Tarlabaşı’nın arkalarında, çıkmaz sokakta, bir adam, elleri duvara dayanmış, sırtı üç kişiye dönük duruyordu.
“Yeter, ulan! Konuş, konuşacaksan” dedi, arkasında duranların en irisi. Ardından yanıt bile beklemeden, elleri hâlâ duvara dayalı adamın, kafasını tutup duvara çarptı. Adamın başı, kısa bir gel-git hareketi yaptı. Söz çıkmadı ince bir “ah!” dışında. İri olan, daha da sinirlendi. Bu kez ayaklarından tutup çekiverdi. Adam, havası boşaltılan balon gibi sağa sola savrulup, yere yığıldı, yere serilmişken bir tekme daha aldı böğrüne. Bu kez hiç ses çıkmadı.
“Bayıldı bu pezevenk, ne yapalım?”
“Ulan ben senin elinin ayarını…” derken durdu kısa boylusu. Sakinleşmeye çalışarak, “bekleyeceğiz, ayılsın” diye devam etti. İri olanın belki yarısı kadardı. Diğerleri ona sorduğuna göre, cüssesinden değil, aklından faydalanılıyor olmalıydı.
Bir çakmak çakıldı ve üç sigaranın dumanı üflendi, gece karanlığının içine. Bir yandan civarı kolluyorlar, bir yandan da kısa voltalar atıyorlardı yerde yatan adamın etrafında. Arada sırada, ayaklarıyla dürtüyorlardı yerdekini.
“Olmazsa sen git, Selami’yi bul. Söyle de bir araba ayarlasınlar. Herifi burada bırakamayız.”
İnce, uzun olan hemen ayrıldı yanlarından. Kasketi gözlerinin üzerine düşmüş, elleri ceplerinde, hızlı adımlarla uzaklaştı. Kısa boylusu çömelince yere, diğeri de ona uydu.
“Herif ölür mü, abi? ” diye sordu irisi.
“Bu itler o kadar kolay ölmez. Sen de şu elinin ayarını bir türlü tutturamadın. Kaç kere yavaş vur, sadece konuşturacağız dedim. Şimdi ne bok yiyeceğiz? Ölürse çekeceğimiz var Harun’dan…”
“Öyle hızlı vurmadım be abi, adam çürükmüş.”
“Sus lan! Gördük nasıl vurduğunu.”
Konuşmayı uzatmak istemediği belliydi. Sigara çıkardı yeniden. Biri bitmeden, ikincisini ucuna ekledi. Ayakları uyuşmuş olmalıydı. Kalktı. Bir iki çömeldi, doğruldu. Öteki oturmaya devam ediyordu. Yerdeki adam, hafif kıpırdar gibi olunca,
“Hah! Kendine geliyor. Bak, sana son kez söylüyorum. Yavaş olacaksın.”
İri yarı olan da ayağa kalkıp adamı yakasından kaldırdı, sarstı. Adamın başı, arkaya doğru düştü. Başından sızan kan kazağına, oradan da pantolonuna ince bir yol yapmıştı. Tekrar sarstı. Sonra birden bırakıverdi. Bir “Küt!” sesi duyuldu sessiz gece de. Gece sanki ikiye yarıldı, sokaklar pare pare ayrıldı.
“Ulan ben senin şarap çanağına, öldürdün lan adamı…” kısa boylusu bir yandan küfürler savuruyor, bir yandan da tekme tokat girişiyordu iri olana. Diğeri kıpırdamadan sinek vızıltısı gibi görünen vuruşların bitmesini bekledi. Kısa yorulunca, şekilsizce yatan adamın yanına çöktü, kan ter içinde. Sonra eğilip nefes alıp almadığını kontrol etti. Tekrar bu kez daha yüksek sesle başladı küfürlere. İri olan bir süre öylece ayakta baktı adama. Sonra bir şey demeden diğer yana oturdu.
Şimdi, duvarın dibindeki bu üçlü, absürd bir filmin karesi gibi duruyordu. Sigarasını yaktı kısa olan. Biraz sakinleşip sık nefes alışları düzelince, irisi, elini uzatıp sigara istedi. Küfürlerle aldığı sigarayı emer gibi içmeye başladı.
“Ne zaman gelirler abi?” dedi, mümkün olduğunca ince bir sesle.
“Ne bileyim ulan ben”
“Kızma be abi. Atarız bir tarlaya. Bul, bulabilirsen. Bu iti kim arayacak zaten?”
“Harun’a hesabı sen vereceksin. Anladın mı? Sana diyorum. Hay ben senin ananı…”
İri yarı olan kendinden beklenmeyecek bir çeviklikle ayağa fırladı. Koca kafasını uzatıp
“dur orada! Anama kimseye laf söyletmem, sana bile” diye gözlerini, gözlerine dikti.
Tekrar yerine oturdu. Fakat kısanın öfkesi dinmek bilmiyordu bir türlü.
“Ulan eşşeoğlu eşek, ulan hayvanoğlu hayvan…”
“Hah şimdi oldu. Babama istediğini söyleyebilirsin bak. Benim için onun hiç önemi yok.”
Kısa boylusu tekrar ucuna ekledi sigarasını. Sustular.
“Abi sen nereliydin?”
“Sana ne ulan! Aileni mi yollayacağın istemeye?”
“Yok. Ne bileyim!.. Vakit geçsin diye sordum. Benim nereli olduğumu tahmin bile edemezsin. Ha! Bir denesene abi, sana diyorum.”
Ses çıkmadığını görmesine rağmen devam etti konuşmaya.
“İstanbulluyum abi. Bak, gerçekten. Bu sokağın üç dört sokak aşağısında doğmuşum. Şaşırmadın mı yoksa?”
Diğeri, ayağa kalkıp elleri cebinde ileri geri yürüdü. Yerde yatan adamın başında durdu bir süre. Ayağıyla son bir kez daha dürtükledi. Başını iki yana sallayıp, kısa voltaya devam etti.
“Anam çok çilekeş kadındır. Tam sekiz doğum yapmış. Hepsini kendi başına… İkisi ölmüş. Sıçar gibi doğurmuş beni de. Kendi öyle diyor abi. Anlatıp anlatıp güler. Ikınmamış bile. Pırt. Fırlamışım yere.”
Kısa boylu tam bir şey söyleyecekti, vazgeçti. Saatine baktı tekrardan. Gece ayazı çıkmış, soğuk iliklerine işlemişti.
“Dedim ya baba önemli değil, benim için. Kaçıncısı bırakıp gitmiş, anam bile bilmiyor. Derede kalan, tepede kalan diye sayar.”
O sırada ince uzun boylu olan, yanlarına koşarak geldi.
“Selami’yi bekledim abi, kusura bakma…”
“İyi bok yedin. Öldürdü bu azman adamı.”
“Yapma be. Neyse, zaten sabaha canlı çıkamazdı. Araba sokağa giremedi. Aşağıda bekliyor. Hadi gidelim.”
İri yarı olan, öldürdüğü adamı sırtına atıverdi, un çuvalı gibi. Hep birlikte, koşar adım, yola doğru inmeye başladılar.
Şehrin dışındaki bir tarlada, köpeklerin parçaladığı uyuşturucu satıcısı adamın, faili meçhul cinayete kurban gittiği haberini okurken hayal ettim tüm hikâyeyi. Belki böyle yaşanmıştı, belki de çok farklı. Onun son nefesini alanlar dışında kimse bilemezdi bunu.
- İtiraf Odası - 1 Aralık 2022
- Düşsüz Adam - 1 Temmuz 2021
- Gergedan Sami, Zargana Hamdi ve Ben - 1 Şubat 2021
- Gölgesiz Kadınlar - 1 Kasım 2020
- Çekmeceler - 1 Temmuz 2020
Kaleminizin alışıldık kalitesiyle devam eden öykünün çıkış noktasını okurlarla paylaştığınız satırları okuduktan sonra; öykü daha da kaliteli bir hal aldı benim için. Kısa adam, iri adam klasik bir ikili ama bence öyküye iyi yedirilmişti, sırıtmıyordu. Sanırım söyleyeceklerim bu kadar, güzel bir öyküydü kaleminize sağlık. 🙂
Teşekkür ederim değerlendirmelerinize. Karakterleri yazarken klasik olduğunu hiç düşünmemiştim açıkçası. Şimdi siz söyleyince ayrımına vardım. Tekrar teşekkür ederim hem okuduğunuz hem de yorumladığınız için…
Merhaba, en çok neyi sevdiğimi söyleyeyim önce. Diyalogları… Yaşayan diyalogları okumayı seviyorum, keyif alıyorum okurken. Bu öyküde de argo soslu dili, dozajını kaçırmadığı ve karakterlerin üzerinde sakil durmadığı için özellikle başarılı buldum. Öykünüzün sonu da farklı ve hoştu. Yalnız bir ricam var; lütfen biraz daha uzun yazın. Arada uzun öyküler de yazın, güzel kalemlerden uzun öykü de okumak istiyorum 🙂
Yazmadan duramayacağım; ben de çok kolay doğmuşum. Öyküde karakter anlatıyor ya hani, neyse 🙂 Ben ilk çocuğum, annem yataktan ayağa kalkmış ve ben hoop yere 🙂 Ve evde tek başınaymış. Şimdi karakterin sözlerini okuyunca bi’ gülme geldi 🙂
Diğer seçkilerde görüşmek üzere. Sevgiler.
Merhaba, diyalogları sevmenize sevindim. Argo konusunda biraz tedirgindim ama kurgusal gerçeklik için gerekliydi(Az bile bulan olacaktır eminim)
Uzun yazdığım öykülerim var zaman geçtikçe onları nasıl kısaltırım diye düşünmüyor değilim. Nedense kısa öykü bana daha etkileyici geliyor. Yine de sizi dinleyerek bir uzun öykü eklemek isterim siteye.
Zor ve normal doğum yapmış biri olarak annenizin çok şanslı olduğunu söylemek isterim bu arada. Bir kadının yaşadığı en önemli anlardan biri bence doğum. Erkekler bu nedenle şanssız. Onun için de egemenlik kurmaya çalışıyorlar ya( Benim tezim böyle. Müthiş mucizeyi yaşayamayacakları için…)
Sevgiler…
Uzun öykü için 🙂
Erkeklere gelince, doğru söze ne denir 🙂
Temaya çok uygun bir öykü olmuş. Kelime seçimleri, karakterler her şey yerli yerindeydi. Kurgu da gerçek hayatta yaşanabilecek kadar gerçekçiydi. Ellerinize sağlık.
Çok teşekkür ederim yorumlarınıza…
“Öyle hızlı vurmadım be abi, adam çürükmüş.”
“Sus lan! Gördük nasıl vurduğunu.”
Özellikle karşılıklı diyaloglarda oldukça başarılı buluyorum sizi. Hem eylemi hem de duyguyu aynı anda birleştirebiliyorsunuz. Bu da cümlelerinize anlam katıyor. Farklı farklı diyarlara anlattığınız içinde gayretinizi takdir ediyorum.
“Bul, bulabilirsen.”
Bu gibi yerlerde virgül koymama taraftarıyım. Konuşurken arada bir boşluk olmadığını düşündüğüm için.
“Bir çakmak çakıldı ve üç sigaranın dumanı üflendi, gece karanlığının içine. Bir yandan civarı kolluyorlar, bir yandan da kısa voltalar atıyorlardı yerde yatan adamın etrafında. Arada sırada, ayaklarıyla dürtüyorlardı yerdekini.”
Henüz birkaç ay önce devrik cümle hastalığımdan kurtuldum. Sizde bendeki kadar kadar olmasa da, görünce işaret edeyim dedim. Yukarıda 3 de 3 yapmışsınız. Son parağraf da 3 de 3 ama orası kaldırıyor. Burası paragraf olarak güzel olsa da öykünün bir parçası olarak, okuma ritmini bozuyor diye düşünüyorum.
Kaleminize sağlık. Yine zevkle okudum. Her ay karşılaşabilmek dileğiyle…
Merhaba; diyaloglar konusundaki görüşünüz için teşekkür ederim. Üzerinde ağırlıkla durduğum bir konu. Karakteri iyi tanımadığım zaman, yani boyunu pozunu, geçmişini, okulunu, çevresini, nasıl yemek yediğini ( ki Ursula Le Guin karakteri tanımıyorsanız onu yazmaya hakkınız yok diyor ya) yani tam kafamda oluşturamadıysam bir eksiklik kalıyor konuşmalarında. Bu öykümde benim karakterlerim daha da fazla küfürlü konuşabilirdi ama özdenetimden geçemediler.
Bu platformda Öznur Babur’un o güzel öykülerinden bu ay yayımlanan öyküsünde yorumlar kısmında tiyatro eseri de yazdığını okudum. Ben de bu konuda bir çalışma yapmıştım. Hatta şöyle bir önerim oldu. Kayıp Rıhtım da yazan arkadaşlardan isteyen olursa konuyu oluşturup ortak bir eser çıkarabiliriz. Böylece farklı üslup da yazanlar aynı metin de buluşabilir. Bilemiyorum olur mu?
Virgül konusunda haklısınız. Olmasa daha iyi olurmuş.
Devrik cümleyi kullanırken özellikle dikkat ederim. Boğmamaya çalışırım öyküyü. Bu öykümde akış onu getirdi. Yine de eleştirinizi dikkate alıyorum tabii ki.
Yorumlarınız ve okuduğunuz için tekrar teşekkürler…
Ortak çalışma fikri fena değil gibi. Bir bakıma etüt çalışması olmuş olur. Sonuçta her adım kalemimizi keskinleştirmekte fayda sağlayacaktır.
Merhaba; Kayıp Rıhtım’a yazdım bu düşünceyi. Onlardan dönüş bekliyorum. Dönerlerse haberleşiriz, dönmezlerse ona göre bir rota çizebiliriz.
Her ihtimale karşı iletişim bilgimi sunayım. naritra@hotmail.com
Yorumlara katılıyorum. Kısa. Öz. Başarılı. Özellikle diyalogları ben de çok beğendim. Tebrikler.