Öykü

Kan Kırmızısı

Siz hiç ne olduğunu anlamadığınız halde pişman oldunuz mu? Ayrıca bir de bu pişmanlığı komik bulduğunuz, komik bulduğunuz için kendinize kızdığınız… Çok karmaşık hislermiş gülerken bir anda suratınızın asıldığını hemen sonra normale dönmeden sırıttığınızı düşünün, öyle garip bir şey işte. Tüm bu duygu geçişleri sinemanın önündeki kocaman postere bakarken oldu. Buraya beni getiren sebep sabah işyerinde yaşadığım tatsızlıktı. Aslında bence büyütülecek bir mesele değildi ama canım sıkıldı işte. Keşke etrafa bakmadan öylece yolumdan gitseydim, yok kibarlık etmeler; buyun efendimler hiç gerek yokmuş. Neyse, Ebru Hanım’la beraber gittik işyerine. Ayağı pek uğurluymuş her gün frene ufak dokunuşlarla geçtiğim yolu, yarım debriyajla kat ediyorduk.

Çok değil yarım saat geç kaldık ama müdürün dikkati nazarına takılmamız için yeterli bir süreymiş. Gelince yanıma uğrasınlar, demiş. Ne kadar geç kaldığımızı bize çaktırmadan öğrenmek için harcadıkları çabayı takdir edecek değilim. Bir de üstüne dikkat edelim lafını işiten Ebru’nun göz ucuyla bakışı var ki ne olur arabaya bin sensiz gidemem dedim, sanırsınız. Odadan çıkarken kadınlara has son bir bakış ve sırt dönme hareketiyle tripini tamamladı.

Ben de akşam eve dönmeden bir film izliyeyim dedim, bahsi geçen posterin önüne ilk kez öyle geldim. Bir geminin içinde başrol olduğunu anladığımız adam ve kadın vardı. Kadının bukleli sarı saçı ve ışıldayan gözleri dışında giydiği kırmızı elbise dikkat çekiyordu. Bacaklarının büyük bir kısmını ve omuzlarını açık bırakan kıyafetin masum bakışına hiç gitmediğini düşündüm ama yakışmıştı. Konusunu bilmesem de bu kadını izleyebilirdim, yanındaki adamı çok sonra fark ettim. Aslında eli yüzü düzgün her erkek biraz sinir bozucudur ama oyuncuları bu kategoriye almayız. Onların kendi dünyaları vardır, onlar bizim şansımızı azaltmaz ama onlara yöneltilen iltifatlar da sinirimizi bozar.

Film eğer boynunuza kastınız yoksa ilk sıralardan, eğer özel bir nedeniniz yoksa sona yakın sıralardan izlenmez. Ben de ortalarda bir sırada ekranı rahat göreceğim koltuğu seçip oturdum. Film bir geminin dronla görüntüsüyle başladı, görüntü yavaş yavaş yaklaştı ve geminin içinden denizi çekmeye başladı. Koltuğumun sağa sola sallandığını hissettim, ne olduğunu kontrol için koltuğun altına bakmaya çabaladığımda yalnızca boşluk gördüm. Ayaklarım yere sağlam basıyordu ama sallanıyordum ve koltuk yoktu. İşin daha da garibi esen rüzgârı, geminin ilerleyiş hızını hissediyor, geminin ardında bıraktığı baloncukları görüyordum. Kot pantolonlu ve gömlekli halimle geminin içinde bulmuştum kendimi.

Kırmızı elbiseli kadın, başka kıyafetlerle az ötede demirlere yaslanmış ve tek ayağını en alttaki demire dayamış bir şekilde duruyordu. Bilen bilir karşısındakine güvenen biri ayaklarından birini dahi olsa yerden kesme cesaretini gösterir. Üstelik karşısındaki zibidinin anlattıklarına gülüyordu. Evet, artık daha sinir bozucuydu çünkü onu kendime rakip seçmiştim. Küçük bir gemideydik ve kırmızı elbiseli kadınla karşılaşıp kendimi tanıtacak vakti bulabilirdim. Etik anlamda sıkıntılı görünebilir ama ilişkileri uzaktan bakılınca öyle derin bir bağlılık hissi vermiyordu.

Kırmızı elbiseli kadınla ilk karşılaşma için bir sürü planım vardı, Yeşilçam’dan bir çarpışma sahnesi çalabilirdik ya da yanından geçerken ayağım takılmış hissi verebilirdim, dönüp bakar ve bir şekilde bir şeyler söylerdim. Hiçbiri olmadı ama en olmaması gereken oldu, zibidiyle çarpıştık. “Önüne baksana birader”, dedi. Bu iki yönden kötü olmuştu. Bir, onun beni düşman edinmesine daha çok varken bu tarihi öne çekmiş olduk; iki, kırmızı elbiseli kadınla hem tanışmış olduk ama aslında tanışmadık.

Bu olaydan bir zaman sonra yalnız başına kitap okurken gördüm onu, romantik karşılaşma sahnelerini geride bıraktığımızdan dolayı kitapla ilgili bir şeyler söylemeye karar verdim. Ne okuduğuna baktım, elindeki Uğultulu Tepeler’di. “Sizce çocuk büyünce aileye uyum sağlayıp ehil biri olabilecek mi?”, dedim. Hiç şaşırmış bir hali yoktu, sanki onunla konuşmak için fırsat kolladığımı fark etmişti ama kadınsı bir inkarla bunun üstünü örtüyordu. “Anlayamadım.”, dedi. “Güzel kitaptır, beğeneceğinize eminim.”, dedim. Gülümsedi, onu güzel gösteren bir sahneyi daha yakaladım ve hafızama kaydettim. “Sever misiniz kitap okumayı?”, diye sordu. “Hem okumayı hem de üzerine konuşmayı severim.”, dedim. Çok etkilendiği belliydi, onu yakalayabileceğim bir yerden tuttuğum hissini veriyordu. “Bu kitabı konuşmak için beklemeniz gerekecek”, dedi. “Eminim başka kitaplar da okumuşsunuzdur”, dedim. Uzun bir konuşmayı başlatan ilk cümleler bunlardı. Yolculuğa dayısının oğluyla çıktığını öğrendiğimde efendi bir insanı zibidilikle suçladığım için ufak bir üzüntü yaşadım. Ne için gittiklerini öğrenemedim ama gitmek istemediği anlaşılıyordu.

İşler benim çizdiğim rotadan sapmaya başlamıştı, öncelikle savaşacağım bir sevgili yoktu ve söylediklerim aslında hissettiklerim değildi. Dayısının oğlunun hoş olmayan bakışları karşılaştığımız her yerde üzerimde toplanıyordu. Bu yakınlaşmadan hoşlanmadığı belliydi ama üzerime nereden bulduğunu bilmediğim bir bıçakla koşarken açıklama yapmasını beklemeye niyetim yoktu. Geminin başına kadar ben önde arkamda kırmızı elbisesiyle kadın ve en arkada dayı oğluyla koşturduk. Demirleri merdiven gibi kullanıp atlama fikri daha sonra olacakları düşünmeyen biri için tek çıkar yoldur. Ne yapacağımı hissetmiş gibi sonunda kırmızı elbisesini giyen kadın “Yapma, gitme!”, diye bağırdı. “Derdi benimle seni öldürecek hali yok”, dedim ve koşarak demirleri tırmandım, derin bir nefes aldım ve ellerimi birleştirip atlarken kolumda bir acı hissettim.

Havada süzülürken bir kadın çığlığıyla irkildim, birden bilinçsizce ileri atıldım. Neredeyse koltuktan kalkacakken kendimi durdurdum. Ekrandaki görüntüde kırmızı elbisesi kana bulanmış bir kadın, gemi güvertesinde yere yığılmış haldeydi. Son cümle olarak bir şeyler mırıldandı ama anlaşılmıyordu. Film boyunca uyuduğumu düşünerek verdiğim paraya acıyacakken kolumun kanadığını gördüm. Koluma daha dikkatli baktım, ufak bir çizik vardı ama nasıl olduğunu bilmiyordum, yani biliyordum ama mantıklı gelmiyordu. Geldiğim yerden geri dönerken posterin önüne bir kez daha geçtim. Gerçekten bu kadının ölmesinden ben mi sorumluydum?