Rüzgarın yazı bitirmeye ant içtiği efsunlu bir gece de başlamış ve bitmişti bu hikaye. Uzun boylu, atletik bir delikanlı ile doğanın tüm renklerini duru teninde barındıran genç bir kız, bir gece vakti karşılaşmış ve yaz bitmeden hayatlarını birleştirmişti. En nihayetinde genç adam, karısını da yanına alarak İstanbul’a geri dönmüştü. Evliliğin üzerinden aylar geçti. Adam, zaman içinde başarılı bir hukukçu, kız da, biricik kocasının aşkı, kayınvalidesinin istemediği gelini ve evinin hanımı olup çıkmıştı. Gelecekteki doğacak çocukları, Berk ya da Pelin’in annesi olmaya da çok yakındı. İşte hikaye burada mutlu sonla bitiyor. Sonrası hep keder, hep acı.
* * *
Kadın
Aylarca ve ardından yıllarca süregelen hissizlik, yanında ki yatan kocasının gecelerdir aynı nefesi soluyor ve geriye boşaltıyor oluşu, bu akvaryumun içini doldurmuştu. Kızgınlıkları boyunu aşmıştı ve bu sebeple olacak, yemekleri yaparken eline ne geçerse parçalamak gibi bir huy edinmişti. Özellikle de balık kafalarını tek tek ezmek genç kadını sakinleştirirdi. Halbuki evliliğin ilk ayları ne başkaydı! Adam onun ilk erkeğiydi. Yani adamdan önce geçmişini hatırlamadığını düşünürsek, evet kesinlikle ilkiydi. Kadının bir ailesi yoktu, bir geçmişi. Tek sevebileceği ve sevgi isteyebileceği kişi kocasıydı. İstediği şey bu kadar basitti.
Erkek
Masallardaki prensesler kadar güzel gözüken kadınla evliliği, masalların da ölümüne neden olmuştu. Adam, dünyanın en sıkıcı karısına sahip olduğunu düşünüyordu. Gerçi bunu anlaması yaklaşık yedi, sekiz ayını almıştı. Evliliğin ilk ayları adama göre muazzamdı. Ne de olsa dünyanın en güzel varlığı onun karısıydı. Sarışındı, dolgun ve asla erkeğini yormazdı. Arkadaşları hep: “Oğlum ne şanslı adamsın lan” gibi cümlelerle gelirdi adama. Zaman içinde toplantılarda, davetlerde sergilenmesi gereken bir güzelliğe dönüştü karısı. “Bakın buna sahibim ben.” Kadın güzeldi, becermesi güzeldi ve bir süs balığı kadar geçici. İşte gel zaman git zaman, hukuk fakültesinde ortak dersler aldığı Nurgül adında ki dişli rakibine gönlünü kaptırıverdi Avukat Bey. Bu kadın karısına hiç benzemezdi. Fiziksel olarak karısının tam karşıtıydı, gösterişsizdi. “Kadın dediğin bakılmalı. Sonra tekrar tekrar bakılmalı” derdi babası çocukken. Şimdi babası bu kadını görse ne eziklerdi. Ama işte Nurgül’le her yan yana geldiğinde saatlerce konuşup gülüyor, sevişiyor ve sonra tekrar kaldığı yerden devam edebiliyordu. Nihayet bir kadına kendini teslim edebilirmiş gibi hissetmişti. Sonra bir gün karısının hamile kaldığı haberi geldi. Yıkıldı adam.
* * *
Ev hanımı bütün gün duvarları izler, etleri keser ve karşısında duran aptal kutusunun içindeki anlamsızlıktan, anlamlar çıkarmaya çalışır. Gece yarılarına kadar kocasını bekler. Adam gelmez, böylece uyku da tutmaz. Çirkinleşmeye başlar. Sanki adam ne kadar evden uzaklaşırsa, kadının da teni de bir o kadar solar, yeşile çalar.
Hamile kaldığını öğrendiğinde, durumunun değişebileceğine dair bir ümit doğmuştu kadın için, fakat başka bir şey oldu: İlk önce lekeler oluşmuştu cildinde, sonra bir gün göbek deliğinin içinde hissettiği çıldırtıcı bir kaşıntı hissi. Saatlerce göbek deliğini kaşımıştı. İçinde yabancı bir şey vardı! Göbek deliğine parmağını sokup, etini dele deşe içinde ki şeyi çıkardı. Yapışkan, keskin uçlu bir yosundu bu. Daha sonra ki günlerde acayiplikler sürdü. Yosunlar kusuyor, her bir deliğinden, insanı iğrendirecek garip organizmalar çıkartıyordu. Vücudunda olan bu garip durumları, kocasına makul bir dilde anlatmayı denese de, adam yüzüne boş boş bakıp: “Sen delirmişsin” gibi bir tepki vermişti. Bu konuşmadan birkaç gün sonra kayınvalidesi eve taşındı. Bir gün kocasını, annesiyle fısıldaşırken işitmişti: “Bir doğursun, ardından akıl hastanesine yatırırız” diyordu kayınvalidesi. Yıkıldı kadın.
Kocası, kocasının annesi ve neredeyse her akşam yemekte olan, kocasının iş arkadaşı Nurgül. Bu evde kendisine ait hiçbir alan kalmamıştı. Bu kıstırılmışlık günlerinde, bir gece kocasına o soruyu sorabildi: “Beni aldatıyor musun?” demişti korku dolu gözlerle. Adam kısa bir an inkar etmiş ve sonra da ağzındaki baklayı hızla çıkarmıştı: “Ben onu seviyorum, bitti tamam mı” dedi. Kadın ağlamaktan bitap düştü, yalvardı. Adam karısının basiretsizliğine bakmış ve evden bir hışımla çıkmıştı. Zaten çıkış da o çıkış, o korkunç güne kadar gelmeyecekti eve.
* * *
Öyle bir ıkınıyordu ki gelin hanım, beyaz nevresimin üzerine terini, kanını; her bir damlasını da bırakmıştı. Evin duvarlarından damlayan kirli sular gücünü arttırmış, bu esnada kayınvalidesi de alışverişten eve geri dönmüştü.
Gelininin yattığı yatak odasına doğru koşturdu kadın. Nefes nefese doğurmak üzere olan gelinini görünce ne yapacağını şaşırdı. Vajinasından çıkan şeyi gördü, çığlığı bastı o dakika. Bu şey kesinlikle bir bebek değildi. Jöle kıvamında kocaman bir yumurta! Yumurta aniden parçalandı. İçinden çıkan o ‘şey’ bir balığın fizyolojisine sahip bir bebekti. Solungaçları, pulları olan bir varlık.
Kadın can havliyle evden çıkmaya çalışıyor ve başı kesilmiş tavuk gibi evin salonunda, dört nala koşturuyordu. “İmdaaatt! Komşular yetişin!” Evin içi kudretli bir başkalaşım içine girmişti. O yaratık o andan itibaren dehşetin eve hükmetmesini sağlayacaktı. Rutubetli duvardan hızla üreyen keskin bir yosun birdenbire kayınvalidenin boynuna dolandı. Bu yosun, kadını yapış yapış duvara hapsetmişti. Gelini yosunlu gözlerle şunu söyledi: “Gördünüz mü, bana inanmamıştınız!”
* * *
Adam günler sonra evine geri döndüğünde kafası öyle dalgındı ki, apartmandan gelen yoğun küf kokusunu ve binanın içindeki yapışkan sıvıları fark bile edememişti. O dalgınlığı, eve girdiği anda son buldu. Dünyanın en büyük dalgınlığı bile burada ki ürpertici manzara sayesinde bir hiçti çünkü. Duvarları yosunlar sarmış ve çatlaklardan yapışkan amniyon sıvıları akmaktaydı. Yerler ve üzerinde ki eşyalar hatta odalar bile yeşilin en boğucu rengiyle küflenmişti. Gerçi hiçbiri yatak odasında gördüğü o ‘şey’ kadar korkutucu olamazdı. Hayatı boyunca hissedebileceği en yoğun dehşet duygusuydu bu ve sonucunda en tiz biçimde attığı çığlık, adamın kendinden duyduğu en garip ses olmuştu.
Odanın duvarlarına yapışmış cesetlerin üzerinden balgamsı sıvılar akmaktaydı. Bu parçalanmış bedenler sanki odayla bütünleşmiş, hatta yeni bir sistem yaratmaya çalışıyordu. Duvarları saran yosunlar bu bedenleri de sarmalamıştı. O korkunç mekanizmanın içinde tek bir yaşayan vardı şimdi. Bu deliliğin içinde olan karısı. Kollarını, Hz. İsa’nın son anlarına ki gibi açmış ve onlarca parçalanmış bedenin arasında adama bakmaktaydı. Adam kekelemekten doğru düzgün konuşamıyordu. Kadın, kocasının gözlerinin içine bakıp; “Nihayet eve gelebildin, bak bütün apartmandaki erkekleri yedim” dedi, sonra da ekledi: “Annende arada kaynadı.”
Adam kaçmaya hazırlanıyordu -ki bu esnada yosunlar ayaklarına dolanıverdi- Tüm gücüyle yosunlardan kurtulmaya çalışıyor olsa da artık nafileydi, kaçış yok! Son duasını okumaktan başka bir şey yapamadı. Bu sırada karısının vücudu, tüm ölülerin bedenleriyle birleşmiş ve bu birleşimden doğan et yığınının içinden koca bir yarık açılmıştı. Yarığın içinden sivri dişler çıktı ve ölülerin bedenlerinden oluşmuş koca bir dil, adamın suratını yalamaktaydı. Birkaç saniye sonra sivri dişleriyle, eskiden kocası olan canlıyı çiğnedi ve fışkıran kanı yutmayı ihmal etmedi yaratık. Nihayet kadın da, evin içi de böylelikle doyuma ulaştı.
* * *
Kucağında ki bebeğiyle beraber denizin içine girmişti ve suyla birlikte anıları da geri geldi. Parçalar bütünleşti ve geçmişini tam olarak hatırladı kadın. Size de bu hikayesini anlatmak istiyor:
Bir zamanlar bir deniz kızı, bir insan oğluna aşık olmuştu. Böylece insan olmak için elindeki dilek yosununu kullanmaya karar verdi. Güzel bir hayat geçireceklerini ummuş ama ne var ki, delikanlı, kendisine zorla sahip olduktan sonra ortalıktan kaybolmuştu. Deniz kızı hamile kalmış ve dilek yosununu hiçe sayarak yurduna geri dönmüştü. Ne deniz ne de halkı onu pek hoş karşılamıştı. Zaten çektiği acılar sonucu, içindeki bebeğiyle beraber ölüp gitti kızcağız.
Ölen ablasının intikamını almak için deniz kızı, bütün bir kış, o yeryüzü canlısının geri dönmesini bekledi. Yazın Foça’ya geri döndü oğlan. Gece yarısı kayalıkların orada oğlana yaklaşmıştı deniz kızı. Öyle güzel bir şarkı söyleyecekti ki, müzik bitince genç adam kendini soğuk sulara bırakacak, sonra da cansız bedeni balıklara yem olacaktı. Ama yapamadı. Oğlan ona tıpkı ablasına baktığı gibi bakmış ve kıza, ömründe gördüğü en güzel şey olduğunu söylemişti. Öyle tatlı dilliydi ki bu insan oğlu, deniz kızı inanmak istemişti. “Sensiz yaşayamam bundan sonra’’ dedi delikanlı. Böylelikle kız, Mercan diyarından tek hakkı olan dilek yosununu almış ve ilk ve son dileğini dilemişti. Tıpkı ablası gibi insan oldu.
Büyü öyle etkiliydi ki, eskiye ait tüm geçmişini suyla birlikte yuttu kız. Kocası ne derse onu yapar olmuştu. Düşünemeyen, yalnızca bir süs balığı. Dünya acımasızdı ve akvaryumun içine koyuyordu kadınlarını. İşte insan oğlunun sözünde durmaması, sihri bir lanete çevirdi. Kadının içine attığı tüm acılar ortaya çıktı; kız kardeşine en önemlisi de kendisine yaptığı tüm haksızlıklar önce içini sonra da evini çürütmesine sebep oldu. En sonunda yavrusu sayesinde kudretli bir dönüşüm geçirdi ve elini kolunu bağlamış olan tüm yosunlarını söküverdi. Yosunla gelen yosunla gitti böylece.
Şimdi deniz kızı, büyük bir kadın olmuş, yıllar sonra özgürlüğüne doğru en diplere doğru dalıyor. Derinliğin içinde, karanlıkları ve aydınlıkları aştığında; yurduna varacak ve halkına, yarı insan yarı deniz canlısı olan kızlarını tanıtacak. Şöyle düşünüyor: Meğer her şey bunun içinmiş. Biricik kızını bu derinliğe getirmek ve onu olması gerektiği biri haline getirebilmek içinmiş…
Kalemine saÄlık DaÄhan. Görsel olarak zengin ve farklı bir öykü olmuÅ. Öykülerin bana '80’lerin korku filmlerini anımsatıyor. Plastik makyaj ve suni kanla dolu saykodelik hikâyeler. Belki de o filmleri sevmemden dolayı senin öykülerine sempati besliyorum.
Sondaki adamın, deniz kızının Åarkısına aldırmayıp onu kandırması güzel bir ters köÅe olmuÅ. Ama genelinde biraz çabuk deÄiÅmiÅ öykü. Yani baÅında olan olaylar ile sonundaki olay birbirine yeterince uyum saÄlamamıŠgibi geldi. Belki de birkaç kez daha dikkatlice okumam gerekebilir.
Teknik olarak bazı hatalar gözüme çarptı. Özellikle eklerin kullanımı konusuna özen göstermeni öneririm. Aynı Åekilde 've’lerin kullanımı için de biraz daha cimri davranabilirsin.
Bu cümlelerde sorunlar var gibi. Belki cümleler ayrılabilir ya da zaman kipleri gözden geçirilebilir.
Öyküyü redaksiyonda daha fazla tutmanı öneririm. Her ekstra okumada gözüne daha fazla Åey çarpar ve böyle pürüzlerden kurtulursun. Kalemine saÄlık. GörüÅmek dileÄiyle.
Merhaba sevgili Kasvet Ulu
80’ler korku sineması delisiyim. Çok belli oluyor değil mi. Sevindim. Benim burada yazdığım hikayeler de tam olarak, ecnebilerin dediği gibi: ‘pulp’. Tam olarak B filmlerine olan aşkımdan ötürü bu ucuz hikayeler çıkıyor.
Yazdıklarını hemen dikkate alıyorum. Çok teşekkürler ayrıca.
Yazarken çok savruk biriyim, yazıyı toparlama konusunda da bazı zorluklar yaşadığım bariz… Henüz tam olarak öykü nasıl yazılır algılayabilmiş bile değilim. Kendimce iyi bulduğun yazarları inceliyorum. Geçenler de senin bloğuna da baktım mesela. Bu adam cümleleri nasıl yana yana getiriyor, hikayeyi nasıl anlatıyor diyerek inceledim. Bir iki not bile aldım:smiley:
Bu arada hikayenin dönüşümü biraz hızlı oldu.Buna katılıyorum. Kısa bir öykü olsun dedim. Biraz fazla kesip biçtim. Sanırım ondan kaynaklı.
Tekrar yapıcı yorumlar için teşekkür ederim.
Merhabalar,
Öykünüz çok güzel. Kafa karışıklıkları yaratmadan okunuyor, bağlantılar ve geçişler güzel, temposu iyi. Tek bir sorun var, bu da, “de” ve "ki"lerin yazımıyla ilgili. Biraz fazla yanlış yapılmış sanırım. Bu haliyle bir kase harika ceviz yemeye oturmuşken insanın ağzına ceviz kabukları gelmiş gibi oluyor. Cevizler hala süper ama kabuklar da olmasa tecrübemiz çok daha güzel olacak.
Ellerinize sağlık!
Merhaba Yusuf Ziya,
Çok çok teşekkür ederim güzel yorumunuz için. Evet bu yazım konusunda eleştiler alıyorum. Yapacağım ilk iş buna ekstra çaba harcamak olacak artık. Bende farkındayım, devrik cümleler ve imla hataları haddinden fazla olmaya başladı.
Eleştiri ve uyarı için ayrıca teşekkür ederim.
Selam,
Güzel bir fikir, özgün bir hikaye. Akıcı ve merak da uyandırıyor. hatta konunun deniz kızı olduğunu bilmeseydik daha da merak uyandırıcı olurdu.
Biraz dağınık yalnız. Bunu da halledersiniz.
Elinize sağlık