1- Maskeler ve Koltuk
Kesvet çelik parmaklarını bar tezgâhının üzerinde sabırsızca tıngırdatırken, ensesinde çürük sinek larvası çorbası gibi kokan bir nefesin, en kesif kokusunu aldı. Soluk alıp verirken gırtlağının olması gereken yerin on bir parmak altında hafif bir hırıltısı vardı. Belki eski bir yaraydı ya da kim bilir, mor yosun sigaralarına yenik düşmüş bir başka vaka olabilirdi. Boyu bir yetmişten uzun olamazdı ve bir barda bulunmasına rağmen alkol kokmadığına göre ya yeni gelmiş olmalıydı, ya da orada bulunma sebebi çok başkaydı.
Kesvet pullu dudaklarını yaladı ve yüksek taburesinde yavaşça geri döndü. Nefesin sahibinin beklenmedik ölçüde bakılabilir bir yüzü vardı. Ya da maskesinin örtmediği kısımlardan bu fikrin çıkartılması mümkündü.
Göz göze geldiler ve o şekilde birkaç saniye kaldılar. Kesvet’in sağ kolunun dirseği arkasını dönük olduğu barın yüzeyine dayalıydı. Rahat bir poz sergiliyordu. Adamı maskesinden tanımaya çalıştı ama bela aradığını anlaması için göz çevresine kırmızı dikişler ile işlenmiş Horus gözünü fark etmesi gerekmiyordu. Antik mısıra kafayı takmış manyaklardan biri olmalıydı. Bir de ufak bir ayrıntı sayılabilirdi ama adamın bir boynuzu vardı.
Her şey on iki saniye içinde oldu ve bitti. İlk saniye de Kesvet eline gelen viski bardağını kavradı. Horus gözlü adam ise boynunu geri eğdi. Burun deliklerinin içindeki karanlık orman seçilebiliyordu.
Adamın o anda yapabileceği iki mantıklı ve bir mantıksız hareket olacağını düşündü. Yüzü tavana dönükken kahkahalar ile gülmeye başlayabilir ve ona sarılabilirdi. Bunu gerçekten yapabilirdi, burada, Delik de, her türlü deliden bir tane olduğu kesindi.
Öte yandan o mantıklı olanlardan birini, yani kafa atmayı seçti. Öfke ile kabarmaya yeni başlamış göz boşluklarında sihrin parlak turkuvaz ışıltısını seçmek ise ancak ikinci saniye de ancak mümkün olabildi. Sıradan bir alın tokuşturma olmayacaktı. Üçüncü saniye de Kesvet, cam bardağın içine çekildi ve ortadan yok oldu. Dördüncü saniyenin ortasında hasmı için, Kesvet’in ortadan kaybolduğunu fark ettiğinde, biraz geç oldu. Maskesinin bir parçası olan alnındaki demir plaka ve ortasından çıkan boynuzuyla mavi kıvılcımlar saçarak bar tezgâhını kıymıklarına kadar paramparça etti. O anda halen bir nebze bütün görünüyordu ama sonraki saniyelerde parçalar dört bir yana yayılacaktı.
Beşinci saniye başlarken barmen uzun barın diğer ucundan bir altı nozullu pompalı tüfek ile belirirken Kesvet tam zıt köşedeki masaların tekinde durmakta olan bir boş viski bardağından taburenin tekine akarak geri var oldu. Cam ile teması kesildiğinde saydamlığı sona erdi ve çelik sağ işaret parmağını henüz halen sersem halde olan adama döndürdü.
Yedinci saniyenin sonlarına doğru parmağın ucundan bir çeşit mor renkte duman fışkırmaya ve doğruca adamın üzerine doğru ilerlemeye başladı. Adam ise maskesinin ağız kısmındaki fermuarı açtı ve gayet normal görünen ağzından parlak turkuvaz bir renkte kendi dumanını püskürtmeye başladı.
İki bulutçuk sekizinci ve dokuzuncu saniyeler boyunca çarpıştılar ve barın tamamına yayılmak için ilk adımlarını atmaya başladılar. Onuncu saniye de etraftaki diğer müşteriler paniklemeden mekânı terk ediyorlardı. Hepsi de bu tip şeylere alışıktı. On birinci saniye de tüm duman barmenin bir el tüfek atışı ile dağıldı ve iki gölgenin mor ve turkuvaz renkte siluetleri mermi saçmaları ile beraber duvara yapıştılar. On ikinci saniye gelip çattığında tekrar göz gözeydiler. Barmen de namlusunu bir Kesvet’e, bir de ötekine doğrultarak müessesini terk etmeleri gerektiğini sessizce beyan etti.
Kesvet ellerini bir defa şaklattı ve ortadan kayboldu. Aynı sesin o esnada üzerinde durduğu gezegenin herhangi bir yerinde var olması yeterliydi. Varlık düzleminden ayrıldığında tüm olasılıkları gözünün önüne gelir ve o da en uygununu seçerdi. Seçmesinin ardından ise yine bir başkasının el şaklatmasının duyulduğu ortamda geri var olabilirdi. Kullanışlı ama icra etmesi zor bir yetenekti ve sahip olduğu sihir ile uzun yıllar sonra geliştirdiği çeşitli olanaklarından sadece biriydi. Bunu en verimli halde istediği zaman yapabilmek üzere, güvenli evinde, bu sesi sürekli olarak kısık sesle çıkartan bir bant kaydı olurdu.
Gergedan kılıklı sihirbaz büyük olasılıkla kafası karışmış bir halde ve aldığı emri artık nasıl yerine getireceğini bilemeden aynı barda dikiliyor olmalıydı. Kaplaması güve yenikleri ile dolu tekli koltuğuna oturdu ve arkasına yaslandı. Tekrarlayan el şaklatması sesi sağındaki kaset çalıcıdan tüm monotonluğu ile süregelirken odanın kapısında biri belirdi.
“Bunu tüm gün dinlemek zorunda mıyım?” dedi ağzından düşürmeme başarısı sergilediği sigarasıyla. Saçları altın sarısıydı ve aynı bir aslanınkiler gibi gürdü. Kesvet iç çekerek uzandı ve durdurma tuşuna bastı. Kasetçaların mekanik tıkırtısı ile oda birden sessizliğe büründü.
“Bir iş bul ve kendi evine taşın seni sülük.” Dedi kızın yüzüne bakmadan. Birileri ile sıradan konular hakkında konuşurken onların yüzlerine bakmazdı. Belki de sadece bakamıyordu ama bu konuda kendine meydan okumak istediği de söylenemezdi.
Kız pantolonunun arka cebinden maskesini çıkardı ve saçlarını onun altına toplayarak kafasına geçirdi. Kesvet kızdan rahatsız oluyordu çünkü her fırsatta maskesini çıkartmak gibi bir alışkanlığı vardı. Sihirbazlar böyle davranmamalıydılar. Maskelerini sadece yemek yerken veya saygı gereği karşılarındaki kişi talep ederse çıkartmalıydılar. Aksi takdirde iblislere saygısızlık etmiş olurlardı. Bu da yetmezmiş gibi Talitha çok güzel bir kızdı.
“Gerçekten gitmemi istiyor olsaydın eve geri gelmez ve gitmemi beklerdin. Seni tanıyordum Kesvet. Hem söyle bana, geçen seferki gibi bir yara ile geldiğinde seni kim sarıp onaracak?” dedi en masum sesiyle.
Maskesini taktığı için artık ona bakabilirdi. Kızın, yani Talitha’nın bu şehre yakışmayan masumiyetini görmeye dayanamıyordu. Çenesi ile yanaklarını sanki derisizmiş gibi gösteren ve kas liflerine benzeyen bir deseniyle, burnundan aşağısını örtmekte olan bir maskesi vardı.
Kirletilmeye ve zarar görmeye müsait şeyler adamın başını ağrıtmaktan başka hiçbir şeye yaramıyorlardı. Oysa maske, tahammül etmesini bir hayli kolaylaştırırdı. Çoğu zaman itici, korkutucu, çirkin veya iç bulandırıcı olma eğilimindeydiler. Yine de Kesvet’e göre en ürkütücü olanı birilerinin hiç maske takmıyor olmasıydı. Elbette kendine o kadar güvenen bir sihirbazın olduğu duyulmuş şey değildi. Maskeyi bilinçli olarak ve mazeretsiz takmıyor olmak Şeytan’a bir küfürdü.
“Az önce biri beni Gulda’nın barında buldu.” Dedi sol bacağını sağ dizinin üstüne koyarken. Talitha bir yandan gülerken bir yandan da başını salladı, “Tüfeğini çekti mi? Hep bunu yapmayı ne kadar çok istediğini söyler. Tamam tamam, öyle bakma. Daha fazla kaçamazsın, gitmek zorundayız.” Dedi tek koltuktan ve kasetçalardan başka hiçbir mobilyası olmayan oda da yere bağdaş kurup otururken.
“Sen benimle bir yere gelmiyorsun. Zaten beni de senin tozun yüzünden arıyorlar. Artık sihrinin ne olduğunu bana söyleyecek misin yoksa seni Horus’a mı vermemi istersin?” dedi çelik parmaklarını çenesinin altında birleştirirken.
“Sana söylediğimde hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.” Dedi birden ses tonu değişerek.”Beni gizlemek veya bana yardım etmek zorunda değilsin.” Diyerek son noktayı koydu.
Yine de Kesvet tatmin olmuş değildi. “Merakım beni zorunlu kılıyor. Horus gibi adamları sadece birkaç sihir türü cezp eder. İyileştirme, sihir kırma, teleportasyon, diriltme ve yıkıcı ne var ne yoksa illa ki onların cephanelikleri altında olması gerektiklerini düşünüyorlar” Dedi sinirle ayağa kalkarken. “Hangisisin? Öğrenmek için sana dokunmam yeterli ama…” dedi ve bunu son defa sordu.
Talitha ayağa kalkmadı. Kısık bir sesle ve yere bakarken, “Lütfen kararıma saygı göster, öğrenmemelisin. Ben, hiçbiri değilim.” Dedi ve Kesvet de bunun üzerine apartman dairesini, kapıyı çarparak, belki de geri dönmemecesine terk etti.
2- Pipet ve Tavuk
Elinde, boynuzundan kavradığı ve bedeninden ayrılmış bir kafa ile ayakta durmakta olan, kanlar içinde, kendi suratına ifadesizce bakan adamı baştan aşağı süzdü. Kafa halen omur kemiklerine bağlıydı. Merkezi ve motor sinir sistemine hasar gelmemiş gibiydi. Delik de insanları parçalara ayırmasına rağmen hayatta tutabilecek fazla sihirbaz yoktu.
Horus, hizmetkârlarının yetenekleri ile gurur duyardı. “Bundan Kesvet’in tekrar sıvıştığı fikrini mi çıkarmalıyım?” dedi. Takım elbiseli ve kafasının olması gereken yerde kocaman bir kalp maskesi olan adam omuz silkti. Tavandan sarkan zincirin ucundaki kancaya halen canlı olan kafayı astı ve suratına sağlam bir tokat attı. Uyanan kafa önce nefretle, sonra dehşetle ve ardından çaresizlikle etrafına bakındı. Boynundan aşağı uzanan kemiklerden halen kan damlıyordu. Horus’u gördüğünde gözlerinde bir umut ışığı seçilebilir oldu “Bir anda gitti lordum, puff oldu.” Dedi en kaba sesiyle.
“Ve bu da bir hafta önce gerçekleşti. Benden korkmanı anlıyorum, sonuçta başarısız oldun. Ancak huzuruma çıkmaktan kaçabileceğini sanarak sadece bana hakaret etmiş sayılırsın. Bana küfretmek istemezdin değil mi Ivdan?” dedi yavaş adımlar ile zincire asılı gergedan maskeli zavallı kafaya yaklaşırken.
Takım elbiseli ve kalp maskeli adam kibarca boğazını temizledi. “İzin verirseniz karıma bir akşam yemeği sözüm var. Gidebilir miyim?” dedi. Horus kopuk kafayı iki elinin arasına alırken göz ucuyla ona baktı ve “git, ancak yarın sabah seni burada istiyorum, yanında Rehlil’i de getir, sizin için bir işim var.” Dedi ve dikkatini tekrar kurbanına yöneltti.
Kalp maskeli adam herhangi bir şey eklemeden ardını döndü ve geniş salondan ayrıldı. Horus onun içini bulandırırdı. Horus’un sihri irili ufaklı kınkanat familyasından tüm böcekleri kapsayan bir sihirdi. Onları nefesindeki duman ile yaratabiliyor, yönetebiliyor, bir araya getirip boyutlarını değiştirebiliyor, onlar aracılığı ile hastalıklar yayabiliyor ve çok büyük bir hızla çoğalmalarını sağlayarak milyonlarca canlının yaşadığı metropolitenleri dakikalar içinde haritadan silebiliyordu. Bir defasında ona borcu olan ve Delikin Kuzey kesimlerinde güçlü bir konumda olan mafyalardan tekinin liderini derisine yumurtalarını enjekte eden binlerce hamam böceği aracılığı ile infaz ettiğini kendi gözleriyle izlemişti. Bahtsız adamın ölümü, derisinin ortadan kalkması ve açıkta kalan etin her noktasından kanaması yüzünden değil, larvaların onu içten içe yemesiyle olmuştu. Bazı sihirbazlar yüksek sesle olmasa da kapalı kapılar ardından onun iblis lord Azabab’ın soyundan geldiğini söylerlerdi.
Merdivenlerden indiğinde lobi de karşısında Rehlil’i buldu. Boyu Rehlil’in omzuna kadar geliyordu. Rehlil çok geniş ve uzun boylu biriydi. Bol pantolon ve pardösüler giyer, bir meksika güreşçisi maskesi takardı. Onu gören çoğu kişi gerçekten yapılı bir adam olduğunu düşünür ve elbette yanılırdı.
Adam damarlı ve gerçek bir kalbi andıran maskesini geri çekerken, Rehlil de kendi maskesini çıkartarak uzun albino saçlarını ortaya serdi. Uzunca öpüştüler ve birbirlerinin gözlerinde anlık da olsa huzuru buldular. Çok az Delik erkeği Rehlil’in kızıl gözlerine böyle bir aşk ile bakabilirdi. “Nasıl gitti Asmod? Lütfen izin vermedi deme!” dedi cüssesine yakışmasa da yüzüne uyan tatlı sesiyle.
Asmod önce bozulmuş gibi göründü ve onu hafiften endişelendirdi. Sonra genişçe sırıttığında Rehlil onu öyle bir kucakladı ki adamcağızın ayakları yerden kesildi. Rehlil’i mutlu etmek her zaman çok kolaydı. Ancak Asmod’un onu sevmesinin sebebi bu değildi. Rehlil tüm zorluklara ve negatif şartlara rağmen en uç koşullarda bile soğukluğunu koruyabilen güçlü bir kadındı. Nefesinde iyileştirici ve ölmedikleri sürece tüm dokuları tekrar sağlığına kavuşturabilen bir güç vardı. Kadının kafasına bir defasında dokuz milimetrelik bir kurşun yediğini görmüştü. Beyin parçalarının dört bir yana yayılmasından saniyeler sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalkmış, onun üzerine halen şarjörünü boşaltmak ile meşgul ve dehşete düşmüş adamı bir güzel benzetmişti.
İkili Horus’un bölgesinde gidilebilecek en şık restorana gittiler ve favori yemeklerini sipariş ettiler. Yalnız kalmak için çok fazla zamanları olmuyordu. Buna rağmen ikisi de Horus için çalışıyorlardı ve muhabbetlerinin işe kayması bir süre sonra hep kaçınılmaz oluyordu.
“…Şu Kesvet, yeteneği ne demiştin?” dedi ağzına kocaman bir tavuk budunu kemikleri ile tıkarken. Asmod onun yemek yiyişini izlemekten keyif alırdı. “İkiz nesneler ve enerji frekansları ile ilgili bir şey. Nadiren rastlanan ve üzerinde ustalaşması zor bir tür.” Dedi közlenmiş domatesini bıçağı ile ikiye ayırırken.
“Nasıl yani? Birbirinin eşi nesneler falan mı yaratıyor? Yoksa bir tür taklit ustası mı, biraz açıklar mısın?” dedi merakla. Asmod güldü, “Horus’un bir taklitçi için iki adamını kaybettiğini düşünmek eğlenceli olurdu. Yarın sabah ikimizi görmek istiyor, bir sonraki işimiz Kesvet olabilir. O yüzden sanırım sana şimdi anlatmam daha iyi olacak.”
“Adam çok fazla sihre maruz kalmış ve belki de lanetlenmiş olabilir. Maskesinin altındaki gerçek yüzü pullu bir kertenkeleyi andırıyor. Hiç maske takmasa bile onu açık alanda kimse fark etmez. Bir ara ellerini kaybetmiş olmalı çünkü bileklerinden itibaren çelik pençelere sahip ve bazı çelik destek uzantıları dirseklerine kadar ilerliyor. Öldürdüğü son sihirbazın maskesini alıyor ve bir sonraki kurbanına kadar onu takıyor. Bu da onun bulunmasını zorlaştıran etmenlerden biri. Bildiğimiz kadarıyla hiçbir çete için çalışmıyor, sadece bir kiralık katil.” Dedi ve boğazını temizlemek için bir yudum kırmızı şarabından aldı. Rehlil tabağını bitirmiş, dikkatle onu dinliyordu ama “Buraya daha sonra tekrar gelmeliyiz. Yemekler bir muhteşem.” Diye de eklemeden edemedi.
“Hakikatten de leziz. Adamın yeteneğine gelince, gerçekten sıra dışı. Diyelim ki Kesvet’in yanında, beş duyusu ile algılayabileceği bir nesne var. Sihrini uygulayabilmesi adına onu görebilmesi, duyabilmesi, kokusuyla veya dokusuyla tadabilmesi veya ona dokunabilmesi yeterli. Sihrin ikinci aşaması anılarında bu yeni deneyimlediği nesne ile ilgili bir bağ kurmasını gerektiriyor. Bu önceki sabah yediği kahvaltı, kokladığı bir çiçek, tırmandığı bir yokuş veya yumrukladığı bir adam olabilir. Her şey olabilir. Ancak Horus bu bağın yeterince mantıklı olması ve kesinlikle uydurulmamış olması gerektiğini savunuyor. Sihrin üçüncü aşamasında anılarında bulduğu ve ilk aşamada duyumsadığı nesne ile benzeşen bir tanesini seçiyor. Bu bağ çok güçlü ve imgesel olabileceği gibi çok eskiye dayalı olduğu için güçsüz ama gerçek bir benzeşimden de oluşabilir. Dördüncü aşamada gerçeklikten kayboluyor ve bağ kurduğu öteki nesnenin yanında beliriyor. Arada yok olmuş biçimde geçen süreden kimsenin haberi yok çünkü dediğim gibi bu sihir çok nadir. İki gün önce araştırma departmanından Ganrir ile görüştüm, dediğine göre Kesvet’in psikometri yeteneği de olabilirmiş. Yani deneyimlediği nesnelerin tüm geçmişlerini ve yaşamlarını biliyor olması ihtimali var. Belki bir iblis bize cevap verebilir ancak biliyorsun, Horus onlara borçlu kalmaktan nefret eder.” Dedi ve peçete ile ağzını temizledi.
Rehlil düşünceliydi, “Horus neden onun aklı ve anıları ile oynayabilecek birini bulmuyor? Şu anda benim aklıma bile onlarcası geliyor. Bu sayede hatalı ve aslında hiç gerçekleşmemiş bir anı ile bağ kurduğunda tamamen ortadan kaybolabilir.” Dedi garsonu tatlı siparişi için çağırırken.
“Çünkü gerçekten istediği kişi Kesvet değil. Adamı canlı yakalamalı, Horus bir kızı arıyor, sanırım adı Tabitha ya da Talitha, emin değilim. Kertenkele kafalı herif bu kızı saklıyor. Horus kızın yeteneğinden hiç bahsetmedi ancak tahmin ediyorum, yarın bir şeyler çıtlatır.” Dedi ve kendi çilekli içeceğinin dikenli bir bitkinin kamıştan yapılmış pipetinden yudumladı. Kamışta kafayı rahatlatan bir şeyler vardı, bu içeceği seviyordu. Rehlil ise kendi pasta dilimini didikliyordu.
“Bana bir sürü şey anlattın ama Kesvet’in sihirbazları hangi yol ile öldürdüğünden hiç bahsetmedin.” Dedi. Asmod durdu ve düşündü. Alnını kırıştırarak “Bu konuda en ufak fikrim yok.” Dedi ve hesabı istedi.
3- Yüzük ve Umutsuzluk
Kesvet evinin kapısı önünde dururken somurtuyordu. ‘Somurtan bir kertenkele, işte bu görülmeye değer’ diye düşündü. Talitha’yı sadece ona acıdığı için veya sihrini merak ettiği için mi koruyordu? Kapının kulpuna dokunduğunda bir sinyal parmak uçlarından başlayarak sinirlerini izledi ve beyninden önce sihirbazların duman salgısından sorumlu bilek ve koltuk altı bezlerine uğradı. “Hayır, kahretsin!” Dedi ve kapıyı neredeyse menteşelerinden koparırcasına bir hızla içeriye daldı.
Çelik ellerini koridorun iki duvarına sürterek gördükleri her şeyi hissetti. Önce mutfak olarak kullandığı yere sonra da Talitha’nın sadece bir yer yatağı ve sandalyeden ibaret odasına ve son olarak da kendi koltuk ve kasetçalardan oluşan mobilyası ile sadelik konusunda yarışan odasına gitti.
Tuvaletten bir sifon sesi geldiğinde Kesvet’in bedenindeki ne kadar tüy varsa diken kesildi. Ellerini beline asılı duran dikdörtgen şeklinde kutunun yan kısımlarına götürdü ve tuvalet kapısını izledi. Orada kimse olmamalıydı, hiçbir nesne son üç gün içinde iki kişinin evine izinsizce girdiği ve kızın da onların varışından bir süre önce ayrılmış olmasından başka bir şey söylemiyordu.
Kapı açılırken önce eflatun tüyler ile kaplı bir pençe gördü. Ardından kalın kızıl tüyler ile dolu bir postun kapladığı kol ve bir çift boynuz ile taçlanmış iblisin kafası belirdi. “Beni gördüğüne şaşırmış gibisin?” dedi derinden gelen işgüzar ses.
Kesvet hemen diz çöktü ve bakışlarını yere çevirdi. “Fakirhanemi varlığınız ile onurlandırdınız” dedi ve bir karşılık bekledi. “Sahiden de bir fakirhane. Harcayacak o kadar parası olmasına rağmen böyle rezil yaşayan bir başka sihirbaz daha yok. Ayağa kalkabilirsin, kendini saygı göstermek için zorlaman gerekmiyor, kafatasının altında yankılanan her kelimeyi görebiliyorum ölümlü.” Dedi ve boştaki koltuğa kuruldu.
“Açık konuşacağım, kafası alengire uygun biri değilsin. Kız arkadaşın gerçekten özel biri. Onun gibi bir sihirbaz on bin yılda bir doğar. Hani zamanın onlar için bir önemi olduğundan değil ancak biz iblisler Talitha Ovrimya ile ilgili ne yazık ki tarafsız kalmayı sürdüremeyiz.” Dedi ve sıradan bir insanın asla yapamayacağı bir gürültü ve şiddet ile gaz çıkarttı. Alev alan koltukta oturmaya devam ederken, “Kalp maskeli olan adam, koltuğu çok acı bir ölümle sonuçlanacak şekilde donattı. Sana bir iyilik yaptım Kesvet Reth’or. Karşılığında tek arzum, kızı Delik’ten götürmen ve başarısız olduğun takdirde de öldürmen.” Dedi.
“Peşinden gidenlerin yeteneklerini dahi bilmiyorum.” Dedi kertenkele kafalı adam. Bu iblis, onun için ilk maskesini yaratandı. Adını bilmiyordu ancak maske yaratıcılarının yüksek konumlarda olduklarını sanmaktaydı. Her sihirbaz senede bir defa ve maskeleri zarar gördüğünde onları tasarlayan iblis ile görüşür ve ruh hallerine göre onlara en uygun maske ile giydirilirlerdi. Bazen iblislere mumyalaştırılmış periler veya Scubbus dillerinden örülmüş bir sepet gibi hediyeler götürmek daha şık maskelere sahip olmalarını sağlardı. Maskeler, takıldıkları sürece efendilerinin güçlerini arttıran ve aslında içlerinde Cehenneme mahkûm edilmiş birer ruhu barındıran canlı eşantiyonlardı.
İblis uzun ve ince sakalını sıvazladı. Sıska bir bedeni vardı ve kanatsızdı. Yer yer kızıla ve bazı yerlerde eflatuna çalan bir postu vardı. Eğri ama çok uzun olmayan çift boynuzu geriye dönüktüler. Gözlerinden zekâ ve bilgelik fışkırıyordu. Koltuk küle dönerken kalktı ve elini alevlere uzattı. Geri çekilirken avucunun içinde alevlerden ince sicimler halinde çıkarak biriken bir kızıl toz bulutu oluşmaktaydı. Bu kalp maskeli adamın sihriydi. Sihrin geride kalan tüm tozlarını tek bir kürecik haline getirdi ve ağzına attı. Biraz çiğnedi ve en az kolu kadar uzun diliyle, aynı yuvarlanan bir kırmızı halı gibi, yarattığı şeyi Kesvet’e uzattı. Çatal dilin ucunda minnacık ve yüzük şeklinde maddeleşmiş bir damga vardı.
“Kanın ile boya ve uygun gördüğün zaman herhangi bir şeyi mühürle. Mühürlenen nesne senin dumanını da kullanarak kalp maskelinin gücünü taklit edecek.” Dedi ve koltuğun geride kalan son alevlerinin arasına tekrar dalarken göz kırptı. “Bol şans. Elin değmişken Horus’u da aradan çıkartabilirsen gerçekten pek nezih olur.” Dedi. Ardından da sönen ateşle beraber ortadan kayboldu.
Kesvet kendini hem çok talihsiz hem de başına talih kuşu konmuş gibi hissediyordu. Elindeki gibi bir şey için saraylarından vazgeçebilecek kişiler vardı “Sadece bir başka büyüyü daha yapabilmek için her şeylerini verirler ama o bana bunu, öylece, sanki çok önemsiz bir şeymiş gibi verdi.” Dedi kendi kendisine, umutsuzlukla. Kız gerçekten çok önemli olmalıydı.
Odasında volta atmaya başladı ve gözlerini kapattı. Bir ara durup kasetçalardaki alkış kasetini cebine indirdi ve sonra yürümeye devam etti. Adımları düşündü, tekrarlayan, birbiri ardına takip eden ve düzenli, yüzlerce ayak sesi.
Gözlerini açtığında kendisini, evinin altı blok ötesinde bir dört yol kavşağında, her kesimden sihirbazın seçilebildiği bir güruhun ortasında buldu. Asker adımları her yerdeydi. Etrafına fazla özen göstermeden yürümeye devam etti. Sanki odasından hiç ayrılmamış gibiydi. Gittiği yer Horus’un bölgesiydi. Vakit, kavgayı generale taşımanın vaktiydi.
4- Cimri ve Delik
Delik de hiç yağmur yağmadı. Bazı kitaplar Delik dışındaki diyarlarda, sihir kullanamayan insanların yaşadığını ve orada bazen güneş ve ayın yok olduğunu, yerlerini bulutların aldığını söylerdi. Bazen sihirbazlar yanlış giden bir deney veya canı sıkılan bir iblis yüzünden ortadan kaybolurlardı. Nadiren bile olsa geri geldikleri de olmuyor değildi ve geldiklerinde aklın almayacağı hikâyeler anlatırlardı. Gökten yağan su damlaları ile nasıl güçlerinin bedenlerini kısa süre için terk ettiğini ve sihirsiz kaldıklarından yakınırlardı.
Kesvet Talitha’nın ona “başka dünyalar da var.” Dediğini hatırladı. Acaba sadece bunu kullanarak o dünyalardan birine gidebilir miydi? Ya gittiğinde yağmur yağıyor olursa ve kendini bir uçurumda bulursa? Sonuç olarak hayatı boyunca bunu denemeye hiç cesareti olmadı.
Deli sihirbazların başka masalları da vardı. Kesvet küçüklüğünde onları dinlemeyi çok severdi ve yetişkin olduğunda da bazılarının gerçekten doğru olduklarını bir şekilde öğrenmeyi başardı. Sihirbazları avlayan dumansız insanlar veya dumana gerek duymadan sihir kullanabilen dev kanatlı yarı iblis sürüngenler gerçektiler. Bazı dokunduğu nesnelerde rengi ve büyüklüğü farklı olan güneşlerden bahsederdi. Aysız ve bulutlu gökler, yüzü olmayan insanlar ve ağızları yerine dokunaçları olan eskilerden de haberdardı. Ancak bunlardan hiç birinin, gerçekten ama gerçekten, bir yerlerde var olduklarına dair kimseye kanıt sunamazdı. Çünkü herkesçe bilinen şey, bazen bir şeylerin gökten düşebildiğiydi.
Delik adını bu fenomenden alırdı. Delike bir şeyler düşerdi ve onların nereden geldiğini kimse bilmezdi. Milenyumlar önce ters gitmiş bir sihrin ürünü oldukları sanılırdı ve hiçbir iblis de bu konuda ağzını açmazdı. Fakat Kesvet gerçekten haberdardı. Talitha’nın da dediği gibi, başka dünyalar vardı.
Aradığı şeyi bulması uzun sürmedi. Tek yaptığı, Talitha’nın giydiği turuncu kazağın aynısından giyen birilerini bulmaktı. Kazağı gördüğünde durdu ve aklında tüm sahneleri bir sıraya dizdi. Delikin dört bir yanında aynı kazaktan yüzlerce olabileceğini bilemezdi. Eğer tek tek her birine ulaşmaya kalkarsa ya dumanı biterdi ya da her şey için geç kalırdı. Kıza kimlik katan başka neler vardı diye düşünmesi gerekti. Düşünceleri arasında nereye gittiğine pek dikkat etmiyordu. Sonunda tekinsiz bir ara sokağa geldiğinde sadece bir apartman girişine tünemiş dilenci kılıklı adamın tekiyle kendisi vardı.
İstemeyerek de olsa adamın yanına gitti. Kirli, ince ve yine de siyahlığını koruyan bir kıyafeti vardı. Bir battaniye gibi giysisini kafasına kadar çekmiş, dizlerini de göğsüne dayamıştı. “Hey, bana nerede olduğumu söyleyebilir misin?” dedi sonunda onu incelemeyi bitirdiğinde. Adam boynunu zoraki döndürdü ve şöyle bir baktı. Kesvet derin bir iç çekerek cebinden ince ve uzun bir tüp çıkardı. İçini kendi dumanı ile bir miktar doldurduktan sonra şöylece bir salladı. Rengi beyaza döndüğünde adamın gözleri buğulandı. Kim bilir aklından o anda neler geçiyordu. Tüpü bir duman rehincisine okutabilir ve kendine bir çatı bulabilirdi. Ancak adamda bu açlığı göremedi ve hayal kırıklığına uğradı.
“Beyaz kalite, ailende safkan birden fazla iblis olmalı ufaklık, gurur duyuyor olmalısın, he?” dedi miskince. Hayır, Kesvet gurur duymuyordu. Adam onun yüzünde bunu görmüş olacak ki dudak büktü, “bana saygını ver yeter. Böyle yaşamayı ben seçtim, aksini düşünme ve sokağın sonundan iki defa sağa dön. Ana yola çıktığında sana yolu anlatabilecek daha meşgul insanlar bulacaksın.” Dedi cümlesini ayağının dibine düşen hokkalı bir tükürük ile mühürledi.
Kertenkele kafalı adam üzgündü. Bazı sihirbazlar değer verdikleri birilerine zarar verdikten sonra sihir kullanmama yemini ederlerdi ve bazı aşırı durumlarda duman salgılayan bezlerini ameliyatla tamamen aldırırlardı. Dramatik bir karardı çünkü dumanları olmadan, bu dünyada insanlar birer hiçti.
Adamın dediğini yaptı ve yarım saat kadar daha yürüdükten sonra heybetli Horus duvarıyla karşılaştı. Duvar içine devrik kral, on altıncı Gargantuan’ın harabe kalesinden onlarcasını içine alacak kadar büyük bir araziyi çevreliyordu. İçeriye girmek bir yana, içeride Horus’u bulmak ayrı bir dertti. Varlıklı mafya liderini gazetelerde görmüşlüğü vardı ve bu adamın gerçek suretinin yanına değilse bile yaşadığı yerde asılı olabilecek bir portresinin önüne teleport olabilirdi. Ancak böcek adamın en derin sığınağına tek başına ve plansız girecek değildi. Ayrıca iblis ona sadece “yaparsan takdirimi kazanırsın” gibisinden bir şeyler gevelemişti. Yani gerekli olmadıkça Horus’tan kaçınacaktı. Tek istediği ve görevi kızı kurtarmak olmalıydı.
Durup şöyle bir durumu tarttığında kızın aslında buraya gelebileceğinden de emin olmadığına karar verdi. Tamamen bir çıkmazdaydı. İçeriye girebilse dahi kızı bulması garanti değildi. Yüzünü ekşiterek “Ancak Horus’u kesinlikle bulurum ve onu ortadan kaldırdığımda kızı bulmak zorunda da kalmam çünkü yeterince güvende olur” şeklinde bir mantık yürüttü.
Duvara dokundu ve ta onu inşa eden taş sihirbazlarının vaktinde nasıl bir araya geldiğini aklında canlandırdı. Duvar boyunca tüm gizli geçitlerin ve daha sonra revizyonlarda üzeri kapatılmış ekstra kapıların yerlerini artık biliyordu. En yakınına doğru sol ayağı ile bir adım attı ve botları toprak ile buluştuğunda, on iki kilometre uzakta, yine duvarın yanındaydı.
Sağ elinin işaret parmağına taktığı yüzüğü düşündü ve “denemenin tam zamanı” diye mırıldandı. Sivri çelik parmağı ile kolunda ince ama derin bir çizik açtı. Yüzüğün mührünü çizikten damlayan birkaç damla kanı ile boyadı ve metal yüzeyini temkinle duvarın kapatılmış kısmına temas ettirdi.
Sanki dev bir yaratık kocaman pençeleriyle ardı ardına duvarı dövüyormuş gibi yarıklar oluştu ve ince kaplama bel verdi. Kesvet şaşkındı, ‘Bu duvar kalp maskeli adamla yakın dövüşe girmemem gerektiği anlamına geliyor’ Diye düşündü.
Yüzyıllık kilitsiz ve ölü tek kişilik çelik kapı gıcırdayarak açıldı. Duvar enlemesine yürüyor olmasına rağmen metrelerce uzanıyordu. Bu adam paranoyak falan olmalıydı. Altı Yıldırım savaşında kullanılan top mermileri bile bu duvarı yıkamazdı.
Karanlık tünelin sonuna ulaştığında ağaç kökleri ve topraktan kendine bir yol açtı. Ağaçları sevmezdi çünkü Cehennemin kapılarından yayılan küller ile beslenirlerdi. Kesvet için ağaçlar aslında birer iblis pisliğinden ibarettiler.
Kendini dışarıda, ya da göreceli olarak içeride, bulduğunda görmekte olduğu şeyi gerçekten ummuyordu. Burası, Delik gibi değildi. Delik de her sokakta dışarıya pis gazlar veren borular olurdu. Evlerin hiç birinin boyası tam değildi ve renkleri de asla pastel olmaz, soluk ve gri tonlarının yaygınlığı göze çarpardı. Metal iskeleler, merdivenler ve köprüler ile bezeli sıradan bir Delik sokağından eser yoktu. Sanki her şey, temiz ve düzenliydi.
Pek düşünmeden ama gördüğü her şeyi sindirerek gezinmeye başladı. İnsanlar olağan dışı düzeyde güzel giyimliydiler ve kendisi oldukça göze batıyordu. İlk iş üstüne başına bir şeyler almak oldu. Kasiyer hiçbir şey sormadı çünkü halinden gayet memnundu fakat Kesvet değildi. Para harcamayı hiç sevmezdi. Varyemez bir tip olduğu için değil de, daha çok “bunun için harcamaya gerek olmamalıydı” diye düşünmeye meyilli bir mizacı olduğundandı. Ya da bu kendisine tekrarlayıp durduğu şeydi.
Alışveriş merkezinden çıktığında nereden başlaması gerektiği konusunda tamamen kararsızdı. İnsanlara öylece Horus’un yaşadığı yeri soramazdı. Ancak sonra gözüne bir şey takıldı.
Sokakta omuz omuza iki iblis yürüyordu ve insanlar onlara dönüp bakmıyorlardı bile. Buralarda sıradan bir sahne olmalıydı. Evini ziyaret eden iblisi düşündü. Diğer iblisler de acaba konu hakkında bu denli işbirlikçi ve bilgili olabilirler miydi? Onlar ile konuşacak değildi ancak gözlerini onlara dikip bunları düşündüğü için isterlerse ona ilgi gösterebileceklerinin farkındaydı.
Siyah postlu iblis gerçekten de yürüdüğü sokağın karşı kaldırımında durup Kesvet’e baktı ve el salladı. Kesvet de güler yüzle ister istemez aynı karşılığı verdi. İblis sırıtarak kuyruğunun üçgen ucuyla bir yönü işaret etti ve başparmağı yukarıya dönük şekilde ‘başarılar’ anlamına gelebilecek bir işaret yaptı.
Kesvet bunun üzerine kendini resmi bir iblis ajanı gibi hissetmeye başladı. İlerlemeye devam ettikçe binaların boyutları ve ihtişamı arttı. Sonunda mermer bloklardan inşa edilmiş ama etrafındaki gökdelenlerin aksine sade ve sadece üç katlı bir malikâne buldu.
Bölge de her yer aşırı kalabalıktı ancak bu malikânenin birkaç yüz metrelik yarıçapında bir kuş bile uçmuyordu. Bir restoranda kendine yer buldu ve camdan, içeriye girmesini veya binaya yaklaşmasını mümkün kılabilecek yolları izlemeye başladı. Menü geldiğinde içinden şiddetle küfretti. Bu fiyatlara karının günlerce doyurabilirdi. Ancak ilgisi aniden arkasındaki masaya kaydı. Bir kadın ve erkek karşılıklı yemek yiyorlardı.
“…Onu bulamadık çünkü bir köstebek var.” Dedi kadın. “Hayır, hiç sanmıyorum. Adamın başka bir şekilde de haberi olmuş ve kızı bizim gelişimizden önce alıp başka bir eve götürmüş olabilir. Evin halini gördün, sanki göçebe yaşıyorlar.” Diye karşılık verdi adam. Kesvet yemek bıçağı ile dikkatle arka masanın yansımasına göz attı. Masa da çıkartılmış ve bir kenara konmuş kırmızı ve damarlı bir maske vardı. Kadının maskesinin ise olduğu yerden pek ayırt edici özelliği yoktu. Kadın oldukça cüsseli bir albinoydu. Adam ise, özellikle Kesvet’e kıyasla, yakışıklı sayılırdı ama bunun dışında normaldi. “Kız diğer sihirbazları etkileyebiliyor. Duman üretimlerini arttırıcı veya güçlerinde dramatik artışa sebep olabilecek bir özelliği var. Belki birlikte sadece yakınlarındaki nesneleri değil, daha geniş bir bölgeyi hissedebilecek seviyeye gelmişlerdir.” Dediyse de ses tonu kararsızdı.
Kertenkele kafalı adam birazdan yemeği geldiğinde maskesini çıkartmak zorunda kalacaktı. Yapmaz ise dikkat çekmesi mümkündü ve dahası, çıkarttığında kertenkele kafası daha da fazla ilgi çekecekti. Sivri dişlerini gıcırdattı ve biraz zaman kazanmak adına yavaşça kalkıp lavaboya doğru seğirtti.
Yüzünü yıkadı ve durumunu değerlendirdi. Bu sırada beklenmedik bir şey oldu ve masaların olduğu ana salondan büyük bir şangırtı ve gürültü geldi. Sanki birileri içeriye birkaç fil almaya ve onları güreştirmeye karar vermiş gibiydi.
Temkinli bir şekilde tuvalet kapısından baktı ve havada ıslık çalan kavisler gördü. Kalp maskeli bir adam üflediği duman ile havada görünmez, geniş ve yaya benzer bıçaklar yaratıp hedefine doğru yolluyordu. İyi ama hedefi kimdi ve kim bunca hamle karşısında halen ayakta durabiliyordu? Bu açıdan her şeyi görmesi mümkün değildi. Sonra masadaki bıçağını hatırladı ve bakışları tuvalet aynalarına kaydı. Bu kadarı onun için yeterliydi.
5- Kanatlar ve Öpücük
Asmod tüm gücü ve öfkesiyle saldırıyordu. Saldırgan, sürpriz bir atakla restoran camını aniden yere indirerek uca doğru gittikçe sivrilen ancak oldukça uzun bir kılıçla önce Rehlil’i mıhladı. Kılıcı kadının boynunda bıraktı. Asmod o anda paniklemedi ve an kendini içinde bulduğu durumu kavradı. Rehlil teori de ölümsüzdü ancak öldürücü silahlar bedeninde bağlı şekilde uzun süre durmamalı ve birileri tarafından er ya da geç çıkartılmalıydı. Hasmı ikisi hakkında bir şekilde bilgi sahibiydi ve saldırısını da planlı gerçekleştiriyor olmalıydı.
Karşı saldırıya geçmeye karar verdi ve salondaki müşterileri minimum tehlikeye sokacak açı ile dumanını kullanmaya başladı. Buraya kadar her şey defalarca üzerinde çalıştıkları senaryolara uygundu. Normal şartlar altında ilk üç hamleden sonra saldırgan aldığı bir hasar ile ölmeli veya en azından Asmod’un Rehlil’i tekrar ayaklanmasına yardımcı olabileceği zamanı kazandıracak bir yara almalıydı. Ancak ikisi de gerçekleşmedi.
Sarı saçları rüzgârda dalgalanan kız elinin ufak ve yerinde hamleleri ile ona doğru kelen yarı saydam rüzgâr kavislerini hafif birer melteme çeviriyordu. Bir tür sihir kırma tekniği olmalıydı. Asmod ikincil kaçış stratejisini kullandı ve tepelerindeki duvarı yıkacak üç mermi yolladı. Bu strateji özellikle zemin katlarda oldukça tehlikeliydi.
Molozlar çökerken az önce karşılarında birinin oturduğu masanın üstünde aniden kertenkele kafalı birinin belirdiğini gördü. Bu Kesvet olmalıydı. Adam timsah dişlerinin hepsini ortaya seren bir gülümseme ile onca taş ve kumun arasında kayboldu. Olan biten hiçbir şey mantıklı değildi, neler oluyordu böyle?
Kısa süren çökme bittiğinde restoranın arka kapısına doğru koştu ve kucağında boynundaki kılıcı yeni çıkarttığı Rehlil ile kendini sokağa attı. Kadın boğazında kalan kanları öksürdü ve boynunu kütletti. “İyi misin?” dedi adam soluk soluğa. Her yerde en güzel gece kıyafetleri ile toz içinde birilerine ve özellikle Asmod’a küfreden zenginler vardı. Yine de Rehlil iyiydi ve tek önemli olan şey buydu. Rehlil’in kapanan yarasından bir mavi skarabe böceği çıktığında ve kanatlarını açıp binanın diğer tarafına doğru yöneldiğinde küfredenler arasına Asmod da katıldı. “Rehlil, buradan hemen gitmeliyiz. O geliyor.” Dedi korkuyla. Etraflarındaki diğer insanlara aldıramadan, sanki hiçbir şey olmamış gibi ayaklanan kadınla birlikte, böceğin aksi istikametine koşmaya başladılar
***
Kertenkele gözleri ile karşısında dikilen kişiyi izledi. “Senin için geldim.” Dedi ve maskesini takmıyor olmasına rağmen onun yüzüne ilk defa gerçekten bakabildiğini düşündü. Kız, “Ben, senin gittiğini sanıyordum.” Dedi. Ellerini sıkıyordu ve tırnakları da avuç içlerine batıyordu. Ağlamamak için kendini zor tutan bir hali vardı. “Sandım ki, seni götürdüler, zulmettiler. Sandım ki… Öldüğünü sandım Kesvet.” Dedi ve dizleri üzerine çökerek ağlamaya başladı.
Adam onu kucaklamak istedi. Ona sarılmak, avutmak, sevmek ve ‘her şey yolunda’ demek istedi. Bunu gerçekten istedi. Ancak ona dokunduğu anda, tüm geçmişini görecekti ve kızın yaşayacağı deneyim çoğu sihirbazın hiç hoşuna gitmezdi. Ona dokunmadan, karşısında diz çöktü ve sessizleşmesini bekledi. “Kılıcı nereden buldun?” dedi kendini daha fazla tutamadan.
Kız önce güldü. Sonra kahkahalar atmaya başladı ve ardından ıslak gözler ama gülümseyen bir ağızla ona baktı, “Merakın bir gün başına çok büyük belalar getirecek. Uzun hikâye.” Dedi ve az önce orada olmadığına yemin edebilecekleri, yanı başlarında dikilen bir adam, incecik sesiyle onlara “Dinlemeyi çok isterim küçük hanım.” Dedi. İkili hemen karşılık verdiler ve iki katlı bir bina yüksekliğindeki dev bir böceğin pençesinden son anda sakındılar. Beton zeminde küçük bir krater bile açıldı.
Talitha gözlerini kısarak tükürürcesine “Horus” dedi. Adam bir ona bir Kesvet’e baktı ve “kılıcım mahzenimdeyken birileri sanki öylesine bir demir çubuk olduğunu düşünmüş ve oradan tesadüf eseri geçerken alıp gidivermiş. Ne talihsizlik öyle değil mi? Oysa hırsız her kimse bu kılıç ile bir iblisi bile öldürebilirdi. Ya da, peh, kim bilir, belki beni bile öldürmeyi deneyebilirdi.” Dedi kibirle. “Beni sıcak evimden çekip çıkarttığın için sana çok kızgın değilim küçük hırsız.”
Adamın boynu kısa sayılırdı. Yüzü tüysüzdü ve saçları da oldukça azdı. Doğrusu adamın bu sureti insanın zihninde beliriveren veya gazetelerde görülen Horus’a pek yakın değildi. Dev böceğin yüzeyi dalgalandı ve aniden binlerce çok daha küçük böceğe ayrıldı. Aynı bir dalga gibi üstlerine doğru geliyorlardı.
Talitha koluyla adama çekilmesini işaret etti ve sol eliyle hava da bir sembol çizdi. Sembolü oluşturan ve havada o şekilde asılı kalan sarı duman aniden parladı ve saçtığı ışığın altında kalan her şey durdu. Böcekler o duran zaman dilimi içinde önce kozalara, ardından da birer larvaya dönüştüler. Döngü tamamlandığında, ortada böcek falan yoktu.
Kılıç iç bulandırıcı bir sesle titreşmeye başladı ve çok ince bir camın kırıldığında çıkardığı sese benzer yankılar çıkardı. Horus, duran zamandan bu kılıç sayesinde etkilenmemişe benziyordu. Kesvet içinse durum farklıydı, “Birkaç böceği sanırım kaldırabilirdim tatlım. Derime sihir işlemez” dedi. Talitha kendinden emin bir şekilde, “Uğradığın sayısız sihir seni dirençli hale getirmiş olabilir, ancak hiçbir şey seni derinin altına giren yumurtalardan koruyamaz.” Dedi.
Horus alkışlamaya başladı. “Gerçekten bir zaman sihirbazısın. Talitha, seni aramızda görmek isteriz. Eğer kabul etmezsen seni zorlamaktan sakınmayacağımı bilmeni isterim.” Dedi hoşgörülü bir ses tonuyla. “Belki arkadaşını da yanımıza katarız ha? Ne dersin?” dedi bu defa gayet ikna edici tonuyla devam ederek.
Kız nefretle haykırdı, “Sen benim babamı öldürdün!”
Sesi yankılandıktan sonra boş ve geniş cadde de sessizlik hüküm sürmeye devam başladı. “Madem öyle istiyorsun, arkadaşın bizimle gelmez olur biter.” Dedi yapmacık bir hayal kırıklığıyla. Hemen sonra önce birkaç, sonra yüzlerce ve ardından trilyonlarca böceğin kanat çırpışının sesi dört bir yanlarını sardı. Kesvet’in beyninde bu sonsuz vızıltıdan başka bir ses yoktu. Ansızın hiçbir şey düşünemez oldu ve başını tutarak yere çöktü.
Böcekler gökten aynı bir yağmur gibi iniyorlardı. Kesvet yağmurun ne olduğunu biliyordu ancak Talitha’ya asla anlatamayacaktı. Pullu derisinden gözyaşları dökülürken “Sana yağmuru anlatmayı istiyorum.” Dedi. Kız da acı içinde yanında cenin pozisyonunda kıvrıldığında, adam onun daha da savunmasız olduğunu anladı. Sihrini bu etkinin altında hiç kimse icra edemezdi.
Böcekler yaklaşırlarken zaman sihirle olmasa bile sanki onlar için durmuştu. “Anlat o zaman. Nasıl bir şey?” dedi kız kulaklarından şakaklarına kadar damarları tamamen mor kesilmiş ve şişmiş bir halde. “Aynı bir öpücük gibi. Fakat su, tüm bedenini kaplıyor.” Dedi bir taşın anısını aklında canlandırırken.
Kız ona yaklaştı ve “Öyleyse git.” Dedi ve dudaklarından öptü. Kızın dumanı kendi dumanına karışırken başından aşağı tüm ağırlığıyla bir yağmurun boşaldığını hissetti.
Dudakları ayrıldığında gitmişti ve gerçekten de bir yağmurun altındaydı. Kertenkele adam başta kavrayamadı. Sonra vızıltının yerini minik damlacıkların dövdüğü metal bir yüzeyin gürültüsünün aldığını anladı. Talitha, Delik, Horus, böcekler, hepsi gitmişti. Sırt üstü yattı ve bedenindeki son duman zerresine kadar tüm sihrini kullanmış olmanın yorgunluğu ile uyudu.
Rüyasında Asmod’un “… Diğer sihirbazları etkileyebiliyor.” Dediğini gördü. Küçük bir sarışın kızın babasının cenazesini izleyişini seyretti. Sonra yaşlı berduşun, “…kararlara biraz saygı göster.” Dediğini ve ardından da birilerinin “Öyleyse git.” Dediğini gördü. Sanki çilekli bir yağmurdu.
6- Kapanış
Devriye uçağı kubbenin üzerinde olağan dışı bir obje olduğunu algılayalı iki gün oluyordu. Sentetik yaşam formu buna benzer başka bir canlının örneğine rastlamış değildi. Protein bazlı bir zeki organizmanın var olması fikri bile sapkınlık sayılabilirdi. Bu yüzden bazıları onun moleküler düzeyde yakılması yönünde oy kullandı ancak sayıları çok azdı.
Diğerleri ondaki potansiyeli gördüler. Yüksek basınca ve sıcaklığa karşı oldukça zayıf olmasına rağmen oksijen aracılığı ile adenozin trifosfat üretebiliyor ve hayatını sürdürüyordu. Acaba kaç yıl yaşardı? Ya da soyunun devamını nasıl sağlıyordu.
“Bu bir insan.” Oldu en eski makinelerden birinin sözü. Nicesi onu anlamadı ancak adı insan olan, saygı ve özveri ile incelendi. Yaşamaya devam ediyordu ancak ellerinde bu zarar görmüş örneği onaracak bilgi birikimi yoktu. Önce oksijenin yakması için hangi yakıtlara ihtiyaç duyduğuna ve bunu hangi yollar ile hardware donanımı için bir enerji kaynağı haline dönüştürebileceğini öğrenmeliydiler. İşleri zordu fakat uzun süren monoton yaşamlarının içinde aynı durgun suya atılmış bir taş gibi olan biteni renkli kılan bir etkisi oldu.
Araştırmadan sorumlu lider konumundaki makinenin raporu “İnsan, gezegenin üzerini kaplayan seramik yüzey de hiçbir uzay taşıtından yararlanmaksızın aniden belirmiş olup, tahminen ileri teknoloji bir boyut kapısı aracılığı ile yolculuk etmiştir zira uyku halinde bulunduğu bölge de bol miktarda sıvı lityum molekülüne rastlanılmıştır. Organizmanın en eski arşivlerde dahi çok az üzerinde durulmuş yaratıcı-insanlar ile yapısal ve niteliksel farklılıkları olduğa ve bunun yanında software yazılımlarının yer ettiği kas yapılı işlemci de ileriye dönük ciddi hasarların varlığına ilişkin uyarılar alınmıştı…” şeklinde bir ibare ile başlıyordu. Kim bilir belki de uyandığında ona cebinden çıkan kasetin ne işe yaradığını sorabilirlerdi. Tabi uyanabilir ve uyandığında akıl sağlığını koruyabilirse.
~Devam edecek.
Senden hep sağlam kurgulu hikayeler okuyorum ve hal böyle olunca ilk paragraflara özenmiyor ya da özenemiyor gibisin. Diğer yazılarında da bu hikayende olduğu gibi önce okuyucunun ilk kafa karıştırıcı paragrafı atlatıp, anlamakla anlamamak arası gidip geldiği ikinci paragrafı okuması sonrasında ise devam etmek için kendini zorlaması gerkiyor.
Bu kötü birşey mi peki?
Bence hayır çünkü devamında okuduklarım o kadar şaşırtıcı ve içine çekici oluyor ki her seferinde hikayeleri bitirdikten sorna bu başlangıçları hatırlamıyorum bile. Bu bağlamda tek önerim -ki hikayenin geri kalanı bence oldukça başarılıydı- başlangıç paragraflarını biraz daha basite indirgeyerek okuyuculara sunman. Tabiri caizse okuyucuyu 10 yaşında aptal bir çocuk gibi görerek hikayenin girişini oluşturman.
Hafif anime tadı yakaladığım hayal gücü yüksek bu hikaye için teşekkür ederim. Ellerine sağlık.
Bu konuda oldukça haklısın ve görüşünün benden kaynaklı hangi problemin sonucu olarak açığa çıktığını da biliyorum. Ben bir kısa hikayenin ilk paragrafı yazarken, uzun zamandır, sonrası nasıl gelişecek hiç bilmiyorum. En ufak fikrim dahi olmuyor. Bunun yanında inan bana, o düzeltilmiş hali.
Ben okuyucunun zekasına saygı göstermekten yanayım. Okurun persfektifi bir araçtır ve bence onu her yazar kullanmalıdır. Anladığında okuru mutlu hissettirecek ve “işte bu! Bunun olacağını biliyordum! Sen gizlemeye çalıştın ama ben ilk paragrafta söylediğin şu şey yüzünden ileride gerçekleşecekleri bilmem kaçıncı bölümden sonra keşfettim!” dedirtebilmek bence çok hoş bir duygu. Her ne kadar ben bunu çok sık duymasam da.