Öykü

Atullin’in Şapkası

Çok methiyeler düzülmüştür, hatta şarkılar söylenmiştir ardından, bazıları ise sıraya girmiştir, onunla ilgili en güzel, en çok dilden dile gezen olabilmek için. Arada ezilenler, geride kalanlar olmuştur bu methiyelerden, şarkıları çok söyleyen, az da dinleyen olmuştur bazı coğrafyalarda. Lâkin su götürmez bir gerçektir bu: Atullin büyük bir sihirbazdır. ‘Dı’ daha doğrusu, hatta ve hatta ‘mış’ da diyebiliriz. Ne kadar yaşadığı tam olarak bilinmemekte, nerede yaşadığına dair ise çok da kesin olmayan bilgiler mevcuttur. En kuzeyle en güney arasında, azıcık doğu bolca batı yörelerde, bir yerlerde ve o yerlerin en güçlü, insanoğluna en musallat ejderhasını öldürdüğü söyleniyor. Bunu yaparken de methiye ve şarkılarında çokca bahsi geçen ama nerede olduğu bilinmeyen ‘Şapka’sını kullandığı söylenir. Biz söyleyenlerin yalancısıyız ki; bunu söyleyenler de en az bizim kadar yalancıdır.

Gel gelelim zamanımızda –ki bu zaman aslında öykünün anlatığı zaman değildir, ‘o’ zamandır- Atullin’in torunun torunun uzak bir kuzeninin yakın bir arkadaşının samimi olduğunu bir komşunun oğlu olan, Nilluta okuduğu bir destanda on adam boyundaki koca devi kesen şövalyenin bu gücü Atulllin’in Şapkası’ndan aldığını okuyunca; ailesini karşına -tamam tam karşısına değil ama en azından çaprazında bir divana- oturtup bu şapkayı aramak için uzak diyarlara gideceğini açıklar. Annesi zaten iki kişilik yemek tüketen Nullita’nın çıkıp biraz dolaşmasını içten içe mantıklı(hatta dâhiyane) bulur. Babası zaten başarız bir çalışma olduğunu düşündüğü oğlana bir şey diyemeden…

‘’Karşı çıkmanız yersiz, baba. Ben kararımı verdim,’’ dedi oğlan.

‘’Ama Nullita! Seni çok…’’

‘’Özlersiniz, biliyorum.’’

Adam tebrik ediyorum, diyecekti, sustu.

‘’Lâkin mukadderat! Kaderim, o kimsenin nerede olduğunu bilmediği şapkayı bulmaktır! Kadere ne kılıcın gücü, ne de aklın iradesi yeter!’’ dedi oğlan en Shakespearyan tonlamalarla.

‘’Doğru, evladım. Ne zaman çıkacaksın yola?’’ dedi babası.

‘’Evet ona göre akşam yemeğini pişireceğim,’’ dedi annesi.

‘’Aslında birkaç gün daha kalmayı planlıyordum. Tam olarak nereden başlayacağımı bilmiyorum ki’’ dedi ağlamaklı bir şekilde.

O birkaç gün tam üç ay sonra sürdü. Bu aylar zarfında gezginlerle konuştu, çenebaz taverna sahiplerinin ağzını aradı(bulamadı), bilimadamları ile sohbet etti, şâir ve yazarlara sordu, ozanlara ve âlimlere danıştı ama hiçbirinden net bir cevap alamadı.

Birgün sarhoşun teki:’’Masal Ormanı’na git. Kesin oradadır!’’ diye bağırdı Nullita’ya. Sarhoşa çok teşekkür edecekti, ayağının dibine kusmasaydı.

Yola çıktığı gün annesi ardından sekiz kova su döktü. İlk iki kova ile Nullita’yı su içinde bırakmayı başardı. Islak ıslak yollara düşen çocukcağız, Masal Ormanı ile ilgili de bir araştırma yapmıştı tabii, köyünden çıkarken tarlasında sıkılgan bir şekilde oflayıp puflayarak çalışan bir çiftçiye Orman’ı sordu. Adam çocuğa bakmadan elini havada herhangi bir yöne doğru sallayarak: ‘’Şu yana git!’’ dedi. Gösterdiği yan kuzeydoğu yöresiydi. Günlerce yol aldı, kasabaları, köyleri gerisinde bıraktı. Sonra bir gün bir anda durdu, anasının çıkınına koyduğu ekmeğin tükendiği gördü. Nerede olduğunu bilmiyordu karnı açtı. Yürümekten çatırdayan ayakları ve açlıktan guruldayan karnı eşliğinde yoldan geçen atlı arabalara el etti. Dur yaptı. Kep salladı ama bunlar bir işe yaramadı.

Sonunda bir atlı araba merhamet gösterdi. Sürücü nereye gittiğini sorunca aldığı cevaba güldü. Kahkaha attı. Karnına ağrılar girdi. Az daha arabadan uçacaktı.

‘’Demek Masal Ormanı’na gidiyorsun. Atullin’in Şapkasını bulacaksın, ha?’’ dedi nefes nefese.

‘’Evet, beyim. Ne var bunda?’’

‘’Hayalperest olunur da bu kadar mı olunur? Genç, Masal Orman masal, o şapka rivâyet! Senin kurduğun hayal, göreceğin kâbus…’’ dedi ve devam etti; ‘’ama sevdim seni. Çadır Kent’te birkaç parça malım var satıp seni Wutani şehrine götürebilirim. Uwe Kasabasına en yakın şehirdir.’’

‘’Neden Uwe?’’ diye sordu, gözlerindeki boş bakışlara adamın yansımasını doldurdu.

‘’Masallar, Masal Ormanı’nın oranın ötesinde olduğunu söylüyor, evlat.’’

Çadır Kent büyük bir pazar alanı çevresine kurulmuştur ve pek kıpırdamaya niyeti yoktur. Aslında Kent göçebe, yerleşik yaşamı sevmeyen insan ve tüm diğer canlı ırklarının sığınma yeridir. Gezgin kahramanlar bile bu kentte alışveriş yaparlar.

Çadır Kent Pazarında geçen olaylı geçen (Nullita tezgâhı devirdi ve iki top kumaş yaktı) günün ardından Wutani’ye yol aldılar. Günler süren, uzayıp bir sakız gibi sünen Wutani yolunun sonunda göründü. Eciş bücüş tahta evler, bir buçuk adamlık dar sokaklar, yol ortasında hacıyatmaz misali sarhoşlar göründüler.

Wuth Dağları’nın arasına sıkışmış şehrin girişine, çöp poşeti gibi atıldı genç çocuk.

Bazı yerler vardır. Ama sadece var olsun diye vardır… Wutani de öyle bir yer, var ama neden var deseler bir fikrim var diyecek pek de kimse var diyemeyiz.

Nullita’nın tek derdi buradan Uwe’ye gidebileceği bir vesait bulmaktı. Bilgiye ve yol gösterecek birine ihtiyacı vardı. Bu ihtiyacı tüm hikâyelerde ‘hancılar’ giderir. Bu hikâyede de farklı olmayacak sanırım. Çünkü Nullita, ilk gördüğü hana girdi.  Duran Eşek (hanın adı), şehir nüfusunun yarısını beş metre karelik hana sığdırmaya çalışmış bir yerdi sanki. Genç adam çok zor adım atabiliyordu. Duman altı olmuş, pis handa hancıya ulaşmak için âdeta insan denizinde yüzdü. Sonunda boşluğa çıkmıştı, huzura erdi.

‘’Buyurun, genç beyim?’’ dedi hancı.

‘’Uwe…’’ diyebildi. Yutkundu.

‘’Uwe satmıyoruz, genç adam,’’ dedi gülerek ‘’ama bira istersen ya da şarap…’’

‘’Uwe… gitmem gerek oraya…’’

‘’Oraya kimse gitmek istemez, çünkü bazı yerlere gidilmemelidir. Uwe bu gezegenin en tuhaf yeridir. Normal hiçbir şey olmaz orada,’’ dedi büyülü bir şey söyler gibi… lanetli bir şeyi zikretmiş gibi…

Hancı, cevabını alamamış gözlere baktı. Demek istediği şeyi gözleriyle de anlattı. Anlatmak, anlatılabilen bir şey ortada olduğunda daha güzel bir fiildir. Bu cümlede işe yaramadı zira.

‘’Bira?’’ dedi hancı. Heyecanlı genç eline kadehi aldı. Sonra bir sonrakini, bir sonrakini ve sonrakini… Kaçıncı kadehti bilmiyordu ama hayatıda ilk kez içtiği bu şey kafasını sıcak, daralmış ve mutlu hissettirdi.

Kısa süre sonra ne kadar oynak köy türküsü varsa peş peşe söyleyen, üzerinde omuz salladığı masa sanki altında değilmiş gibi zıplayan birini izliyordu 20 kişilik handaki 40 kadar kişi yani 80 kadar göz…

Sonra gencin elindeki kadeh alev aldı sanki. Yere düştü, düşen şey de kadehti. Gözler bir noktaya toplandı. Nullita’ya. Yere attı kendini çünkü küçük hissetti kendini. Ağlamak istiyordu. Şapka ile ilgil tüm hayalleri kafatasında kuş yuvasından havalanan yavrular gibi ağır ağır uçtu.

Aniden kolunu birisi kavradı.

‘’Taşıdığın şeye rağmen fazla dikkat çekiyorsun!’’ dedi kukuletalı adam.

‘’Bir şey taşımıyorum ki…’’

‘’Bana numara yapmayı kes! Peşinde olan şeyi biliyorum.’’

‘’Neymiş?’’

‘’Onlar, siyah giyenler.’’

‘’Onlar da mı şapkanın peşinde?’’

‘’Şapka da ziynet eşyası sayılıyor mu?’’

‘’Ben şapkanın peşindeyim, Atullin’in şapkası’’ dedi genç adam. Kukuletalı bir kağıdı çıkarıp okudu.

‘’Karışıklık olmuş… Bana bir ziynet eşyası taşıyan çocuğu korumam için ödeme yapıldı,’’ dedi adam. Sarma bir sigara çıkardı. ‘’Bu arada ben Haroon. Avare de derler.’’

‘’Memnun oldum. Nullita, ben.’’

‘’100 Let ödersen seni. Şapka’ya götürebilirim.’’

‘’O kadar param yok, beyim,’’ kesesinden çıkardığı birkaç demir parayı saydı. ‘’5 kuruş var.’’

‘’Anlaştık.’’

Bir at ve katır, Duran Eşek’ten yola düştü. Oğlanın para sadece katırı kiralamaya yetti. Az gidip uz gittiler, dere, tepe, ırmak yan döndüler. Sonunda arkasına yaslanmış bir dağın üstünde serpiştirilmiş birkaç eski çürümüş ev gördüler. Evlerin yukarıları dipdibe topraktan fırlamış ağaçlardan oluşan, toprağa basmayalım diye serilmiş bir halı gibi duran bir orman vardı. Alt tarafında ise fokur fokur kaynayan çamur pudingi bir bataklık…

Ağaçlardan sal yaparak, bataklık timsahlarına kahve yanında bisküvi olmamak için kaya kaya ve küreklere asıla asıla timsah kafasına vura vura geçtiler. Çürümüş evlerin içinden koşarak ilerleyip bu esnada hayaletlere, hortlak ve zombilere  iç organ filmi çektirip yol aldılar. Halı Orman üzerinden kedi gibi seke seke birçok kez de düşme tehlikesi atlatarak Uwe şehrinden kurtuldular. Arkasına yaslanmış dağı aştıktan sonra Masal Orman tabelası ile karşılaştılar. ‘’MASAL ORMANI’NA HOŞ GEL…’’ yazıyordu.

‘’Bu kadarını beklemiyordum,’’ dedi genç.

‘’Neyi diyorsun?’’

‘’Hoş gediniz yazısını…’’

‘’Hoş mu geldiniz?’’ diye tısladı ve güldü adam. ‘’Yazı silik, genç adam. Aslında ‘Orman’a Hoş Gelen Ölür’ yazıyor.’’

Masal Orman’da Haroon’u kaybetti (aslında adam onun ekmişti yüzük taşıyan bir çocuğun peşine düşmüştü).  Nullita ormanın derinliklerinde, 7 cüce ile yaşıyan bir kız ile tanışıp dert dinledi, fasulyeye tırmanmaya çalışan bir çocuğa el attı, fazla et yemiş bir kurta mide ameliyatı yaptı, koca kulede yalnız kalan bir prensesin saçlarını kısalttı, üst üste binmiş eşek, köpek, kedi ve horoza yol tarif etti, balkabağı ile yolculuk yapmaya çalışan bir hizmetçiyi evine bıraktı ve güzel bir kız için, onun yerine çirkin bir kurbağayı öptü.

‘’Iııyykkkk!’’ dedi kurbağa.

‘’Kusacağım…’’ diye homurdandı çocuk. Kurbağa aniden yakışıklı bir adama dönüştü. Kızla kol kola girip gittiler.

‘’Bir şey değil! Çok naziksiniz, oğlunuz olursa adını Nullita koyun!’’ dedi Nullita arkalarından. ‘’Öööfff! Bulamayacağım ben bu şapkayı.’’

Derken önünden kaval çalan bir çocuk geçti. Kavalın sesi o kadar güzeldi ki takip etmekten kendini alamadı. Zaman ve mekandan azad edildi. Kendini karanlığın ortasında buldu. Minicik bir ışık huzmesi, tahta sunağın üstüne vuruyordu.

Bir kitap duruyordu orada; üzerinde ‘’Atulllin’in Şapkası’’ yazıyordu. Şapka aslında bir kitaptı. Ağır kapağını kaldırırken kitap kapı gibi gıcırdadı. İçinden birkaç tavşan zıpladı ve Nullita’nın gözlerinin önünden, yazılı-sözlü ne kadar masal varsa bir şiir gibi aktı geçti… İçini hikâyelerin ve sözün gücü doldurdu.

Gözlerini açtığında evindeydi. Babası yere çökmüş ona bakıyordu: ‘’Döndün yine…’’

‘’Evet, baba!’’

‘’Buldun mu?’’

‘’Evet, ama, o hem her elimizi attığımızda bulmamız hem de hiç ulaşmamamız gereken bir yerde…’’

‘’Kahvaltıya kalacak mısın?’’ dedi arkadan annesi.

Sessiz kaldı…

Sessiz kalmayacak tek bir şey vardı. O da masallardı…

 

-SON- 

Erdoğan Küçükçelik

1987'de İstanbul'da doğdum. Küçükken harçlıklarımı çocuk dergilerine ve çizgi romanlara yatırdım. Okumak benim için hayal dünyalarına dalıp gerçek dünyanın sıkıcılığından kurtulmak demekti. Sonra, elektriğin kesik olduğu bir gece, Harry Potter ve Felsefe Taşı'nı, tüplü ışığın ve soba alevinin aydınlattığı bir odada okumamla fantastik dünyalara elimi kaptırdım ve bir daha kurtulamadım (istemedim de). Hâlâ çevrem bu yaşta böyle şeyler okunur mu? diye sordukça üzülüyorum ama kendim için değil fantastik okumaktan mahrum kalanlar için...

Atullin’in Şapkası” için 10 Yorum Var

  1. Merhaba,
    Masal tadında bir öyküydü göndermeleri gibi. Mizahi anlatım tarzınız ve keyifli benzetmeleriniz öyküyü güzelleştirmiş.
    Hoş bir öyküydü.
    Kaleminize sağlık.

    1. Teşekkür ederim Öznur Hanım bu güzel yorum için. Mutlu ettiniz. İyi okumalar. Daha güzel öykülerde görüşmek üzere.

  2. Erdoğan Bey, hikaye çok eğlenceliydi. Yüzük göndermesine bayıldım. Öznur Hanımın dediği gibi masal tadında olmuş. Ellerinize sağlık.

    1. Merhaba,
      Teşekkür ederim Bahadır Bey. Geçen aydan sonra hazır tema da müsaitken eğlenceli bir öykü yazmak istedim. Yüzük göndermesini yakalamış olmanız çok hoş. Daha güzel öykülerde görüşürüz.

  3. Selamlar Erdoğan,
    Orta Dünya’dan kopamamışsın yine; ucundan kıyısından olsa da. Anlatım tarzını değiştirmişsin bu sefer; çok da hoşuma gitti. Esprili, gayet hoş olmuş.
    Fakat bu sefer öykünde yazım yanlışları biraz sık göründü gözüme. Elbette hepimizde vardır mutlaka, sadece geçen ayki öykünü düşününce çok temizdi diye hatırlıyorum. Birkaç yerde aynı kelimelerin de tekrarlanması akışı bozmuş.Bu durum hızlıca yetiştirmekten kaynaklandı diye düşünüyorum. Çünkü hepimizde olan şeyler.
    Ayrıca olayın geçtiği dünyadaki bazı benzetmelerin sanki o dünyaya uygun değilmiş gibi geldi: “..Kadere ne kılıcın gücü, ne de aklın iradesi yeter!’’ dedi oğlan en Shakespearyan tonlamalarla.” (Shakespearyan tonlama) veya “Çürümüş evlerin içinden koşarak ilerleyip bu esnada hayaletlere, hortlak ve zombilere iç organ filmi çektirip yol aldılar.” (iç organ filmi). Tabii bunlar benim düşüncem öyküne zarar vermemiş kesinlikle, zevkler renkler meselesi.
    Bununla birlikte adamın yüzüğün peşine düşmesi çok hoşuma gitti güzel bir vurgu LOTR adına. Atullin’in Şapkası’nın bir kitap olması, masallar barındırması fikri muazzam; bize kalan şeyler olması. Ve mitoloji ile yine ünlü masal kahramanlarını işin içine katman çok sempatik ve yaratıcı geldi bana.
    Özellikle bazı cümlelerinin altı çizilesi: “Biz söyleyenlerin yalancısıyız ki; bunu söyleyenler de en az bizim kadar yalancıdır.”, “Bazı yerler vardır. Ama sadece var olsun diye vardır… Wutani de öyle bir yer,” gibi ustaca örnekler.
    Kalemine sağlık, yeni öykülerde görüşmek üzere. “Sessiz kalmayacak tek bir şey vardı. O da masallardı…” Anlatacağın masalların sessiz kalmaması dileğiyle. 🙂

  4. Merhaba Mustafa,
    Okuyup vakit ayırıp bu detaylı yorumu yaptığın için çok teşekkür ediyorum. Masalın gücü şiarı ile yazdım öyküyü, Orta Dünyaya uğramadan edemedim. Hatalar konusunda çok haklısın geçen ay 5bin kelimelik öykümü defalarca dönüp okudum. Bunda aynı özeni gösterecek vakit bulamadım.
    İç organ filmi ve Shakespeare konusunda; dışardan anlattığım için öyküyü çok takılmıyorum ama elimden geldiğince kaçınıyorum.
    Tekrar çok teşekkür ediyorum daha güzel öykülerde görüşmek üzere.

  5. Merhabalar.
    Öykünüz oldukça eğlenceliydi, diyaloglar ve anlatım başarılıydı.
    Final de güzeldi. Kitap göndermesi çok sevimli olmuş. Karakterin özellikle ailesiyle olan konuşmalarını çok sevdim.
    Babası yere çökmüş ona bakıyordu: ‘’Döndün yine…’’ 😀
    Birkaç kusur vardı öyküde göz atarsınız.
    Bu tarz bir öykü de yakışmış size, farklı şeyler denemeniz güzel.
    Gelecek seçkilerde de görüşebilme umuduyla, kendinize iyi bakın.

    1. Osman merhaba,
      Yorumun için teşekkür ederim. Aslında roman çalışmalarımda bu tarz bir üslup kullanıyorum ama buradaki öykü ve temalarda pek kullanamıyordum. Beğenmen mutlu etti.
      Daha güzel öykülerde görüşmek üzere.

  6. Merhaba Erdoğan,

    Masalların ve hayal gücünün içinde renkli bir gezintiye çıkarmışsın bizi. Yüzümde kocaman bir tebessümle okudum öykünü. Ellerine sağlık.

    Yeterince okuma yapamamaktan kaynaklanan imla ve tekrar hataları var öykünde ama sıkıntı edecek bir durum yok kanımca, hepimizin başına gelebilir.

    Öykünün Yüzüklerin Efendisi’ne gönderme yaptığı, masallara dokunduğu kısımları ayrıca sevdim. Kalemine kuvvet.

  7. Merhabalar Ufuk,
    Beğenmene sevindim. Bu ay pek geri okuma yapamadım. Hatalar bundan dolayi. Lotr a uğramadan edemedim. Teşekkür ederim.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *