Öykü

Piramidin Sırrı

Servisten üstü başı dağılmış halde inen oğlan dakikasında konuşmaya başlamıştı. Okulda bit çıktığını, Arda’nın doktor babasının yeni aldığı üstü açılan spor otomobilini, İngilizceci Ayfer Hoca’nın sınıfta yine sinir krizi geçirdiğini, yemekhanede pilavın içinden hamam böceği çıktığını daha evin kapısından girmeden öğrenmiştim böylece.

“Matematik nasıl gidiyor, ondan haber ver,” dedim ciddi ebeveyn tonuyla. Matematikle oldum olası başı dertteydi.

“Bu aralar geometri işliyoruz. Üçgenleri gördük bugün. Bir de piramitler var. Daha karmaşık ve sıkıcı olan…” Sesi acı çekiyormuş gibi çıkıyordu.

“O zaman sana piramitlerle ilgili bir hikâye anlatayım. Belki fikrin değişir.”

“Sanmıyorum baba. Yine de senin hikâyelerini seviyorum.”

Şehir, keskin kuru ayazı, dar yokuşlu sokakları, kış boyu üstüne çöken kaçak kömür isinin kararttığı binaları ile tanıdıktı. Yeni ev, yeni mahalle, yeni eşyalar ve sanılanın aksine evlilik bağıyla taçlandırdığımız özgürlük hissiyatı ise bir o kadar yeniydi yaşamımızda.Doksanlı yılların milenyum hayaline kapılmış, gözümüzün önünde yenilmeye hazır lezzetli bir pasta kıvamındaki geleceğimiz için sabırsızlanıyorduk. Sanki heyecan ve umut hissiyatıyla bulaşan bir gençlik hastalığına yakalanmıştık.Bunları anlatmıyorum tabi. Belki ileride.

“Annenle yeni evlendiğimiz zamanlar. Genciz daha.”

“Çok gençken mi evlendiniz? Neden ki?”

“Öyle denk geldi işte. Ben daha yeni işe girmiştim, annen ise ODTÜ’de ekonomi üzerine yüksek lisans yapıyordu. Bir nevi öğrenciydi daha.”

“Annemi öğrenci olarak düşünemiyorum.”

“Çalışkan bir öğrenciydi annen. Neyse… İşte o zamanlar borsada bir miktar paramız vardı.”

“Borsa ne demek baba?”

Borsa insanların paralarını çoğaltma niyetiyle girdikleri halde çoğu zaman daha az parayla çıktıkları çarkın adıdır oğlum, deyip kafasını karıştırmak istemediğim için:

“Halanın çalıştığı banka gibi bir yer işte. Orada paramızı idare eden kişi de babamın bir arkadaşının oğluydu ama henüz tanışmamıştık kendisiyle.”

Eve girip, mutfağa geçtik. Kendime bir fincan kahve alarak, önceden hazırladığım sütle beyaz peynirli tosta yumulan oğlanın karşısına geçip oturdum. Konuya ilgisini kaybetmeye başladığını sezerek hemen konuya girdim.

“Fakat bir gün bu tanımadığımız kişiden esrarengiz bir mektup geldi…”

“Eee, ne olmuş mektup geldiyse?”

Her hafta mailine onlarca mektup düşen bir çocuğa kocaman bir zarfla gelen, beklenmeyen bir mektubun heyecan verici olduğunu anlatmak kolay değildi.

“Çok düzgün, özenli bir el yazısıyla yazılmıştı mektup ve “Sevgili Kardeşim” diye dostane bir şekilde başlıyordu.”

Kardeş sözünü duyan oğlanın suratı asıldı. Tek çocuk olmanın yan etkilerine alışkın olduğumdan takılmayıp sadede geldim.

“Mektup bizi esrarengiz bir tarikata katılmaya davet ediyordu. Sevgi, barış ve dostluk ekseninde kurulmuş bir tarikata. Ve bu tarikat hepimizin dünyaya uzun zaman önce uzaydan geldiğine inanıyordu. İnanışlarına göre gizemi hâlâ çözülemeyen piramitlerin uzay teknolojisiyle inşa edilmiş olmaları bunun kanıtlarından bir tanesiydi. Ve tarikatın sembolü piramitti. Evet piramit!”

“İlluminati bu,” dedi oğlan gözlerini kocaman kocaman açarak. “Baba, siz, yoksa?”

Bir tarikata katılmaktan çok daha önemli meşguliyetlerimizin olduğu o dönemde, annesinin sunum hazırlıklarıyla benim yeterlilik sınavı çalışmalarımın tüm zamanımızı aldığını, arta kalan vakitlerde olanca yaratıcılığımızı doğal gaz faturalarıyla ev giderlerini denkleştirmek için çözümler düşünmekte kullandığımızı anlatsam da anlamazdı. Dünyanın süslü, püslü paketlenerek kendilerine takdim edilmiş, tam da istedikleri lezzette bir kutu çikolata olduğu haliyet’i ruhiyesine sahip Z kuşağına bazı şeyleri anlatmanın kolay olmadığını biliyordum. Aslında büyük bir illüzyondu bu yaşadıkları çağ. Zamanı geldiğinde yaşamın şu anda gördüklerinden ibaret olmadığını, inişler, çıkışlar, tökezlemeler, akla hayale gelmeyen engeller, mantık dışı gerçekler olduğunu tecrübe edeceklerdi elbet. Belki de olması gereken tam da buydu: tecrübe etmeleri. İşte tam da bu yüzden şimdilik onu almaya çalışmak, dünyasına ortak olmak daha doğruydu. Eğlenceliydi de.

“İlluminatiyle alakaları var mıydı hâlâ bilmiyorum oğlum. Ama çok esrarengiz bir tarikattı bu. O zamanlar, işin iç yüzünü araştırmak için yeterli kaynak da yoktu. Düşünsene, internetin, “Google”ın, uluslararası televizyon kanallarının olmadığı zamanlardan bahsediyoruz.”

“Peki, ne yaptınız?”

“Hiçbir şey! Bu tarz arayışlar hayatlarındaki boşluğu farklı, sıra dışı şeylerle doldurmaya çalışan insanların uğraşlarıdır oğlum, bunu unutma. Bizse boş zamanlarımızı sinema, tiyatro, kitap gibi klasik şeylerle değerlendirmeyi tercih ettik.”

Hayal kırıklığı gözlerinden okunuyordu.

“Üff, çok sıkıcısınız ya.”

“Ama biz de biraz araştırma yapmıştık tabii. ”

“Eee? Ne buldunuz?”

“O zamanlar “Bilinmeyen” adında bir dergi çıkıyordu. Piramitlerin gizemi ile ilgili yazılar vardı dergide. Konuyu oradan araştırmıştık. Piramitlerin inşa edildiği dönemde insanların tonlarca kayayı, yüzlerce kilometre öteden çölün ortasına nasıl taşıdıkları hâlâ esrarını koruyordu. Pek çok kişi hâlâ piramitleri uzaylıların inşa ettiğine inanıyor.”

“Aman baba ya. 2017 yılında piramitlerin gizemi çözüldü. Haberim yok deme!”

Bozulsam da belli etmemeye çalıştım. Her şeyi internetten araştırarak öğrenebileceğine inanan bir çocuğa ne denebilirdi ki? Yoksa haklı mıydı? Gençken, arkadaşlarla iskambil oynamaktan sıkıldığımız uzun yaz gecelerinde, fısıltıyla konuştuğumuz bu esrarengiz konu çözüme kavuşmuş olabilir miydi? Beyin yakan teorilerimizin havalarda uçuştuğu zamanlardaki hallerimiz bir anda gözüme pek uzak, pek saf ve naif göründü.

“Neymiş gizemi? Madem anlat da biz de öğrenelim.”

“Piramitlerin yapımında görev almış bir Mısırlının günlükleri ortaya çıktı. Taşları Nil Nehri üzerinden sandallarla taşımışlar. Hatta taşıdıkları kanalın planı bile ortaya çıkmış. Hepsini NASA araştırmacıları çözdü baba. Nasıl bilmezsin?”

Olan biten yanı başında olmuşçasına güvenle anlatıyordu. Günümüz pediatrisinin ana sorunsalı, çocuk ve ergen psikolojisi konulu blog yazarlarının popüler konusu, anne baba olarak yıllardır çabaladığımız şey de bu değil miydi? Özgüvenli bir çocuk yetiştirmek. İşte başarmıştık! Merakla ömrümüzü tükettiğimiz gizemi on iki yaşındaki çocuğumuz beş dakikada aydınlatıvermişti. Fazla söze gerek yoktu.

Kalkıp kendime bir fincan daha kahve doldurdum.

“Piramitlerin gizemini de çözdüğümüze göre tabağınla bardağını makineye yerleştiriver. Sonra da matematik defterini aç da bir bakalım şu işin iç yüzüne,” dedim ciddi görünmeye çalışarak.

Somurtarak kalktı. Pencereden şehrin sisli manzarasına baktım. Gençliğim sislerin arasında bir yerlerde yavaşça kayboluyordu.

Sitare Kansay Sarayönlü

Bursa doğumluyum. Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü'nde lisans eğitiminin ardından, Ankara Üniversitesi’nde ‘’Çokuluslu Şirketlerde Kültürel Farklılıkların Yönetimi’’ üzerine tezimle, yüksek lisansımı tamamladım. Finans sektöründe çalışıyorum. Ayrıca eğitmenlik yapıyor, kurumun sinema blogunu yazıyorum. Okuryatar.com ve edebiyathaber.net sitelerinde sinema yazılarım/ öyküm yayınlandı. Yazı Çizi Atölyesi’nde öykü çalışmalarına katıldım. Ankara’da yaşıyorum.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Avatar for Ziya Ziya says:

    Kutlarım sizi. Yine güzel bir öykü kotarmışsınız. Çok ayrıntılara girmeden sade bir dille rahat anlaşılır bir öykü. Karekterler iyi çizilmiş.
    Kaleminize sağlık
    Nice güzel öykülere
    Ziya Şeker

  2. Pozitif yorumlarınız için teşekkür ederim Ziya Bey. Selamlar.

  3. Merhaba @Sitaresan

    Sizin öykünüzden önce okuduğum bir öykü de benzer bir konuyu işlemişti. Oradaki çocuk karakteri daha küçüktü ama :slight_smile:

    Çok keyifle okudum öykünüzü elinize sağlık. Z kuşağı karşısında yılmayan babayı çok güzel tanımlamışsınız :slight_smile:

    “Piramitlerin gizemini de çözdüğümüze göre tabağınla bardağını makineye yerleştiriver

    Bu cümle benim de kızımla aramızda geçen bir diyalogu o kadar anımsattı ki
    4.5 yaşında ve bana “ben her şeyi biliyorum tabii” diyen kızıma “her şeyi bildiğine göre, şu masayı da bir topla sil bakalım” dediğimde, “evet ama ben daha küçüğüm” diyerek yanıt vermesi, ileride beni nelerin beklediğine küçük bir işaret sanırım :slight_smile:

    Tekrar kaleminize sağlık

  4. Gayretlendirici yorumlarınız için çok teşekkür ederim.
    Hangimiz çocuklarımız karşısında kendimizi “çaresiz” hissetmedik ki? Demek bizim kuşağın bir yarasına parmak basabilmiş; duygularına tercüman olabilmişim, ne mutlu!
    Benim kızım 15 yaşında,
    Çok keyifli olduğu kadar çetrefilli bir süreç anne baba olmak. İnsan bildiği şeyleri daha kolay ve keyifli yazıyor ve öyle de okuyor demek ki…
    Selam ve sevgiler.

  5. Avatar for nyphe nyphe says:

    @Sitaresan ellerine sağlık. Tertemiz bir öykü okudum. Finans ve edebiyat dışında ebeveynlik konusunda da ortak bir yanımız çıktı:) Anne baba olmanın saürekli evrildiği bir dönemde soğuk bir limonata tadında bir öykü bu.

    Birkaç eleştirim olacak izninle:

    Öykünün başı “oğlan” ifadesi ile başlayınca açıkçası anlatıcının üçüncü kişi olduğunu düşündüm ve ilerleyen zamanlarda tekrar başa dönmek zorunda kaldım. “Bizim oğlan” ya da “Oğlum” gibi ifadeler belki daha yerinde olabilir, konudan bihaber okuyucuyu rahatlatabilirdi.

    Öykünün odak noktasından uzaklaşan birkaç paragraf dikkatimi çekti. Eksiltmek çoğu kez zor oluyor hele ki cümlelerini evladı gibi gören yazarlar için. Ama cümle/paragraf amaca hizmet ediyor mu sorusunun cevabına göre hareket etmek gerekiyor sanırım. İyi öykücü cimri ve zalim olmalı değil mi? :)) Sonraki zamanlarda düzenleme yaparsan belki dikkate alabilirsin.

    Piramit temasını iki farklı bölümde kullanman çok hoş. Ancak benim gözüm birinde odaklanmanı ya da ikisini de genişletmeni istedi açıkçası.

    Eline, yüreğine sağlık diyorum. Annelik serüveninde kolaylıklar diliyorum. Sağlıklı ve mutlu günler göresin:)

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

6 cevap daha var.

Yorum Yapanlar

Avatar for OykuSeckisi Avatar for Senaa Avatar for Sitaresan Avatar for Muge_Kocak Avatar for Ziya Avatar for nyphe Avatar for Arokan

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *