Öykü

Perili Emlak

Lemi, bahtsız bir adamdı. Bahtsız bir emlakçı… Ünlü ve çalışanı bol bir emlak şirketinde yıllarını eskitmiş, çok başarılı bir satışçı olmamasına rağmen, bir biçimde orada barınmayı başarmıştı. Fakat bir sene önce, artık satış rakamları dibe vurmuş ve şirketten gönderileceği dedikoduları, sigara molalarının keyifli başlıklarından olmuştu.

Lemi’nin başarısızlığının sebebi satış rakamlarıydı; bu doğruydu, ama satış rakamlarının dibe vurmasının sebebi neydi? Bazı soruların cevabı tek olsa da, bu sorunun cevabı, bire çok yakın olduğu halde birden fazlaydı:

Müdürüne göre: Lemi beceriksizdi.

Eşine göre: Lemi beceriksizdi. Ahmaktı da.

Mahalle bakkalına göre: Lemi beceriksizdi.

Lemi’ye göre ise şirketin satmasını istediği evler periliydi.

Eşinin mutlaka bir bildiği vardır, ancak Lemi, çeşitli tuhaflıkları olsa da, hiçbir zaman bön bir insan olmamıştı. Dışarıdan paranoyaya benzeyen bazı fikirleri, gözlemlerine dayandırdığı şeylerden filizlenirdi: Örneğin, müdürü Efe Beyin bazen hafif gülümseyen fakat insana huzurdan çok endişe veren gülümseyişine dayanarak, arabasının aynasını sürekli ters çeviren kişinin o olduğunu iddia ederdi. Eşi, “Müdürün neden böyle çocukça bir şey yapsın?” diyerek bunun bir kuruntu olduğuna inanmayı seçse de, Lemi hep aynı savunmayı yapardı: “Suçu kanıtlanmayan herkesin masum olması gibi, suçsuzluğu kanıtlanmayan ve SOSYOPAT GİBİ MANASIZCA SIRITAN herkes suçlu olabilir!”

Lemi, kendisine bu konuda asla destek vermediğini hatta köstek olduğunu düşündüğü sevgili eşinin adının Peri olmasındaki inanması güç tesadüfe de zaman zaman kızardı. Bu meşum rastlantının, kader ağlarına bir sinek gibi yapıştığına inanıyordu. Nitekim, mesleğine evlenmeden önce başlamış ve bunca zamandır, öyle ya da böyle bu işi sürdürmüştü. Evlendikten sonra neden işi hiç daha iyiye gitmemişti ve neden sürekli kötüye doğru yol almıştı? Lemi, eşini çok sevse de, bu soru işaretini zihninden bir türlü silemiyordu.

Öte yandan, Lemi, perili ev talihsizlikleri için Efe Beyi veya eşini suçlamıyordu. Her iş yerinde olduğu gibi, çalıştığı yerde de; sivil hayatında sokak hayvanlarını besleyecek kadar hayvansever, insan haklarına saygılı, sevgi dolu, ama aynı anda kariyerinde yükselmeyi amaçladığı için iş arkadaşlarını ezen, bu sebeple ezmiyorsa da ezildiğini hissettiği için “it ite, it kuyruğuna” misali davranan kişiler mevcuttu. Kendi kendini yiyen parazit personaları…

Bu perili köşk konusu, böyle bir komplonun ürünü olmalıydı.

Emlakçılık, rekabetçi bir sektördü. Hele ki küçük bir yazıhane açıp keyfekeder bir şekilde tek tabanca yapılmıyorsa… Lemi’nin bir sürü iş arkadaşı/can düşmanı vardı. Çoğu zaman diğer evleri onlar aralarında paylaştıklarından, Lemi’ye hep satması zor evler düşerdi. Bu, en başından beri böyleydi. Ancak ‘perili ev’ olayı, ismini anmak dahi istemediği bir iş arkadaşı tarafından geleneksel bir eşek şakasının gerçek bir eziyete dönüştürülmesine dayanıyordu.

Bu şirkette bir gelenek vardı: Mesleğinde birinci yılı dolduran çaylaklara, tam da yıldönümü zamanları- bazen tatillere denk gelip tarihin şaşacağı belliyse tarih ona göre ayarlanırdı- şirket olarak ‘perili ev’ şakası yapılır ve şirket sosyalleşmesi sağlanırdı. Bu şakanın şartları hep belliydi:

Sahte müşteri ayarlanır, ilk görüşme fazlaca iyi gider.

İkinci görüşmede, çalışanlar, önceden evin etrafına gizlenir.

Bu görüşmede anlaşma sağlanacak gibi olur.

Tam bu anda cam kırma, zil çalma gibi tuhaf şeyler yapılır.

Sahte müşteriler, çığlıklar atarak evi terk eder.

Çalışan, evi araştırmaya başlayınca, yedek anahtarla içeri kilitlenir.

Delirip camdan atlamaya çalışmadığı sürece, bir süre evde hapsedilir.

Polisi vs. aramaması için telefonda manipüle edilir.

Sonunda, tüm çalışanlar, pastayla sürpriz yaparak şakayı açıklar.

Lemi, bu etkinliğe ilk maruz kaldığında da, çok kötü bir şiir okumuş gibi, hissiz bir şekilde etrafına bakmış ve oraya ait olmadığını hissetmişti. Bu şaka, kendisinden sonra gelen diğer çaylaklara yapılırken, zorla değil ama mecburi olarak bu etkinliğe katılması gerektiğinde de aynı şekilde hissetmekten kurtulamamıştı. Ancak, herkese bir kez yapılan bu şaka, belli olmayan aralıklarla kendisine yapılmaya devam edilmişti. Lemi, birilerinden şüphelense de, fail olarak kimseyi yakalamadı.

Kimseyi yakalayamamış olması, eşi ve bazı iş arkadaşları tarafından paranoyak olarak yaftalanmasına yetmişti. Lemi, her ne kadar onlara güvenmese de, iş arkadaşlarının böyle uzun soluklu bir şakayı devam ettirebileceklerine ihtimal veremiyordu. Çevresindeki kimse böyle tutarlı veya disiplinli veya boş vakit sahibi veya da manyak görünmüyordu. Bu sebepten, Lemi, kendisini adım adım yıkıma sürükleyenin müdürü Efe Bey olduğu inancına kapılmaya başlamıştı.

 

Bu kez, bu fikrini eşiyle paylaşmadı. Zaman, paylaşma zamanı değil, ayrıştırma yapma zamanı gibi hissediyordu: Gerçekle yalana, iyiyle kötüye, hipotez ile teze… Bu hikâyenin sonunda, saykodelik bir ezik oluşu gibi görkemli bir kişilik kusuruyla yüzleşecek veya basit ama kaya gibi güçlü bir şekilde ‘haklı’ çıkacaktı.

Lemi ‘haklı’ çıktı.

Üzerine fazla düşünmeye gerek olmamıştı. Önce, arabasına bir gizli kamera yerleştirdi ve aynayı bükenin Efe Bey olduğunu tespit etti. Bu aşamada, müdürüyle yüzleşip hatta onu iş arkadaşlarına rezil edip zafer kazanmak aklından geçtiyse de, bir his onu durdurdu. Acaba eşek şakası olmayan ev göstermelerinden birinde, bilge bir perinin olduğu eve mi girmişti? İçindeki ses, onun değildi; saçma gelse dahi, kendisini değil, o sesi dinlemek istiyordu.

Müdürünü takip etmeye karar verdi. Diğer çalışanlar kadar sık olmasa da, özellikle yağlı müşteriler denk geldiğinde, o da ev göstermelere çıkıyordu. Lemi, fazla beklemeyecekti. Efe Bey, iki gün sonra, bir ev göstermeye çıktı. Ancak her şey normal görünüyordu. Müdürü, şüpheli bir şey yapmamıştı. Hatta, çok iyi bir anlaşma bağlamış ve şirketteki kahramanlığını tazelemişti bile.

Yine de, Lemi’nin içindeki ses susmamış, aksine, paranoya kaslarını çalıştırmıştı. Lemi, her şeyi göze alarak, müdürünü 7/24 takip etmeye başladı.

Ve nihayet, beklediği an gelmiş, patronunu uygunsuz bir şekilde yakalamıştı. Bu vaziyet o kadar uygunsuzdu ki Lemi, bu uygunsuzluğun seviyesini ölçemiyordu: Efe Bey, eşi Peri’yle birlikte, satılığa çıkarılmış ve uzun bir süredir satışı gerçekleşmeyen bir evde buluşmuşlardı. Lemi, yüzleşmeyi çok istese de, içinde çok sayıda ses vardı artık:

“Eve Molotof at!”,

“Mahalleyi ayağa kaldırıp evi taşlat!”,

“Tebrikler suratına sıçtıklarım, de!”

“En iyi intikam iyi yaşamaktır, yoluna git…”

Hiçbir ses, Lemi’yi etkisi altına almayı başaramamıştı. Hepsini duyuyor fakat dinlemiyordu. Evden uzaklaşmaya başladı. Adım attığını görüyor fakat o adımları nasıl attığını bilemiyordu. Beyni, otomatik pilotta gibi, kendisini oradan uzaklaştırıyor, Lemi de buna izin veriyordu.

Uzun bir süre yürüyüşün ardından, gerçeğin, başkalarının varlığıyla taçlanması gerektiğine dair bir inanç yükseldi içinde. Benliği, altın madalyayı bu fikre vermişti. Bu yüzden, hiçbir şey olmamış gibi evine gitti. Karısıyla aynı evde uyudu. Ertesi gün müdürüyle aynı yerde çalıştı. Bu arada da, tekrar buluşmalarını beklerken, eşinin ve Efe Beyin aileleri dahil, tüm tanıdıklarını, sürpriz bir parti için organize etti- kendisinden haber beklemelerini istedi.

Elbette, beklediği an geldi. Efe Bey ile eşi, aynı evde tekrar buluştuklarında, toplu bir mesajla davet edilen tanıdıklar, Lemi’nin ‘cameo’ yaptığı kişisel korku filmine yan karakter ve figüran olarak katıldılar. “İlginç bir film,” diye düşündü Lemi. Tanıdığı- tanımadığı bir sürü insan, anlamsızlık denizinde boğuluyormuşçasına bağırıp çağırıyor, boş evin duvarlarını yumrukluyordu. Sadece ev ve Lemi susuyordu.

Şeref Nokta

1986 İstanbul doğumluyum. Yeditepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı mezunuyum. Edebiyata mizah ve öykü yazarlığıyla başladım. İlk ve tek romanım "Protohaller Denizinde", 2013 yılında yayımlandı. Aynı yıl, bir sosyal sorumluluk projesi olarak "Yaşasın Camgöz" adında bir çocuk oyunu senaryosu yazdım. 2014'te, "Eksik" filminde senarist olarak çalıştım ve o tarihten beri film ve dizi senaristliği yapmaktayım. Şiir ve öykü çalışmalarım da devam etmekte.