sözlerine karşılık bulamadan, hatta kadının başını oynattığını bile göremeden üstüne doğru kapanan karanlığı ve o yün ağırlığı hissetti gene. Yüzünden ayağına kadar her yerini kaplayan bu ağırlık bu kez yalnız nefes almasını engellemiyor, aynı zamanda teninin her noktasına batıp hem kaşındırıyor, bir yandan da gittikçe artan bir yanma hissi veriyordu. Acemi tanrılarının arkadaşının kendisini duymaması için onu sağır kıldığını ve kendisini de bir daha görünmemesi için tıpkı sokaktaki kadın gibi silmiş olabileceği düşüncesinden, bunun yerine ona düşünmeden kabullenip itaat etmeyi öğrettikten sonra tekrar mutfak camındaki sandalyede yer vereceği fikrini benimseyip hemen kurtulmuştu. Ancak kaderi üzerine daha fazla düşünemeyeceğini suya daldırılmış bir kumaşın gittikçe ağırlaşması gibi göğüs kafesindeki kemikleri teker teker kırarak gövdesine gömülen ve damarlarında gezinen kırmızılığı emerek güçlenen örtüyü hissetmemeye başladığında anladı. Kendisini karanlığa alıştırıp kar kristallerini hayal edebilmek için usulca gözlerini kapadı. Aklını zorlayarak son düşündüğü şeyse üstüne çöken bu yün ağırlığın, onun ve kokusunu aldığı kitap kokan bir odanın arasında gittikçe çekilen bir perde olabileceğiydi.

-2-

Sütsüz kahvenin içine atıp karıştırdığı iki şeker birkaç saniye içinde eriyivermişti. Saat gecenin üçü olmasına karşın sokaktan hala gürültüler geliyor, daktilosunu koyduğu tahta masanın altına düşen ve sıkılıp atmadan evvel bacaklarına örttüğü yün battaniye hala yerde duruyordu. Parmaklarının duruyor olmasını önce dışarıda gezen insanlara, sonra yerde duran battaniyeye en sondaysa uykusuzluğuna bağladığından şimdi az evvel tatlandırdığı kahvesini yudumluyordu. Birkaç gündür anlatmaya çalıştığı kısa bir sohbet bölümünü bir türlü tamamlayamamış, suçu da kendinde aramak yerine bu kez karakterlerinin uyumsuzluğuna bağlamıştı. Hafif aralık bıraktığı camından içeriye sızan soğuk havayı engellemek için pencereyi kapamak yerine biraz ısındıktan sonra sıkılıp attığı battaniyeye sarılmayı tercih ediyordu. Taş çatlasa on yedisinde duran oğlanın sakalları henüz belli olmaya başlamış, yeşil gözlerini çevreleyen beyaz yüzündeyse uykusuzluktan yorgunluk belirtileri belirmişti. Tamamladığı kırk iki sayfayı özenle yerleştirdiği klasörü açıp girdiği çıkmazdan kurtulmayı ve hikayesine devam etmek istiyordu. Aksi takdirde tanrıya kavuştuktan sonra unutulan insanlardan biri olmamak uğruna iki ay evvel giriştiği bu edebi yolculuğunun ilk ve en acemi eserinden pes edip unutulmaya mahkum kalacaktı. Bunları düşündükçe yüzünde uykusuzluktan çok, tedavisi bulunamamış bir hastalığın pençesine düşen bir hastanın umarsızlığı beliriyordu. Kol saatini pili bitmiş olmasına ve deri kayışı bileğini terletiyor olmasına karşın, çıkarmayı son denediğinde nasıl olduğunu anlamadan tırnağını kanattığından kağıtlara kan damlar korkusuyla çıkarmaya uğraşmadığı durmuş saate bakıp sabahın onu olması gerektiğini söyleyen saatin yalancı oluşundan dolayı tıkandığını düşünüp bu kez baba yadigarı saate kızdı. Ama sonra Neriman’ı düşünüp kendisini sakinleştirdi. Kendinden yaşça büyük olmasına karşın güzel gelen ve sevdiren o kadını. Siyah saçlarından daha kara duran gözleriyle etrafı nasıl seyrettiğine ve o masum bakışlarına gözlerini kapatıp dalıp gitmeyi, uğraşılarını unutmayı istedi. Ancak aklı ona sorununun nedenini buldurduğundan sinirle her şeyi bırakıp altına kurşun kalemle “bir” yazdığı kağıdı aramaya koyuldu. Bir yandansa Neriman’ı son düşündüğünde siyah saçlarından daha kara görünen gözleriyle çay bardağını inceleyişini ve çaya karışan bisküvi parçalarını çıkarmak için uğraşırken ki çocuksu masumiyetini anımsadı. İlk kağıdı bulduğunda nefes alıp verişi gittikçe hızlanmış, elinde kalemiyle kağıdın üzerinde bir kadın adını aramaya koyulmuştu. “Zeynep.” Kadının adını bulduğunda aklının ona yazmasını engelleyen bu kurnaz kadını en son biriciği Neriman’ın yanında gördüğünü hatırlattığında yüzünü ekşitip nihayet kendine kızabildi. Ancak öfkesini Zeynep’e çevirmesi de pek uzun sürmedi. Yine orta yaşlarda olan bu kadın yağdırdığı karı durdurup, sokakta gezdirdiği insanları kendi hayallerine göre değiştiriyordu oturduğu yerden. İki kadını konuşturmak için her adım atışında kurnazlığıyla etrafını süzüyor, o da bir şeyden habersiz masum Neriman’ın da aklını bulandırmasın diye daktilosundan uzaklaşıp yün battaniyeyi çekiştirip bir yerlere fırlatıyordu. Son zamanlarda kağıda bakmak bile onu kızdırdığından battaniyeyi fırlatmak yerine masanın üzerinde duran sarı daktilonun üzerini örtüp birkaç saniyeliğine yazarlık hayalini unutuveriyordu. Biraz etrafında arandıktan sonra kırk iki sayfanın hepsinde ya adı geçen, ya da konuşan Zeynep’i sildiğinde, kurnazlığıyla Mimar Sinan’ın minareleri yıkılan Ayasofya’nın ayakta kalmaması için hazırladığı düzenek gibi, Zeynep’in de adını sildiğinde hikayesinin kaç karakter eklerse eklesin tekrar canlandırılamayacak şekilde yok olduğunu anladı. İçini kaplayan zafer ve yenilgi duygularının birbirlerini bastırmak için giriştikleri yarışı; defalarca hikayesinde boğmaya, yok olan veya günlük hayatın bilinenlerinden farklı olgularla hareket eden insanlar gösterip delirtmeye uğraştığı Zeynep’in her satırdan silindikten sonra beyaza mı siyaha mı karıştığını bilemediğinden kazanan yenilgi hissi olmuştu. Hemen iki kağıt çıkarıp birinde biricik Neriman’ını , diğerindeyse acımasızca işkence etmek için Zeynep’i geri getirmeyi denedi ancak nafile. Bu kez de az evvel telaş içinde omzuna aldığı yün battaniye derisini kaşındırıp yakıyor, bir yandan da anlaşılmaz bir şekilde nefesini kesiyordu. Zeynep’in kitap kokuları aldığı bir odada canlanıp, acemi bir tanrıyı cezalandıran gaddar bir tanrıçaya dönüşmüş olmasından başka nasıl açıklanabilirdi ki bu nefes alamamazlık?

Nefes Alamayan Tanrı” için 9 Yorum Var

  1. Yorum yapılmadan evvel kendim bir özeleştiriyle beraber açıklama sunmak istedim. Hikayeyi yazıp gönderdikten sonra paragraf düzenlemesini yapmadığımı farkettim ancak bunun hemen ardından ne yazık ki hastahanede yatan teyzemin vefat sürecine girmesiyle düzenlemeye fırsat bulamadım. Vefatının üzerine de zaten elim kolum tamamen bağlandı. Bu hikayeyi teyzeme adıyor, paragraf düzenlemeleri olmadığı için özür diliyorum.

    1. Başınız sağ olsun. Allah teyzenizin mekanını cennet etsin. Önemli olan başkalarının yorumları, eleştirileri degil bu noktada. Durum hasebiyle özeleştiriniz de gerekmez. Önemli olan sizin cennet mekan aile üyenizle aranızdakidir, ona göserdiğiniz bu önemdir. Her duygu ve her durum insanoğlu için. Hikayenizi henüz okumadim. Okuduğumda naçizane görüş bildireceğim. Kendinize iyi bakın.

      1. Öykümü okuduktan sonra ki yorumunuzu da merakla bekliyor olacağım Teyzem adına bulunduğunuz temenniler için ayrıyetten teşekkür ederim.

  2. Merhabalar,Teyzenize huzur dolu bir sonsuz istirahat dilerim ve başınız sağolsun. Eminim, yeteneğinizle şekillenen hikayenizi her okuyan kişinin düşünceleri kendisini bulacak ve yiğeninin ona gönderdiği özlem ve sevgi dolu düşüncelerden haberdar olacaktır. İlhamınızın emin ellerde korunduğunu bile söyleyebiliriz. Kendisi sizi büyük bir gururlar izlediğinden eminim. Tekrar başınız sağolsun.
    Elinize ve düş gücünüze sağlık.
    Saygılarımla
    Dipsiz

    1. Yazarken bu hikayeyi kendisine adamak uğruna yazıyor olsam eminim daha güzel şeyler çıkabilirdi. Beni gururla izleyeceğine inanmayı istiyorum ve doğrultu da çalışıyorum bende. Yorumunuz, temennileriniz adına teşekkür ederim.

  3. Öncelikle, başınız sağolsun.
    Paragraf düzenlemelerine takılmamak gerektiğini düşünüyorum. Bir insanın iç dünyasını ve öyküsünü yaratırken ve yok ederken neler hissettiğini aktarırken büyük bir ustalık sergilemişsiniz.

  4. Merhabalar,

    Öncelikle başiniz sağ olsun. Sabirlar diliyorum.

    Paragraflar konusunda endiselenmenize gerek yok bence. Anlatmak istediğinizi verebilmişsiniz. Yine de küçük bir eleştirim olacak, bence betimlemelerde biraz kismaya gidebilirdiniz, bazi cümleleri uzatmis ya da boğmuşlar ancak buradan öyküyü beğenmediğim anlami çikmasin. 🙂 Elinize sağlik.

    Sevgiler

    1. Çok teşekkür ederim öncelikle yorumda bulunmanız ve baş sağlığı temenniniz için. Betimlemeler ne yazık ki benim kırpıp dizginleyemediğim bir zaafım. Nereden başladığını bilmediğim kimi zaman tek bir cümle, tek bir sayfa olan şeyler yazıyorum, durup niye böyle oldu diyorum ama noktayı koyamıyorum. :/ Ancak önerinizi dikkate alıp diğer seçkiler de bu huyumu dizginlemeye gayret edeceğim.

Okan Akıncı için Yorum Yap Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *