Öykü

Bayrak Yarışı

Milenyuma girerken herkesin aklındaki toz pembe hayaller, yaklaşık beş yüz yıl sonra dramatik şekilde değişti ve dünya geçen her yüzyıl devasa değişimlere tanık olduk.

Önce uzay yolunda lojistik atılımlar yapıldı. Dünyanın her yerine ulaşım kolaylaştı. Işınlanma keşfedilmese de Dünyanın bir yerinden diğer tarafına yarım günde gidebilirdiniz. Tasarlanan tüneller ve sürtünmesi sıfıra yakın araçlar bunları mümkün kıldı. İnsanların bu mobiliteye bu kadar çabuk alışması, insan ruhunu da hızlı tüketime alıştırdı. Her gün farklı yerler görüp farklı mekânları deneyimlemek isteyenlerin bitmek bilmez talepleri sektörün itici gücü oldu. Ekranlarda görünen her şey kendini iyi hissetmek için deneyimlenmesi gereken bir metaydı.

Sonraki yüzyılda bu ruhsal tüketime alışan insan ruhu depresyona girdi ve ruhsal buhran dönemi başladı. İnsanların gördükleri, deneyimledikleri yetmiyordu. Çok fazla görülecek yer vardı ama çok az zaman vardı. Bu huzursuzluk insanlığın durulmasına ve anlam arayışını içsel olarak devam etmesine sebebiyet verdi. Artık devasa tapınaklar, çiplerin yakıldığı ayinler, mistisizme eklenen muhafazakar düşünceler vardı. Ruhsal barışın tüketmekten değil de elindekilerle yetinmede olduğu tekrar öne sürüldü. Ancak bu düşünce barışçıl anlamda hüküm sürmüyordu. İlerlemeyi temsil eden Batı medeniyeti bu kez gerilemenin yüzü olmuştu. Tutucu grupların bir araya gelmesinden sonra yaptıkları eylemlerde pek çok yüksek teknoloji merkezine saldırılar oldu. İnsanların konfor alanından çıkmaması için gerekirse tüm gün meditasyon yapıp kendini doğaya ve gezegene adamalıydı, tüketim odaklı ilerlemeye yer yoktu. Yeni Dünya rahiplerinin önderliğinde insanlık yeni bir yön keşfetmişti.

Bu ruhsal çöküş ve huzursuzluk döneminden sonra insan topluluklarının yönetilmesinin basitliğini keşfeden, uzay çağındaki bir takım zengin elit kesim, servetlerine servet katacak olan çağı başlattı. Uzay çağındaki atılımında endüstri içinde üretim araçlarına sahipliği olabilmiş bir kesim, insanlığın aynı zamanda mutlu tutabilmek için oturduğu yerden de deneyim sahibi yapabilmek için sanal simülasyon ortamları geliştirmeye başladılar. Bu tatmin, insanları mutlu ettiği gibi tedarikçilerin de cebini parayla dolduruyordu. Halkın inandığı bir sürü tanrı ve ruh varken onların inandığı tek tanrı paraydı, din ise ekonomiydi. Bir süre sonra doğal olarak gittikçe zenginleşen bu güruhun karşısında ise aynı ölçüde büyüyen fakir halk yığınları oluşmaya başladı. Durumdan rahatsız halk yığınları topluca bu duruma itiraz etseler de egemen gruplar bunları vahşice bastırmışlardı. Ancak bu hareketler geri durmadı, devam etti. Ezilmekle bitmeyen yığınlar evrim geçirip organize şekilde karşılık verince içinde bulunduğumuz son çağ başlamış oldu.

İnsanoğlu üçe ayrılmıştı. Dünyada kendi cennetlerini yaratıp kaynakların tamamına yakınını elinde bulunan grup, bunlara çalışıp günlük yaşayan grup ve birinci gruba karşı silahlı silahsız mücadele edip ikinci grubu aydınlatmayı hedefine koymuş olan üçüncü grup.

Kutuplardaki buzullar da tamamına yakını erimişti. Okyanus su seviyesi yükseldiği için deniz seviyesindeki ülkeleri su basmış, buna bağlı olarak düzensiz göç dalgaları oluşmuş ve Avrupa coğrafyası ortaçağdaki feodal yapılanmaya tekrar geri dönmüştü. Güvenlik, barınma ve gıdayı elinde bulunduran gruplar, etkisi altına aldığı coğrafyada söz sahibi olmuştu. Merkezi devlet otoritesinin ulaşmadığı ücra yerlerde ise kanun yoktu. Kendi kanunlarını koyanlar, cesaretli seyyahlar, motorlu kervanlar, kaçakçılar ve sağ kalan hayvanlar bu ücralarda görülebilenler arasındaydı Mevsimler daha keskin çizgilerle ayrılmıştı. Kuzey ve güney çok soğuk iken, orta bölgeler hep sıcak ve nemliydi.

İklime bağlı olarak atmosferin de yapısı değişmişti. Hava basıncı düşmüştü. Buna bağlı olarak uçakların uçması için gerekli hava basıncının kanatlarda yeterli değerlere ulaşabilmesi için uçakların kanat uzunlukları iki ya da üç katına çıkarmıştı. Bunun önüne geçebilecek motor teknolojileri de henüz geliştirilebilmiş değildi. Hem yakıt olarak kullanılması gereken minerallerin de – artık doğal kaynaklar da bitmeye yüz tutmuştu ve yeni sondajlar ve araştırmalar için çok büyük paralar gerekiyordu – temin edilememesi ve bunlar alternatif oluşturulamaması havada uçak görmenin dünyaya düşen bir göktaşı görmekle eşdeğer yapmıştı. En zenginler ve ciddi durumlarda ülkeler arası durumlarda ancak uçaklar kullanılıyordu. O da kısacık mesafeyi birçok aktarma yaparak gitmesini gerektiriyordu.

Büyük şehirler yerinde kalmıştı. Küçük gruplar ise kendine yetebildiği ölçüde ayakta kalabiliyordu. Ülkelerin merkezi otoriteleri egemenlik hakkı olarak daha çekimser olmuşlardı. Alacağı vergi ve rüşvet karşılığında güvenlik sağlamaya her zaman gönüllü değildi. Çoğu zaman topraklarını kendi isteğiyle de terk edebiliyordu. Böyle zamanlarda bir diğer egemen güç bölgeye gelir ve sınırlarını koyardı. Bir bölgenin boş olduğunu belli etmenin en çok kullanılan yöntemlerinden biri de bölgeye içi helyum dolu insan boyunda bir balon asmaktı. Balonu göre diğer gruplar balonu indirir ve yerine 3 gün asılı kalacak şekilde beyaz balon asılırdı. Daha sonra o da indirilip bölgenin işgal edildiği bildirilmiş olurdu.

İnsanoğlunun gezegenin kaynaklarını sonuna kadar tükettiği bu devirde benim de içinde bulunduğum grupla birlikte, Orta Avrupa’da eski insanların Alpler dediği bu dağların arasında kendimize doğal sınırları olan korunaklı bir alan tutabilmiştik. Ben burada doğdum. Annem ve babam da burada doğmuş. Kendimize “Dağ Rüzgârı” diyorduk. Yaklaşık iki yüz kişiyiz. Grubumuzdan kendi isteğiyle ayrılanlar oluyordu bazen. Ama dışarıdan gelenlere karşı çok seçici davranıyorduk. Köyümüzün içinden geçen bir nehir vardı. Su ihtiyacımızı buradan karşılıyorduk. Etraftan bulabildiğimiz metallerden ve ormandan kestiğimiz ağaçlardan kulübelerimiz vardı. Herkesçe anlaşılmış bir komün hayatı yaşıyorduk. Yemek yapanlar, güvenliği sağlayanlar, doktorlarımız, becerikli elleri olanlar görevlerini bilirler ve severek yaparlardı. Herkes işin sevdiği için ve diğer insanlar için yaparlardı. Akşamları da grubun tiyatro sahnesinde oyunlar gösterilir ve ardından sözlü tartışmalar yapılırdı. Yıldızlı gökyüzüne bakarak geçmişin ışık kirliliğinde insanların yukarıya bakmayarak neler kaçırmış olabilecekleri hakkında tahminde bulunurlardı. Gün sonunda herkes evine tatmin olmuş şekilde giderdi. İhtiyacımız olan her şey vardı. Bölgede bizden başka diğer komünlerin de olduğunu biliyorduk. Çöl Fareleri ve Deniz Yosunları da bu bölgedeki bizden başka güçlü gruplardandı. Dönem dönem gelen elçiler, diğer gruplardan haberler getirir ve ticaret tekliflerini iletirlerdi. Zaman zaman sürtüşmeler yaşansa da genelde barış içinde yaşıyorduk.

* * *

Sıcak bir akşam üstüydü. Nehrin akıntısı sıcak havayı serinletiyordu. Etraftaki sık ağaçlar hoş kokular yayıyordu. Böyle zamanlarda genelde nehir kenarında sıralanır ve zaman geçirirdi insanlar. Bu sırada yemek dağıtımı ile ilgilenen Flory’nin gözüne uzakta hava asılı bir kızıllık ilişti. Güneş de batmaya yüz tuttuğu için gördüğünden emin olamadı, gözlerini kısıp tekrar baktı. Gördüğünden emin olup insanların dikkatini havaya yöneltti. “Hey, şu yukarıdaki kırmızı bir balon değil mi? Bu yakında kim arazisinden durduk yere feragat edip balon asar ki?” diye söylendi. Flory’i duyan güvenlikten sorumlu Teloran bakışlarını yukarı yöneltti ve balonu gördü. Kafasında hemen kırk tilki dolaşmaya başladı. Kullanım olarak amacı belli olsa da amaç dışı yem olarak da gayet kullanılabilirdi bu durum. “Balonu görüp hemen atlamayalım” dedi temkinlice. “Henüz kulağımıza gelmese de sahte olabilir böyle durumlar. Hem Çöl Fareleri’nin arazilerini bırakmak gibi niyeti yoktu bildiğimiz kadarıyla” diye ekledi. Havaya bakan yüzler merak ve endişeyle fısıldaşmaya başladılar. Sakin bir yaşam sürerken ortaya çıkan bu beklenmedik fırsattan hoşlanmamışlardı. Ellerindekiyle yetinmek, konfor alanından çıkmamak onların karakterlerine işlemişti.

Yemeğini yedikten sonra Teloran grup liderleri Alari ile görüşmeye gitti. Lider kulübesi diğer kulübelerden farksızdı. Bir buçuk insan boyu yüksekliğinde tavan, açık renk duvarlar, birkaç dolap vardı. İçeri girince sağ elini sol göğsüne yaslanarak eğilip selam verdi Teloran. “Merhaba Alari, Güney yönünde havada asılı bir kırmızı balon gördük. O bölgede bizim gibi iki farklı komün var ama yerlerinden ayrılmak gibi bir niyetleri yok. O bölgeye giden en son temsilcilerimiz de şüpheli bir durum sezmediler. Kontrol için gidip bakmakta kararsızım. Bu konuda bir şeyler yapmamız gerekiyor. İnsanlar fısıldaşıyor,” dedi. Teloran, Alari’nin eski bir dostu ve güvendiği bir arkadaşıydı. Balon hakkında böyle kararsız kalmasına şaşırmıştı. “Hoş geldin Teloran, şüphelerine hep güvendim bu güne kadar. Evet kimseden bir yere gitmelerini beklemiyorum ama bu durum beni de şaşırttı. Yine de bölgeye gidip kontrol etmemiz gerekir. Eğer komşularımız yerlerini terk ettiyse o bölgeyi de bize katmamız iyi olabilir. En azından tarım yapabiliriz o boş bölgelerde. Eğer bir yanlışlık varsa geri dönersiniz. Siz gittiğinizde burada da güvenlik için birkaç kişiyi bırakırsın zaten,” dedi. Aynı fikirde olduklarını anlayınca Teloran tekrar selam verip dışarı çıktı. Şimdi gün batmıştı ve rüzgâr da kesilmişti ama balon yukarlarda halen seçiliyordu. Meydana gelip ona doğru gelen iki kişiye seslenip hazırlanmalarını istedi. Yirmi dakikalık yürüyüşe çıkacaklardı.

Portatif termal kameraları ve gece görüş dürbünleriyle tabancalarını bellerine asıp büyük demir sürgülü kapıyı çekip dışarı çıktılar. Arkalarında kapı kapanırken son kontrolleri yapıyorlardı. Yanlarına beyaz balon almışlardı. Hava soğumuştu ama tempolu bir yürüyüşle bu soğuğu hissetmeyeceklerdi. Teloran’ın yanında Avida ve Senon vardı. Avida silah kullanmayı iyi bilen cesaretli bir kadındı. Senon ise sürekli dışarı çıkmaya fırsat kollayan bıyıkları henüz terlemiş genç bir delikanlı. Yürümeye başladılar. Kısa süre sonra sık ormana girdiler. Kıyafetlerini ağaç dalları kesiyordu. Mesafe çok uzun olmadığı için aldırmadan devam ettiler. Yirmi dakika sonra balonun altına varmışlardı. Burası diğer komünlere de çok yakındı. Balonun bağlı olduğu ip ağaca bağlanmıştı. İpi sökmeye yaklaştıklarında ormanın içinden çıtırtılar duydular. Hemen diğer ağaçların arkalarına saklanıp nefeslerini tutarak beklediler. Tabancaları ellerindeydi. Otuz metre ötede bir geyik etrafını koklaya koklaya yaklaşıyordu. Yanlış alarm sonucu saklandıkları yerden çıkarken birbirlerine baktılar. Nedense kendilerini aptal gibi hissetmişlerdi. Bu sefer ipin bağlı olduğu yere tekrar gittiler. İpi söküp indirmeye başladılar. Tam bu sırada tekrar geyiğin olduğu taraftan çıtırtılar gelmeye başladı. Bir anda etraflarında ağaçların ardından ve yerdeki yaprak yığınlarından fırlamış sekiz kişi peyda oldu. Teloran ve yanındaki iki kişi nişan almaya varamadan diğerleri tarafından etkisiz hale getirilip yere yatırılmıştı . Konuşmaya fırsat kalmadan ağızlarını bağlayıp kafalarına çuval getirmişlerdi bile. Teloran yerde yatarken saldırganların cebinden bir şey çıkarıp bastığını duydu. “Evet yakaladık onları, harekete geçebilirsiniz, bol şans” dediklerini duydu. İpi kesip balonu aşağıya indirdi. Daha sonra seslerden anladığı kadarıyla önce diğer ikisini daha sonra da Teloran’ı bir kamyonun arkasına atıp oradan ayrıldılar.

“Anlaşıldı”. Ses ücra yerdeki kulübelerin birinde belli belirsiz çıkmıştı. Cevaplayan Flory, yanında duran Duma’ya baktı. “Bu akşam burayı ele geçiriyoruz ve yeni bir hayat başlatıyoruz dostum,” dedi. Kulübenin kapısını açtı ve meydana doğru yürümeye başladı. Kıyıdan köşeden göz teması kurup onunla beraber yürümeye katılan yaklaşık yirmi kişi olmuşlardı. Dosdoğru Alari’nin kulübesine girdiler. Flory ve Duma içeri girip diğerleri kulübenin etrafını sarmışlardı. Teloran’ın bıraktığı güvenlikten soumlu kişiler durumu görmüş ama harekete geçenlere karşı sayı olarak hiç şansları yoktu. Baştan pes ettiler. Uzaktan bakanlar da durumu kavramıştı. Grup içinde liderlik el değiştirecekti.

Kapı aniden açılıp içeri giren Flory ve Duma’yı gören Alari vaziyeti anlamıştı. “Neler oluyor, neden böyle geldiniz?” dedi Alari. Sevinçli şekilde bakan Flory, “Senin liderliğini sona erdiriyoruz Alari. Kolay yoldan ya da zor yoldan olacağı sana bıraktığım bir seçim. İstediğini seç ama acele et. Çünkü bunu uzun zamandır bekliyorum” diye cevapladı. Heyecanlı olduğu aldığı sık nefeslerden belliydi. Yanında duran Duma da bu durumu garipser gibi bakıyordu. Alarin biraz bekleyip cevap verdi, “Salak olmayı kimden öğrendiğini bilmiyorum ama altından kalkamayacağınız işlere bulaşmayın Flory. İnsanları hoşnut edip diğer gruplarla barışçıl yaşamak hakkında ne bilirsin sen be?” Alari’nin bağırmasından alındığı belliydi Flory’nin yanağındaki kızıllıklar. Bunu fark eden Alari devam etti, “Bu durumu şimdi sona erdirirsek hiçbir şey olmamış gibi devam ederiz. Ama illa uğraşmak istiyorsanız siz bilirsiniz. Gerçekten bunca sorumluluk almaya değer mi? Nedir istediğin? Güç mü? İnsanların seni sevmesi mi? Bırak artık şunu.” Üstünlüğü ele geçirdiğini düşünen Alari, Flory’nin yüzündeki anlamsız gülümsemeye takılmıştı. İstediği başka bir şey miydi? Flory tam cevap verecekken duraksadı. “Neyse” dedi. “Bundan sonraki buradaki yönetici olacak kişinin eşi olmak benim için yeterli bir ünvan. Sizlerden kurtulmuş olmak bana ve Vilamir’e yeterli olacaktır.” Bir anda Alarin’in beyninde şimşekler çaktı. İçten içe bir burukluk ve ihanete uğramış hissetti. Oturduğu yerden Flory’ye doğru hamle yaptı ama Duma kocaman vücuduyla Alarin’i durdurdu.

Kulübe içinde bunlar yaşanırken güvenlik duvarının etrafında yüzlerce eli silahlı insanlarla çevrelenmişti. Orman içinden çıkıp gelen bu kişilerin yüzleri gece karanlığında seçilmiyordu. Duma ve Flory kulübeden dışarı çıktılar. Duma koltuk altında Alari’yi sürüklüyordu. Yüzü kan içindeydi. Bu manzarayı gören tüm grup durumu anlamıştı. Alari’nin liderliği bitmişti. Ama kimse Flory’e lider gözüyle bakmıyordu. Flory herkesten uzak sessiz sakin biriydi. Kulübe önünde duran Flory insanların toplaşmasından ve gürültülerden rahatsız olmuş olacak ki ellerini kaldırıp “Evinize dönün, görülecek bir şey yok. Sadece Alari artık burada olamayacak. Ona veda edebilirsiniz, ama uzaktan” dedi. Ardından kapıya doğru yürüdü. Kapıdaki nöbetçiler de karanlıkta gelenlerden şaşırmış emir bekliyorlardı ancak Teloran ya da Alari’den emir gelmeyince kalakalmışlardı. Birkaç nöbetçi de sessizce esir alınmıştı. Kapıyı açan Flory karanlıktan ışığa çıkan Vlamir’in yüzünü gördü. Onunla beraber arkasındaki tüm kişiler de bu ana tanık oldu. Flory ve Vlamirin dudakları bir araya gelip uzun uzun öpüştüler. “Küçük krallığımızın ilk adımını attık sayende sevgilim” dedi Vlamir. “Her zaman yanındayım bebeğim” diye cevapladı Flory. “Çöl Fareleri ve Deniz Yosunlarından sonra ilerideki krallığımız için büyük bir adımdı bu” diye cevapladı Vlamir. Arkadaki herkes, bazen duyduğu ama pek azının gördüğü bu adamın burayı ele geçirmek için neler yapabileceğini tahmin etmemişti. “ Haydi Duma beyaz balonu yukarı sal da başka akbabalar buraya gelmesin, burası bizim yurdumuz artık”. dedi Flory. “Herkes işine devam etsin, herkes güvende olacak, gündelik hayatınıza devam edin. Tek değişiklik burası artık Vlamir ve Flory’nin.” dedi Flory.

Herkes bu ani değişiklik karşısında korkmuş ve şaşırmış olsa da ayak uydurmak zorunda olduklarını biliyordu. Hayatta kalma içgüdüsü onlara bunu öğretmişti. Boyun eğmeyi. Ya da yeterli cesareti varsa başkaldırmayı.

Serhat Eski

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Öykünün başlangıcı hoş ama ortalarda biraz kafam karıştı. Flory Alari’ye isyan edecek güce sahipse neden Teloran’ı sahte balonla uzağa gönderdi? :thinking: Alari neden ihanete uğramış hissediyor? Flory önceden Alari’nin eşi miydi? Vlamir yeni lider olacaksa Alari’nin karşısına niye ilk olarak o çıkmadı? Kafamda deli sorular. :smiley: Ayrıca anlatım önce 1. tekil kişiyle başlıyor sonra 3. tekil kişiye geçiyor, bu yüzden anlatıcının kim olduğu belirsiz. Öykü, biraz daha uzunluk istermiş. Emeğine sağlık.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for OykuSeckisi Avatar for acimatriyarka