Öykü

Helen Mirası

Hafif rüzgârlı ve nemli hava, yüzünden kayarken Ersin’in, gözlerini kırparak tekrar baktı önünde duran yığına. Beyni ilk başta algılayamadı. Ağzı da biraz kurumuş gibi geldi ona. Korktuğunda insan vücudunun verdiği tepkiler diye düşündü kendi kendine. Ama gördüğü şeyi algılayamadıysa neden tepki veriyordu ki? Kötü müydü bu? Sonra birden parçadan bütüne gitmeye karar verdi. Yerdeki kırmızı sıvı kandı. Yığından eğimle beraber sahile doğru akmıştı. İri bir insan vücudu da açıkça fark edilebiliyordu. Yer yer derisi kalkmış, ip izleri de görünüyordu. En ilgi çekici görüntü ise yerde sırt üstü yatan insanın başına, sicimden örülmüş gibi görünen bir çuval geçirilmişti. Göğsünün üstünde ise- esas korktuğu yer burası olmalıydı – kesilmiş bir boğa başı sıkıca dikilmişti. Tüm görüntüye tekrar baktığında bu sefer midesi sımsıkı oldu. Çocukken kurban bayramlarından kalan anıları depreşti. Nefessiz kalacağını bilmeden delicesine anıran hayvanlar…

İki büklüm geri geri gitmeye başladı ve arkasında bakmadan hızlıca sahilden yukarı, ana yol tarafında doğru koşmaya başladı. Dalga sesleri uzaklaşıp, arabaların lastik sesleri çoğaldıkça vahşi dünyadan, kent yaşamının konforuna yaklaştığını anlayıp içini garip bir sevinç kapladı. Az önce ne olduğunu düşünmeden en yakın büfenin içine girip anlatmaya başladı. Büfeci şok olmuş gibi görünen çocuğa bakıp ağzından çıkanlara inanamadı. Bir süre sonra aynı şeyleri söylediğini fark etti ve çocuk dükkânın içine yığılıp kaldı. Çocuğu kontrol edip yüzüne ambulansı aradı ve uzaktan sahile bakmak için dükkân önüne çıktı. Uzaktan 2 başlı, yere yatmış gibi görünen boynuzlu bir şey gördü. Ambulansın ardından hemen polisi aradı ve batmaya yüz tutan güneşe baktı. Tuhaf bir akşam oluyordu.

Polisler gelmişti ve tüm görgü tanıklarını dinlemeye başlamışlardı. En önce Ersinle konuştular. “-Söyleyeceklerin bu kadar mı?” diye sordu Adnan komiser. Her zaman böyle olaylarla karşılaşmadıkları için tanığın aklındakilerinin hepsini almak istiyordu. İhbar akşamüzeri gelmişti ve bir büfeci aramıştı. Kısmen turistik sayılabilecek bir Ege sahil köyünde böyle bir şeyin olmasına tabii ki kimse ihtimal vermiyordu. Olay yerine gittiklerinde kumlar üstünde yatan, kafasına çuval geçirilmiş ve göğsüne boğa başı dikilmiş bir ceset görmüşlerdi. Hemen etrafının çevrilmesine karşın sosyal medyada hemen uzaktan çekilmiş birkaç fotoğrafı yayılmıştı. “Aklıma gelen her şeyi söyledim, eğer unuttuğum bir şey varsa da unutmuşumdur çünkü çok iğrenç bir şey bu, hâlâ inanamıyorum” dedi Ersin. Komiser çocuğun bilgilerini alıp gitmesine izin verdi. Çocuğun bayılmasından dolayı aklına gelen her şeyi anlattığını düşündü. En nihayetinde sorumlunun o olduğunu düşünmüyordu. Birini öldürüp, göğsüne boğa dikmek iki farklı işti. Bu çocuğun ise bunu yapması şimdilik mümkün değildi.

Güneş henüz batmıştı. Buradaki saha işlerini bitirip merkeze gitmesinin zamanı gelmişti Komiserin. Kıyıdan iki yüz metre kadar uzakta beyaz yelkenli bir gemi gözüne çarptı arabaya binerken. Dikkatlice bakınca yelkenler veya tekne üzerinde herhangi bir marka bulunmadığını gördü. Yarış yapan yelkenliler olsa mutlaka reklam veya spor kulübü arması bulunurdu. Yelken düz beyaz, teknesi de açık renkliydi. Sanki demir atmış gibi süzülüyordu deniz üstünde. Önemsemedi. Arabasına binip evine gitmek üzere yola çıktı. Bulunduğu köydeki sahil ile dağlık alan arasında kalan yolun kenarında çeşitli meyve satıcıları ve bir takım küçük kulübeler vardı. Yazın tatilcilere meyve sebze satan köylüler kullanıyordu buraları. Mevsim kışa döndüğünde boşalırdı kulübeler. Bu mevsimde de tek tük kullanılıyordu. Camdan dışarı bakarken yoldan yüksekte, dağın yamacında insan boyunda ateş yanmakta olduğunu gördü. Bölgedeki çoğu alçak yer zeytinlik ve yüksekler çam ağaçlarıyla kaplıydı. Kış mevsimi yangın mevsimi sayılmasa da son yıllardaki orman yangınları, ateşin ne zaman görüldüğüne bakılmaksızın hemen ihbar etmeyi gerekli kılmıştı artık. Önceki yıllarda yangınlardan çok can gitmişti. Komiser hemen itfaiye aradı ve durumu anlattı. Ancak arabayla durmadan eve devam etti. Eve girdikten sonra da üstünü çıkarıp yatağa uzandı ve aklında garip bir cinayetle uyuyakaldı.

Sabah işyerine gittiğinde Adnan komiser herkesi düşünceli gördü. Dünkü cinayet herkesi etkilemiş olarak diye düşündü. Küçük bir yerde böyle hunharca bir cinayet kimsenin aklına gelmezdi. Hele ki vücut üstüne başka bir hayvanın organının dikilmesini ne görmüştü ne duymuştu. Odasına girdiğinde yardımcısı da ardından odaya girdi. Adnan ceketini koltuğun ardına asamadan Kenan konuşmaya başladı. “Abi dün yangın çıkmış yolun yukarısında ağaçlık alanda bilgin var mı?”. Adnan umarsızca cevapladı. “Evet Kenan var. Hatta ben de aradım ateş var diye itfaiyeyi.” Kenan’ın yüzü değişmedi. “Hayır patron detayları bilmiyorsun sanırım.” diye cevapladı ve devam etti. “Ateşi söndürmeye giden itfaiye ekibi gittiğinde ateşi sönmüş buldu. Ancak küllerin üstünde bolca zeytinyağı ve hayvan boynuzu bulmuşlar. Etrafta insan yokmuş ama ateş çevresinde bir sürü çıplak ayak izi bulmuşlar. İtfaiyeciler de ateşi sönmüş görünce geri dönmüşler öylece. Herhalde alkolün etkisiyle köyün gençleri yapmıştır diye düşünmüşler.” Adnan devam etmesini bekledi. Çünkü Kenan’ın söyleyecekleri bitmemişti. “Ancak dün gece olay yerinde kanıt toplamaya devam eden polisler de ateşi görmüş ve uzaktan konuşmaya benzeyen sesler işitmişler. Bundan sonra açıkta seyreden beyaz bir yelken görmüşler. Bu arada da sesler gelmeye devam ediyormuş. Sesler kesilince uzak denizden sanki denize kocaman bir kaya atılmış gibi bir ses gelmiş ve dalga oluşmuş kıyıya doğru. Ardından da ateşin söndüğünü görmüşler dağda. Bizimkiler işlerine devam etmiş ama tırsmışlar tabi. İşleri bittiğinde de cenazeyi de morga götüren araca kaldırıp gitmişler. Herkes genel olarak huzursuz oldu. Dünkü olayın etkisinden çıkamadığımız için herkes hayalet görmüş gibi bugün.” Adnan’ın metafiziğe ilgisi yoktu, görmediğinden çok gördüğüne inanmayı tercih etmişti. Kenan’dan sonra hemen ekledi. “Denk gelmiştir oğlum. Sarhoşlar ya da gençler ormanda içki içmiştir, denizde de yunuslar olabiliyor bazen. Denk gelişlere anlamlar yükleyip kafanızdan senaryo üretmeyin öyle.” dedi. Kenan kafasını sallayıp kendi yerine geçti.

Adnan da anlatılan hikâyeden sıkılmış olacak ki bir kendine kahve isteyip günün işlerine bakmaya başladı. Herkes kadar bu olay onu da etkilemişti. Erken yaşta sakin ve deniz kenarı bir yere çıkan tayinine sevinemez olmuştu bir an. Olayı herkes kadar o da merak ediyordu ve yine herkes ne biliyorsa o da o kadar biliyordu. Bir an vicdan azabı hissetti ve insanlara bir açıklama borçlu olduğunu hatırlayıp çalışmaya başladı. Kimlik tespiti, dna analiz, görgü tanıkları, tahmini senaryolar… Hepsinin üstünden birer birer takip edip mantığına oturtarak görev sahasındaki insanlara açıklamayı bizzat o yapmak istiyordu.

* * *

Sahildeki bu cinayetten kısa süre sonra sonra Adnan’ın elinde pek çok bilgi vardı. Öldürülen adam, Yunan asıllı bir rahipti. Üzerindeki boğa da yetişkin bir boğanın başıydı. Adamın suda boğulduğu söylenmişti. Kamera kayıtları incelendiğinde beyaz bir kamyonetten iki kişi tarafından sürüklenerek sahile bırakıldığı görülüyordu. Tüm bilgiler ışığında yorum yapmak çok sınırlıydı. Yanlış bilgi vermemek için de herkes titiz şekilde çalışıyordu. Ancak olaydan bir hafta sonra sahile on dakika mesafedeki bir köyden intihar haberi geldi. Köy, arabayla sahile on dakika mesafedeydi. Söylenene göre yaşlı bir adam kendini tavan kirişine asmıştı. Evin içinde üzerinde kanı kurumuş bir bıçak, ipler, tepeden sahili gösteren bir fotoğraf ve öldürülen rahibe ait kimlikler bulunmuştu. Bunun üzerine kanıtların güçlü olduğuna karar verilerek katilin maktul olduğuna karar verdiler. İntihar eden adam da içine kapanık emekli bir felsefe öğretmeniydi. Emekli olunca köye yerleşmişti. Tüm taşlar yerine oturmuştu. Adalet kendiliğinden yerini bulmuştu. Adnan da ilk başta öyle hissediyordu.

* * *

Kıyıdan esen tuzlu meltem, iç taraflara ulaşamasa da yosun kokusu her yana yayılmıştı. Kıyıdan içerideki bu köyün havası hep durgundu. Rüzgârı kesen tepeler ve yüksek ağaçlar vardı. Yaşayanlar ihtiyaçları kadar kasabaya giderlerdi en fazla. Figüran gibi oradan buraya yürüyen insanlar alışılmış rutinin dışına çıkmıyorlardı.

Ancak o akşamüstü köyün yaşlılarından iki kadın meydanda büyük bir çember çizdi. Erkekler çemberin sınırlarına zeytin yaprakları serptiler. Ortası boş kalmıştı. Köyün sokaklarından siyahlar giyen bir grup insan sırayla çemberin etrafında sıralanıp ince bir şarkı mırıldanmaya başladılar. Ellerindeki Boğa boynuzlarını yukarıya doğru tutup içindeki zeytinyağını dökmemeye çalışarak çeşitli hareketler yapıyorlardı. Bu hareketler Egeus’un keder içindeki ruhunun teselli edilmesinin temsiliydi. Zavallı Egeus, Oğlu Minotor’u yenip de geri geldiğini anlayamadan kendini sulara bırakmıştı. Daha sonra hareketler yavaşlayıp Theseus yüceltiliyordu. Egeus’un ruhunun huzura kavuştuğu düşünülüyordu. Sonra başka biri gelip tam ortalarında ateş yaktı. Şarkılar hızlandı, ahenkler aktı gitti. Daha sonra hepsi üstlerindeki siyah cübbeleri çıkarıp altlarındaki beyaz cübbeleriyle kaldılar. Aynı anda ellerindeki boynuzları ateşe doğru eğip, içindeki zeytinyağlarını ateşe boşalttılar. Boynuzları da üstüne attılar. Daha sonra tekrar çembere ilk geldikleri zamandaki gibi sıralanıp teker teker çemberden çıktılar.

Yürüyüşünden erkek olduğu anlaşılan beyazlar içindeki biri, evlerin birinden çıkıp sönmüş ateşe doğru yürüdü ve çemberde durdu. Ellerini açıp üzgün bir sesle konuştu, “Acıların son bulsun Egeus. Oğlun döndü. Yanında Minos’un kızını da getirdi. Acıların son bulsun Egeus, Hades’e yoldaş olasın. Korkun yersizdir. Unutulmayacaksın. Bu deniz, bu ada, bu zeytin hep senindir.” Adam daha sonra geldiği yöne doğru yürüyüp kayboldu.

Adamın gitmesinden sonra ortalıkta kimseler görünmüyordu, sakinlik gelmişti. Sanki her şey bitmiş gibiydi. Bu garip tiyatro bitmiş gibiydi. Meydanın arkalarından bir yerden ayakla açılan bir kapı ve sık sık soluyan bir büyükbaş hayvan sesi geldi kulaklara. Daha sonra da meydana, siyahlar giymiş iki adam tarafından sıkıca tutulan bir boğa getirildi. Boğanın adımlar sakindi. Yanındakiler tarafından yere yatırıldı boğa. Çemberin uzağındaydılar. Adamlardan biri bıçağını çıkardı ve profesyonel bir şekilde boğanın boğazını kesti. Akan kanlar yerde birikirken hayvan hâlâ debeleniyordu. Adam kestiği boğa başını havaya kaldırdı. Küçük bir kasabayla bağdaşmayan ne varsa burada oluyordu.

Tüm bunları gözünü kırpmadan, soğuk terler dökerek izleyen Adnan Komiser ne diyeceğini bilemiyordu. Ağaçların arasından meydana bakıyordu sadece. Dosya kapandıktan sonra içine sinmeyen kuşkuları ona araştırmayı devam etmesini söylemişti. Haklı çıktığı için mutluydu. Gördüklerinden dolayı da midesi allak bullak olmuştu. Midesi kasılıp öğürür gibi olmuştu. Devrilmiş bir çam ağacının arkasında duruyordu ve dizlerinin üstündeydi. Öğürmek için biraz daha eğildi ama sessiz de kalması gerekiyordu. Eğildiğinde temiz toprak kokusunu duydu. Topraklar beraber dal kırılması sesi de duydu. Tam arkasına dönüyordu ki diğer taraftan ensesine çok sert bir şeyle vurulduğunu hissetti ve tüm duyuları ile bağlantısı koptu. Gördüklerinin şoku ve çaresizlik, yere düşerken hissettiği ölüm korkusuyla boy ölçüşemiyordu.

Kim bilir ne zamandır devam eden bu anma töreni, daha dikkatli bir göz keşfedene kadar bu kapalı köyde ve belki başka yerlerde devam edecekti.

Serhat Eski