– Hurdacııı!
– Hohahah! Böyle hurdacı da ilk defa görüyorum ayoool!
– BeÄŸenemedin mi abla balkondan düşeceksin dikkat et!
– Ayol şöyle ciÄŸerden bir höykür bakalım mahalle bir duysun.
– Hurdieaaaaaacieoaueıoaaaaaaaa! Oldu mu ?
– Olacak olacak heheh.
– Huördöcöğöğğöööööööaeiıeöööölilili! AÅŸk aliyoo ihtiras aliyoo tutku aliiiyooo ihanet aaaliyoooo hurdaceğöğüğüğöööö! Bağırsaklarım döküldü yemin ederim dalağım ÅŸiÅŸti var mı sende hurdalık bir ÅŸeyler?
– Var kız var gel yukarı.
Öğlen sıcağı yeni dinmeye başlamıştı başlamasına lakin Hera kan ter içinde kalmıştı. Hurdaya çıkmış aşk hikâyelerini topluyordu. Evet doğru kulağa ilginç geliyor ilk başta ama aslında böyle bir şeye ihtiyaç olduğu uzun zamandır belliydi de kimsenin aklına gelmemişti nedense. Kimi bitmiş kimi hâlâ devam eden yıkık dökük binlerce aşk hikâyesi vardı. Şöyle bir özel gözlük olsaydı da görebilme şansımız olsaydı, ortalığın duygusal bir çöplük olduğunu hemen anlayıverirdik. Neyse ki Hera buna bir çözüm getirdi. Hurda ilişkileri alıyor ve karşılığında da plastik leğen, maşrapa, süpürge, kova gibi şeyler veriyordu. Öyle hemen al gülüm ver gülüm olmuyordu tabi. Okkalı bir kahvenin buharında tütüyordu genelde sohbetler. Bazen gözyaşları yanaklarını dövüyordu kalbi kırık insanların ve bazen de derin derin sessizlikler bölüyordu konuşmaları. Hera dinliyordu ve not alıyordu. Gerekli sorular dışında hiçbir şekilde yorum dahi yapmıyor ve dahil olmamaya çabalıyordu.
Günü 3 hurdayla kapatmıştı. Epey yorulmuş ve kendini bir an önce kanepeye bırakmak istiyordu. Hem bedenen hem de zihnen yoruluyordu. Bütün hurdalıkları halletmişti de bir tanesi vardı ki ne yapacağını kestiremiyordu bir türlü. Evin kapısını açık bulduğunda biraz tedirgin oldu ancak bir zorlama izi görmediği için çok önemsemedi. Hem çok yapıyordu böyle dalgınlıklar. Bir keresinde ütüyü açık bırakmıştı da çamaşır odası yanmıştı. Mahalleli yetiştiği için ucuz kurtarmıştı. Nebahat teyzeye kalsa hep Halil yüzündendi.
– Hurdaaaaceieieiieoeii!
İçeride kimse var mı diye kontrol edeyim derken ağzından çıkıvermişti. Sanırım pratik yapmaya çalışıyordu. Öyle mi Hera?
– Ne bileyim ben. Mal mal iÅŸler yapmakta üstüme yok ondan da olabilir. Off içimdeki ses de iyice zıvanadan çıktı.
– Ben senin iç sesin miyim?
– Evet iÅŸte içimden konuÅŸuyorum ya daha ne?
– Ben seni yazan biriyim ÅŸu anda sen öyle sanıyorsun.
– Hurdacıöıöıöıöıö. Ä°yice delirdim sanırım bir doktor görsem iyi olacak.
– Delirmedin doÄŸruyu söylüyorum. Hem senin adın Rukiye deÄŸil mi? Nereden çıktı Hera?
– Amaaaaaa! Rahat bırak beni ! aaaaaaaaa aaaaaaa aaaaaaaaaa aaaaaaaaaaaaaaaa! Bir, iki, üüüüç, dööört! Lalalalalalaaaaaa!
– Salaksın.
– Evet.
Hera içeriye girdi ve sonunda içindeki sesi duymamayı başarmıştı. Yeni hurdaları sınıfladığı raflara kaldırdı. Bu işe başlayalı fazla olmamıştı ancak aralarından biri vardı ki kırmızı kağıda yazılmıştı. Bu kendi hurda aşkıydı. Halil’di ismi. Plazada tanışmışlardı. Yağmurlu bir gündü ve Halil sırılsıklam olmuştu plazanın önünde. Tir tir titremesini görüp öylece geçivermişti Hera yanından ama sonra dayanamayıp geri dönüp eve götürmüştü. Kısa bir süre sonra hastalanması normaldi aslında. Evden kaçtıktan sonra sokakta yaşamak kolay değil. Önce böbreğini ardından da karaciğerini kaybedince geriye bir avuç toprak kalmıştı. Rukiye de o kısa sürede kendini öyle kaptırmıştı ki Halil’e, contaları sıyırmış olmasını normal karşılamak gerekir.
– Ne contası be salak mısın? Deli miyim ben?
– E hani içindeki sesi duymamayı baÅŸarmıştın ?
– …
– Hera?
– …
– Heeeraaaaa??
– …
– Hurdacieo
– Öyle söylenmez o bak hurdacieiÄŸeiÄŸeüeÄŸieÄŸiü.
– AÅŸtın sen kendini.
– Tabii yaa. Bak içimdeki sesi duymamayı baÅŸarabiliyorum deli deÄŸilim demek ki.
– Peki.
– Senin ismin ne?
– İçindeki sesin mi?
– Evet.
– Bilmem hiç düşünmedim. Sen ne olsun isterdin?
– Barış olsun.
– Barış. Hımmm… Barış. Tamam Barış olsun.
İçindeki sesle konuşurken Hera’nın içi geçmişti. Öyle yorgun düşmüştü ki ertesi sabah anca uyanabildi. Kahvaltısını yaptıktan hemen sonra hurda toplamaya çıktı. Daha ikinci hurdasını toplamıştı ki sokağın ortasında birden kolundan tutuverdi hayvani bir el.
– N’oluyor be!
– Zabıta! Ä°zinsiz vergisiz iÅŸ yapıyorsun ver bakalım ÅŸunları!
Zabıta’nın bütün plastik eşyalarla birlikte elindeki hurdaları da almasına bir hayli sinirlenmişti. Birden nereden geldiğini anlamadığı bir itkiyle zabıtanın gözünün tam üstüne okkalı bir yumruk indiriverdi. Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki ne olduğunu anlamadan nezarethanenin rutubet kokusunu içine çekerken buldu kendini.
– Burada da bir cinayet iÅŸlettir bana madem Barış. Ä°damı da geri getirsinler assınlar beni de sen de rahatla ben de rahatlayayım.
– Kabul ettin yani yazarın olduÄŸumu?
– Kendini fazla önemsiyorsun bence. Söylemek istemiyorum ama zorluyorsun beni.
– Neyi?
– Asıl sen benim yarattığım bir karaktersin ahmak. Bu yaÅŸadıklarımı hikâyeleÅŸtiren bir yazar kurguluyorum kafamda.
– Senin için bir doktor yazayım hemen karakterim delirdi. Bir kediyi eski sevgiline benzetip Halil demenden belliydi zaten senin durumun. Bir ayda da nasıl öldürdüysen kediyi artık.
Barış bir cümle daha kuramadan gözlerine inanamadığı şeyler olmaya başladı. Tüm eşyaları tek tek yok oldu. Sonsuz bir boşlukta bir kendisi bir de daktilosu kalmıştı ve kendi kendine bir şeyler yazmaya başlamıştı.
“Bin yıllardır hayatın her alanını kanunlaÅŸtırmış insan. Cinayet suç elbette, yahut küçük bir hırsızlık bile. AÅŸk peki? Bir tek aşıkken özgür insan. Kalpten sıçrayan uçkunlar sönünce derin karanlıklara gömülse de öyle. Bir tek eskilerin hurdaları gereksiz ve bazen de ağır geliyor. ÖrneÄŸin sen Barış. Bu boÅŸluÄŸu hurdalık ilan ediyorum. Seni de ilk hurda olarak buraya bırakıveriyorum.”
Hera:
– Nasıl yani?
– Hurdaciaaaaaaaaooioai!”
farklmı güzel bir öyküydü. özellikle aşk hurdalığı fikrini çok beğendim. kaleminize sağlık.
Merhaba;
Değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim.