Öykü

Kalandar Gerçeklik

8 Ocak 2047

Akın, zifiri karanlıkta içine girdiği evin koridorundan ileriye doğru baktı. Neredeyse hiçbir şey göremiyor, sadece kalbinin atışlarını ve virane evin odalarından birinde çalışan sarçaklı saatin tik taklarını duyuyordu. Sırtını sıkıca kapattığı kapıya verip gözlerinin karanlığa alışmasını beklerken “Bu kadarını beklemiyordum!” diye geçirdi içinden. Merkezden gelen emir ona ve ekibine bu perili evi araştırmasını söylüyordu. Evle ilgili çok şey okumuştu; 1990’larda burada insanların kaybolduğunu, 2020’lerde ise viral bir yer haline geldiğini biliyordu. Karşısına çıkabilecek yaratıkları da araştırmıştı aslında. Cinler, heyulalar, gulyabaniler…

Ama bu kadar korkacağını hiç düşünmemişti. Yola çıktığı arkadaşları daha evin bahçesindeyken ölmüştü. Arka bahçedeki serenderin içinden çıkar o şeyin ne olduğuna dair hiçbir fikri yoktu. Tek bildiği tüm cephanesini o yaratığa harcadığı ve koşarak evin içine saklandığıydı. Evin gizemlerini arama görevi artık onun için hiçbir şey ifade etmiyordu. Ölüm korkusu tüm emirleri kesecek bir yetkiye sahipti.

Gözleri biraz olsun karanlığa alıştıktan sonra ilerlemeye başladı. Evin içindeki belirsizlik, bahçedeki yaratıktan daha korkutucuydu. Attığı her adımda çürümüş evin tahta zemini gıcırdıyor, adeta ölümüne davetiye çıkarıyordu. Mermilerinin hepsini dışarıdaki o şeye harcadığından elinde sadece bıçağı vardı. Bir de yola çıkmadan önce epsri olsun diye aldığı bir tutam sarımsak. “Gerçek bir askerin bağlandığı inançları olur.” diye bilmişlik taslamıştı arkadaşlarına. Göreve başlamadan önceki neşesi yerini dehşete bırakmıştı. Tüm bu düşüncelerle koridorda ilerlerken arkasından gelen şeyi fark etmedi.

“TELEFON ÇEKMİYOR, İMDAT, POLİS!”

Bir anda arkasından gelen sesle irkilerek yere düştü. Üzerine doğru çullanan çürümüş bedeni fark ettiğinde artık çok geçti. Hortlak bir yandan avazı çıktığı kadar bağırıyor bir yandan da Akın’ın yüzüne doğru eğiliyordu.

“TELEFON ÇEKMİYOR, BAHÇEDE BİRİ VAR, YARDIM EDİ…”

* * *

“Bacağuna siçtuğumun…”

Akın nörolink bağlantısını şakağından söküp attı. Arkadaşlarını gülme krizine girmiş halde bulunca iyice sinirlendi.

“Ula got kafalilar, goyarım babayizun gemuğune ha. Boyle oyun mi olur?”

Akın, arkadaşları Baran ve Cemre ile son yılların en hızlı çıkış yapan korku oyunu firması Kalandar Gerçeklik’in düzenlediği oyun fuarına gelmişlerdi. 2050 yılında piyasaya çıkarmayı hedefledikleri, “Yabancılar ve Satıcılar Giremez” isimli VHRG (Virtual Horror Reality Game) oyunu ilk defa burada oyunculara sergileniyordu.

“Ne oldu laz uşağının erkekliği? Bakıyım altına sıçtın mı?” Baran, Akın’ın arkasına doğru bakarken gülmeye devam ediyordu.

“Afkurma, siz daha ilk hortlakta geberup gittunuz. O eve girseydunuz…” Cemre, Akın’ın kulağının arkasındaki skopolamin bandını bir anda söktü.

“Pokşiyen bela, yeter da!”

Baran ve Cemre, Akın’ı sinirlendirip karadeniz damarına basmayı çok severdi. Sinirlendikçe şivesi özüne dönüyor, bu da arkadaşlarını çok eğlendiriyordu. Akın bunu bildiği için kendini tuttu ve konuyu değiştirmeye çalıştı.

“Hadi alın şu oyunu da evde gireceğiz, bakalım kim korkak kim değil…”

 

12 Ocak 2047

Oyun fuarının son gününe Akın sadece Baran’la birlikte gelmişti. Oyunu satın aldıkları son üç gün boyunca Cemre pek oynamak istememiş, bu nedenle arkadaşları tarafından ödleklikle suçlanmıştı. Hakaretlerin boyutu gün geçtikçe arttığı için Cemre arkadaşlarına küsmüş, oyun fuarının son gününde onları yalnız bırakmıştı.

Fuar, Trabzon’un meşhur yaylalarından birinde yapılıyordu. İki arkadaş fuarın son günün tadını çıkarıyor, farklı oyunlar oynuyor, etkinliklere katılıyordu. Günün sonlarına doğru açık alanda eski bir evin etrafın toplanan kalabalığın yanına geldiler. “Yabancılar ve Satıcılar Giremez” oyunundaki evin gerçeği sergileniyordu.

“Gerçek bir fuar yapan bir bunlar kaldı,” dedi Akın. “Ben sevmiyorum sanal olanları.”

“Bence bir farkı yok, aynı şeyleri hissediyorsun zaten.” Baran bir yandan iştahla yeni satın aldığı pastasını yiyor, bir yandan da gururla fikirlerini söylüyordu. “Hem zaten gerçek hayatın simülasyon olmadığını…”

Akın Baran’ın sözünü keserek, “Yav kafa açma hadi.” dedi.

Baran, “Ne oldu yine korktun mu evi görünce, bak akşam da oluyor, annen merak etmesin” dedi. Gülmesini tutmaya çalışırken ağzındaki pastaları püskürtüyordu.

Akın gururlu bir şekilde, “Oğlum ben oyunu kaç kere bitirdim zaten, asıl siz hiç oynamadınız, kim korkuyormuş?” dedi.

Baran Akın’ın sırtına vurarak, “Oooo erkek bee oyun oynamış! Aha gerçeği burada, korkmuyorsan buna girersin” dedi.

“Girerim lan!”

“Nah girersin.”

Aralarında yaptıkları küçük ama bol küfürlü tartışmayı sunucunun yüksek sesi kesti.

“Kalandar Gerçeklik’ten herkese merhaba. Sizlere en gerçekçi oyun deneyimlerini yaşatmak için çıktığımız bu yolda, bizleri yalnız bırakmadığınız için minnettarız. Bendeniz Vasili Antonie. Bundan neredeyse yüz yıl önce tam burada, bu güzel yaylalarda yaşamış bir Rum ailesinin son üyesiyim. Arkamda görmüş olduğunu bu güzel ev işte ta o zamandan bizlere kalan bir yadigâr. Yüz yıl önce, ailem buradan sürüldüğünde çektikleri ah bu duvarların içinde tutsak kaldı. Ailemin ahı, yüz yıldır bu evde yaşayan insanların delirmesine, kabuslar görmesine, ruhsal sağlıklarını kaybetmesine yol açtı. Birçoğu hala burada, bu toprağın altında yatıyor. Bu eve bağlı kaç ruh hala işkence çekiyor tahmin etmek imkânsız. Ancak üzülmeyin, artık bu ev eski sahiplerine geri bağışlandı. Artık bu ruhlar ebedi istirahatlerine çekilebilir. İşte biz de sizlere “Yabancılar ve Satıcılar Giremez” isimli oyunumuzla bu evde yaşanan tekinsiz olayları sunuyoruz. Piyasaya yeni sunduğumuz VHRG oyunlarımız ile geçmişten geleceğe burada yaşanmış her ürkünç olayı sizler de deneyimleyebileceksiniz.”

Baran Akın’ın kulağına, “Vay anasını, yaşanmış olaylar mıymış onlar?” dedi.

Akın, “Yok be saçmalık, şov yapıyor işte” diyerek sunucuyu dinlemeye devam etti.

“Fuarımıza geldiğiniz ve bizleri yalnız bırakmadığınız için sizlere tekrar teşekkür ediyoruz. Evimiz çok yaşlı olduğu için sizleri içeri davet edemiyoruz. Lütfen sarı çizgilerle belirlediğimiz alanı geçmeyiniz. İstediğiniz kadar video ve fotoğraf çekebilirsiniz. Herkese iyi eğlenceler dilerim.”

Kalabalık, evin içine giremeyeceği söylendiği zaman horumdanmaya başlamıştı. Konuşmanın ardından telefonlardan ve kişisel dronlardan videolar çekilmeye, fotoğraflar alınmaya başlandı. Oyunu birkaç kere bitirmiş olan Akın, evin her ayrıntısını bildiği için herhangi bir kayıt alma ihtiyacı duymadı. Birkaç saatin ardından fuarın sonlandığı duyurusu yapıldı. Gece yarısına doğru yaylada sadece temizlik görevlileri kalmıştı. Bir de karadeniz inadı tutan bir genç…

 

13 Ocak 2047

Saat gece yarısını geçmişti. İnadı aklına üstün gelmiş Akın, arkadaşlarına ne kadar cesur olduğunu kanıtlamak için eve doğru yaklaşıyordu. Telefonunu gerçek dünyada olduğunu göstermek amacıyla eve girmeden önce çıkardı ve 360 derece kaydını başlattı. Her adımında kalp atışları hızlanıyor, oyunda karşılaştığı yaratıkları hatırlıyordu. Ama bu bir oyun değildi, gerçek hayattı. Ve gerçek hayatta canavarlar olmazdı. Bu düşüncelerle görevlilerin çizdiği sarı çizgiyi geçti ve virane evin bahçesine girdi. Evin arkasında kalan serendere bir bakış attıktan sonra kapıya yaklaştı. Yavaşça açıp içeri girdi. İçerisi zifiri karanlıktı. Sadece elindeki telefonun ışığı ile aydınlanan koridordan ilerlerdi. Her şey oyundaki ile aynıydı; mutfaktaki eşyalar, koridordaki yırtık halı, salondaki büyük sarkaçlı saat. “Yeterli sanırım, baya bir kayıt aldım.” diye düşünüp geri dönmek üzereydi ki koridorun sonundaki döşemenin üzerinde bir kapak dikkatini çekti. Oyunlarda buna hiç dikkat etmemişti. Acaba gizli bir hazine veya büyülü bir silah bulabilir miydi? Belki de bir easter egg saklıydı orada. Eve gider gitmez oyuna girecek ve o kapağı açacaktı. Sonra bir an durdu. Neden şimdi gitmesindi ki? En fazla boş bir oda görürdü. Yavaş adımlarla ilerledi ve eğilip kapağı açtı.

Beklediğinden çok daha büyük bir yapı olduğunu fark ettiği kapağın altından bodrum kata inen bir merdiven çıktı. Dikkatli adımlarla aşağı doğru inerken tekrar heyecanlandığını fark etti. “Şimdi ne kadar cesur olduğumu görürler!” diye düşünerek merdivenleri indi. İner inmez fark ettiği ilk şey burnuna gelen iğrenç koku oldu. Burada bir kedi mi ölmüştü acaba? Yoksa lağıma açılan bir yere mi inmişti? İndiği odanın uzak köşesinde bir düzine led ışığının düzensiz sıklıklarda yanıp söndüğünü gördü. “Şalter veya modem gibi bir şeydir herhalde.” diye düşündü. Telefonun ışığını duvarlara tutarak her yerin kaydını aldıktan sonra yönünü led ışıklarına çevirdi. Işıkların olduğu yerde insan silüetleri gördüğünü düşünerek yaklaştı.

“Merhaba, pardon, rahatsız etmedim umarım?”

Seslenişine aldırış etmeyen silüetlere iyice yaklaştığında bunların yan yana dizilmiş iskeletler ve çürümüş vücutlar olduğunu görünce panikle telefonu elinden düşürdü. Burası bir mezarlık mıydı? Cesaretini toplayıp daha yakından bakmak için telefonunu tekrar aldı ve ölülere yaklaştı. Düzgünce sıralanmış iskeletlerin ve yarı çürümüş cesetlerin olduğu bir kaideydi burası. Birçoğunun ağız kısmı kesilip çıkarılmış gibiydi. Ayrıca hepsinin şakak kemiğinde bir nörolink cihazı takılıydı. “Ölülere neden cihaz takmışlar?” diye düşünürken ister istemez eli kendi şakağına gidiverdi. Parmaklarına gelen metal hissi panikle yerinden sıçramasına neden oldu…

* * *

Akın birden kendini, evin odalarından birinde yerde yatıyor halde buldu. Korkuyla elini şakağına götürdüğünde hiçbir şey olmadığını fark etti. “İçim geçmiş olmalı, buradan hemen çıkmalıyım!” diye düşünerek odadan koridora çıktı. Koridorun sonuna göz ucuyla baktığında kapağın orada olmadığını fark etti. “Bir an bayıldım ve kötü bir rüya gördüm demek ki.” diye düşünürken dışarıdan tabanca sesleri duydu. Panikle eğilip neler olduğunu anlamaya çalışırken dış kapı açıldı ve içeriye silahlı üç kişinin girdiğini gördü. Aralarında fısıldaşıyorlar ve yavaşça ilerliyorlardı. Bir tanesi Akın’ın yerde yatan vücudunu görür görmez ateş etmeye başladı. Akın daha “Dur” diyemeden mermiler tüm vücuduna isabet etti ve Akın kanlar içinde yere serildi. Dünya yavaşça Akın için kararmaya başladı…

* * *

Sonra birden aynı odada uyandı. Korkuyla elini şakağına götürdüğünde hiçbir şey olmadığını fark etti. “İçim geçmiş olmalı, buradan hemen çıkmalıyım!” diye düşünürken dış kapının açıldığını duydu. Görevlilerden biri mi gelmişti? Nasıl bir bahane uyduracağını düşünürken bir bağırış duydu.

“TELEFON ÇEKMİYOR, İMDAT, POLİS!”

Hemen ardından silah sesleri ile bağırışlar kesildi. Korku ile olduğu yere sinip, ne olduğunu anlamaya çalışırken odasının kapısı açıldı. Akın daha “Dur” diyemeden mermiler tüm vücuduna isabet etti ve kanlar içinde yere serildi. Dünya yavaşça Akın için kararmaya başladı…

* * *

Sonra yine aynı odada uyandı. Korkuyla elini şakağına götürdüğünde hiçbir şey olmadığını fark etti. “İçim geçmiş olmalı, buradan hemen çıkmalıyım!” diye düşünerek odadan koridora çıktı. Koridorun sonuna göz ucuyla baktığında kapağın orada olmadığını fark etti. “Bir an bayıldım ve kötü bir rüya gördüm demek ki.” diye düşünüp dış kapıya doğru yöneldi. Kapıyı açmasıyla birlikte iki kişinin, ellerinde silahlarla yavaşça eve doğru geldiklerini gördü. Acaba hırsız mıydı onlar? Henüz Akın’ı görmemişlerdi “Saklanıp polisi arasam iyi olur.” diye düşünürken arka bahçedeki serenderin içinden korkunç bir ses geldi. Hırsızlar korku ile eve doğru koşarken Akın’ı fark ettiler ve hemen tabancalarını doğrultup ateşe başladılar. Akın daha “Dur” diyemeden mermiler tüm vücuduna isabet etti ve kanlar içinde yere serildi. Dünya yavaşça Akın için kararmaya başladı…