Öykü

Küre Operasyonu

Baykuşların ötüşü ve uzaklardaki kurtların ulumaları birbirine karışıp boş arazide yankılanıyordu. Tepelerindeki yarım ay, arazide çıkıntı yapmış kayaların diplerinde belli belirsiz gölgelere sebep oluyordu. Yüzbaşı Erol ve timdeki on kişi dağlık arazide aralarında üçer metre mesafe ile ilerliyorlardı. Araziye adım atalı henüz yarım saat olmamıştı. Operasyonun hedefi, kuş uçuşu beş kilometre uzaktaki bir mağaranın içinde saklıydı. Mağaraya girip içerideki nesneyi muhafaza edecek ve daha sonra mağara yakınlarına gelecek olan nakliye helikopteri ile tahliye olacaklardı. Yüzbaşı Erol’un zihninde talimatlar belli belirsiz orada oraya uçuşurken hedef ise taştan bir sütun gibi aklındaydı. Bir anda neden bu mesafeyi yürümek zorunda kaldıklarını düşündü. Cevabı kendisine tebliğ edilmemiş olsa da tecrübelerine göre helikopterle gitmek hedefi ürkütebilir ve kaçırabilirdi. Tüm bu belirsizlik ve zihnindeki düzensizliğe son verip önüne odaklandı. Önünde dört kişi, ardında beş kişi vardı. Hepsi ile kulaklarındaki telsizden konuşabiliyorlardı.

Hedef ile aralarında yaklaşık on beş dakikalık mesafe kalmıştı ve buraya kadar herhangi bir yabancı unsur ya da düşman ile karşılaşmamışlardı. Yürümeye devam ettiler ve önlerindeki orta büyüklükteki tepeyi dönmeye başladıkları vakit en önde giden iki asker, brifingde resimleri gösterilen ve haritada işaretlenen mağaranın dik bir tepenin üstünde gördüklerini bildirdiler. Telsizdeki konuşmaları dinleyen Erol ve diğer askerler hemen silkinip kendine geldi ve daha dikkatli şekilde yürümeye başladılar. Önlerindeki tepeyi dönmeye başladıklarında gözleri ile dik tepeyi gördüler ve arazide V biçimden mevzi almaya başladılar. V’nin iki ucundaki askerler daha küçük bir keşif timi oluşturup tepeye yaklaşmaya başladı. Diğer askerler kızılötesi ve termal dürbünler ile mağaraya baktıklarında içeriden yayılan ısı ve ışığın kamerada oluşturduğu renk değişimi net bir şekilde görülebiliyordu. Bunun bilgisini telsizden içeriye girenlere verdiler. Erol operasyonu başarıyla yönetmenin verdiği haz ile karanlıkta gülümsemişti. Operasyonun sonuna geldiğini hissediyordu. Ama niyeyse aklında da sanki deja vu yaşar gibi sisler mevcuttu. Bu mağarayı ya da buna çok benzer bir mağarayı daha önce gördüğünü düşündü bir an. Bu arazi de tanıdık geliyordu sanki ona. Hemen sonra aklında bu düşünceyi sildi ve keşif yapan askerlere geri çekilme emri verdi. İçgüdüleri ve şüpheleri baskın çıkıp daha tedbirli davranmayı seçti. Herkes mevziine geri gelince yapacaklarını düşündü. Verilen emir, mağaranın içindeki nesneyi muhafaza edip geri getirmekti. Bunun gibi çok eğitim almıştı ve birçok operasyonda da görev almıştı. Nedense bu sefer içinde şüphe ve merak iç içe geçmiş ve sanki olacakları önceden biliyormuş gibi sabırsız hissediyordu. Düğmeye basıp telsizden konuştu. “Öncü gruptaki iki kişi uyarı ateşi yapıp cevap beklesin. Eğer kimse yoksa el bombası atıp içeri girin. En ufak bir tehlike görürseniz bilgi verip geri çekilin.” Bu emirden sonra herkes hareketleri izlemeye yoğunlaştı. Önce dört beş el silah sesi duyuldu. Biraz sonra da el bombası patlama sesi geldi. Erol silahının dürbününden her şeyi yeşil tonunda izliyordu. Tüm hareketleri gördü. En son bomba patladıktan sonra içeri giren askerlerin “İçeri giriyoruz” kelimelerini duydu. Herhangi bir karşı koyma yoktu. Çatışma çıkmamıştı. Belki de içeride insan yoktu. İzlemeye devam ettiler. Askerler içeri girerlerken dürbündeki yeşil tonda bariz bir artış oldu. Askerler içeri girdiğinde bir süre bekledi. Rapor veren kimse yoktu. İçeri giren askerlerden ses çıkmıyordu. Erol birkaç kez rapor verin diye yüksek ses ile uyarsa da cevap veren yoktu. Erol soğuk havaya rağmen terlediğini hissetti. Yüksekçe bir yerden mağaraya bakan keskin nişancıdan bilgi istedi. O da mağaraya giren iki askerin içeri girdikten sonra bir parlama gördüğünü ama daha sonra içeri veya dışarı herhangi birinin veya bir şeyin girip çıkmadığını söyledi. Sanki içeri giren iki asker düşman ile iş birliği yapıp karşı tarafa geçmiş gibiydi. Askerlerin bu durumu Erol’da şaşkınlık ve kızgınlık karışımı bir duygu oluşturdu. Hem durumu anlamakta zorlanıyordu hem de kötüsünü düşünüp askerlerin bir daha çıkamayacağını aklına getiriyordu. Her iki durumda da eyleme geçememesi onu daha da sinirli yapmıştı. Diğerlerinde de huzursuzluk sezen Erol kesin ve net şekilde emir verdi. “Keşifçiler yerine birer kişi geçsin, uzaktan mağaranın girişine doğru mevzilensinler. Ben içeri giriyorum.” Arazide mağaranın sağında ve solunda hareketlenmeler oldu. İçeri giren askerlerin yerlerine arkadan iki kişi geçip namlularını mağaraya doğru çevirip beklemeye başladılar.” Yerimizdeyiz komutanım”. Sesi duyduktan sonra Erol kayalık çıkıntılardan eğilerek koşar adım tepeye tırmanmaya başladı. Yukarıdan beklediği karşı tepki gelmeyince yürümeye devam etti. Mağaranın kapısına geldiğinde içeriden soğuk bir ışık yayıldığını gördü. Sönmeye yüz tutmuş bir floresan ışığına benzeyen bu ışık mağaranın giriş zeminini aydınlatıyordu. Biraz dikkat edince ışığın belli aralıklarla sönüp parladığını fark etti. Bu ışığın, nesneyi korumak için ışınım yapan radyoaktif bir koruma kalkanı olabileceği aklına geldi ilk başta. Önden giden askerlerin de bu etki sebebiyle içeride bayılıp düşmüş olabileceklerini düşündü. Önlem almak için bekledi. Sırt çantasından çıkardığı portatif radyasyon ölçeri çalıştırdı ve gördüğü miktar, mikrodalga fırının yanında çalıştırdığı kadar bile değildi. Radyasyon riskini elediğine göre içeri girmeye karar verdi. Muhtemel tuzaklara dikkat ederek içeri süzülmeye başladı.

Mağara içeride sağa doğru kavis yapıyordu. Işığın geldiği yer kavisin sonundaydı ama kaynağı görünmüyordu. Yürümeye devam etti. İlk başta askerleri göreceğini düşündü. İçeri girdikleri gibi kaybolmaları mümkün değildi. Kimseyi göremeyince ışık kaynağına doğru gitti. Gördüğü şeye ilk bakışta anlam veremedi. Aklının ona oyun oynadığını düşündü. Görüntüyü hazmetmeye başlayınca midesi kasıldı. Bağdaş kurmuş oturan heykel ve askerleri gördü. İlk içeri giren iki asker gözleri kocaman açılmış şekilde havada süzülüyordu. Sanki içeride yerçekimi yok olmuş da uzayda gibiydiler. Askerlerin önünde ise Erol’a sırtını dönmüş şekilde oturan insan şeklinde bir heykel vardı ve ışık kaynağı da heykelin karnında gibiydi. Erol bulunduğu yerden ışığın yansımasını ve askerleri görüyordu. Heykelin ne olduğunu veya ışık kaynağını göremiyordu. Mağaranın içinde canlı bir hedef göremediği için silahını indirip heykelin önüne doğru yürümeye başladı. Bir yandan da süzülen askerlere bakıyordu. Heykelin önüne doğru kaymaya başladığında ellerinin arasında küre benzeri bir ışık kaynağının asılı olduğunu gördü. Sağ eli üstte sol eli altta, avuç içleri küreye bakacak şekilde duruyordu. Küre güçlü bir ışık yaydığı için istemsizce elini siper edip heykelin yüzünü incelemeye başladı. Sanki bir buda heykeline benziyordu ama daha çok standart bir insan figürüne benziyordu. Erol askerleri bu hale getiren hataya düşmemek için ne yapması gerektiğini düşünmeye başladı. Amacı bu nesneyi muhafaza etmekti. Askerleri donmuş gibi havaya kaldıran sebebi düşündü. Küreye dokunmak mı onlara bu hale getirmişti? Etrafa daha dikkatli bakınca boş kovanları fark etti. Dörder tane boş mermi kovanı yerde duruyordu. Etrafta mermi izi göremiyordu ama kuşkusuz namludan dörder tane mermi çıkmıştı. Bu durumda küre ya da heykel bu saldırıya karşı askerleri bu hale getirmiş olabilir miydi? Karanlık bir mağarada bu duruma sebep olabilecek başka bir mantıklı açıklama getiremediğinden çaresizce bu fikre sadık kaldı ve ateş etmeyi aklından çıkardı. Silahını indirip elini küreye doğru uzattı. Küreye yaklaşırken kolunda bir uyuşma hissetti. Parmakları küreye yaklaştı ama değmeden zihni dondu.

* * *

Resmi giyinmiş ciddi görünümlü iki kişi bulunduğu yerden aşağıya doğru bakıyorlardı. Hafif sakallı yüzlerinde herhangi bir duygu ve ifade yoktu.

“Bu sefer çok yaklaştılar.”

“Bir öncekinden daha ileri gittiler diyelim. Geçen sefer mağaraya gelemeden yolda vahşi hayvanlara yem oldular. Hatta dinozor bile vardı”

“Sanırım silah kullanmak doğru bir hareket oldu. Silahları ortaya çıkarınca tehditler kendiliğinden ortadan kalktı. Gerçekten ne düşündüler acaba bu verileri yollarlarken bize? Tehlikelere karşı hazırlıklı olun mesajı mıydı bu? Kendimizi koruma aracı olarak silahları yükleyince tehditler simülasyondan çıktı.

“Tahmin etmesi zor. Şimdi gidelim de askerleri programdan çıkaralım. Bir sonraki sefer için dinlenecek vakitleri olsun.”

Yüzbaşı Erol ve diğer dokuz askerin ayrı ayrı içinde bulunduğu havuzlar, yuvarlak bir masanın etrafında sıralanmış şekilde yerleştirilmişti. Her havuzun içinde mavimsi bir sıvı vardı ve askerlerin çıplak bedenleri bu sıvı içindeydi. Bu havuzlara bağlı metal kablolar toplanıp ortadaki masanın altından alt kata doğru iniyordu. Havuzların etrafında bir düzine beyaz önlüklü görevli, önlerindeki ekranlardan askerlerin hayati değerlerini takip ediyor ve aralarında hiyerarşi olduğu görülen diğerlerine rapor veriyordu. Havuzlarda kıpırdanmaya başlayan askerlerin havuzlarının başlarına birer görevli gidip askerlerin bağlı olduğu kabloları sökmeye başladı. Kablolar çıkarken askerler kıpırdanmaya ve doğrulmaya başladılar. İki asker hariç en sonunda herkes gözlerini açıp soluk alıp veriyorlardı. Erol’un bulunduğu havuza giden bir görevli ona bornoz verip diğerlerinden ayrı şekilde başka bir odaya yönlendirdi. Diğer askerler de aynı şekilde başka bir odaya girip giyindiler ve geniş bir salonda dinlenmeye çekildiler. Bir süre sonra yeni giysileri ve kendinden emin tavırları ile odadan çıkan Erol Yüzbaşı, görevlilerin bakışları altında üst kata toplantı odasına çıktı. Onu bekleyen takım elbiseli iki kişi vardı. Erol odaya girdiğinde ayağa kalkıp anlayışlı bir ifadeyle konuşmaya başladılar.

“Geçmiş olsun Yüzbaşım. Bu sefer çok iyi gittiniz. Yalnızca önden giden iki askerin acemiliği bizi öngöremediğimiz durumlarla karşı karşıya bıraktı. Diğer askerlerimizi durumları iyi.” Takım elbiseli adamlardan diğeri Erol’u en başından beri süzüyordu. Dayanamayıp araya girdi.

“Yüzbaşım mağaranın içine girebildiniz mi? Ne ile karşılaştınız? Bize detaylıca anlatır mısınız?” Adamın çok heyecanlı olduğu belliydi. Erol derin bir nefes alıp anlatmaya başladı.

“Her zamanki gibi operasyon merkezinde uyandık. Brifing aldıktan sonra araziye çıktık.” Erol’un bu noktada gözleri uzaklara daldı ve sanki sisler içinden bir şeyi görmeye çalışıyormuş gibi gözlerini kıpırdatmaya başladı. “Hatırlamıyorum ama ufak ufak anımsayabiliyorum sanırım. Önceki seferlerde silahsız mı gitmiştik? Kendimiz korumak için bir şeyimiz yoktu değil mi?” Bu sorudan sonra ilk konuşan adam cevapladı. “Evet ilk seferlerde düşmanca görünmemek için silah yüklemedik programa.” Erol kafasını sallayıp devam etti. “Bu sefer, önceki seferlerde olduğu gibi yırtıcı hayvanlar ya da doğal afetler ile karşılaşmadık. Mağaraya doğru yol aldık.” Erol bütün olan biteni anlattı. Konuşması bittiğinde takım elbiseli adamlar birbirlerine onaylarcasına bakıp Erol’a teşekkür ettiler. Erol çıktı. Bir süre sessiz kaldılar. Ayağa kalkıp camın yanına gittiler. Havuzları ve çalışan görevlileri izlerken konuşmaya başladılar.

“Hatırlıyor musun James? Sinyallerin ilk geldiği zamanı? Teleskoplar düzensiz birtakım sinyaller almışlardı. Daha sonra bunların sinyal değil de matematiksel veriler olduğu ortaya çıktı. Nereden geldiği hiçbir zaman tespit edilemedi. Sonra bunları çözümleyince sanal bir ortamda çalıştırabileceğimizi keşfetmiştik.”

“Evet Albert. İlk günkü gibi aklımda her şey. Nasıl başladıysak o şekilde sonlanacak bu hazine avı. Nedir sorun?” James’in bakışları değişmişti.

“Belki de bu sinyallerin altında bir anlam aramasaydık ve herkesi haberdar etmeseydik bunca kayıp verilmeyecekti. Gördün işte bugün de iki kişiyi kaybettik. Belki de bunlar beyhude çabalardır.” Albert’in umutsuz konuşmaları James’i huzursuz etmişti.

“Bunca işaret boşuna olamaz. Sen de duydun. Küre ortaya çıktı. Yazılanlar bir bir gerçekleşiyor. Ne yazıyordu eski kitapta? Kötülük saçmayan kötülük taşıyanlar ona dokunabilir demiyor muydu? İşte silahlı şekilde gidildi ama ateş dahi etmeden ona dokunan biri oldu.” James’in heyecanlı konuşmaları Albert’i moralini biraz olsun yükseltmişti.

“Evet bu yönden bakınca mantıklı geliyor. Sadece feda edilenlere bakınca aklıma sorular geliyor. Bir sonraki seferde ne yapacağız?”

“Bir sonraki seferde ben bizzat gideceğim. Küreyi alıp sanal dünyadayken onu çalıştırmalı ve ne ile karşılaşacağıma bakmalıyım. Eğer yazılanlar doğruysa uzaklarda olan atalarımız ya da adlarına ne deniliyorsa onlarla karşılaşmamız mümkün.” Bu cümleden sonra ikisinin de gözleri büyüdü ve yüzlerinde tekrar ciddiyet belirtisi oluştu.

Altı aydır devam eden operasyonlarda askerler bilinmeyen bir dünyada kâşif-denek olarak kullanılmış ve hedefe ulaşana kadar durmamışlardı. Onlara söylenen ise geleceğin sanal askeri operasyonlarında eğitilmek üzere görev yaptıklarıydı. Gerçek ise bambaşkaydı.

Serhat Eski

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Akıcı bir askeri bilimkurgu öyküsüydü. Philip K. Dick öykülerini anımsattı. Öykünün devamı gelebilir hatta bir roman bile olabilir.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for OykuSeckisi Avatar for acimatriyarka