Öykü

Eskişehir’e Giderken

– Rahmetullah Koç’a,
Muhterem’in hikayesine inanmasaydı, Fatih’in hikayesi olmazdı.

Sağında bir orman vardı. Güzel bir orman değil. Çok daha güzelini görmüştün yüz kilometre önce. Yaşaltı Ormanı derdi köylüler ona. Bilmemkaç yüzyıllık ağaçlar, hepsi göklere kadar uzanıyor. Yağmur yağdığı zaman yere düşmez, o kadar sık. O yüzden Yaşaltı. Kim bilir kaç kez geçtin içinden. Senede iki yüz defa belki. Raylarda doğdun, raylarda öleceksin. Bir ömrün geçti bu hatta, hala şaşırırsın yeşilin bu kadar çok tonu olabildiğine.

Yataklı vagonları hep çok sevdin. Artık hep kuşetli oluyor. İnsanların neden bunu tercih ettiğini hiç anlamadın. Yataklı vagonda yattı mı insan pencereden akıp giden hayatı görür. Kaç yaşında olursa olsun çocukluğuna döner, beşiğinde, annesinin bacaklarında, kucağında sallandığı, gözünün önünde hayatın sallandığı anlara. Mışıl mışıl uyur insan yataklı vagonda. Kuşetlide değil.

Yemekli vagonların da yeri ayrıydı sende. Ne hikayeler işittin o vagondan kulağına çalınan. Neşesi hiç bozulmazdı insanın orada. Ne biraya, ne şaraba, ne yemeğe verdiği parayı düşünürdü insan. Güzel de olurdu yemekleri. Tek derdin pencerelerdi. Gece olup da dışarıya karanlık çöktü mü içerinin aydınlığından manzara görünmez olurdu. İnsanlar camdan yansımalarını görürlerdi. İnsanlar yansımalarını görmeyi sevmez.

Adını neden Fatih koyduklarını çok düşünmüştün; ama bir türlü öğrenemedin. Belki annen baban hayatta olsaydı sorardın; ama onları hiç görmedin bile. Doğduğundan beri yalnızsın.

Annenin Paris’te doğduğunu biliyorsun. Zamanında İstanbul’a gelip gidiyormuş sürekli. Babanla da böyle tanışmışlar. Onun işi İstanbul’la bağdat arasında gidip gelmesini gerektiriyormuş. Birbirinden çok uzak iki uçtan gelip bulmuşlar birbirlerini. Hep istersin onları tanıyabilmiş olmayı. Bazen üzer bu seni.

Haydar Amca’n anlattı sana onları hep. Senin için de zaten bir babaya en yakın olan şeydi. Haydar Amca eski İstanbul’u, olup biteni, gelen geçeni hep bilirdi. Herkesin öyküsü vardı onda. “Paşa!” diye seslenirlerdi ona. Sen de gururlanırdın öyle dediklerini duydukça. Heybetlenirdi gözünde.

Birkaç saat önce İstanbul’dan çıkarken gördün en son Haydar Amca’yı. Mutsuz görünüyordu; ama neyin var diye sormadın. Birkaç ay önce rahatsızlanmıştı. Çok ateşi çıkmıştı. O zamandan beri pek toparlanamamıştı, canı sıkkındı hep. Ona yordun. Bilmiyordun onu bir daha göremeyeceğini. Bu yolculuğun onun için de senin için de son olduğunu.

Sevmiyordun zaten ne zamandır bu yolculukları. Son yıllarda bir hızlı tren furyasıdır gidiyordu. Biliyordun altındaki rayların bunu kaldıramayacağını, kazalar da olmuştu. Acelesi olan uçağa binsin diye düşünürdün hep. Yoruyordu seni böyle yolculuk etmek. Daha yavaş, daha temkinli, daha sakin gitmek istiyordun.

Makinistin biriyle konuştuğunu duydun. Amcasının oğlu muydu neydi? Sıkılmasın diye yanında gidiyordu.

“Boğaziçi’yle Başkent Ekspresi varmışlardır herhalde” dedi.

“Niye değiştiriyorlar trenleri amca?” dedi yeğeni. Çıktığına emin olduğu onbeş yirmi sakalını sıvazlayarak.

“Haydarpaşa’yı yeniliyorlar ya. Bunları da yüksek hızlı trenlerle değiştirecekler.” dedi makinist önündeki konsola elini koyarak.

İçinde, ta derinlerde bir sıcaklık hissettin.

“Yazık olacak buna da. Çok hizmet etti” diye iç geçirdi makinist.

“Müzeye falan koysalar bari?” dedi yeğeni. “Yok muydu Eskişehirde tren müzesi?”

Başını salladı makinist. “Güney Ekspresi gitti… Anadolu Ekspresi gitti… Fatih Ekspresi’ni de gönderirler. Koymazlar müzeye falan. Onlar için antika değil, hurda.” dedi.

“Sahi…” diye başladı söze yeğeni, daha fazla duymak istemiyordun. “Ne olacak bu trene?”

Eskişehir’e varmak üzereydin ve korkuyordun.

A. Orçun Can

Alanya’da doğdu. Uzun süre Ankara’da, bir süre de Londra’da yaşadı. Uluslararası İlişkiler ve Sinema-Televizyon alanlarında öğrenim gördü. Kitapları Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkıyor, öyküleri Kafasına Göre Dergi ve Kayıp Rıhtım’da yayımlanıyor. Şu an İstanbul ’da yaşıyor; metrolara, çift satır aralığına, kablosuz teknolojiye ve kırmızıya ilgi duyuyor.

Eskişehir’e Giderken” için 7 Yorum Var

  1. Çok güzel olmuş,kalemine kuvvet,yüreğine sağlık.Ben de çok özleyeceğim.Ankara-İstanbul yataklı trenlerini.Benim için uçaktan veya en lüks seyahat aracından daha güzel olarak kalacak.

  2. Böyle öyküleri gerçekten çok seviyorum. Kısa yazmayı -Dostoyevski yüzünden- başaramayan biri olarak kısa hikaye yazan insanlardaki yeteneğe hep imrenmişimdir.

    Çok güzel bir öykü olduğunu söylemeye gerek yok, zaten bunun farkındasındır. Haydar Amca olayı, annesinin Paris’te doğmuş olması gibi kendini belli etmeyen ipuçları çok zekiceydi. İkinci tekil şahıs anlatımını kullanmak, belki de bir treni anlatmak için en uygun bakış açısıydı. Kim bilir…

    Tebrik ediyorum.

  3. Selamlar Fiddler,

    Öykünüzü çok beğendim, dersem çok sıradan olacakmış ve öykünü ne kadar beğendiğimi tam olarak ifade edemeyecekmişim gibi geliyor. Bu kısalıkta bir öykü bu kadar iyi olurdu.

    Öykünün en sevdiğim yanlarından biri -belki de en sevdiğim yanı- ikinci tekil şahısla yazılmış olması. Sık öykü okumam -hatta hiç okumam- bu tür yaygın mı bilmiyorum; ama sizdeki duruşunu görünce… not ettim, ileride kullanacağım. Finali de zaten ayrı bir güzeldi.

    Bakıyorum, bakıyorum… eleştirilecek bir kısım yok. Tebrikler, bu öykünüzü “Pazuzu” dan bile çok sevdim.

    Başarılarınızın devamı dileğiyle.

  4. Kısa ama etkileyici bir öykü. Göndermelerle bezenmesi iyi olmuş. Tek sorun Bağdat’ın küçük yazılması olmuş.

  5. Acelesi olan uçağa binecek tabii ya, adam olsun biraz. O korkuyu ben hanidir yaşıyorum, hislere tercüman olmuşsun yine. Böyle yazılardan sonra ben susuyorum ya, konuşasım gelmiyor hiç.

    Çalan harika bir şarkının ardından sonlanan play list sessizliği var üstümde. Düşüne sağlık.

  6. Yataklı vagonların tadını hiçbir zaman alamayacağım sanırım. Fakat en azından, betimlemelerinle hayalimde canlanmasını, aslında ne kadar zevkli geçtiğini, çocukluğa dönüş araçlarından bir tanesi olduğunu gösterdin. Bunun için teşekkürler.

    Kalemine, ruhuna sağlık.

  7. Selamlar Orçun,

    Bunca güzel yorumun üzerine benim geç gelen birkaç satırımın kıymeti olur mu bilmem ama benim de hikayeni çok beğendiğimi söylemek istedim. Haydar Paşa benzetmesi başta olmak üzere yataklı vagonlara ait betimlemeleri, cam yansıması rahatsızlıkları ve tabi ki de farklı anlatım tarzıyla kalbimi fetheden bir öykü oldu benim için.

    Kalemine ve hayal gücüne sağlık.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *