Öykü

Matruşka Kadın

Kimilerine göre mucizeye son kez tanıklık edilebilecek bir gün iken, kimilerine göre sıradan diğerleri gibi olan bir ayın, bir günüydü… Genç kadın ve genç adam nehri ortalamış bir şekilde oturup Kuzey Işıklarının görkemli görüntüsünü seyretmekteydi. Genç adam kadının yaşam enerjisinden etkilenmiş bir şekilde kadını incelemekteydi.

Genç adam kendi iç dünyasında, birinin nasıl bu kadar yaşam enerjisi ile hayata tutunabildiğinin münakaşası içerisine girmişti. Münakaşanın cevabını ararcasına kadının gözünün içine iyice bakmaya başladı.

Adam daha fazla dayanamayıp, adam için uzun ama çoğu insan için kısa olan iki dakikanın sonunda kadına sordu;

– Sen nasıl bu kadar güçlü, bu kadar yaşam enerjisi ile dolu olabiliyorsun? Hayat… Hayat bunca kişiye kötü davranmış iken, sadece sana mı iyi davrandı?

Kadının yüzünü mutluluktan yoksun bir gülümseme alırken, yaşam enerjisinin vermiş olduğu gözündeki parlaklık da kaybolur. Genç adam kötü bir şey yaptığını düşünerek, suçluluk duygusu içerisine hapseder kendisini…

Kadın, duruşunu düzelterek derin bir soluk alır. Söyleyeceği kelimeleri, kuracağı cümleleri daha net seçebilmek istercesine daha yoğun bir bakışa bürünür gözleri… Hani olur ya böyle uzak diyarlara dalıp geçmişi veya geleceği düşünmeye başlar insan… Kadın da tam o noktadaydı. Belki de gözleriyle bir şeyleri anlatabileceğini düşünmüştü. Bilemeyiz.Tıpkı genç adamın sorduğu soru sonrası neden sustuğunu bilmediğimiz gibi…

Genç kadın nereden başlayacağını bilmemenin verdiği gerginlikle sağ elini ensesine götürerek, ensesini sıvazladı. Daha sonra topuzundan sarkan bir tutam saç ile oynamaya başladı.

Adam, kadının ne diyeceğini sabırsızlıkla bekliyordu. Evet, pişmandı sorduğu soru yüzünden ama öğreneceklerinin büyüklüğü de onu sabırsız hale büründürüyordu.

Kadın bu sefer söyleyeceklerini tam olarak kafasında oluşturmuştu. Son bir kez derin bir soluk alıp konuşmasına başladı;

– Soğuk havayı iliklerime kadar hissettiğim bir Mart günüydü. O güne kadar çocukluğumun vermiş olduğu habersizlikle gerçeklerden uzak, mutlu oyunlar oynuyordum. Annemin her akşam okuduğu o kötülerin kaybettiği masallara güvenerek yaşamıma devam ediyordum. Çünkü benim gözümde biz iyiydik ve hiçbir kötü bizim hayatımızı etkilemeyecekti. Dedim ya kötüler kaybederdi…

Daha beş yaşındaydım ve yaşıtlarımdan daha çok mutlu hissediyordum. Şansa bak ki o gün benim doğum günümdü. Annem babamın bizi hep izlediğini ve melek olduğunu söylüyordu. Kısacası annem bana hem annelik hem de babalık yapmıştı. Küçük olduğum için eksikliğini pek hissetmezdim. Arada arkadaşlarımın babası işten erken gelir ceketlerinin ceplerinden çikolata verirdi çocuklarına. Kabul o zaman hissetmiştim eksikliğini.

O gün, tam olarak o gün evin kapısı ısrarla yumruklanıyordu. Annem mutfakta bulaşık yıkıyordu. Ben açtım kapıyı. Karşımda orta yaşlı kaşlarını çatmış bir adam duruyordu. Nefes alış ve verişi kızgın bir boğanınki gibiydi… Korktum, içimden “Kim bu amca?” diyordum. O sırada annem mutfaktan çıktı. Adam elini ceketine götürdü, o an eşsiz bir sevinç kapladı içimi. Ceketinden çikolata çıkarıp bana vereceğini düşündüm sebepsizce.

Ama yanılmışım, cebinden çıkardığı siyah gümüş kenarlı bir tabancaydı. Annem silahı görünce beni kenara itti. Ve o an hiç duymadığım kadar yüksek bir ses işittim kapının girişinde. Annem yerde yatıyordu, sol göğsünden kan akıyordu. Ağlamaya başlamıştım.

Silah sesi duyan komşular polise haber vermiş. Polisler bu zamana kadar tanımadığım adamın bileklerine kelepçe takıp götürdüler. Annem okuma yazma öğrendiğim gün okumamı istediği bir defteri bana önceden vermişti. Beni alıp yurda götürdüklerinde ağzımdan çıkan ilk söz “Okumayı öğrenmek istiyorum,” olmuştu.

Görevliler söylediğim söz üzerine beni kırmayıp beş yaşındayken okumayı öğrettiler. O defteri okuduğumda, gelen adamın benim babam olduğunu öğrenmiştim.

İlerleyen sayfalarda 18 yaşına geldiğimde okumam gerektiği yazıyordu. Yazıya uydum ve 18 yaşında okudum. Babam dediğim kişinin annemin hayatını 17 yaşında karartan biri olduğunu öğrendim. Annemin o adamdan neden bunca zaman kaçtığını da anlamış oldum. Kim zorla ona sahip olan kişinin yanında durur ki?

Annem kaçtıktan sonra tam 3 hafta sonra, hamile olduğunu öğrenmiş ve benim için hayata tutunmuş.

Annem bunları yaşamışken gelecek için, benim için hayata tutunabilmişken ben pes edemezdim.

Kabul gerçekleri öğrenmek ağır geldi ve hâlâ ağır geliyor. Mutlu muyum? Hayır… AMA ileride mutlu olabilme umudu için kendime yaşam enerjisi dolu ve mutluymuş gibi gösteren bir duvar ördüm. Tıpkı bir matruşka bebeği gibi… Dıştan içeriye doğru değişiyorum.

Genç kadın gözünden düşen bir damla yaşı saklamak istemedi. Çünkü kendi öğrendiği gerçekleri, daha doğrusu yükü başkasına anlatabilme rahatlığına ulaşmıştı .

Adam ise öğrendikleri karşısında ezilip kalmıştı. Oturduğu yere mıhlanmıştı. Sarılıp tüm acısını dindirmeyi umut etti o an. Yapabilir miydi?

Yapabilmeyi umut ederek kadını kendine çekip sıkıca sarıldı… Tam o sırada güzel bir ses onlara eşlik etti. İki kalbin aynı anda atışının sesi. Tıpkı en sevilen şarkının melodisi gibi…

Güm güm güm… Kadın gözlerini yumdu ve ilk defa beş yaşından sonra gerçek bir gülümseme kapladı yüzünü. Şimdi dedi şimdi mutluyum…