Öykü

Süveyda

Civardaki evler bahçelerine kokusu güzel çiçekler dikmişlerdi. Onların kabahatini insanlığa kabul ettirmenin en kolay yolu olmuş. Bu bizim işimize yarar.

Elinde test sonucuyla içeri girdi Ferhadi. Size müjdeli haber vermeye geldim. Artık bir torununuz olacak; hem de kara kaşlı, kara gözlü, beyaz tenli, elmacık kemikli… Zamanında göçüp geldiğiniz topraklardan aldığımız gelin bize uzun saçlı bir kız evlat verecek. Kızımız saçlarını bağlayacak, tarayacak, yıkayacak, rengarenk boyayacak… Biz de bu savaşı kazanacağız. Özgürlüğü kendi gençliğimde tadamadım diye üzülüyordun ya. Şimdi torunun tadacak. Hatta belki de torunların.

İsmini ne koysak ki? Dur düşünelim biraz, demeye kalmadan: “Nadide.” dedi karısı. Çok yaşa Süveyda’m, ne güzel isim buldun. Nadide, Nadide, Nadide… Sevmelere doyamadığım çiçeğim. Dokuz ayı sevinçle, heyecanla, korkuyla beklediler. Nadide tam da hayal ettiği gibi bir bebek olarak dünyaya geldi. Yıllardır kız çocuğu olmayan ailenin kıza hasret kaldığı dönemde doğuverdi Nadide, doğuruverdi Süveyda. Sanki üç kuşaktır lanetliydiler. Süveyda’yla evlenince Ferhadi bu lanet bozuluverdi.

Örümcek ağlarıyla kaplı, farenin kemirdiği yerlerin naylonla bantlandığı, kapının önüne gelip durunca her şeyin arkada bırakıldığını zannettiren bir ev görüntüsüyle karşılaşmak…

Annesine göre kız çocuk doğurmasınlar diye ülkeye büyüler yapılmıştı. Ferhadi’ye göre bilimsel yollarla çeşme sularının içine ilaç salınmıştı kız çocuk oranını azaltan. Konu komşuya göre erkek nüfusunu artıran politikalar izlenmişti. Başka birine göre havadan kokusuz bir bomba salınmıştı. Birçok mollaya göre kadınlar saçlarını açmak, istediklerini giymek için yaptıklarının cezasını çekiyordu. Herkesin bir fikri vardı fakat kimsenin çözüm önerisi yoktu. Sürekli doğumların sonuçları erkek çocukla bitiyordu. Kız çocuk olur diye ümit ederek artan doğum oranları şimdilerde yok denecek kadar azalmıştı. On on beş yıla yüzde yüz genç erkek nüfusuna sahip bir ülke kaçınılmaz son olarak varlığını koruyacaktı. Korkunç ve iğrenç vakaların yaşandığı, kara kaplı düşüncelerin kanun olduğu bir ülkede doğmuş olmanın cezasını hep birlikte çekeceklerdi. Höt hötçülerin, ahkam kesicilerin yıllardır hayalini kurduğu şey gerçek olacaktı. Ta ki Süveyda’yla Ferhadi’nin kızı dünyaya gözlerini açıncaya kadar bu korku katlanarak sürdü. 10.09.2022 Pazar gecesi 02.13 hastaneye kız çocuk kaydı yapıldı. Eş dost hemen öğrendi; kutlamalar, karnavallar, röportajlar, davetler… Ardı arkası kesilmeyen eğlencelere konuk olmak istemediler diye Ferhadi ve Süveyda çiftine küsenler, iftira atanlar oldu. Kendini beğenmiş bir aile olarak ilan ediliverdiler. Ne olduğunu tam anlayamasalar da insanların istediğini yapmayınca pisçe duygularla karşılaşmaya tekrar alışmak zorunda kaldılar.

İçerdeki kadınlara seslensek de dışarı çıksalar, diyen olursa canınızı yakarım. Biz onların suç otağı değiliz. Anlaşıldı mı?

Ferhadi’nin planı vardı. Karısını ikna etmeli ve hemen bir çocuk daha yapmalı. Bir kızının daha olma ihtimali yüksekti çünkü Süveyda’nın ailesinde kadınlar çoğunlukta. Ferhadi bu hesaplamayı yapıp başka ülkeden bulup getirdiği saf ama güzel Süveyda ile evlenmek istemişti. Herkesin içten içe bildiği fakat kimsenin sesli bir şekilde dile getirmediği bir evlilik nedeniydi. “Benim güzel karım, bize bir kız evlat daha doğurur mu? Nadide’ye bir kız kardeş gelir mi?” derken üçüz çocuk doğuruverdi saf karısı. Ferhadi ve annesinin arayıp bulamadığı bir gelin olduğu için ödüllendirilmesi gerekirdi saf Süveyda’nın. Hemen altın bilezikler, kolyeler alındı. Çocukların üzerine şimdiden birer ev tapusu yapıldı. Notere gidip imzalar atıldı. Çocuklar el bebek gül bebek büyürken hiç hastane yüzü görmediler. Göğüsleri büyüyüp boylu poslu gencecik kızlar oluncaya kadar her şey bir rüyadan da güzeldi. Ferhadi bu kadar erkeğin arasına inci tanelerini nasıl bırakacaktı şimdi? Hani özgür olacaktı bu kızlar, istediklerini yapabileceklerdi, istedikleri saatte dışarı çıkabileceklerdi, hani nerede? Çok korkuyordu yurt dışından getirtilen kadınlar gibi kızları da üç beş pisliğin eline düşerse diye. Bu pısırık duyguyla özgürlüğün arasında git gel yapıyordu. Bütün o heyecanlı bekleyişler, mutluluklar bunun için miydi? Ya kafayı yiyecek ya karar verecekti. Başka bir çıkış kapısı yoktu.

“Bir saat kadar inceleme yapıldı, ortak karar verildi.” içinizden ettiğiniz duaları buraya not düşmeden, hissizleştiğinizi de fark etmeden tutanağı imzalayın.

Düşünmeyi bıraktı. Süveyda’ya da sormadı annesine de. Kendi karar verdi. Göz bebeklerini gönderecekti elin memleketine. Kimsenin kız çocuğu doğuramadığı, doğurduysa da korkudan diri diri öldürdüğü bir çukurdan çıkmış, babalık görevini şimdiye kadar layıkıyla yapmış, kızlarını korumuş kollamış, gözünden bile sakınmıştı. Şimdi daha da çok koruması gerekiyordu. Bundan dolayı çıtı pıtı, alımlı kızlarını bir gece ansızın uçakla daha güzel yaşanan memleketlere yolcu ediverdi.

Süveyda’nın dili tutuldu, yemez içmez oldu, annesi oğlunu sevmez oldu ama yine de gelmedi kızlar. “Biz niye gitmiyoruz Ferhadi?” diye her gün sordular. “Bekleyin.” dedi sadece bekleyin. Sustu, onu acımasız, halden anlamayan, gaddar bir baba olarak düşündüler. Hiç kızlarını özlemiyormuş gibi davrandığı halde evde yemek yiyemediği, uyumadığı, konuşmadığı vakitler çoğaldı. Ama yine de pes etmediler. Beklediler, hep birlikte büyük büyük hayaller kurarak beklediler. Hayallerin artık ellerinde küçüldüğünü, yok olup gittiğini, üç gün sonra ölüp gideceğini söylemeye başladı annesi. Ağlamalar bir işe yaramayınca dövündü, kollarını bağladı, kendine işkenceler etti ama nafile. İçlerindeki hasret ve acı birbirine dolandı, sıkı sıkı sarıldı ve bu karma duyguyu vücutlarından atamaz oldular.

Artık sözlerin çok bir anlamı kalmasa da insana konuşmak için bir sebep olmalı. Aileden ne istediniz, diye sorulmadan sebebi söylenmeli. Mesela, mesela, mesela… Buldum galiba.

Süveyda ile kayınvalidesi protesto olarak banyo yapmama, ev temizlememe kararı aldılar. Planı yaptılar ve susup beklemeye başladılar. Bekleyin demişti ya evin erkeği. Sözünü dinlediler sonunda. Bu karardan Ferhadi’ye hiç bahsetmeyeceklerdi. Yavaş yavaş evi bir koku kaplayacaktı. İnsan kokusu da hiçbir şeye benzemiyormuş, diye dedikodu edecekti konu komşu, hısım akraba. Yavaş yavaş vücut renkleri değişecek, kararacaktı. Saçlarının arasında bitler gezinecekti. Ferhadi eve giremeyecekti. Kadınların inatçı olduğunu çok iyi bilirdi. Hele hele söz konusu annesiyse.

Gerçekten yaslı bir ev oldu. Diğerlerinden farkı yas sessizliği vardı da taziyenin rahatlatıcı kalabalığı yoktu. Kızlarıyla da görüşmüyordu artık. Ne diyecekti dünya güzellerim diye severken yerlere göklere sığdıramadığı evlatlarını arayıp? “Annen ve babaannen siz gittiniz diye kendilerini eve kapattılar, temizlik dahi yapmıyorlar. Evin önünden arkasından geçilmez oldu. Fareler, örümcek ağları, böcekler ve bitler kapladı oyun oynadığımız odaları, bahçeyi, balkonu. Ben de yaklaşamaz oldum. Onları terk etmek zorunda kaldım. Ya da onlar beni terk etti. Sizi zorla evden gönderdiğim günden daha kötüsünü yaşamayacağımı zannederdim. Hayatta herkese özgürlük bahşedenin ben olduğumu, iplerin aslında benim elimde olduğunu herkesi kaybettikten sonra anladım. Özgürlük böyle bir şeymiş demek ki. Ulaştığında arkanda bıraktığın kimseyi düşünemediğin bir şey.” Bir gün haber sitesinde gezerken “Bitli Evden Atılan Eşyalar Müzede!” başlığını gördü. Evin hanımları da özgürlüğe kavuşmuştu. Bitlenmiş ve kokuşmuş bir özgürlük de olsa Ferhadi’den daha çok özgürlerdi.

“Her şey sürekli kız çocuk doğuran bir kadının yüzünden oldu. Bir de öyle hızlı ürüyorlar ki anlatamam. Taaa o zamanlar dedim bu aileyi yok edelim, gerekirse evi yakalım, ilerde başımıza bela olacaklar, diye. Sakalımız yok ki…”

Hümeyra Dutar