Öykü

Olduğu Yerde Duran Şeyler Sanatı

Havada naftalin kokusu vardı. Sanki tüm salon bir dolap çekmecesi gibiydi.

‘Daha yaşlı birini bekliyordum’, dedi içerden bir ses. ‘Hoş, kimsenin ilana cevap vermesini beklemiyordum ya.’

İlana cevap veren adam suç üstünde yakalanmış gibi kendini toparladı. Daha yaşlı birini bekleyen adam elinde iki büyük bardakla içeri girdi.

‘Buzlu çay. Ev yapımı,’ diye açıkladı bardağı uzatırken.

Ev yapımı buzlu çay… diye düşündü ilana cevap veren adam. Bu evle ilgili her şey bir filmden fırlamış gibi geliyordu ona. Duvarlar, şömine, yerdeki halı, karşısındaki adam… ve tabii ki eline tutuşturulan ev yapımı buzlu çay. Bardaktaki buzlar birbirine çarpıyor, çınlıyordu.

‘Oturalım istersen,’ dedi daha yaşlı birini bekleyen adam. Şöminenin önüne nizamla yerleştirilmiş iki berjeri gösterdi.

‘Zorunda kalmadıkça oturmamaya çalışıyorum,’ dedi ilana cevap veren adam. ‘Oturmak postür için hiç iyi değil.’

Daha yaşlı birini bekleyen adamın gözleri parladı.

‘Henüz o kadar evrilmedik,’ diye devam etti ilana cevap veren adam.

‘Efendim?’ diye sordu daha yaşlı birini bekleyen adam dalgınlıkla.

‘Altı milyon yıl önce iki ayak üstünde durmaya başladık. Altı miilyon yıldır tüm işlerimizi ayakta yapıyoruz. Masa başı işler çıkalı daha 200 yıl olmadı. Artık daha önce hiç olmadığı kadar uzun süre oturuyoruz ve henüz bunun için evrilmedik.’

Daha yaşlı birini bekleyen adam pür dikkat dinliyordu. Dinleyici bulmak ilana cevap veren adamın hoşuna gitmişti.

‘Sadece üç saatte bir yirmi dakika ayağa kalkmak bile, kalp krizi riskini yüzde elli azaltıyor. İnanabiliyor musun?’

‘Biraz abartılı geldi.’

‘Yani… Yüzdesini tam hatırlamıyorum. Abartmış olabilirim; ama doğruyu söylüyorum.’

Buzlu çaydan büyük bir yudum aldı. Ağzına taze nane, zencefil, ve pahalı toz şeker tadı geldi. Duvarları incelemeye başladı.

‘Özellikle beğendiğin bir tane var mı?’ diye sordu daha yaşlı birini bekleyen adam.

İlana cevap veren adam eliyle gösterdi. ‘Şuradaki çok hoşuma gitti. Nedir o? Kartal mı? Şahin mi?’

‘Mısır akbabası.’

‘Akbabaların kafası kel olur sanıyordum.’ Eliyle hala işaret ediyordu. Duvara monte edilmiş ağaç dallarının üstüne tünemiş gibi duran kabarık beyaz tüylü, yırtıcı bir kuş vardı. Küçük kafası ve gagasını onlardan yana doğrultmuş, onaylamaz şekilde bakıyordu.

‘Aslında buralarda en çok görebileceğin akbaba türü…’ diye açıkladı daha genç birini bekleyen adam.

İlana cevap veren adam gözlerini akbabadan alamıyordu. ‘Hiç bu kadar gerçekçi olacaklarını düşünmemiştim. Yani, bilirsin işte. İnsan filmlerde görüyor, okuyor; ama peluş diye düşünüyor. Yakından bakınca…’

‘İşin sırrı gözlerde,’ diye böldü sözünü daha genç birini bekleyen adam. Yüzünde bir gülümseme vardı. ‘Gözlerinin kaliteli olması çok önemli. Almanya’da bir adamım var. Koleksiyonun her bir parçası için, özel olarak üretiyor gözleri.’

‘Çok pahalı olmalı.’

‘Eh, bu taksidermi. Ölen köpeğin için yas tutmaktan öte bir şey yapıyorsan, paraya kıyıyorsun.’

‘Ben de onu merak ediyordum’ dedi ilana cevap veren adam. ‘Bir insan taksidermiye nasıl başlar? Niye başlar?’

‘Bilmem.’

‘Sen nasıl başladın?’

‘Büyük halam… Annemin halası… Küçükken onun evinde yaşardık. Az kullandığı eşyalarını, kışlıklarını koyduğu bir oda vardı. Bir çekyat vardı odada. Akşamları orada uyurdum. Tüm o tırıvırının arasında bir tane de kara kedi vardı. Geceleri bazen canlanıp üstüme atlayacak sanırdım. Büyük halaya o kedinin nereden geldiğini hiç soramadım; ama zamanla alıştım o hayvana.’

İlana cevap veren adam eliyle duvarlardaki diğer hayvanları gösterdi. Bir ayı ve bir geyik kafası yan yana duruyordu. Başka bir duvara sağlam bir raf konmuştu. Deyimlerdeki gibi kurnaz görünen bir tilki – tilkilerin o kadar küçük hayvanlar olduğunu ilk kez fark ediyordu – birbirine hiç benzemeyen üç sincap ve bir de büyük bir fareye, ya da bir porsuğa benzeyen bir kemirgen vardı. ‘Bunları alıyor musun? Yoksa sen mi yapıyorsun?’ diye sordu.

‘Tabii ki hazır almıyorum. O zaman bir anlamı kalmazdı değil mi?’ Daha yaşlı birini bekleyen adam gücenmişti. ‘Onunla vakit geçirmelisin. Postun içinde bir can olduğunu anlamazsan, o postun içini dolduramazsın.’

Gözleri odanın karşısında, yerde duran av köpeğiyle, yanındaki yaban domuzuna takıldı. Duruşları mıydı, bakışları mıydı bilmiyordu; ama ikisi arasında bir bağlantı vardı.

‘Avcılıkla da ilgileniyorsun yani…’ dedi.

‘İlgi diyemem. Hobinin bir gerekliliği. Markete gidip raftan seçebildiğin bir şey değil sonuçta.’

İlana cevap veren adamın buzlu çayı bitmişti. Daha yaşlı birini bekleyen adam da fark etti. ‘Atölyeye geçelim mi?’ diye sordu.

İki adam ayaklandı. Salondan çıkıp, koridor boyunca yürüdüler. Koridorun sonunda dönen merdivenden aşağı doğru inmeye başladılar. Seri katillerin de böyle evleri olurdu diye düşündü ilana cevap veren adam. Düşüncelerini daha yaşlı birini bekleyen adamın sorusu böldü.

‘İlana niye cevap verdin? Böyle şeylere çok ilgi duyuyormuş gibi görünmüyorsun.’

‘İlginç olan her şeyle ilgilenirim aslında. Bilmiyorum… ilanı gördüm ve ne çıkacağını merak ettim. Ne yalan söyleyeyim, başta şaka sandım ilanı.’

‘Dalga geçmek için çok arayan oldu.’

‘Yani, garipti. Bilmiyorum ne kadar garip olduğunun ne kadar farkındasın; ama birkaç sene önce bir haber çıkmıştı hatırlıyor musun? Almanya’da bir adam internetten ilan vermiş, birini pişirip yemek için. Ve biri de o ilana cevap vermiş ve gerçekten o adamı yemiş. Öyle bir gariplik.’

‘Seni zorla tutmuyorum. İstemiyorsan gidebilirsin-‘

‘Hayır, hayır. Sadece dışarıdan bakınca nasıl durduğunu görebilesin diye söylüyorum. Sen, gerçek bir insanın dersini yüzüp, bir makete giydirmekten bahsediyorsun.’

Dönen merdivenlerden inip atölyeye geldiler. Duvarlar iyi aydınlatılmıştı. Her tarafta endüstriyel teçhizat vardı. Bir atölyeden çok gasilhaneyi andırıyordu. Ortada büyük bir metal sedye, karşıda metal kapaklı büyük bir dondurucu vardı. Duvara dayalı masanın üstünde türlü türlü alet vardı. Üstünde duvara asılı bir sıra halinde bıçaklar duruyordu. Onun da üstünde bir raf, üstü etiketlenmiş kavanozlarla doluydu.

‘Dalga geçiyor olmalısın,’ dedi ilana cevap veren adam. ‘İşte bundan bahsediyorum. Burada bir adamı öldürebilirsin. Ve sonra gidip dışarıdan yeni birini bulursun, ve onu da öldürürsün ve bu böyle devam eder. Tam teşekküllü bir seri katil olabilirsin, ve kimsenin ruhu duymaz.’

‘Ne yaparsın, pis bir iş. Hayvanı hazırlaman gerekiyor. Çoğu zaman öldüğü gibi dolduramıyorsun. Hazır olana kadar bekleyecek. Dondurucu onun için. Sincaptan boz ayıya kadar bir sürü hayvanla uğraştım. O yüzden çalışacak geniş bir yer, geniş bir masa da lazım. Postu çıkarmak başlı başına bir iş. İnce işçilik için ayrı bıçaklar olması gerekiyor. O postu bir kez çıkarınca tuzlamak, bekletmek zorundayım. Kaç çeşit kimyasal sürüyorum bozulmasın diye. Buradaki her şeyin bir amacı var yani.’

‘Tabii, öyle kesip biçmeyle olmuyordur. Püf noktaları var değil mi?’

Daha yaşlı birini bekleyen adam masaya doğru gitti. Duvara asılı bıçaklardan bir tanesini çekti. İnce bir fileto bıçağını tutuyordu elinde. ‘Birkaç inceliği var tabi…’ dedi. ‘ama sanıldığı zor değil aslında. Önemli olan nereden başlayacağını bilmekte.’

İlana cevap veren adama doğru yürürken, elindeki bıçakla havada düzgün ve nazik bir kesik açtı.

‘Bak bu şekilde, karından başlıyorsun. Göğüs kafesinin bittiği yerden, tam ortadan, yukarıdan aşağıya doğru uzunca keseceksin. Kesinlikle enine değil! Boyuna. Tek bir kesik.’

‘Kan ne olacak?’ Keserken her yere kan sıçrayacak olması ilana cevap veren adamın midesini bulandırdı. Midesinin bulanmasına şaşırdı.

‘Kanı merak etme. Görmeyeceksin bile. Yani, şimdiye kadar o kadar hayvanla uğraştım; hiç kan yoktu. Delmiyorsun sonuçta. Kesinlikle delmek yok! Deriyi yüzüyorsun, soyuyorsun yani. Kan çıkacak bir yer yok. Bunun da farklı olacağını sanmıyorum. Karında uzun bir kesik, ve oradan soymaya başlıyorsun.’

Şimdi ikisi de ortadaki metal sedyenin önünde, hayali bir insan bedeni üzerinde çalışıyordu.

‘Sonrası kolay,’ dedi daha yaşlı birini bekleyen adam. ‘Kafaya gelene kadar sıkıntı çekmeden, rahatça soyulur deri; ama kafaya gelince çok dikkatli olmak lazım. Orada maket bıçağı da kullanırım o yüzden.’

Anladığından emin olmak istercesine ilana cevap veren adama baktı. İlana cevap veren adam dikkatini sedyedeki hayali vücuda vermiş, daha yaşlı birini bekleyen adamı dinliyordu.

‘İnsanların ilk bakacağı şey o. Yüzüne, gözlerine, ağzına bakacaklar. Bu yüzden kafanın iyi yüzülmüş olması çok önemli.’

‘Bunu istediğimden emin değilim. Yani ilanda iyi, hoştu ama…’

Daha yaşlı birini bekleyen adam elindeki fileto bıçağıyla ilana cevap veren adama döndü.

‘Bu sadece bir bıçak…’ dedi sakince. Bıçak tutmayan eliyle ilana cevap veren adamın elini tutup kendine yaklaştırdı. ‘Bu beden sadece bir kılıf… İçinde bir can varmış gibi düşünme. Bunu bir proje, elişi faaliyeti olarak düşünürsen çok daha rahat edersin. Merak etme.’

İlana cevap veren adam elini kurtarıp bir adım geri gitti. ‘Polislerle ilgili de bir sorun çıkmayacağına eminsin değil mi?’

‘İlanda da yazdım. Açık ve net yazılmış bir intihar mektubu, altında imza.’

‘Ya miras mevzuu? İlana büyük para yazmıştın.’

Daha yaşlı birini bekleyen adam bir kez daha ilana cevap veren adama yaklaştı. ‘Hepsi hallolacak. Sözümden caymayacağım. Bunun benim için de ne kadar önemli olduğunu tahmin edebiliyorsundur.’

‘Tamam o zaman,’ dedi ilana cevap veren adam. ‘Ne zaman yapıyoruz?’

Daha yaşlı birini bekleyen adamın gözleri parladı. ‘Haftaya bugün. Aynı saatte burada ol,’ dedi. Fileto bıçağını aldığı yere yerleştirdi.

‘Geç kalmaman çok önemli. Ben yaklaşık bir saat önce intihar etmiş olacağım. Geldiğin gibi işe koyulman lazım.’

‘Bir saniye. Seni nasıl taşıyacağım buraya?’

‘Onları hiç düşünme. Ben burada yatıyor olacağım. Üzerimde giysilerim de olmayacak. Gerekli aletleri de teker teker yanına dizerim. Senin işini kolaylaştırmak için elimden geleni yapacağım. Sen sadece söylediklerimi anladığından emin ol. Düzgün bir şekilde postu çıkarmaya bak. Sonra deriye ne yapacağını sırasıyla, madde madde yazacağım. Oradan bakarsın.’

Atölyenin ışıklarını söndürüp dönen merdivenlerden yukarı çıkmaya başladılar.

‘Bunu neden yapıyorsun?’ diye sordu ilana cevap veren adam.

‘Ben türleri toplarım,’ diye cevap verdi daha yaşlı birini bekleyen adam. ‘Ve bu parça, özellikle bulması zor bir parça. Her taksidermist bunu yapmak ister miydi bilmiyorum; ama herhalde çoğu yapılmışını görmek isterdi.’

‘Madem katkı olsun istiyorsun, bir müzeye, üniversiteye falan bağışlasaydın ya?’

‘Hayır,’ diye kestirip attı daha yaşlı birini bekleyen adam. ‘Onlar vücudumu bilim için feda ettiğimi düşünür. Bu bilim değil. Sanat. İnsanların işine yaramak istemiyorum.’

Merdivenleri tırmanıp koridora ulaştılar. Daha yaşlı birini bekleyen adam dış kapıyı açtı. Ayakkabılığın üzerinden bir set anahtar aldı, ilana cevap veren adama uzattı.

‘Görüşmek üzere,’ dedi ilana cevap veren adam çıkarken. Birkaç adım atıp durdu. Arkasını döndü. ‘Dur, bir saniye. Haftaya gelince seni göremeyeceğim. Yani, göreceğim de, elişi projesine dönüşmüş olacaksın.’

Daha yaşlı birini bekleyen adam boş gözlerle ilana cevap veren adama baktı. Gülümsedi. Gülmeye başladı. Kapının dışına çıkıp kolunu ilana cevap veren adama attı. İlana cevap veren adam, daha yaşlı birini bekleyen adama sarıldı.

‘Tanıştığımıza çok memnun oldum,’ dedi. Arkasını döndü. Akşam güneşini karşısına alıp yürümeye başladı. Havada yeni biçilmiş çim kokusu vardı.

A. Orçun Can

Alanya’da doğdu. Uzun süre Ankara’da, bir süre de Londra’da yaşadı. Uluslararası İlişkiler ve Sinema-Televizyon alanlarında öğrenim gördü. Kitapları Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkıyor, öyküleri Kafasına Göre Dergi ve Kayıp Rıhtım’da yayımlanıyor. Şu an İstanbul ’da yaşıyor; metrolara, çift satır aralığına, kablosuz teknolojiye ve kırmızıya ilgi duyuyor.

Olduğu Yerde Duran Şeyler Sanatı” için 4 Yorum Var

  1. Hikayeyi çok beğendim özellikle diyaloglar çok başarılıydı.
    Biraz Kenan Yarar’ın sayko hikayelerini anımsatıyor, bunu eleştiri olarak değil övgü olarak söylüyorum 🙂

    Beni tek rahatsız eden şey farklı bir tat olmasına rağmen; daha yaşlı birini bekleyen adam, ilana cevap veren adamların çok fazla olmasıydı 😀

  2. “Sanki tüm salon bir dolap çekmecesi gibiydi.” burada anlatım bozukluğu olduğunu düşünüyorum. “Sanki” ve “gibi” az çok aynı anlama geldiği için sanırım aynı cümlede bu şekilde kullanılmamaları gerekiyor.

    “Bu evle ilgili her şey bir filmden fırlamış gibi geliyordu ona. Duvarlar, şömine, yerdeki halı, karşısındaki adam… ve tabii ki eline tutuşturulan ev yapımı buzlu çay.” Anlatım tarzına karışmaktan hoşlanmam fakat burada neyi tercih edeceğimi belirtmek istedim. Karakterin bu tarz bir hissiyatını belirttikten sonra sebeplerini sıralaman “o karakterin zihninden olayları yüseyrediyormuş ve öykünün içinde yaşıyormuş” hissiyatını yaşamamı engelledi. Önce gözlemi sonra yargıları yazman veya önce sezgiyi sonra, aklın konu üzerine düşünmeye başlamasıyla fark edilen gerekçeleri yazman daha tercih edilesi olurdu benim için.

    “Bardaktaki buzlar birbirine çarpıyor, çınlıyordu.” ne amaçla yaptığını bilmiyorum ama buradaki betimlemen, şok halindeki karakterlerin zihinlerinin konu dışındaki ufak ayrıntılara aşırı yoğunlaşmasını anımsattı bana. Ki burada böyle davranan birisinin biraz sonra evrimle ilgili konuşarak daha yaşlı birini bekleyen adamı şaşırtması, karakterin uyum sağlama yeteneğini ve zekasını gösterdi gibi oldu. E, bu kadar seki bir karakterden “değişik”fikirler duymak da beklenen bir şeydi zaten. Sevdim.

    “‘Büyük halam… Annemin halası… Küçükken onun evinde yaşardık” evet, diyaloglar çok gerçekçi yazılmış. Kelimelerin seçiliş sırası, çoğu bu durumda kalan insanın düşünürken aklından geçirdiği sıra ile aynı ki iki kişi arasındaki sözcüklerle ifade edileni anlayarak cevap vermenin ötesinde, sezgiyle bir şeyleri kavrayıp da cevap vermeleri durumu onların birer öykü karakteri değil de gerçek birer insan olduğu hissiyatını rahatlıkla uyandırmış. Akıllılar ve bunu kullanarak kendilerince hareket ediyorlar. Kendi zekanı ve kişiliğini, karakterlerinkini birbirinden izole etmeyi başarmışsın. Tebrikler.

    Diyaloglarda bahsedilen şeyleri çok iyi seçmişsin. Öykünün geçtiği diyarı çok güzel ve sinsice yediriyor okuyucuya. Özellikle daha yaşlı birini bekleyen adamın küçocukluğunda kedi ile olan iliskisini anlatışı… Onun için doğal olan şey bizim için de o kadar doğal oldu ki…

    “‘Tabii ki hazır almıyorum. O zaman bir anlamı kalmazdı değil mi?’ Daha yaşlı birini bekleyen adam gücenmişti. ‘Onunla vakit geçirmelisin. Postun içinde bir can olduğunu anlamazsan, o postun içini dolduramazsın.’

    Gözleri odanın karşısında, yerde duran av köpeğiyle, yanındaki yaban domuzuna takıldı. Duruşları mıydı, bakışları mıydı bilmiyordu; ama ikisi arasında bir bağlantı vardı.” tam meslek ahlakına uygun yaşayan esnaf tavrı. Sevdim.

    “Şimdi ikisi de ortadaki metal sedyenin önünde, hayali bir insan bedeni üzerinde çalışıyordu.” başlangıçta konulurken oraya doğru yöneldiklerini belirtmemen beni rahatsız etmişti ufak da olsa fakat fark ettim ki konuşurken dangınca yapılan bir harekettir konuyla ilgili olabilecek(veya olamayacak) bir yöne doğru seyretmek. Özellikle de bir konuda, o konunun uzmanı olan birisinden ilginç bir ders alıyorsan… Güzel olmuş. Ince çalışmışsın.

    Daha yaşlı birini bekleyen adam “‘Onunla vakit geçirmelisin. Postun içinde bir can olduğunu anlamazsan, o postun içini dolduramazsın.’” demişti yukarıda bir yerlerde. İşinin ehli, ahlaklı ve dürüst bir sanatçı gibi gelmişti bana. Yalan söylemeyecek birisi. Ama sonradan(belki ilana cevap veren adamı sakinleştirmek için) “‘Bu sadece bir bıçak…’ dedi sakince. Bıçak tutmayan eliyle ilana cevap veren adamın elini tutup kendine yaklaştırdı. ‘Bu beden sadece bir kılıf… İçinde bir can varmış gibi düşünme. Bunu bir proje, elişi faaliyeti olarak düşünürsen çok daha rahat edersin. Merak etme.'” diyince biraz şaşırdım. Iyilik için bile olsa yalan söylermiş gibi olması değişik hissettirdi ve düşündürdü. Yine de “soyulan”, “soyduran”, “soyan” arasında düşünsel ve meslek ahlakı bağlamlarında farklılık olmasının doğal olduğunu da vurgulamak istemiş olabilir.

    “‘Madem katkı olsun istiyorsun, bir müzeye, üniversiteye falan bağışlasaydın ya?’

    ‘Hayır,’ diye kestirip attı daha yaşlı birini bekleyen adam. ‘Onlar vücudumu bilim için feda ettiğimi düşünür. Bu bilim değil. Sanat. İnsanların işine yaramak” pek çok farklı yerde takdir etmek istediğim kısım vardı fakat beni en çok bu bölüm çekti. Türkçe’ye “Ölünün Mektupkarı” diye çevrilen bir Rus filminin bir yerlerinde “işe yaramazlığını ve kırılganlığını anlamak üzere sanat eserleri yarattık” deniyordu. Beni çok sarsan o sözü anımsattı hikayenin bu kısmı.

    “‘Tanıştığımıza çok memnun oldum,’ dedi. Arkasını döndü. Akşam güneşini karşısına alıp yürümeye başladı. Havada yeni biçilmiş çim kokusu vardı.” muhteşem bir son! Başka öykülerini de okumak için sabırsızlanıyorum. Teşekkür ederim böylesi bir güzelliğe sebep olduğun için.

    1. Belirtmeyi unuttum, nasıl anlatacağımı da bilmiyorum ama isim seçimini ve italik vurgusunu çok beğendim ben.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *