Bulaşık yıkıyorum. Köpükler elimden kayıyor. Suyla birleşmek istemiyorlar, biliyorlar ki sonsuza dek kaybolacaklar. Çaresizler, bana muhtaçlar. Bunu bilmenin verdiği keyifle daha fazla suyu açıyorum, daha çok süngeri sıkıyorum, yine açıyorum suyu ve süngeri sıkıyorum. Dakikalarca süren köpük kavgam Ada’nın gelip suyu kapatması ile son buluyor. Yavaşça alıyor süngeri ve önlüksüz devam ediyor yıkamaya. Ben bir adım arkasındayım. Köpükler mutlu, sünger mutlu. Adım atmaya yorgun ayaklarım sandalyeye yönlendiriyor bedenimi. İçsel bir haykırış gelecek gibi. Ellerim masada, tırnaklarımda kırmızı boya. Delirmedim diyorum, kırmızıyı görmek haykırışı başlatıyor. Saatlerce süren ağlama…
Eve geldiğim o akşam başlamıştı huzursuzluğum. Günün bitmesini dört gözle beklerim genelde. Hava pusluydu. Toprak kokuyordu her yer. Bir de yağmur sonrası derler toprak kokar diye. Her şey tersineydi bu akşam. Yavaşça açtım kapıyı, yüzüme inen bir ağırlık. Tarif edemeyeceğim bir yoksunluk hissi. Kulağımda ‘kırmızı’ sesi. Kırmızı, nerde bu kırmızı, kim söyledi? Fısıltılar her yerde bağırıyor ‘KIRMIZI’ diye. Deli gibi giriyorum içeriye. Sıkıca kapatıyorum kapıyı. Kızım arkadaşlarıyla bir eğlence peşinde. Gülüşmeler, kakışmalar. En yakın arkadaşı Zazi karşılıyor beni. Gözleri bir tuhaf devamlı gülüyor ve bir şeyler anlatıyor bana. Kibarca başımdan savıp içeri giriyorum. Biri masanın üstünde hareketsiz sadece gülüyor. Diğeri yerde iki büklüm olmuş, kırmızı, diye sayıklıyor. Bir korkuya kapılıyorum ama çocuklar diyorum kendime. Vücudum ne kadar huzursuzlanmaya devam da etse bir dakika diyorum. Alkol almış olabilirler veya belki uyuşturucu. Bana şaka da yapabilirler. KIRMIZI, bir fısıltı, irkiliyorum. Adayı arıyor gözlerim. Sandalyede oturuyor, ayakları birbirine yapışık, kaskatı şekilde. Dizden beline kadar olan kısmı oturur pozisyonda düz bir çizgi gibi. Acı çekiyor gibi kasılmaları var sanki. Yanına yürüyorum hızlıca elimdekileri fırlatıyorum yere. Sesleniyorum bu sırada. Duyuyor ama söylediği tek şey ‘Kırmızı’ . Tamam diyorum Kırmızı. Avuçlarıma alıyorum başını. Ter içinde saçları. Okşuyorum kızımı, anlam veremiyorum ne olduğuna. Korkuyorum, sırtımda bir ağrı başlıyor. Öpüyorum onu, anlat, diyorum. Ellerini arıyorum, elleri nerede? Çığlık çığlığa haldeyim, elleri yok. Diğerlerine dönüyorum. Masadaki kızında yok, yerdekinde de. “Zazi nerdesin? Zazi!” diyorum. Oysaki yanımda ‘Kırmızı ‘ diyor. Şok içindeyim. Ne oldu bunlara, ne yediler, zehirlendiler mi acaba? Alkol, alkol de olabilir. Kaçak alkoldür belki. Ya da uyuşturucu. Deli gibiyim, düşünceler düşünceleri, sorular soruları çağrıştırıyor. Kırmızı, nedir bu kırmızı? Polisi aramalıyım, bir de ambulans. O sırada hepsi birden ayağa kalkıyor. Tek sıraya geçiyorlar: “Kırmızı, Kırmızı, Kırmızı!” Hep bir ağızdan söylüyorlar. Belli bir ritmi var. Olanlar karşısında suskun, korkmuş, küçüçük bir durumdayım. “Korkuyorum çocuklar neler oluyor?” Fısıltılar başlıyor yine, bir savaş gazisinden bahsediyorlar. O kadar ölüm görmüş ki, kırmızıya zaafı oluşmuş. Her yer kırmızı olmalıymış. ‘ Çocuklar ne diyorsunuz? Ada, kızım ne olur kendine gel!’ diyerek adım atmaya çabalıyorum ama yaklaşamıyorum bile. Koşmaya başlıyorum, mesafe hep aynı. Film sahnesindeyim sanki. Bir yanda hep bir ağızdan söylenen öyküde kulağım. Gazi yapmış bu evi, her yeri kırmızıymış. Zamanla daha çok kırmızı istemiş. Önce eşini, sonra çocuklarını öldürmüş. Kırmızıya bulanmış her yer. Soluk soluğa duruyorum. Kızlar iyice solgun, durmuyorlar, izinleri yokmuş gibi kıpırdamadan devam ediyorlar. Nefes alıyorum bu bir rüya diyorum. Rüyadan çıkmak için ne gerekiyorsa yapmalıyım. Peki kırmızı. Garajda kırmızı on kutu boya olacaktı. Eşim garajı kırmızı boyamak istemişti. Evi alalı çok olmadı, garajı sona atmamızın bir sebebi yoktu. İyi ki yoktu. Hemen gidip boyaları alıyorum. Açtığım gibi her yere savurmaya başlıyorum. Annemin elleriyle işlediği dantel yastık, yılbaşı için severek aldığımız kırmızı örtü, kitaplığımız, kapılar, kızlar… Kızlara attığım her boya kendilerine gelmelerine sebep oluyor. Ağlama krizine girip evi terk ediyordu hepsi. Ada kendine gelir gelmez dışarı çıktık. Yağmur yağıyordu. Toprak kokusu huzur verdi. Kızıma sarıldım, ağlıyorduk. Ellerini aradım, sıkıca tuttum. Gözlerimi kapadım. Kahve kokusu geldi burnuma. Gözlerimi açtım hemen! Mutfaktayız, üstümde önlüğüm sandalyedeyim. Ada, kahve ikram ediyor bana.
“Geçecek anne, hadi kahve içelim.”
- Hikâyem Kırmızı - 1 Şubat 2024
Pek bir şey bulamadım öyküde. Kısa olması ise verilmesi istenen etkiyi daha da azaltıyor. Cümle yapılarınız anlam bozukluğuna yol açıyor. Belki yazım tarzınız budur bilemem. Yine de kaleminize sağlık.