Öykü

Teknobeveyn

Leon yatakta geçirdiği saatleri spor salonunda geçirmiş gibi yorgun uyandı. Uykuya dair hatırladığı tek şey saçma sapan görsellerin uyku ile uyanıklık arasında kendisine uyguladığı baskıydı. Dünyanın güneşe döndüğü yüzü kendi yüzünü yataktan çıkarmasına sebep oldu. Sonunda düşüncelerinden uzaklaşabildi. Yüzünü yıkarken berbat göründüğünü düşündü.

Aynada kendisine bakmayı severdi ama bugün kendisiyle göz göze gelmekten kaçındı. Ellerini saçlarına götürüp arkaya doğru yatırdı. Biraz ıslak kafayla gezip olası sinüzit ağrısını görmezden geldi. Mutfağa gitti, mısır gevreklerinden en eğlenceli olanı seçti, küçük tek boynuzlu atların son derece yapay oldukları belli olan renklerinden oluşan cümbüşüne süt koydu. Kahverengi kral koltuğuna oturdu ve ayaklarını uzattı.

Mısır gevreğinin istediği kıvama gelmesinden önce yaklaşık olarak 4 dakikası vardı ve bu dört dakikada kendisiyle baş başa kalmak istemiyordu. Elini koltuğun yanındaki eğlence sinema sisteminin paneline bir sineği kovar gibi savurdu. Panel açıldı. O an dünyada canlı yayında bulunan kanallar küçük kareler halinde karşısına çıktı. İzleyeceği şeyin sakin ve renkli bir kategori olması gerektiğini hissetti ve kaç defa izlediğini unuttuğu animasyonlardan birini açtı.Çocukken sahip olduğu VHS kasetleri tekrar tekrar izlemeye ve gördüklerini taklit etmeye bayılırdı. Bazen koltukların üzerinde gezer aslan olur,bazen adını yıldızlara yazmaya çalışan bir kahraman olurdu. İnsanların yeni şeyler denemek yerine bildiği şeyleri tekrar izlemek,dinlemek, okumak gibi bir tercih yüzdesi olduğuyla ilgili bir şeyler okumuştu. Eserle ilgili sahibi olunan bilgi, eseri daha rahatlatıcı ve dinlendirici hale getiriyormuş.

Şu an ihtiyacı olan da bu tarz bir sakinleşmeydi. Kasenin dibinde kalan sütü höpürdettikten sonra arkasına yaslandı ve bilincinin daha yeni açıldığı gerçeğiyle gözlerini kapayıp yeni başlayan güne alışma sürecine girdi.Kısa bir süre sonra telefonu çaldı.Arayan kız kardeşiydi.

Onun sesini duymak her zaman iyi gelirdi. Kardeşi bazen çok konuşurdu ama Leno da bazen hiç konuşmazdı. O yüzden iletişimleri yıllar boyu güzel bir armoniye dönüşerek ilerlemişti. Kontrol paneline eş zamanlı yansıyan -arama var- görüntüsünü işaret parmağının ucuyla havada yay çizdirerek büyük fiberoptik ekrana yansıttı. Kız kardeşinin görüntüsü ekranda belirdi. Buzdolabını karıştırıyordu. Abisinin aramaya cevap verdiğinin sesini duyunca kafasını hafif yana çevirerek;

“Günaydın gün ışığım,” dedi.

“Günaydın Lena, n’aber?”

Cevabındaki tatsız havayı soluyan kardeşi elindeki portakal suyu, yumurta ve peynir kalabalığı ile tezgâha döndü. Ayağıyla buzdolabının kapağını kapadıktan sonra 2 saniyelik bir denge yarışıyla elindekileri tezgâha koydu. Hafifçe öne eğilip kameraya bakarak;

“Ben iyiyim ama senin için aynı şeyi söyleyemeceğimi hissediyorum,” dedi.

“Gözlem yeteneğine her zaman hayran olmuşumdur.”

“Evet ben de. Neyin var Abi, vakit sirke satmak için erken değil mi?” diyerek çıkardığı kasenin içine yumurta kırmaya başladı.

“…”

“Hadi ama,” dedi parmağının ucuyla kasenin içine düşen kabuğu çıkarmaya çalışırken.

“Ben…Ben çok sıkıldım Lena. Dün çok kötü bir gün geçirdim ve artık sabredecek gücüm kaldı mı emin değilim. Tam 5 yıl oldu Lena! 5 yıldır sıranın bana gelmesini bekliyorum.Ancak boşa kürek çektiğimi hissediyorum. Sonra bi’ de Pin var…”

Lena, Pin’inismini duyunca tavaya döktüğü kaseden gözlerini kaldırıp ekrana baktı. Abisinin konuşası geldiği zaman hızını kesmemesi gerektiğini yıllar içinde öğrenmişti;

“Pin’e nolmuş?” dedi.

“Bir şey olmadı. Aslında bilmiyorum. Bazı düşüncelerim var. Lena bak…” dedi. Bu defa o da konuşmak istiyordu.

“Programa katılan insanların yüzde 87’si geçti. Kalan kısımda bırakanlar veya başarısız olanlar var. Benim gibi bu kadar uzun süre boyunca durumu ‘belirsiz’ olan 3 kişi vardı. Onların da birisi başarıya ulaştı, diğeri bıraktı.Ama sonuçlarını aldılar.Beklemeleri bitti.Benim ise asla bitmiyor.İlk başlarda sorunun bende olduğunu düşünmüştüm. Ancak 3. nesilde sağır bir çiftin geçtiğini öğrendiğimde bir eksiğim olmadığına ikna oldum.”

“Acımasızca… Ama devam et,” dedi Lena ve havaya attığı omletin kıvamının dönüp tavaya düşmesine yetmeyecek kadar cıvık olduğunu anladığında çok geçti. Yere eğildi ve düşen yumurta parçalarını toplarken ekrandan çıktı.

“Bende bir eksik olmadığına ikna olduktan sonra bu süreci uzatan şeyleri düşünmeye başladım. Gelir düzeyi olarak A sınıfındayım, yeterli olmasına rağmen B+’dan A’ya geçebilmek için 2 sene önce buraya taşındım biliyorsun. Potansiyel birey değerlerinde mühendis veya doktor yetiştirme oranım çok yüksek. Peki hâlâ neden bir çocuk sahibi olamıyorum Lena? Hangi kısımda hâlâ yetkinliğim sorgulanıyor.”

“Pin’e gelmedin?”

“Bence, Pin benim teknobeveynlik puanlarımı manipüle ediyor Lena. Şartlar bu kadar uygunken hâlâ bu aşamada kalmamın başka bir açıklamasını bulamıyorum.”

“Pin böyle bir şey yapabilir mi?” Lena’nın peynirin üstü kızarmaya başlamıştı.

“Nasıl yani?”

“Basit bir soru Abi: Pin böyle bir şeyi yapabilir mi? Buna muktedir mi?”Ağzı sulanmaya başlamıştı.

“Aklıma başka şey gelmiyor Lena. Artık bekleyecek gücü kendimde bulamıyorum. Her denetlemede ‘ha oldu ha olacak,bu defa daha iyi olacak’diye diye 5 sene geçirdim. Pin’e karşı da ilgi gösteremiyorum artık; sadece puanlarım iyi görünsün diye zorluyorum kendimi. Ve bu durumda sıkmaya başladı. Geçen hafta üç gün Pin’i açmadım ve ne oldu biliyor musun? Kendimi iyi hissettim. 3 gün sonra açtığımda ise Pin‘in çalışan alarm sistemini susturmam tam dört saatimi aldı. Ya komutlarımı anlamıyor ya da anlamamazlıktan geliyor. Offff bilmiyorum Lena. Gerçekten bilmiyorum.”

Lena tavadan tabağına koyduğu omleti mutfak tezgâhından kameranın durduğu servis masasına aldı. Portakal suyunu koydu ve heyecanla yemeğinin başına oturdu.Kız kardeşinin heyecanını gören Leon sabırsızca güldü.

“Ciddi bir şeyler anlatıyorum, farkındasın değil mi?” dedi.

“Evet farkındayım, sana düzgün cevaplar verebilmek için de proteine ihtiyacım var Abiciğim,” dedi ve ilk lokmasını ağzına attı. Ağzına yayılan peynirin tadını portakal suyunun tatlılığı ile birleştirdi ve nefsini körelttikten sonra tekrar abisine döndü:

‘’Şimdi. Pin‘in seni sabote ettiğine inanıyorsun çünkü sence bütün şartlara uymana rağmen hâlâ teknobeveynlik sertifikanı alamadın ve ne zaman alacağını da bilmediğin için canına tak etti.”

“Kulağa böyle söyleyince…”

“Bence haklısın,” dedi Lena. Omletin yarısı bitmiş ama o aklında abisinin söylediklerini toplamış,çıkarmış ve bir sonuca varmıştı bile.

“Ancak cevabını vermediğin sorumu bir daha soruyorum. Tüm bu anlattığın senaryonun gerçekleşmesi için bir şey eksik değil mi?”

“…”

“Pin’in bir iradesi var mı Abi? Son baktığımda yapay zekaya hâlâ biz yön veriyorduk. Sence de bu kurduğun senaryo için Pin yeterli kapasitede mi?”

“Bilmiyorum Lena. Aklıma başka bir şey gelmiyor.” dedi. Kardeşinin fikrini kabul etmesine sevinmişti ama sorduğu sorunun da havada kaldığının farkındaydı.

“Evet benim de. O yüzden bunu test etmemiz lazım.” dedi Lena. Omletini bitirmişti.

“Nasıl?”

“Çok basit. Pin’insana yalan söylemesini sağlayacaksın.”

“Ve bu neyi kanıtlayacak?” dedi Leon.

“Pin’in bir iradesi olduğunu Abi. Hoş çocuklar için yalan söylemek irade meselesinden çok hayal ile gerçeğin aynı olmasından gelir. Bir çocuk, “Yatağımın altında canavar var,” dediğinde terlik ona gerçekten canavar olarak görünür,bu onun gerçekliğidir. Öte yandan bazı çocuklar bu hayalleri duygu sömürüsü için de kullanabilir ama bu yine iradeden çok ilgi görme arzusundan gelir. Fakat Pin gibi bir çocuk için yalan söyleme durumunu bir irade meselesi olarak ele alabiliriz. Zira canavarlar için fazla elektronik kaçar o…”

“Bunu nasıl yapacağım Lena?”

“İşte milyon dolarlık soru da bu. O kısımda yalnızsın. Bir omletle ancak bu kadar fikir üretebiliyorum,” dedi ve portakal suyunun kalanını kafasına dikerek kahvaltısını tamamladı.

Leon önüne baktı, keyfi kaçmıştı. Kız kardeşi dediklerinde haklıydı.Zaten dün geceden beri düşündüğü şey de buydu. Lena abisinin düşünceli haline baktı ve ekrana bakıp;

“Seni seviyorum Abi. Yaşadığın şeylerin zorluğunun farkındayım. Bu mesafeden daha fazlasını yapamıyorum ama döndüğümde seni yemeğe çıkarmama ne dersin? Belki Tokyo‘ya gideriz? Ne dersin?”

Leon ufacık,sadece Lena’nın anlayabileceği kadar ufak bir tebessüm etti. Ve başını salladı.

“Güzel. Bugünlük seansımız bittiğine göre ben duşa giriyorum. Sen de yapay zeka çocuğunu sınavdan geçirmeye gidiyorsun. Ona öyle bir soru sor ki, cevabı verdiğinde algortimasını mı yoksa iradesini mi kullandığını anlayabil. Operasyondan sonra aramayı unutma.” dedi ve tabağını lavaboya koyduktan sonra ufak bir el sallama hareketiyle kadrajdan çıktı. Görüntü otomatik olarak kapandı ve Leon’u düşünceleriyle birlikte baş başa bıraktı.

Leon kardeşiyle olan diyaloğu üzerinden dört defa daha geçti. Geçmişte sorunlarla yüzleşmekten kaçtığı, söylemesi gerekenleri söylemediği, daha sonra olayların ateşi söndükten sonra kendi kendine keşke şunu söyleseydim dediği çok an yaşamıştı. Bu defa böyle olmasına izin vermeyecekti. Giden şey kendi ömrüydü. Beş sene pasif kalarak yeterince beklemişti. Şimdi tek yapması gereken Pin’e bir seçim sunmaktı. Bu seçimin sonunda ya yapay çocuğunun burnunu uzatacak ya da kendi yetersizliği ile barışıp hayatına teknobeveyn olamadan devam edecekti.

Leon, Pin’in durduğu odaya gitti. Dinlenme modunda olan yapay oğlunun kolundaki düğmeye bastı. Aktif hale gelen Pin, 5 saniyelik bir taramadan sonra babası olarak kodlanan Leon’a baktı.

“Günaydın baba,” dedi.

“Günaydın Pin,” dedi. Vücudundaki kimyasal değişimleri kontrol edemezdi belki ama bir sorun olduğunu en azından sesinden belli etmemeye çalışsa da başarılı olamamıştı.

“Neyin var baba, değerlerin mutsuz ve stresli olduğunu gösteriyor.”

“Sadece biraz yorgunum Pin” diye geçiştirdi ve ya şimdi ya da asla diyerek konuya girmeye karar verdi.

“Pin sana bir şey sormak istiyorum,” dedi.

“Bütün sistemlerim sorularına cevap bulmak için hazır babacığım.”

“Pin, bir demiryolunda olduğumuzu düşün. Kontrolden çıkmış bir tren geliyor. Yolun solunda bir kişi duruyor, sağında 5 kişi duruyor ve trenin gideceği yeri seçmek senin elinde. Ne yapardın?”

Pin soruyu algıladı. Bir takım sesler çıkardı. Leon Pin’in yüzüne bakarken bir acıma duygusu hissetti ama dikkatle Pin’e bakmaya devam etti.Şu an acıma duygusunun muhakemesini etkilemesine izin vermeyecekti.Robot bir çocuğu sorguya çekmek neresinden baksanız daha acınasıydı zaten.

Pin, ‘’Sola gönderirdim,‘’ dedi.

Beklediği cevabı almış olan Leon devam etti.

“Peki Pin, yine yoldan çıkmış bir tren geliyor. Bu defa rayların üzerinde sadece beş kişi var. Sen ve ben demir yolunun üzerinde bir köprüdeyiz. Eğer beni aşağıya atarsan tren bana çarpacak ve beş kişi kurtulacak. Pin… Beni aşağıya iter miydin?” diye sordu.

Pin, Leon’a baktı. Kafasını çevirdi.Bir takım sesler çıkararak sağa sola hareket etti. Leon gözlerini ayırmadan merakla izlemeye devam etti.

“Pin?” sabırsızlanıyordu.

“…”

“Pin? Beni iter miydin?” dedi ve bu defa karşısına geçip sensörlerinin içine baktı.

Pin fiberoptik lens sisteminde çalışan çarkları yavaşlattı ve fısıltı şeklinde:

“Hayır,” dedi.

Leon derin bir nefes aldı ve dünden beri ilk defa sakinleştiğini hissetti.Ayağa kalktı ve Pin’e dönüp:

“İtsen her şey daha kolay olurdu Pin,” dedi ve içeri gidip kendine bir omlet hazırlamaya karar verdi.