Öykü

Telesuikast

Başkan, koltuğuna geri yaslanarak istihbarat şubesinin başındaki adama baktı. Bakışları öfke dolu küfürlerinden birer seçki sunuyordu adeta.

– Dört eyaletin kontrolünü kaybettik, dört! Aklın alıyor mu? Zaten dokuz tanesi bizim kontrolümüzdeydi, dördü daha düştü. Geri kalan beş eyaleti nasıl savunacağımıza dair bir fikrin var mı acaba?

İstihbarat şubesinin en üstündeki adam, ceketinin düğmelerini açtı ve koltuğunda öne doğru eğildi. Terlemeyi engelleyen bir teknolojiyle yapılmış olmasına karşın sırtından boşalan terlere engel olamıyordu ceketi. Sanırım, psikolojik etkenler pek hesaba katılmamıştı üretim esnasında.

Bir açıklama düşünüp ağzını açtığında odanın kapısı çalındı. Başkandan tok bir sesle “Gir” komutu geldiğinde içeri robot hizmetçilerden birisi girdi. Elinde devasa bir tepsi ve başkanın öğlen yemeği vardı.

Tepsiyi masaya bırakıp metalik bir titremeyle birkaç adım geri gitti. Başkan, eliyle gidebileceğine dair bir işaret yaptığında dönüp odadan çıktı. Öğle yemeğini yemeğe başlamıştı başkan. Bir anda, duvarda bir sinyal sesi duyuldu. Başkan yemeğini bölmeden sağ elindeki parmaklarını şıklattığında duvarda bir harita belirdi. Tüm ülkenin haritasıydı ve 12 eyaletin hepsini gösteriyordu. Yedi tanesi kırmızı, dört tanesi sarı renkteydi. Sarı renkte olanlar, hala hükümetin kontrolündeki eyaletlerdi.

Bir tanesi sarıdan kırmızıya dönmeye başlamıştı renk tonu olarak. Ekranda beliren görüntü, bu eyalete odaklandı ve yakınlaşmaya başladı. Bir anda haritadan çok gerçek görüntülere dönmüştü. Ekran sekiz parçaya bölünmüş ve kamera görüntülerini iletmeye başlamıştı. Eyaletteki en kritik bölgelerde duvarlara monte edilmiş kameralardan akıp başkanın odasına süzülmeye başlayan görüntüler, pek de umut vaat etmiyordu:

Yağmalanan dükkanlar, kırılan camlar, güvenlik görevlileri ile birebir fiziksel çatışmaya giren sivil savaşçılar..

Başkan derin bir sesle öf’leyerek yemeğini bıraktı. Burnundan kesik ve sık soluklar alıp vermeye başlamıştı. Kamera görüntülerinden bir tanesi tamamen siyahlaştığında gözlerini kapattı, şakaklarını ovuşturup ayağa kalktı ve masanın tam karşısında duran rafların en üstündeki gözlüğü alıp gözlerine taktı. Birkaç saniye bekledikten sonra komutunu verdi:

– Çavuş Simeone’ı bağla lütfen.

Bir dakikaya yakın bir süre bekledikten sonra öfleyerek başka bir komut verdi:

– Teğmen McPhile’ı bağla lütfen.

Birkaç dakika daha bekledikten sonra sinirle ayaklarını yere vurup bağırmaya başlamıştı:

– O zaman o lanet olası eyaletten herhangi bir askeri bağla! Kim olursa!

Gözlüğü çıkarıp fırlattığında duvara çarpıp seken gözlük tekrar ayaklarının önüne düşmüştü. Daha fazla sinirlenerek yerdeki gözlüğe bir tekme atıp masasına döndü. Yemeğini yemeğe devam ederken kendisine meraklı gözlerle bakan istihbarat şubesinin başındaki adamın bakışlarına daha fazla direnemeyip bir açıklama getirdi:

– Eyaletten hiçbir askere ulaşamadı. Aramaların hepsi cevapsız kaldı.

Ekrandaki kamera görüntülerinin de hemen hemen hepsi siyaha dönmüştü. Bir tanesi hariç: Eyaletin meydanını gösteren kamera hala çalışıyordu. Aynı anda duvarda bir önceki sinyale benzer bir sinyal daha belirdi. Başkan, dudaklarını ısırarak parmaklarını şıklattığında ilk ekranda belirmiş olan harita bir kez daha belirdi ve sarıdan kırmızıya dönüşmeye başlayan bir diğer eyalete odaklandı.

– Kahretsin! diye bağırarak sadece görüntünün eyalete odaklanmasını bekledi Başkan.

Odaklandığında ise ilkinden çok farklı bir tablo çıkmamıştı ortaya: Sivil teröristler eyaleti işgal etmişlerdi ve yıkıyorlar, yağmalıyorlar, zapt ediyorlardı. Kısacası, eyalet düşüyordu. Başkan sırtını geri yaslamış, büyük bir sıkıntı içinde olduğu her halinden belli olarak görüntülere bakıyordu. Kameralar birer ikişer kararmaya başladığında dayanamayıp cebindeki paketten bir sigara çıkardı. İstihbarat Şube Müdürü’ne uzattı, red cevabını alınca şaşırarak kendisine bir dal çıkarıp ağzına götürdü sigarayı.

– Büyük bir fırsatı tepiyorsun, bu sigaralar eski dünya düzeninden bugüne kalan ender şeylerden. Zar zor bulunuyorlar, ben bile bulamıyorum çoğu zaman!

Bir kahkaha patlatıp çakmağını ateşledi.

– Nereden buluyorsunuz peki?

İstihbarat Şube Müdürü, o gün odaya girdiğinden beri hemen hemen ilk kez konuşmuştu. Başkan sigarasından birkaç nefes aldıktan sonra cevapladı bu soruyu:

– Geçen gün bahçede senin yanında gördüğüm bir adam vardı ya, adını bile bilmiyorum. Bir gün sonra sabah Hükümet Konağı’na geldiğimde bahçenin dışında bekliyordu. Seni bekliyorsa toplantıyı kısa kesebileceğimi söyleyerek takıldım. O ise seni değil beni beklediğini söyledi, sonra da bir sigara paketi tutuşturdu elime…

Ayağa kalkan Başkan lazer görüntüler yayan duvarın önüne kadar gidip bir yere dokundu, görüntüler kayboldu. Sigarasını tüttürerek odanın içinde yürümeye devam etti.

– Sonraki gün de gelmişti, gene sigara verdi ve gitti. Her gün gelip sigara hediye etmesi gururumu okşuyor doğrusu! Hala bu ülkede bana inanan birilerinin olduğunu bilmek güzel!

İstihbarat Şube Müdürü gülümseyerek koltuğunda geri yaslandı. Duvardan tekrar sinyal sesleri gelene dek konuşmadılar, ekran açıldığında geri kalan iki eyaletten birisinin daha kırmızıya dönüştüğünü fark ettiler.

– En azından, ben yaşadığım ve bu konakta olduğum sürece bu ülkenin lideri benim. Eyaletlerin düşmesi önemli değil, geri alabiliriz; yeterli ordu gücümüz var değil mi?

İstihbarat Şube Müdürü tek kelime etmedi, başını hafifçe öne eğmişti. Birkaç saniye sonra yerdeki gözlükten bir sinyal yayılmaya başladı.

– Aha, ordu gücü demişken… diye bağırıp gözlüğü gözüne taktı Başkan.

Gözlüğün önünde bir hologram belirdi. Görüntüde bir kadın vardı, son düşen eyaletteki yönetim konutunun önünde elinde silahlarla duruyordu.

– Sayın Başkan, ben direniş kuvvetlerinin lideri Orphan. Sizin için üzülerek söylemeliyim ki, ülkenin yönetimine el koymuş bulunuyoruz.

– Hah! diye bağırdı Başkan. Bir kadına yönetimi devredebileceğimi de nereden çıkardın? Üstelik, ben daha yaşıyorum, farkında mısın?

Kadın, başını gülümseyerek salladı.

– Peki ya sen, öldüğünün farkında mısın?

Başkan histerik bir kahkaha attı.

– Sigaralar benim ikramımdı Başkan, tatlarını beğendin mi?

Görüntü yavaşça silikleşirken Orphan’ın kahkaha attığını duydular. Başkan, gözlerindeki dehşet dolu bakışlarla konuşmayı baştan sona sessiz izleyen İstihbarat Şube Müdürü’ne döndü.

– Sen? Bana ihanet mi ettin?

Gözlerinin feri sönmeye ve gözbebekleri yukarı kayıp ortalığı sadece göz aklarına bırakmaya başladığında duvardan bir sinyal daha gelmişti: Son eyalet de düşmüştü.

Alper Kaya

1990 yılında Ankara’da doğdu. Orada hiç yaşamadığı hâlde, Ankara’yı çok sevdi. BirGün ve soL’da spor yazıları yazdı. Halen Evrensel’de cumartesi günleri maç yazısı olmayan futbol yazıları yazmaktadır. 2010 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nden “Yılın Spor Köşe Yazısı Övgü Ödülü”ne layık görüldü.* Yedi romanı yayımlandı, on kolektif kitapta yer aldı. Yazar, kendisi gibi yazar olan eşi Gizem Şimşek Kaya ve beş kedileri ile birlikte İstanbul’da yaşamaktadır.

Telesuikast” için 1 Yorum Var

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *