Öykü

7 Tepeli Şehirde 7 Cinayet

“Boşuna çekilmedi bunca acılar
Büyük ve sakin Süleymaniye’nle bekle
Parklarınla, köprülerinle, meydanlarınla
Bekle bizi, İstanbul”

Dörtcihar telefonundan dinlediği Edip Akbayram şarkısı bitince İstanbul’u dinlemeye başladı gözleri kapalı:

“Ah İstanbul, daha ne acılar çekeceksin, kimlere ne acılar çektireceksin acaba?”

Cinayet büro komiseri Dörtcihar Yılmaz’ın mesai arkadaşı Hülya Baştaş kocası tarafından Avrupa’ya balayına gidiyoruz diye kandırılarak götürülmüş ama gelinliği ile bir buz kütlesinin içine dolmuş cesedi boğazda sürüklenerek memleketine geri dönmüştü. Zavallı kadıncağız sözde balayına giderken Dörtcihar’a emanet ettiği Papa Francis isimli kedi ve Martin Luther isimli köpek artık genç komiserin nüfusuna kaydolmuştu. Genç kadının iş hayatında karşılaştığı uğursuzlar ve adi şerefsizler bitmek bilmezken apartmanda üst katında yaşayan asker emeklisi bir adam yönetici seçildi. Dörtcihar’ın apartmandakilerden izin almadan eve bir kedi ve bir köpek getirmesine kafayı takmıştı:

“Tüm oturanlardan izin almış mı bu kadın? Kim demiş ona evde hem kedi hem köpek besleyebilir diye? Bu binada beraber yaşıyoruz. Mekruh hayvanların ne işi varmış insan oğlunun yaşadığı yerde?”

Dörtcihar komşularla kendisine taşınan bu cümlelere lâ havle çekerek katlanıyordu ama yavaş yavaş komşularla kulis yapıp onlardan imza toplamayı da ihmal etmiyordu.

* * *

Yöneticiyle kavga edip evden çıktığı bir sabah Çamlıca Tepesi’ndeki ağaçlıkta bir kadın cesedi bulunduğu haberi geldi. Cesedin yanında bir MP3 çalar konmuştu. Yesari Asım Arsoy’un “Biz Çamlıca’nın üç gülüyüz” şarkısı tekrara alınmıştı. Olay yeri inceleme gelinceye kadar hiçbir şeye dokunmadığı için polislere şarkı dinlemekten gına gelmişti.

“Şaka mı bu?”

“Değil Dörtcihar komiserim. Basbayağı cinayet. Boğularak öldürülmüş.”

“Şu müzik işini diyorum. Birinizin şakası değil di mi?”

“Yok amirim. Ne haddimize maktulün başında şaka yapmak. Hele böyle bir şarkıyla.”

Katilin epey şakacı biri olduğu açıktı. Maktul yüzükoyun yattığı yerden kaldırılınca yüzündeki gülümseyen bir joker makyajı görenleri şoke etti. Üzerine yattığı toprağa sirk veya tiyatro gibi gösterilerde giyilen bir palyaço pabucu teki bırakılmış olduğu görüldü. 50 numara gibi görünen kocaman pabuç toprağa gömmemişti. Ve tabii ki katile dair hiçbir iz taşımıyordu.

“Ölen kişi 22 yaşında. Tiyatro bölümü öğrencisi. Ailesi Manisa’daymış. Haber verildi geliyor.”

Üç gün sonra sabah ilk seferini yapacak olan Beşiktaş-Büyükada vapurunda bir kadın cesedi daha bulundu. Bu sefer açık bırakılmış mp3çalarda “Adalardan bir yar gelir bizlere” şarkısı çalıyordu. Dörtcihar daha ilk cinayette bu işin seri katile bağlanacağını anladı. Fakat üstleri yine “Ukalalık ediyorsun Dörtcihar, altı üstü ağaçlıkta öldürülmüş bir kadın!” diyecekleri için çenesini tuttu.

“İkinci ceset Kadıköy’deki türkü barlarda türkü söyleyen 35 yaşında bir kadına ait. Ailesi Trabzon’dan yola çıktı.”

Cesedin yanı başında ucunda civciv sarısı bir tutam saç olan siyah bir silindir şapka bulundu. Tabii ki hiçbir DNA izi yoktu. Yüzündeki makyaj ilk cesetten birazcık değişik olsa da insanın yüzünde gülümseme yaratacak kadar profesyonelce yapılmıştı. Otopsi raporları maktullerin cinsel istismara uğramadığını ve bulundukları saatten en az sekizer saat önce boğularak öldürüldüğünü bildirdi. Katil kurbanını çok önceden seçmiş, takip etmiş ve öldürüp olay yeri olarak seçtiği mekâna taşımış demekti. Bunu da hiç dikkat çekmeden ve hiçbir kameraya yakalanmadan yapmıştı.

Komiser Dörtcihar amirleri ile kavga etme noktasına geldi:

“Kadın cinayetleri politiktir. Siz her ne kadar sapık birinin münferit suçu derseniz deyin yönetici pozisyondaki erkekler üç maymunu oynamaya devam ettiği sürece bu ülkede hiçbir kadın güvende değildir!”

Eğer cevval bir polis olmasa amiri Dörtcihar’ın hakkında üstlerine itaatsizlikten soruşturma açabilirdi. Şu anda Dörtcihar’a ihtiyacı vardı. Çünkü bu cinayetleri işleyenin biri onu durdurana kadar devam edeceğini ve onun gibi ayrıntılı düşünen bir katili ancak Dörtcihar gibi keskin bir dişi zekânın faka bastırabileceğini biliyordu.

Üçüncü ceset İstiklal Caddesi’ne çıkan Saka Salim Çıkmazı’nda bulundu. Maktul, gay kulüplerden birinde dansçı olarak sahneye çıkan biseksüel bir kadındı.

“27 yaşında gayrimüslim. Ermeni vatandaş. Tüm ailesini bir trafik kazasında kaybetmiş. Ermeni cemaati bilgilendirildi.”

Katil bu kadının boynuna mavi boncuklardan oluşan bir kolye takmıştı. “Beyoğlu’nda gezersin gözlerini süzersin” şarkısını çalan MP3 çalar kimseye şaşırtmadı. Ve maktulün eline beyaz kocaman bir palyaço eldiveni giydirilmişti.

Palyaçonun seri katil olduğu daha ilk cinayetten belliydi. Ama Dörtcihar’ın emniyetteki amirleri bu caniye seri katil yaftası yapıştırmak için üçüncü cinayetini beklediler. Sonra her cinayetinde izler bırakmasına ve adeta polise bu cinayeti de ben işledim der gibi nanik yapmasına karşın hiçbir ipucu bulunamadı.

Dörtcihar, meslektaşı Alp Aslansever’le cinayetleri tartışıyordu.

“Batman gibi yüksekten mi iniyor? Superman gibi uçuyor mu? Charles Manson gibi bir tarikat kurdu da cinayetleri başkalarına mı yaptırıyor?”

“Ya da Jean Paul Belmando‘nun Hold Up filminden fırladı geldi de soyguncu yerine seri katil olmaya mı karar verdi?”

“Durmayacak Alp. Biz onu durdurana kadar durmayacak. Ama her şeyi önceden planlamış. Allah kahretsin ki böyle birini nasıl durduracağımızı bilmiyorum!”

“İstanbul’a dair yazılmış tüm şarkıları göz önünde mi bulundurmalıyız ne yapmalıyız?”

“E sonra ne yapacağız? Bu akşam hiçbir meyhanesini dolaşmayın İstanbul’un diye haber mi salacağız mı insanlara? Alp her melanet de bu anasını sattığımın şehrini mi buluyor yahu?”

* * *

Dördüncü ceset Maltepe-Heybeliada vapur hattında bulundu ve tabii ki mehtaplı bir geceydi. Yesari Asım Arsoy’un “Biz Heybeli’de her gece mehtaba çıkardık” şarkısı mp3çalar için gecenin seçilmiş şarkısıydı.

“Maktul 22 yaşında sinema ve televizyon bölümünde okuyan ve bir kast ajansına kayıtlı olarak dizi ve kliplerde ufak tefek rollere çıkan bir kadın.”

Cesedin yanı başında üzerinde maktulün çıplak pozlarını basılı olduğu kocaman bir kravat bulundu.

* * *

Dörtcihar zaten burnundan soluyarak eve geliyordu. Kedisi ve köpeğine sarılarak huzur bulmak istiyordu.

“Biliyor musunuz çocuklar sizi şimdiye kadar çıktığım âşık olduğum ve seviştim tüm erkeklere yerlerim. Öyle güzelsiniz ki. Ve öyle akıllısınız ki.”

Kapısı çalınıp da apartman görevlisi elinde yönetici emekli amcanın düzenlediği kedi ve köpeğin tahliye edilmesini isteyen bir evrakla geldiğinde hiçbir tepki göstermedi. O zamana kadar cihan kulis yaparak 12 dairelik binada yönetici hariç diğer 11 dairenin apartmanda kedi ve köpek bakılabilmesi için onay veren imzasını toplamayı başarmıştı.

“Durun çocuklar. Bu yönetici sizle uğraşıyor. Çünkü siz mazlumsunuz. Siz masumsunuz. Kendinizi savunamazsınız. Ama ben sizi savunabilirim. Şimdi bunun zamanı değil. Ortalıkta bir seri katil dolaşırken hele hiç zamanı değil.”

* * *

Dört gün sonra mp3çalardaki “Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamış’tan” şarkısıyla 32 yaşındaki bir pavyon emekçisi kadın seri katilin faaliyetlerinden nasibini aldı. Yırtık pırtık bir ceket giydirilmiş olarak Kalamış Marina’da bulundu.

Üsküdar Metro İstasyonu girişinde başıboş bir mp3çalar “Üsküdar’a giderken aldı da bir yağmur” şarkısı çalmaya başlayınca gece bekçileri 24 yaşındaki opera ve bale öğrencisi genç kadının bedenini kırmızı bir pantolon askılığı ile boğulmuş olarak buldular. Üzerinde uzun bir setre vardı. Düz yakalı bu ceket türünün tahmin edileceği gibi yakası da çamurdu.

Sözleri Aşık Yener, bestesi Ünal Narçın’a ait “Kız sen İstanbul’un neresindensin?” şarkısı yedinci cinayetin yerini sabahın ilk ışıklarıyla beraber üçüncü köprünün girişinde belli etti. Gazetecilik bölümünde okuyan 23 yaşındaki genç kadın kocaman beli ama kısa paçaları olan kareli bir pantolon giydirilmiş olarak bulundu. Cesetlerin her biri birbirinden yaratıcı makyajlarla sanki hiç ölmemişler de az sonra bir kabarede sahneye çıkacaklarmış gibi canlı bakıyorlardı. Ama bu makyajlar onların daha hayatlarının baharında bu dünyadan koparılmış oldukları gerçeğini değiştirmedi.

* * *

İşlenen cinayetlere bakılırsa muhtemelen erkek olan bu katil, şarkı söyleyen, dans eden, tiyatro yapan, kliplerde oynayan, gazetecilik yapan, hayatın içinde şen şakrak olarak yer alan, kendi inanışlarına ve kendi tasavvurundaki kadın tiplemesine aykırı olan kadınları hedef olarak seçmişti. Üstelik bunu kendisi de bir sahne kostümü giyerek yapıyordu. Yani aslında kendi kendiyle çelişiyordu.

Madem hayatı bu kadar ciddiye alıyordu ve toplumdaki kadınların sanatın hiçbir eğlenceli, sesli, müzikli, görüntülü alanında faaliyet göstermesini istemiyordu o zaman kendisi neden insanları eğlendirmeyi seçen bir palyaço kıyafetinin parçalarını kadınların yanına bırakıyordu? Muhtemelen işin ironisi de buradaydı. Kendisi de kendine inanmıyordu. Mahalle baskısı yüzünden ağır öğretiler ve ağır ol da molla desinler şiarıyla yetiştirilmiş bir erkekti. Molla denen din adamları yakın komşumuz olan bir ülkede ağırbaşlı olmak şöyle dursun acımasız olmuşlar ve bütün bir ülkeyi karanlığa sürüklemişlerdi. Tabii ki bu karanlıktan ilk ve en çok etkilenen kişiler maalesef kadınlardı.

Damızlık Kızın Hikâyesi’nde Margaret Atwood ne diyordu: Ülkeye yeni bir düzen gelmişti ama bu her şey herkes için güzel olacak demek değildi. Bu yeni düzende kimileri yükselirken kimileri ezilecekti.

Polisler onlarca görgü tanığıyla görüştü. Cinayet mahallerinde olaylardan bir gün önce o mahallede dolaşan neşeli bir palyaço olduğundan bahsediyorlardı. Beşinci cinayetten sonra İstanbul’da her türlü palyaço kıyafeti giyilmesi yasaklandı. Eğer ortalıkta böyle bir kıyafetle böyle ayakkabılarla veya böyle pantolonlarla görülecek kimse olursa derhal gözaltına alınacağı sosyal medyadan ve televizyonlardan ve şehrin muhtelif yerlerine asılan panolardaki duyurularla halka bildirildi.

“Nedir gözden kaçırdığımız soru? Nerede saklanıyor bu palyaço? O palyaço makyajın arkasında kim var? Kimlerden yardım alıyor? Nasıl yedi kadını da öldürüp olay yerinden hızla kaçabildi?”

Bütün bu soruların cevabını almadan Dörtcihar’a uyku yüzü yoktu. Yeditepeli şehir artık yedi cinayetli şehirdi. Yeditepeli şehirdeki gonca güller birer birer soluyordu.

İşte çözmesi gereken cinayetler artık rüyalarına girerken Dörtcihar, apartmanda komşusuyla yöneticiyi nasıl alt edebileceği hakkında konuşuyordu:

“Şu gönderdiği yazılara bak. Kedi ve köpek için ettiği şikayetlere bak! Ne kadar soytarı bir adam olduğunu görmüyor musun?”

“Mesleği gereği öyle zaten.”

“Ne mesleği Allah aşkına! Baksana adam bana kök söktürüyor hayvanlarıma bakmamam için.”

“Hayır canım soytarı derken mesleği soytarı. Adam sirkte çalışmış. Gösteri dünyasından emekli.

“Neeee?”

“Hiç sormadın mı adama nereden emekli olduğunu?

“Asker emeklisi değil mi? Ben öyle sanıyordum.”

“Yok canım ne askeri. Gençken polis olmayı istemiş. Ama boyu kısa diye almamışlar. Ben öyle duydum yani. Gösteri dünyasında çalışmış sirklerde. Ya da öyle bir yerde çalışmış işte.”

“Nasıl yani?”

“Soytarılık dahil her şeyi yapmış işte. Soytarı, palyaço, kılık değiştirme, trapezde sallanma, arslan terbiyecisi. Sonra çalıştığı son sirk de kapanınca Balkanlardan gelmiş Türkiye’ye yerleşmiş.”

“Trapezde sallanma? Kılık değiştirme? Hadi canım! Bizim yöneticinin böyle yetenekleri mi varmış?”

Dörtcihar, yöneticinin attığı çöplerden çıkan kılık değiştirmek için yüze saç ve kıl yapıştırmakta kullanılan yapıştırıcılar nedeniyle arama izni çıkarttı. Meğer adam binanın içinde yaşlı emekli amca kılığıyla geziyordu. Aslında gösteri dünyasından emekli olmamıştı tabii ki. Çok arzu ettiği polislik mesleğine giremeyince, sonrasında çalıştığı sirk de kapatılınca kendince dikkat çekmek için böyle bir yola başvurmuştu. Dörtcihar’ın apartmanda bulduğu boş daireye de sırf bu yüzden yerleşmişti. Amacı emniyette ismi duyulmaya başlamış olan genç ve başarılı cinayet büro komiseriyle kedinin fareyle oynadığı gibi oynamaktı. Hatta meslek hayatında kadını zorlarken özel hayatında da evdeki evcil hayvanları yüzünden genç kadına kök söktürmek istemişti.

Kuvvetli rüzgârda savrulmuş gibi kafasının bir yanına yatmış yumurta sarısı saçları, kırmızıya boyalı kocaman dudakları, çirkin kemikli burnu, kepçe kulakları, pörsümüş kırmızı yanaklarıyla, oynadığı rolle göre şekilden şekle giren -kufi- fötr- kasket-kep-melon-Panama-silindir-Sombrero şapka modelleriyle paytak paytak yürümesine sebep olan kocaman ayakkabıları ve korkunç kareli ceket pantolon takımıyla çok çirkin bir palyaçoydu. Sokakta, yanında öldürüp yüzlerine neşeli makyajlar yaptığı kadınlarla beraber yürüyordu. Onları önceden planladığı mekânlara yerleştirmek için kalabalığın içinden geçiyordu. Yüzleri rengarenk makyajlı kadınların cansız bedenlerini özel bir mekanizma ile yanında yürütüyordu. Yanından gülerek eğlenerek geçenler bu sevimli palyaçonun bilinen yedi ama kim bilir bilinmeyen kaç kadının canına kastetmiş bir seri katil olduğunu asla tahmin edemezlerdi.

* * *

Dörtcihar kendisine kök söktürmeye and içmiş bu apartman yöneticisi kılığına girmiş katili yakaladığında İstanbul’dan çok uzaklarda, Karabük’te 15 ayrı suçtan hüküm giymiş ve karısından uzaklaştırma emri almış bir adam 10 günlüğüne hapishaneden izne çıktı. Karısının bulunduğu eve gitti. Kapıları kilitleyerek yangın çıkardığı evde hem karısının hem de kendisinin ölümüne sebep oldu. “Ya benimsin ya kara toprağın!” seslerinin havada uçuştuğu bu Ortadoğu bataklığında, kadın cinayetleri hız kesmeden devam ediyordu. Ağzından tükürükler saçarak ağzından tükürük saçarak her gün televizyonlarda konuşan kadın düşmanı liderler olduğu sürece bu dünyada kadınların canına kasteden erkeklerin sonu gelmeyecekti.

Tuğba Turan

1972, Ankara doğumluyum. Ankara Atatürk Anadolu Lisesi ve Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ni bitirip devlette çalıştıktan sonra 2008'de Karabük-Eflani ilçesine serbest eczane açtım. 2003 doğumlu bir erkek evlat, dört köpek, on kedi annesiyim. Safranbolu’da yaşıyorum. “Adı Cemre Olacak” ilk romanımdır. Dedektif Dergi’de yazdığım hikâyeler “Tilda ve Diğerlerinin Olağanüstü Maceraları” ismiyle kitap haline geldi. Aynı dergide fantastik kadın polis kahramanım Ozan Ilgın’ın maceraları devam etmektedir. Tarama Ucu Dergi ve Ters Dergi’de hikâyelerim yayınlanmaktadır.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *