Tık tık tık…
Daktilodan yükselen her ritmik ses insanın kaderini belirleyen bir araca dönüşüyordu. Verilen kararların getireceği sonuçlar ve belirsizlik insan için dönüm noktası demekti. Ya karanlık çalardı kapıyı ya da beyaz bir gelecek.
Yeliz duruşma boyunca gergindi. Anıları onu gerçek ve boşluk sınırında gezdirirken ağzından sadece çelişkiler döküldü. Birilerini ikna edebilmesi zordu, henüz kendini ikna edememişken. Kasten birini öldürmekten yargılanıyordu ve hakkında nasıl bir karar çıkacağından emin değildi.
Hâkim kararı açıklayacağında herkes ayağa kalktı. Soğuk ve baskın ses salonda yankılandı. “Gereği düşünüldü…”
Genç kızın yüreği yerinden çıkmak ister gibi çarpıyordu. Ayakları da artık vücudunu taşıyamıyordu, acı içinde dizlerinin üstüne çöktü. Mahkeme kâtibi hâkimin dilinden dökülenleri yazarken henüz otuzlarının ortasındaki avukat nefesini tuttu. Kahverengi gözleri endişe yüklüydü. Şu ana kadar hiç bir duruşmayı kaybetmemişti ancak bu kez çetrefilli bir durumla boğuşmak zorunda kalmıştı. Duruşma salonundaki kaotik hava onu oldukça etkilenmişti. Yeliz’ i kurtarmak için son bir kozu kalmıştı. Suçsuz olduğuna emin olduğu kişinin mahkûm olmasına izin veremezdi.
“Durun Hâkim Bey! Son bir söyleyeceğim var.”
* * *
Dışarıda gün batımını izleyen Yeliz, villadan yükselen eğlence seslerinin altında eziliyor gibiydi. Babası yakın bir zamanda ölmesine karşın annesi hemen evlenmişti. Hem de yeni kocasının para düşkünü olduğunu anlamayacak kadar kördü. İçerideki davet can sıkıcı bir hâl alınca kendini bahçeye atmıştı.
Günler sonra işinden de oldu. Bir süredir herhangi bir şeye odaklanmakta zorlanıyordu. Sanki kafasının içinde vaktini çalan, düşünmesini zorlaştıran bir şey vardı. İçinde bulunduğu bunalımın kendisini bu hale soktuğunu düşünüyordu. Sürekli babasının kırgın yüzü rüyalarına giriyor ve annesinin onun hakkında söylediği acımasız sözler kulağından gitmiyordu. O sabah daha fazla dayanamayarak annesinin değerli vazolarından birini kaptığı gibi yere çaldı. Un ufak olan porselenin yankısı bir süre kulaklarında çınladı. Salonda oturan annesi okuduğu kadın dergilerinden başını bir an kaldırdı ve kızına öfkeyle baktı. Yeliz solgun bir çiçekten farksızdı. Dağınık siyah saçları, ağlamaktan ve uykusuzluktan şişmiş gözleriyle hiç iyi görünmüyordu. Annesine göre ise sadece kaprisli bir çocuktu.
“Seni artık tanıyamıyorum! Eğer Hazım’a katlanamıyorsan buradan çekip gidebilirsin.”
Evdeki melek figürlü döşemeler, Fransız dantelli perdeler, pahalı mobilyalar, her şey Yeliz’i boğuyordu. Başı döndüğü için annesine bir cevap vermek yerine zor da olsa kapıyı çarpıp dışarı çıktı.
Sahile inip dalgın halde yürürken babası düştü aklına. Hayattaki tek destekçisiydi. Şimdi kanadı kırık bir kuş gibiydi. Yükseklerden yere düştüğü yetmiyor gibi annesinin ayakları altında ezilmişti adeta. Annesi en başından beri ona karşı ilgisizdi. Onun hep öncelikleri olurdu, kızıysa bunlar arasında pek yer almazdı. Kendisini bir okyanusun girdabında gibi hissediyordu. Boğulmak üzereydi ancak yüzmeyi bilmiyordu. Daha ne kadar o evde yaşayabileceğinden emin değildi. O sırada arkadaşından bir mesaj geldi. Mesajın içeriğini gördüğünde keyfi biraz düzeldi.
Arkadaşları Sibel ve Özlem onu tüm bu olanlardan uzaklaştırmak için tatil planı yapmış, yerlerini bile şimdiden ayarlamışlardı. Issız bir sahil kasabasında üç hafta kalmak Yeliz’e çok iyi gelecekti. Sadece deniz, güneş ve huzur olacaktı orada. Şimdiden kendisini iyi hissetmeye başladı. Böyle arkadaşları olduğu için çok şanslı olduğunu düşünüyordu.
Genç kadın, ilk gördüğü andan beri kanının ısınamadığı Hazım’ ı bir müddet görmeyecekti. Sevinç içinde eve doğru yürümeye başladı. Arabasını ve bir kaç parça giysisini alıp bu büyük şehri hemen terk edecekti. Hafif meltemin tatlı esintisini hissettiğinde ince hırkasına biraz daha sarıldı ve bulutsuz gökyüzüne bir bakış attı. Sonsuz mavilikte kaybolmak istiyordu.
Eve varır varmaz doktorunun verdiği migren hapını mideye indirip küçük valizine üç beş parça kıyafet attı. Annesinin bulunduğu kata doğru inerken bir an duraksadı, ona uzunca baktı. Yaşlılığında bile güzel olan kadın, kızının varlığını fark etmemiş halde asortik çevresiyle koyu bir muhabbete dalmıştı. Hazım ise ortalıklarda görünmüyordu. İçeriden kahkahalar ve kadeh tokuşturma sesleri yükseliyordu. Neriman durmadan yeni kocasından övgülerle bahsetmeyi ihmal etmiyor, diğer kadınlarsa zoraki giydikleri elbiselerin içinde sanki nefes almadan duruyorlardı. Yeliz, birbirlerine karşı yapmacık bir tavır sergileyen, gerçek benliklerini hep gizleyen bu kadınları anlayamıyordu. Daha fazla orada bulunamazdı. Evin kapısını çarparak çıktığında Sibel’i aradı. Genç kadın biraz sonra evlerinin önünde olacaktı. Yolculuğu hep beraber yapmak fikrinde ısrar etmişti, Yeliz ve Özlem de buna karşı çıkmamışlardı. Dakikalar sonra iki kadın, Yeliz’i de aldı ve araçla tatil yerine doğru yola koyuldular. Arkada zayıf bir müzik çalıyor, kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Yeliz cam kenarına başını dayamış ve gözlerini sıkıca yummuştu. Önde sürücü koltuğunda oturan Sibel müziğin ritmine kendini kaptırmıştı. Hemen yanında oturan Özlem ise uzaklara dalmıştı.
Epey hızlı geçen yolculuğun bitiminde üç genç arabadan valizleriyle birlikte indiler. Çevreyi saran geniş yapraklı ağaçların uzun gölgeliği altında dikiliyorlardı. Başına saplanan dayanılmaz ağrı yüzünden Yeliz bir hap daha aldı. Ancak sızı geçmek yerine daha da genişleyerek vücuduna yayıldı. Sersemlemiş görünüyordu.
Sibel, sersem bir tavırla kendisine bakan arkadaşını omuzlarından tutup, “Neyin var?” diye sordu.
“Bir şeyim yok, hadi gidelim,” dedi Yeliz.
* * *
İlker ofisinde kalın, siyah kaplı bir kitabı okumaya dalmıştı. Beyaz dört duvarın tek penceresi sonuna kadar açıktı, yeni biçilmiş çimlerle az evvel yağan yağmurun kokusu birbirine karışarak odaya doluyordu. Derin sükunet bir süre daha devam etse de ofisin kapısında orta boylarda bir kadın belirdi. Gözlerinin kenarında mor halkalar, dudakları hemen ağlayacakmış gibi bir ifade vardı.
Siyah bir takım içindeki genç avukat kapı eşiğinde duran kadını fark etti. Oradan bir an evvel çekip gitmek ister gibiydi ancak sarsak adımlarla ilerledi. Avukat şaşkınlık içinde kızı sandalyeye oturtarak neler olduğunu sordu. İkili arasındaki uzun bir konuşmanın ardından kızın yüzündeki ağlamaklı ifade silindi, yerini hırçınlık aldı. “Siz de bana inanmıyorsunuz, değil mi?”
“Bakın, tam olarak ne olduğunu bilmediğinizi söylüyorsunuz,” diye fısıldadı adam, elindeki kitabı kapatarak.
Yeliz kaşlarını iyice çattı. “Bana tuzak kuruldu!” diye haykırdı bir anda. İlker, genç kadındaki ani ruh değişiklerine pek uyum sağlayamıyordu, onun masum olduğunu nasıl öğreneceğini bilirken eli kolu bağlı duruyordu. “Olanlara hâlâ inanamıyorum. Kaçmaktan başka şansım yoktu.”
Avukat masasına geçti, derin bir nefes alarak söze girdi. Öncelikle Yeliz’i sakinleştirmeliydi. “Hanımefendi, ben size güvenmek istiyorum. Siz de sakinleşip bana yardım etmelisiniz. Şimdi her şeyi baştan anlatın lütfen.”
Genç kız, “Çok çaresizim. Lütfen yardım edin!” dedi boğuk bir sesle. Sesi her kelimesinde inceliyor, bazen titriyordu. Gözlerinden kavurucu, bir damla yaş süzüldü. “Bu gece arkadaşım öldü,” diye fısıldadı hırıltılı bir nefes alarak. Bir kaç saniyelik duraklamanın ardından tekrar sözcükler döküldü. “Nasıl olduğuna dair bir fikrim yok ama birden kendimi elimde bu kanlı bıçakla buldum.” Kadın, çantasından poşetlenmiş bir bıçak çıkardı. Titreyen ellerle objeyi masaya koyduğunda İlker’ in yüz ifadesi sertleşti. Yine de olumsuz bir tavır takınmadan önce Yeliz’ i dinlemeye devam etti.
Avukat, kızın zihnindeki görüntüleri izlerken gözleri onun gözlerine sabitlenmişti. Her şeyi görüyordu. Kızın kasabaya arkadaşlarıyla beraber gidişini, yol boyunca aralarında geçenleri, otele ellerindeki valizlerle girişlerini. Ancak zaman zaman görüntü bulanıyordu. Başına bir darbe almış ya da bazı olumsuz semptomlardan etkilenmiş olabilirdi. Yani bilinci olay anından hemen önce etrafında olup biteni kavrayacak kadar açık değildi. İlker bunu aklının bir köşesine yazarak gözünün önünde beliren görüntüleri izlemeye devam etti.
Üç kız kalacakları otel odasına girdiler. Yeliz rahat bir şeyler giyinip odasından ayrıldı. Üçlü yürüyüş yapmak üzere yola çıktı. Yakınlarda bir orman ve görülmeye değer karstik mağaralar vardı.
Yürüyüş sonunda doğayı resimlemek isteyen Özlem ve Sibel biraz uzaklaştı. Yorulan Yeliz ise onlara katılmayıp yere uzandı. Gözlerini kapatıp Güneş ışınlarının yüzünde gezinmesine izin verdi. O sırada Sibel’ in telefonu çalınca doğruldu. Kayıtlı olmayan bir numara arıyordu, önemli olabilirdi. Yeliz elinde telefon koşarken numaranın kendisine nereden tanıdık geldiğini hatırlamaya çalışıyordu.
Her ihtimale karşı İlker görüntüdeki numarayı bir kâğıda not aldı. Ve Yeliz’ e devam etmesini söyledi.
Yeliz diğer ikisini bulduğunda telefon çoktan kapanmıştı. Sibel bir ağacın dalındaki gösterişli kuşu çekerken Özlem gergin halde konuşuyordu.
“Tamam, kapat şu konuyu. Zaten senin ısrarın yüzünden geldim buraya. Sakın ağzından bir şey kaçırma.”
Sibel hiç oralı değildi. Bir iki poz yakalayıp Özlem’ e döndü. “Haklısın tabii, kolay değil. Bunca yıllık arkadaşının nişanlısını elinden aldın. Zavallının da haberi bile yok. Kıskançlığı yüzünden terk edildiğini sanıyor.”
Görüntü bulandı. Yeliz ağaca tutunmasa yere düşecekti. Başı dönüyordu. Duyduklarına inanmakta zorlanıyordu. Bir anlık öfkeyle Özlem’ in üzerine yürüdü.
“Sen ne yüzsüz biriymişsin! Bunu bana nasıl yaparsın?”
Sibel ikisinin arasına girmiş Yeliz’ i sakinleştirmeye çalışıyordu. Yine de Özlem’ in suratına sağlam bir tokat yemesine engel olamadı. Özlem öfke içinde Yeliz’ i itti. “Rahat bırak beni! Böyle olsun istemezdim ama o beni seçti işte. Sense ona yapışmıştın, onun seni sevmediğini göremedin hiç.”
“Sen bir yılansın! Beni kandırdın.”
“Evet, yetersiz biri olduğunu yüzüne çarpsam daha iyi olurdu. Uzun süre geçti aradan, senin onu çoktan unuttuğunu biliyorum. Çocukluğu bırak!”
“Çocukluk ha! Sen benim neler çektiğimi biliyor musun?”
Yeliz bir kez daha tokat atacakken Özlem sıkıca onun bileğini kavradı. “Yeter be!” diye haykırarak Yeliz’ in boğazına sarıldı. Sibel onları ayırmaya çalışırken görüntü tamamen karardı.
“İşte, sonrasında kendime geldiğimde Özlem ölmüştü,” dedi genç kız hıçkırıklara boğularak.
İlker kızın zihninden çıktığında olanları az çok kavramıştı fakat yapbozun son parçaları kayıptı. Düşüncelerinden sıyrıldı ve oturduğu koltuktan doğrularak önce pencere pervazına yöneldi. Sonra kızın oturduğu sandalyeye yaklaşarak başına hafifçe dokundu. Yeliz kaşları çatık bir vaziyette, “Ne yapıyorsunuz?” diye sordu.
“Başınıza darbe almış olabileceğinizi düşündüm, belki de bu yüzden bazı anları hatırlamıyor olabilirsiniz.”
Genç kadın iki eli kucağında, başı suç işlemiş gibi önde duruyordu. “İnanın bilmiyorum, sanki bir uykudaydım.” Başını kaldırıp adamın kahverengi gözlerine baktı. Kendisine inanıp inanmadığını bilmiyordu. Ne yapacaktı, bu kötü olaylardan nasıl kurtulabilirdi? Babasına her zamankinden çok ihtiyacı vardı.
İlker kızın düşüncelerini tekrar okuyunca derin bir acı duydu. “Sana inanıyorum,” dedi. Ela gözleri dolan Yeliz, acı bir şekilde ona bakmaya devam ediyordu. Mavi ceketini sıkıca sarıldı, soğuk değildi ama iliklerine kadar üşüyordu nedense.
İlker masanın üzerindeki telefona uzandığında Yeliz korkuyla adama baktı. “Kimi arayacaksın?”
“Endişelenme, bize yardımcı olacak bir yakınım var. Onunla iletişime geçmek iyi olacaktır.”
Az önce üşüyen genç kızın alnından şimdi boncuk boncuk terler dökülüyordu. Çaresizce geldiği bu genç adamdan başka güvenecek kimsesi yoktu ve ona güvenecekti. İlker, kızın yanında telefonla konuşmaya başlamıştı. Pek bir şey söylemeden telefondaki kişiyi ofisine acilen çağırdı. Telefonu kapattığında meraklı gözlerle kendisine bakan Yeliz’e döndü ve anlatmaya başladı.
“O, kardeşim ve aynı zamanda en büyük yardımcım. Bu olayın çözümünde bize çok yardımı olacaktır. Kendisi biyolog, bir süre olay yeri inceleme ekibiyle çalıştı. Yani esas suçluyu açığa çıkaracak deliller toplayabiliriz.”
“Anladım, teşekkürler yardımınız için.”
Genç kızın içi içine sığmıyordu. Özlem’ in kanlar içindeki bedeni gözünün önüne gelince ağlamaya başladı.
Kendine geldiğinde Özlem’ in karnına saplı bıçağı kavramış haldeydi. Şok içinde geriye sıçramıştı. Kızcağız kucağından yuvarlandıktan sonra tek kelime edemeden ölmüştü. Sibel dehşet içinde geriye doğru adım attı.“S-sibel?” diye mırıldanıyordu genç kadın ağlayarak. “Neler oldu?”
“Ka-katilsin sen!” diye haykırdı öteki. “Onu gözünü bile kırpmadan öldürdün! Uzak dur benden.”
Olaydan sonra Sibel kaçınca Yeliz de cesedi öylece bırakarak kaçmıştı.
Yarım saat sonra içeriye gözlüklü, siyah saçları sıkıca at kuyruğu yapılmış bir kadın girdi. Yeliz şaşkınlık içinde bir avukata bir kadına baktı.
“İkizim Derin,” dedi avukat. “Tam zamanında geldin, durum acil.”
Hararetli bir konuşmanın ardından belli kararlar aldılar. İlker ise kafası karışık halde söze devam etti. “Sibel konusunda bazı tutarsızlıklar dikkatimi çekti. Ona ulaşmamız lazım ama öncelikle polise durumu bildirmeliyiz. Başının daha da derde girmesini istemeyiz.” Polis kelimesini duyar duymaz Yeliz korkuyla ayağa fırladı. Ancak gözleri karardı ve yere yığıldı.
* * *
Mahkeme günü gelip çattı. Sibel çektiği fotoğrafı mahkemeye sunmuştu. Fotoğraftan tek anlaşılan Yeliz’ in Özlem’ i bıçakladığıydı. Bu delil ve Sibel’ in ifadeleri neticesinde Yeliz yargılanıyordu. Mahkeme öncesinde avukatıyla görüşme imkânı bulmuştu. Avukat İlker onu kurtarmak için elinden geleni yapacağını söylemişti.
Yeliz kürsüye çağırıldığında bir yaprak gibi titriyordu. Kendisine yöneltilen soruları elinden geldiğince cevapladı.
“Olay günü Sibel ve Özlem arasında geçen konuşmayı işittiğimde şok olmuştum. Bir anlık öfke ile Özlem’ e saldırdım fakat onu öldürmedim. Kendimde bile değildim.”
“Hakim Bey, gözlerimle gördüm onu nasıl öldürdüğünü.”
Hâkim sinirlenmeye başlamıştı. “İzin almadan konuşmayın. Avukat siz buyrun.”
“Maktulün tırnaklarında sanığın deri parçasına rastlanmıştır. Bu da gösteriyor ki ciddi bir boğuşma yaşanmış. Ayrıca Sibel Kara’ nın tüm çabasına rağmen sanık gözü dönmüş halde ona da saldırmıştır. Sibel Kara canı pahasına cinayet fotoğrafını çekip gerçekleri açığa çıkarmak istemiştir. Cinayetin planlı bir şekilde işlenmiş olabileceğini de göz ardı edemeyiz.”
Söz sırası Yeliz’ e geldiğinde yutkundu, derin bir nefes aldı. “Hakim Bey, hiç bir şey planlı değildi. Sibel’ in ısrarı üzerine tatile çıktık. Her şeyi o ayarlamışken sözleriyle gerçekleri çarpıtıyor. Bana tuzak kuruldu.”
Avukat İlker kendi delillerini sundu. Yeliz’ in kanında ağır bir ilacın tespit edildiğini, kendisinde yan etki yaptığı için vücutta uyuşukluğa sebep olduğunu ve fazla miktarda aldığı için zaman zaman bilincini kaybettiğini söyledi. Bunun ancak başkasının komplosu olabileceğini, Yeliz’ in migren ilaçlarının başka ilaçla değiştirildiğini iddia etti.
Bu savunması hâkim nezdinde yeterli görülmedi. Sonuçta ortada açık bir delil vardı. Duruşma çeşitli iddialarla sürüp gitti.
* * *
İlker Kanmaz karar sırasında hâkimi durdurunca tüm gözler ona çevrildi. Hâkimin kuşku dolu bakışları avukatın üstünde dolandıktan sonra konuşması için izin verdi.
“Son ana kadar bekledim ancak karşı taraf hatasında ısrar ediyor. Esas suçlu mahkemeyi yanıltmaya çalışan Sibel Kara’ dır. Her şey müvekkilimin üvey babası Hazım Yurdalan’ ın komplosundan ibaret. Sibel Kara’ nın onla bağlantısını tespit ettik.”
O sırada davacı kürsüsündeki Sibel’ in gözleri korkuyla açıldı. Heyecanını bastırmaya çalıştığından hiçbir şey diyemedi. Şakakları terlemeye başladı, yutkundu. Avukat İlker ile bir kez görüşmüş ve dikkat çekmemek için çok iyi oynamıştı. Dahası geride herhangi bir iz bırakmadığına emindi.
“Olay günü Sibel Kara’ nın telefonu çaldığında Yeliz Atılgan telefonu ona götürmek istemişti. Arayan kişinin numarasını araştırdığımda ilginç bir sonuca ulaştım.”
Yeliz şaşkınlık içinde avukata döndü. Gördüğü numara hakkında avukata bir şey söylememişken onun bundan nasıl haberi olduğunu aklı almıyordu. Bu detayı geçip avukatın dilinden dökülenlere odaklandı.
“Numara Hazım Yurdalan’ a aitti. Bu durumu şüpheli bularak Sibel Kara ile bir görüşme talep ettim. Ancak o kadar iyi hazırlanmıştı ki ağzından bir laf alamadım. Neyse ki aracına gizlice dinleme cihazı yerleştirmeyi başardım. Düşündüğüm gibi görüşmenin hemen sonrasında Hazım Yurdalan ile iletişime geçti. Görüşmenin detayları dosyadadır. Kısaca üvey kızından kurtulmak isteyen Hazım Yurdalan onun ilaçlarını değiştirip Yeliz Atılgan’ ın ruh sağlığı ile oynamış ve kendisine yardım etmesi için Sibel Kara’ nın hesabına yüklü miktarda para yatırmıştır.”
Duruşma sonlandığında Yeliz serbest bırakıldı. Suçlular cezasını çekeceği, dahası Hazım’ dan kurtulduğu için mutluydu. Günlerdir çektiği işkence, vicdan azabı dinmiş; talihi tamamen dönmüştü. Mahkeme çıkışında annesi uzun zamandır ilk kez içtenlikle ona sarıldı. Kızını dinlemediği için çok pişmandı, nasıl af dileyeceğini bilmiyordu. Annesine bir şans daha vermek isteyen Yeliz ona sarıldı. Ardından mahkeme kapısının önünde yakaladığı avukata minnetlerini iletti.
“Bana inanmayı seçtiğiniz için teşekkür ederim. Sayenizde kurtuldum.” İlker’ in mütevazi davranışlarının ardından Yeliz kafasına takılan soruyu da sordu. “Peki, size hiç bahsetmediğim o numarayı nereden bildiniz?”
İlker yarı gülümser halde omuz silkti. Ağzından tek bir kelime çıkmadıysa da Yeliz üstelemedi. Sadece özgürlüğüne kavuşmanın tadını çıkarmak istiyordu. Yeliz uzaklaşırken avukat masmavi gökyüzüne baktı. Sakince süzülen bir bulut daktiloyu andırıyordu. Tık, tık, tık. Bu ses yine kulaklarında yankılanınca irkildi. Hem tutkusu hem korkusuydu bu mesleği icra etmek.
Merhabalar,
Daktilo temasıyla mahkemeyi birleştirme fikri ilk duyduğum zaman da hoşuma gitmişti. Duygu’yla bunu konuşurken belirtmiştim lakin söylediği gibi fantastik unsuru farklı bir noktaya kondurmuş olmanız hoş ve beklenmedik bir detaydı. Başarılı bir ikili çalışma olmuş akış keyifliydi.
Kurgudaki drama ve kaos yaratan ilişkilerin arasına yerleştirilen ipuçlarıyla sonu güzel karşıladık. Sadece emin olmamakla birlikte mahkemelerde ses kayıt cihazlarının veya paylaşılan konuşma kayıtları gibi şahsın haberi olmadan alınmış bilgilerin delil oluşturmadığı gibi bir şey anımsıyorum. İlerde bir düzenlemeye giderseniz şayet diyerek bu unsura da dikkat çekmek istedim.
Üvey babanın okuru soktuğu hazımsızlık hissiyle ismi arasındaki uyumaysa bayıldım cidden Bu kaotik ilişkiler kızın ölen babasına gider mi diye de düşündüm okurken ama depresif ve yaşamdan kopmuş ruh hali için iyi seçilmiş bir arka plan hikayesiydi. Yalnızlık, buhranlar ve ikilemler okura yeterli seviyede verilmişti. Gerilimi tadarak ilerledik. Avukatımızı farklı öykülerde de görebiliriz sanki ne dersiniz? Umuyorum böyle bir işe girişirsiniz genişlemeye müsait bir hayli
Kaleminize sağlık nice seçkilerde görüşmek dileğiyle
Merhaba Ezgi,
Vakit ayırıp yorumladığın için teşekkür ederim. Farklılık olsun diye mahkeme konusunu seçtik ama çok da hakim olmadığım bir alan olduğu için kendi adıma söyleyim yüzeysel geçtim. Dediğin deliller konusunda da haklılık payın var. Daha dikkat ederim bir dahaki sefere.
İsim konusunu hiç öyle düşünmemiştim. Aklıma ilk gelen isim o oldu. Diğer kısımları beğenmene sevindim. Ortak yazmak güzel oluyor. Betimleme konusundaki eksikliğimi de sağolsun Merve kapadı.
Aslında başlangıçta avukatı daha derin işlemek istiyordum. Öykünün akışı biraz kısıtladı ama başka öyküde kullanabiliriz, güzel fikir verdin. Diğer seçkilerde görüşmek üzere.
İyi bir komplo hikayesiydi. Keyifle okudum. Avukatın özelliği güzel düşünülmüş. Naif de bir yanı var o açıdan da hoştu öykü. Ellerinize sağlık. Önümüzdeki seçkilerde görüşmek üzere.
Yorumunuz için teşekkür ederim. Avukatın özellikle öyle bir kişiliğe sahip olmasını istedik. Diğer seçkilerde görüşmek üzere.
Merhabalar @zencefilos, bu güzel yorumunuz için öncelikle teşekkür ederim.
Mahkeme ve daktilo birleşimi okuyucuya fazla tanıdık gelebilir diye düşünüyordum en başta. Ortaya farklı bir şeyler çıktığını görmek iyi hissettirdi. Deliller konusunda haklısınız ayrıca. Sanırım ona pek dikkat etmemişiz.
Karakterlerin ruh hallerini, öyküdeki kaotik havayı iyi yansıtabilmiş olmamıza sevindim. Aslında bu öyküyü daha sonra tekrar işlememiz gerektiği fikrindeydim ben. Genişleterek, daha fazla duyguyla beraber. Tabi avukatla ilgili başka bir öykü yazmamız daha hoş olabilir.
@MuratBarisSari, güzel yorumunuz için teşekkür ederim ben de.