Öykü

Bir Müntehirin İtirafları

Adettendir genelde intihardan önce mektup yazılır. Ama yaşadığım son olayların ışığında ben olayın vukubulmasından sonra kaleme almaya tercih ettim. Yazılması gerekiyordu, bende yazdım. Niye intihardan sonra yazdım? Basit bir “ölüm”-“kalım” meselesinin günümüzün kirli ilişkiler ağında bildiğiniz bir “rant” alanı haline gelmesi yazdırdı bana bu mektubu. Zaten insanların duygularında yaşamıyordum, onların şerefsizliklerinde yeniden dirilerek üstüne ölümün kokusu sinmiş kara toprağımdan taneler taşıyan bu mektubu yazdım.

Evvela şunu belirtmeliyim ki, bu başıma gelecek olanları bilsem, sırf bu ikiyüzlülüklere, hokkabazlıklara şahit olup huzurumu kaçırmamak adına böyle bir işe kalkışmazdım. En başta basit bir bilek kesme olayıyken birden bire memleket meselesi olacağımı söyleseler hiç bulaşmaz efendi gibi sıramı beklerdim. İnsanların ölüden bile medet umduğunu, bundan çıkar sağladığını gördükten sonra normal yollarla gelen bir ölümü bile düşünemiyorum.

İntihar…

Neden yapmıştım bunu? Nedenini bende bilmiyorum, günlerden bir gün son vermiştim yaşamıma. Her şey birbirinin aynıydı, günler aynıydı, insanlar ve olaylar aynıydı. Öyle belli bir hadise olmamıştı yani. Canım sıkıldı. Gecenin kör vaktinde şeytana uydum, aldım jileti alış o alış. Detaylara girmeyeyim neticede ölüp gittim. Öldüğümde ilk gördüğüm şey bir süre daha dünyada bulunuşumdu. Ruhum ortalıkta geziniyordu. İntihar ettiğim için bir süre Araf’ta bulunacaktım, o yüzden hala dünyadaydı ruhum, nefsim, canım yada ibret alayım diye bırakılmıştı yeryüzünde. İlk başta sevindirici gelmişti, çocukken hep Casper gibi bir hayalet olmayı istemiştim. İnsanlar beni göremeyecekti ama ben onları görebilecektim. Farklı bir hayata başlamıştım. Bu yaşantımdan memnun olmadığım için yeni bir yaşantıyı tercih etmemiş miydim zaten? Garipti, tuhaftı, fantastikti nasıl kabullenebildim peki? Karşıdaki daireye bir gün bir elf kızı taşınsa bile emin olun şaşkınlık ilk üç saniyedir, sonrasında zaten oldu diye alışırsınız. Hayalet olduğumu böyle kabullenebildim. Hatta cazip bile geldi bana.

Sonradan bu cazibe yerini pişmanlığa ve nefrete bıraktı. Şimdi ilk derece yakınlarımın üzülmesi normaldi, sonuçta evde bir ses eksik olacaktı. Diğer derecelerin abartılı hüzünlerine tanık oldum. Komşular arasında gerçekten üzülen vardı ama kendi yaka paça yırtanları çözemiyordum. Apartmana girip çıkarken bile karşılaşmıyorken neydi bu? Yakınlarımdan bile daha çok üzülme, anlayış hali neydi? İlgi çekme? Şeytan “ölünün rantını yemeye başladılar işte” diye geveledi apansızın yanı başımda. Şov başlıyordu. Gerçi ne bekliyordum ki? Ana haberlerden popüler kültüre intiharın övüldüğü, ya da dövüldüğü, satanizme ya da sanatçı duruşuna bağlansa bile diğer ölüm ve tecavüz haberleri gibi toplumsal şovlar haline dönüştüğü bir toplumda ben mi yakasını kurtarabilecektim?

Ama kazık başlangıçta inceydi Cem Yılmaz’ın dediği gibi ve gittikçe kalınlaşıyordu. Evdeki ağıtlar ve ilgi çekme gösterileri bir-iki kişiyle sınırlıydı ama iş okula geldiğinde çığırından çıktı. Üniversiteyi aynı şehirde okuyordum, bu da bana orayı da görebilme imkanı sağlamıştı. Hem evde yaşadığım bu şovdan hem de sıkıntıdan gidebiliyorken bir de okula gideyim dedim. Film orada tam seyirlik olmaya başladı.

İlk başta intiharımın haberinin okulda yayılma süreci başladı. İki kişi arasında gelişiyordu her şey. İlk önce birinden duyuyorlar sonra rutin “inanmıyorum”, “cidden mi”, “hadi ya” gibisinden hayret nidalarıyla gerçekliği soruluyor haber yinelenip intihar haberi tescillenince öyle inanmaya başlıyorlardı. İntihar haberleri böyle yayılır, ilk seferde kimse inanmıyor, ikinci tekrarda inanıyorlar, üçüncü kez teyit ettirenlerde oluyordu. Hatta içlerinden biri “En iyisini yaptı” dedi. O an içinden geldiğinden mi öyle dedi o ortamda maksat marjinallik olsun diye mi dedi bilemedim.

Cenazeme iki gün varken okulda geziniyordum zaman geçsin diye. Birinci gün içerisinde çoktan söylentiler ve efsaneler başlamıştı. Evet bildiğiniz söylentiler, efsaneler yayılıyordu. Tanımadığım insanlarla tanımadığım şeyler yaşamıştım. Ben bilmiyordum ama onlar ballandıra başllandıra anlatıyorlardı. Mesela daha önce sadece “merhabalaştığım” insanlar aslında benim “çok yakın arkadaşlarımmış”. Bu “kankalar”, “Çok büyük derdi vardı” yollu hikayelerle bana yakınlık atfediyorlardı. Ağlayan bile vardı! Şovculuk zihniyeti buralara kadar sirayet etmiş miydi? Hani ölüye saygı, arkadan konuşmama? Şeytan yine “Osmanlıda kaldı o” diye geveledi apansızın. Buna göre anlatılanlara bakılırsa elliye yakın kankam veya yakın arkadaşım vardı. Bunlardan kırkıyla dertleşmişim, on sekizini ölmeden önce aramış ve ağlamışım, dokuzuyla beraber köprü altında içerken ağlamışım, üçünün omzunda ağlamış bir gün sonra intihar etmişim. Söylentiler birbirlerinden etkileniyor ve başka dillerde kendi hayallerine göre öyle yazılıyordu. Sırf Pelin’lerden, Ceren’lerden, Melis’lerden “canım ya” tesellisini duymak için uçkurun dikine giden, şov yapan hemcinslerimin sayısı artıyordu. Ama şov maalesef bunlarla sınırlı kalmadı.

Ertesi gün bu kez kankam olduğunu iddia edenler yoktu piyasada ama sürüsüne bereket söylentiler anlatan yeni nesil Dedem Korkutlar türemişti! Her ağızda bir başka efsane ve söylenti vardı. Şekli şemali değişiyordu ama teması aynıydı. Hazin bir platonik aşk hikayesi! Yüzlerce farklı rivayete girmeyeyim şu şekilde oluyordu. Giriş: Aşık olma, Gelişme: Kıza gidip açılma, Kapanış: Reddediliş ve intihar. Anlatılan hikayeleri bir duysanız neler neler uyduruyorlardı! Hayır insanımızın sözlü gelenekten beslendiği, kış geceleri harlanan şaman masallarının geleneklerinden el aldığı sosyolojik bir gerçek ama yine de bu insanların söylenti çıkarmalarının tek açıklaması olamazdı. İlgi çekmek için yapamayacağı şeyi olmayan insanlar, en iyi hikayeyi ve en başarısız, en platonik acıyı vaadeden hikayeyi anlatmak ve çevreden aferin-ilgi toplamak için yarışıyordu. Tutunmayan ve loser edebiyatı benim intiharıma kadar sirayet etmişti.

Neler anlatılmadı ki? Kıza çok tutkun olduğumdan dem vurmalar, itiraf senaryoları, intihar senaryoları, başarısız kurtarma girişimleri. Anlatıldıkça dinlenildikçe cezbe geliyordu millet. Bunlarda benim payımda yok değildi. İçine kapanık ve fazla göz önünde yaşamayan birisiydim. Beklenmeyen intiharım ve çıkan söylentilerin nedeniyle bir anda yaşasa çok canlar yakacak olan potansiyel bir ıssız adam konumuna getirmişlerdi. Yani söylencelerle birlikte hafızalardaki ben imajı değişmeye başlamıştı. İlk gün ezik, silik ve kader kurbanı bir şahsiyet mevzu bahisti, ben ikinci plandaydım. İnsanların intihar öykülerimi dinlerken akıllarındaki yegane başrol itiraf ettiğim kızdı. Bir sıradanı intihar eden bir kaybedene dönüştüren kız kimdi? Erkekler aferin peşinde koşarken, kızlar hem duygu tatminiyle meşgul oluyorlar, hem de içten içe o meçhul ve hayali dişiye karşı merak ve kıskançlık besliyorlardı. İkinci günde ise hikayelerin seyri değişmiş ben başrole oturmuştum. İntihar ederek aşkını kanıtlama yoluna gitmiş ya da sevdiği kızı bu intiharla onulmaz bir depresyona sürükleyen kindar bir aşık oluvermiştim. Öyle şeyler söylüyorlardı ki ömrü hayatımda aşk meşk meselelerinde dikiş tutturamayan ben bile şaşırıyordum. Ardımda mektup bırakmamıştım aslında ortalık bu denli karışmasın diye. Yazsam daha az efsane uydurulacaktı demek ki!

İkinci günün sonlarına geldiğimde artık efsanelerde ve söylencelerde gayet ciddi, böyle ıssız adam ya da kaybeden ayağına yatan piç(!) ayarında bir şahsiyettim. Ama karşımdaki kız öyle biriydi ki, öyle bir insandı öyle bir afetti ki işte onun aşkı böyle bir kahraman(!) ortaya çıkartmıştı! Gün sonunda doğru aşık olduğum hayali sevgili yeniden önplana çıkmıştı. Hikayenin de seyri değişmişti. Şimdi anlatılanların ortak noktası şuydu. Ortada hiç bir kimseyi iplemeyen bir tek aşık olduğu kız ve aşkı olan bir adam vardı. İdeal bir aşıktı, tüm kızların kafasındaki ideal sevgiliydi. Aşık olduğu kız ise böyle bir adamı intihar ettiğine göre gerçek bir afet olmalıydı. Zira üniversiteliydik, bize sunulan rol modellerinde ıssız adam, kaybedenler kulübü tarzı triplere girmek bazılarımızı için özenilecek şahıslar olmaktı. Bende işte ilk söylencelerin etkisiyle bir ıssız adam oluvermiş, hayali kız bir kenara itilmişti. Ardından da kızın yaptırabildiği bu intiharın ışığında şu mantığa ulaşmışlardı. “Ulan bu çocuk kaybeden ayağına yatıp, romantik tipleme biriyse ve intihar ettiyse bu kızda gerçekten bir numara var!” İşte böylece bu kez aşık olunan o afeti devran söylentilerin odak noktasıydı.

Aynı gün başka şeyler daha olmuştu. Bu tür durumları iyi değerlendirebilmiş başarılı bir kurnaz olan okulun edebiyat dergisinin başyazarı olan bir çocuk özel bir fanzin yazmıştı. Fanzin benim yazdığım şiirlerden oluşuyordu! İlk duyduğumda lisede felan yazdığım şiirlerin bir antolojisi sandım ama açtığımda bunlarla alakası olmadığını gördüm. Ben hayatımda ders ödevi dışında zerre şiir yazmış adam değilim, şiir de sevmem. Adam kendi şiirlerini yazmış altına adımı soyadımı ve onları yazdığım muhayyel tarihleri yazmıştı. Böylece voliyi vurmuştu! Zira bu hareketiyle bu kez ilgi odağına o oturmuştu. Üstelik öyle bir oturmuştu ki öyle bir hokkabazlık yapmıştı ki düşman başına. Adamın yazdığı şiirler öyle basit ve kötüydü ki, beşinci sınıf duygusal aforizmalar yazan bir siteye koysanız okunmazdı. Ama intihar eden bir ideal aşık yazınca ister istemez baş tacı edilmişti. Kimse anlamasa da dinlemese de, kafasından bir mana çıkarıyor, bunu yanındakiyle paylaşıyor ardından benim intiharımdan nemalanıyordu. Ne leş sürüsüymüş bu insanlar dedim kendi kendime. Sahtekarlığı yapanda, bu hokkabazlığı yiyende ekmek yiyordu, intihar ettiğime bir kez daha lanet okudum.

Gün döndü akşam oldu. Cenazem kılınacaktı, işlemlerden sonra getirdiler kabir başına beni. En son söylenceler o noktaya gelmişti ki cenazeme tanıyan tanımayan doluşmuştu. Üç-dört tane kızın ağladığını gördüm. Meğerse o hayali aşıklar onlarmış. Öyle bir sövdüm ki bu insanların ikiyüzlülüklerine! Ölüden de medet umulur mu be kardeşim! Hoş şamanist kafa, adamlar diyanetin uyarılarına rağmen çaput bağlamaktan çekinmiyorlar kime diyorsam! Kızları tanısam içim cız etmeyecekti, uzaktan gördüğüm insanlardı alakaları yoktu benimle. Ne iştir ne sahtekarlıktır bu derken cenazede kavga çıktı. Hayali sevgilim olduğunu iddia eden iki kız birbirine girdi. O noktada bu televizyondaki BBG türü yarışmalardaki sürekli kavga olayının da sırrını çözmüştüm. İlgiyi çekmek reyting gibi bir şeydi ve benim için değil hayali ben için iki kız kavga ediyordu.

Yine tuttum sabırla kendimi. O son hareketi yapmasalar ne güzel geçip gidecektim bu dünyadan. Yani bu yapılanları unutup cenaze sonrası dünyadan göçecektim ruhumu başka bir yere taşıyacaktım. Sonra “o” geldi. Okulumuzda güzelliği ve edasıyla bilinen, üst sınıflardan bir hanım kişi vardı. Tanımışlığım yoktu, ama herkes kadar bilirdim. Hatta bir gün kendisine bakmamı yanlış anlayıp yanındaki arkadaşına “ne sanıyo ki kendini neyine güveniyoğğ yağni” gibisinden çemkirmişti. Aha o işte şimdi mezarımın başında ağlıyordu. Söylentide son nokta tamamlanmıştı. Başka kim olabilirdi zaten? O üç ayrı kız yaptıkları kavgayla rezil olduğuyla kaldılar, söylencelerdeki yerini alan o popüler kız ise galip bir şekilde mezarımın başında topluma poz verircesine ilgi çekmeye uğraşmaktıydı. Efsanelerdeki afetin o olduğunu tescilletmişti. Ulan demek ki toplum dedikleri buydu. Ölüden ve inithardan medet uman leçi akbabalar sizi!

Allah halime acıdı bir hal geldi bana. Mezarda açtım gözlerimi. Topraklar tazeydi. Nasıl bir hırsla çıktıysam oradan kızın gırtlağına yapışıverdim. Ortalık karıştı bir anda. Bayılanlar, altına yapanlar, kaçanlar, dua okuyanlar, duayı unutup sadece çığlık atanlar millet birbirine girdi çil yavrusu gibi dağıldılar. O şovcu kız, o ölüden medet uman akbaba bayıldı kaldı ellerimde. Üstümde kefenle çıktım topraktan aldım elime kazmayı bu leçilerin üzerine yürüdüm! Bende şaşırdım o ara öldüğüm halde dirilmeme!

Olaylar durulunca doktora gittik. Bana bunun bir tür katatoni hali olduğunu aslında ölmediğimi, yanlış anlaşılmayla iki gün morgta tutulduğumu, kalbimin bir an durduktan sonra çalışmaya başladığını söyledi! Ruh olarak dolaşmamı, gördüklerimi anlattım. Ölü olduğumu bildiğim halde birçok gelişmeyi bildiğimi söyledim. Bilimsel milimsel dedi susturdu beni. Bende tımarhaneyi boylamaktansa susmayı tercih ettim.

Okula döndüğümde kimsenin yüzüme bakamadığını gördüm. O ölüden medet umanlar şaşkın ve korkmuş gibiydi. Tam yeni efsanelerden kurtuldum derken bu kez yeni söylencelerin ilgi odağıydım. İki türlüydü bunlar. Birincisi benim mezarından kalkan bir hortlak olduğum yönündeydi. İkincisi ise o kızın beni aldattığı benimde intikam almak için ölümden döndüğüm şeklindeydi. Kısacası bunların yazarlık merakı, ozanlık merakı bitmedi.

Sen misin intihar eden…

Mehmet Berk Yaltırık

Tarihçiyim ve yazarım. Tarihi korku hikâyeleri yazıyorum. Çeşitli internet sitesi ve fanzinlerde, çeşitli inceleme yazıları ve hikâyelerim yayınlandı. “Anadolu Korku Öyküleri-2”, “Gio Ödülleri 2013 Seçilmiş Öyküler”, “Güçoburlar” ve “Seyfettin Efendi ve Esrarengiz Hikâyeleri-1” çalışmalarında yer aldım. “Türk Kültüründe Hortlak-Cadı İnanışları“ adlı bir akademik makalem de mevcut.

Bir Müntehirin İtirafları” için 2 Yorum Var

  1. Selamlar üstat!

    Bu defa ters köşe yapıp farklı bir üslupla bizlerle olmuşsun. İyi ki de olmuşsun. Bu tarz hicivleri okumayı pek severim çünkü. İçinde bulunduğumuz hali gayet başarılı bir şekilde özetlemişsin. İnsana cidden “Sen misin intihar eden…” dedirtecek cinsten bir durumdayız. Çocuk mezardan fırlayıp kızın boğazına sarıldığında sadistçe gülümsedim açıkçası.

    Bunların dışında bağlaç olan “de”lerde ciddi problem var. Özellikle “bende”lerin çoğu yanlış kullanılmış. Buna dikkat etmeni öneririm naçizane. Başka bir olumsuzluk gözüme çarpmadı.

    Sonuyla ilgili bir “katatoni” vakası değil de, ciddi bir “yeniden doğuş/dirilme” hali görmek isterdim ben. Öylesi daha kanlı olabilirdi. :p

    Kalemine sağlık abi, gayet başarılıydı.

  2. Hahaha 🙂

    Harika bir öykü olmuş üstadım, okurken inanılmaz keyif aldım. Bu ay pek çok hikaye okudum ama senin yazdığın en sevdiğim iki öyküden biri oldu gerçekten de. Değişik bir üslup kullanman, bize yakın bir zaman dilimini kullanman da ayrı bir tat katmış, bu tarz öykülerde de gayet başarılı olduğunu görme fırsatı vermiş. Çok da iyi olmuş.

    Kalemine sağlık üstadım.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *