Öykü

1833 Trnovo

Çocuk sırtını ormandaki genişçe bir ağaca dayayıp hızlıca soluklandı. Telaşla etrafını kontrol etti. Hala peşinde olduğunu biliyordu. Nefesini tutup mutlak sessizliği dinledi. Herhangi bir ses duymaya razıydı, onun sesi hariç, herhangi bir ses…

Peşinde onun yerine açlıktan delirmiş bir vahşi hayvan olmasını bile tercih ederdi. Gece vakti tüm korkusuna rağmen bu görevi üstlenmesinden çoktan pişman olmuştu.

Fakat fazla seçeneği de yoktu aslında.

Orada kalsaydı, zaten ya o yaratık kalbini söküp alacaktı, ya da cinnet geçiren bir köylü bütün ahaliyi kurşuna dizecekti. Bu iş bu gece bitmeliydi.

Son bir gayretle zihnini toplayıp koşmaya devam etti…

* * *

Adam elindeki kitabı bırakıp adeta yumruklanan evin kapısına doğru yürüdü. Gecenin bu vaktinde telaşla çalınan kapının ne anlama geldiğini de, kimin geldiğini de çok iyi biliyordu aslında. Kapıyı açıp gelen kişinin yüzüne bile bakmadan, tek kelime edilmesine fırsat vermeden hızlıca etrafı kontrol etti. Ardından çocuğu kolundan tutarak evin içine çekti.

‘’Anlat,’’ dedi. ‘’Neden buradasın’’

‘’Şey,’’ dedi çocuk epeyce şaşkın ve korkmuş gözlerle kendisine bakarak. ‘’Nikola Efendi’yi arıyorum.’’

‘’Buldun işte.’’ Dedi adam. ‘’Onca meşakkate katlanıp bu vakitte buraya kadar geldiğine göre, kaybedecek zamanımız yok. Anlat!’’

‘’Trnova’dan geliyorum. Haftalardır Trnova’da garip vakalar yaşanıyor. Köyümüzü istila ettiler. Evlerimiz cinlendi, perilendi. Hayvanlarımız telef edildi. Köylülerden birinin dere kenarında cesedini bulduk. Kalbi sökülmüştü…. Kadı efendi elime bir mektup tutuşturup beni buraya gönderdi. Allah aşkına bize yardım edin Nikola Efendi.’’

Çocuğun elinden mektubu alıp hızlıca göz gezdirdi.

Hiçbir şey söylemeden ötedeki odaya geçip sandığını açtı. Kolyesine uzanıp boynuna geçirdi. Ardından eline bir tahta parçası aldı. Baş parmağına geçirdiği üçgen tahtaya baktı. O ürkütücü sembolleri inceledi. Daha önce de çok fazla hikâye uydurmuştu, fakat en garibi buydu. O melun yaratıkların, üzerine birkaç parça söz ve şekil karalanan bir tahta parçasıyla alt edileceği fikrini düşündükçe gülesi geliyordu. Neyse ki köylüleri inandırmak, kendi uydurduğu öyküye kendisini inandırmaktan çok daha kolaydı. Zaten tüm plan hazırdı.

Çocuğun yanına dönüp ‘’Hadi gidelim evlat.’’ dedi. Birlikte evden ayrıldılar. Aniden duraklayıp çocuğa evde bir şey unuttuğunu ve hemen döneceğini söyledikten sonra eve döndü.

Birkaç saat önce ellerini ve ağzını bağlayıp bir odaya hapsettiği Nikola Efendi’nin yanına çöktü. ‘’Kişisel algılama,’’ dedi. ‘’Hem bak efsane olacaksın, sana söz, yıllar sonra tüm insanlık senden bahsedecek. Kahraman olarak anılacaksın. Ama şimdi… Şimdi bunu yapmak zorundayım.’’

Hançerini çıkarıp Nikola Efendi’nin kalbine sapladı. Tek hamlede, zahmetsizce ve sanatsal bir şekilde canını aldı. Boştaki eliyle cesedin açık kalan gözlerini kapattı.

Ayağa kalkıp gözlerini tavana sabitledi ve avuçlarını açtı.

Arka arkaya üç kez tekrarladı;

‘’Edrik Ebe’l-Abbas ennî münhasır
Seyyidî Belyâ’bni Melkâni’l- Hıdır.‘’

* * *

2023 İstanbul

Profesör gözlüğünü çıkarıp masaya bıraktı ve ayağa kalktı. Meraklı bir öğrencisinin sorularıyla sonunda konu en iyi bildiği ve anlatmaktan inanılmaz keyif aldığı yere gelmişti ve bu fırsatı kaçıramazdı.

‘’Zamanda yolculuk,’’ deyip kısaca durakladı. ‘’Komplo teorisyenlerinden dinlediğiniz kadar kolay, Soğuk bilim insanlarının itici bir şekilde reddettiği kadar zor, ya da hafta sonları piknik yapar gibi bir aktivite haline getirmek isteyeceğiniz kadar eğlenceli değildir!’’

‘’Hocam siz de her akşam yapıyormuş gibi anlattınız.’’ dedi muzip bir öğrenci.

‘’Abartma evladım.’’ diye sahte bir öfkeyle yanıtladı profesör. ‘’O kadar da değil. Ayda bir bilemedin iki kere en fazla.’’

Sınıftaki gülüşmelerin sonlanmasını bekledi.

‘’Dinler açısından zamanda yolculuk yapan karakterler ve vakalara birçok örnek verebiliriz. İslam’da Hızır, Zulkarneyn, Yedi Uyurlar gibi vakalar… Diğer dinlerde de hemen hemen aynı karakterleri farklı isimlerle ve mekânlarla görmeniz mümkündür. Hatta batı kültüründeki Greenman yani Yeşil Adam tam olarak İslam kültüründeki Hızır’ın karşılığıdır. Hızır kelimesi Arapça’da yeşil manasına gelen Hıdır kelimesinden türemiştir.’’

Muzip öğrenci araya girerek ‘’Hocam diğerlerini daha önce de duymuştum, fakat yedi uyurların zaman yolculuğu yaptığını ilk defa duyuyorum. Kuran onların mağarada 300 yıl uyuduğundan bahsediyor. Zaman yolculuğu yaptıklarını nereden çıkarttınız?’’ dedi.

Profesör gülümseyerek masaya uzandı ve gözlüğünü tekrar taktı.

‘’Aslında Kuran’da geçen o ayetler tam olarak şöyledir,’’ dedi Profesör ve akıllı telefonunu çıkarıp okumaya başladı. ‘’Onları uyuttuğumuz gibi birbirlerine sormaları için öylece de uyandırdık ve içlerinden biri, ne kadar kaldık burada dedi. Bir gün uyumuşuz, yahut günün bir kısmını uykuyla geçirmişiz dediler ve Rabbiniz, daha iyi bilir dediler, ne kadar kaldığınızı, hele şimdi birinizi şu gümüş parayla şehre yollayın da yiyeceklerin hangisi daha temizse bir miktar alsın, bir rızık getirsin size, ancak çok ihtiyatlı davransın ve hiçbir kimse sizi duyup anlamasın.’’

Telefonunu masaya bırakıp devam etti. ‘’Aslında dikkatli bakarsanız burada zamanda yolculuk yaptıklarına dair detayı fark edebilirsiniz. Kendi aralarında konuşurlarken aradan geçen zamanın hiç farkında olmadıklarını ve hiçbir fiziksel değişim geçirmediklerini, örneğin saçlarının ya da tırnaklarının üç yüz yıllık uzamadığını anlıyoruz. Yani aradan geçen üç yüz yıla rağmen uyandıklarında kendilerinde hiçbir fiziksel değişim söz konusu değil, hatta en fazla bir gün geçirdiklerini düşünüyorlar o mağarada.’’

Çoğu öğrenci meraklı gözlerle onu dinliyordu. Bazıları hala ikna olmamış gibi görünse de, çoğunluk anlatılanların devamını heyecanla bekliyordu.

‘’Ben dinlere inanmıyorum,’’ dedi ön sıradaki gözlüklü bir kız öğrenci. ‘’Yani, aslında sizin de söylediğiniz gibi birçok dinde ve inançta bu ve buna benzer öyküler mevcut. Mitolojiden farkı yok benim için. Fakat siz bilimsel olarak kanıtlandığını da iddia ettiniz. Biraz açabilir misiniz?

‘’Ben inanıyorum!’’ dedi muzip öğrenci araya tekrar girerek. ‘’Hocamız da yapıyormuş hem. Hocam, bir sonraki zaman yolculuğunuzda beni de yanınıza alır mısınız?’’

Tüm öğrencilerin coşkulu kahkahası ve ‘’Hocam bizi geçmişe götür!’’ tezahüratları eşliğinde

‘’Tamam, tamam söz!’’ dedi Profesör öğrencisine dönerek. ‘’Bir daha zamanda yolculuk yaparsam mutlaka seni de götüreceğim!’’

İçten içe hüzünlenip aniden uzaklara daldı. Nasıl olsa son görevini tamamlayıp sıradan bir hayat kazanmayı hak edeli iki yıl olmuştu ve bir daha zamanda yolculuk etmesine izin verilmeyecekti. Yaşamı boyunca verdiği sözleri hep tutmuştu, neyse ki bu sözü tutmak zorunda kalmayacaktı.

‘’Einstein’ın özel görelilik ve genel görelilik kuramını daha önce işlemiştik. 1971 yılında iki Amerikalı bilim insanı Joseph Hafele ve Richard Keating bu teoriyi test etmeye karar verdi. Özetle, birbirlerine senkronize edilmiş üç adet atom saatini aldılar ve bunlardan ikisini birini doğuya doğru sefere çıkacak, diğerini ise batıya doğru sefere çıkacak uçaklara yerleştirdiler. Son saati ise havalimanında bıraktılar. Uçaklar görevlerini tamamlayıp geriye döndüklerinde 3 saati de kontrol ettiler. Sonuç çarpıcıydı ve Einstein haklıydı. Atom saatlerinin üçü de nano saniyeler seviyelerinde birbirlerinden farklıydı ve hız, zamanı bükmüştü…’’

Sınıfın kapısını çalmadan içeriye dalan adam profesörün sözünü kesti. Herkes kafasını çevirip adama baktı.

Herkes meraklı gözlerle adamın kim olduğunu anlamaya çalışırken profesör kendisini görür görmez dehşete düşmüş ve donup kalmıştı.

Adam yaklaşıp profesörün kulağına öğrencilerin duyamayacağı kadar kısık bir sesle ‘’Emekliliğiniz olağanüstü hal nedeniyle askıya alınmıştır. 1833 Trnova, portal kapısını açık bırakmışsınız. Sızma var. Tüm olasılıklarda, geçmiş ve gelecek tehlike altında. Acilen oraya dönmelisiniz.’’ diye fısıldadı ve oradan ayrıldı.

Profesör aniden silkelenip durumu hazmetmeye çalıştı. Ayağa kalkıp bir hışımla kapıya doğru yürüdü.

Sonra geriye bir adım attı ve sınıfa seslendi.

‘’Bugünkü dersimiz bitmiştir arkadaşlar. Acilen çıkmam gerekiyor.’’

Ardından muzip öğrencisine dönerek gülümsedi ve şöyle dedi.

‘’Evlat, umarım bu akşam bir planın yoktur.’’

* * *

1833 Trnovo

‘’Bizi kurtarın Nikola Efendi!’’ dedi adam ayaklarına kapanarak. ‘’Ne isterseniz veririz yeter ki bizi bu melunların şerrinden kurtarın!’’

‘’Endişe etmeyin,’’ dedi. ‘’Şimdi söylediklerimi harfiyen uygulayacaksınız. Evlerinizin girişine tuz ve defne yaprağı dökün. Köyünüzde, halkınızın elinde ne kadar gümüş varsa toplayın ve bana getirin. İki tane de kazık getirin.’’ Ayağa kalkıp köşkün içinde volta atmaya başladı. Durumdan iyice keyif almaya başlamıştı. Dönüp can kulağıyla onu dinleyen köylülere baktı ve haykırdı. ‘’Ne bekliyorsunuz? Hemen!’’

Köylüler aniden Kadı Efendi’nin köşkünü terk edip evlerine koştular.

Kadı da tuz ve defne yaprağı bulmak için mutfağa doğru gitti. Adam istediğini başarmıştı. Herkesi uzaklaştırdıktan sonra cebindeki gaz yağını çıkartıp ahşap köşkün duvarlarına döktü ve kibritiyle ateşe verdi. Ardından koşarak Kadı Efendi’yi ve ailesini mutfaktan çekip çıkardı.

‘’Vaktimiz kalmadı,’’ dedi. ‘’Buradalar. Hemen beni köyün mezarlığına götürün. Tüm ahaliye haber verin, her şeyi bırakıp, gümüşleri ve kazıkları toplayıp mezarlığa gelsinler.’’

Yarım saat içinde bütün köylü adamın isteklerini yerine getirmiş ve köy mezarlığında toplanmışlardı.

Adam cebinden üçgen tahta parçasını çıkartıp baş parmağına geçirdi ve çevirdi. Tahta bir süre döndükten sonra iki mezarı işaret ederek durdu.

‘’Hemen bu mezarları açın ve kazıkları kalplerine saplayın.’’

Köylüler hiç sorgulamadan mezarları kazmaya başladı.

Bu esnada profesör ve öğrencisi çoktan köylü kılığına girerek kalabalığın arasında yerlerini almıştı. Profesör öğrencisinin kulağına bir süre talimatlar fısıldayarak oradan ayrıldı.

İki yeni çeriye ait taze cesetler mezarlarından çıkarılarak kalplerine kazıklar saplandı.

Ardından cesetler ateşe verildi ve köylülerin topladığı iki çuval gümüş ile birlikte yeniden mezarlarına defnedildi.

‘’Şimdi söylediklerimi tekrar edin,’’ dedi ve avuçlarını gökyüzüne çevirip yüksek sesle haykırdı ‘’Edrik Ebe’l-Abbas ennî münhasır Seyyidî Belyâ’bni Melkâni’l- Hıdır.‘’

Köylüler hep bir ağızdan üç kere tekrar ettiler.

‘’Artık sizi rahatsız edemezler!’’ dedi adam. ‘’Tanrının izniyle laneti kaldırdık. Artık huzur içinde evlerinize geri dönebilirsiniz.’’

Köylüler sevinç naraları atıp adamın ayaklarına kapandı ve kendisini hediyeleri boğdu.

Tüm ısrarlara rağmen adam o gece köyde kalmayı ve daha fazla mükafatı reddederek atına bindi ve köyden ayrıldı.

Elindeki çuvallarla evin kapısını açıp içeriye girdi.

Başarmıştı. Profesör evin içindeydi ve sırtı dönük bir şekilde onu bekliyordu.

‘’Değer miydi?’’ dedi profesör yüzünü dönmeden. ‘’Bunca zulüm, insanlara yaşattığın bunca korku… Her şeyi biliyorum. O evlere tek tek girip, bazı alametler bırakarak insanları evlerinin perilendiğine, cinlendiğine inandırdığını, geceleri çarşaflardan yaptığın uçurtmalarla göklerde cadıların gezdiğine inandırdığını, yeterince ikna edici olmak için iki insanın canına kıydığını, canice iç organlarını çıkarıp dere kenarına bıraktığını, zavallı Nikola Efendi’yi katlettiğini, hepsini biliyorum. Gerçekten değer miydi bütün bunlara, üç beş kuruş para için insanların canına kıymaya, akıllarını başlarından almaya değer miydi?’’

‘’Her şeyi bilmiyorsun.’’ dedi adam haince sırıtarak. ‘’Para için değildi, o kadar basit değil.’’

‘’Peki ne içindi?’’

Aniden atlayıp profesörün üzerine çullandı.

‘’Seni buraya getirmek için!’’ dedi ve çevik hareketlerle karşı koymasına fırsat vermeden ellerini bağladı.

‘’Ne istiyorsun benden?’’

‘’Ne istediğimi gayet iyi biliyorsun. Geri dönmek istiyorum. Şimdi, Zaman Efendi’yi çağıracaksın ve beni affetmesini isteyeceksin. Aksi halde portalı sonsuza kadar açık bırakacağım ve o iblislerin hepsini insanlığın başına musallat edeceğim!’’

‘’Bunu yapamam.’’ dedi profesör.

‘’Senin insanlara kıyamayacağını çok iyi biliyorum. Gel vaktimizi boşa harcamayalım. Bir an önce bitirelim bu işi, yapabileceğini biliyorum.’’

‘’Gerçekten yapamam. Çünkü ben… sandığın kişi değilim.’’

Aniden profesörü tutup kendine çevirdi. Donup kaldı. Gerçekten o değildi.

‘’Profesör nerede? Sen kimsin?’’

‘’Arkanda…’’ dedi muzip öğrenci.

Adam döner dönmez profesör elindeki kazığı tüm kuvvetiyle kalbine sapladı.

Yazar Özgeçmişi; Ufuk Altun 31 yaşında, Bodrum’da bir kasabada hayatını idame ettirmeye çalışıyor.

Bir gün her şeyin çok güzel olacağı yanılgısına sahip. Part time finans işçisi full time pesimist.

Ufuk Altun

Ufuk Altun 31 yaşında, Bodrum’da bir kasabada hayatını idame ettirmeye çalışıyor. Bir gün her şeyin çok güzel olacağı yanılgısına sahip. Part time finans işçisi, full time pesimist.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Merhabalar. Öykünüzü özenle okudum ve çeşitli notlar aldım. Umarım edebi maceranıza bir katkı sunabilirim.

    Güzel bir öykü. Twistler başarılı olmuş. Bilimkurgu ve korku temaları başarılı biçimde birbirine yedirilmiş. İlginç bir tarzı olan, iyi bir bir öykü yazmışsınız. Nikola efendinin Van Helsing’e olan benzerliği de hoşuma gitti. Stoker’a selam olsun :slight_smile:

    Zaman efendi karakterini merak ettim. Keşke çağımızda uzun öyküler tekrar popüler olsa dediğim yer de burası.

    İslam üzerinden yaptğınız atıfı açıklasaydınız, bence öykünün gücünü daha da arttırırdınız. Ben sadece bir tılsım sandım. Ancak Hızır’a bir referans var.

    "Hızır aleyhisselâm zaman zaman bazı kimselere görünür, darda kalanlara yardım eder, hayırlı ve güzel yerlerde bulunur. Bazı Allah dostları, sıkıntılı anlarda, Hızır aleyhisselâmdan istimdat için aşağıdaki beyti okumuşlardır.
    Edrik Ebe’l-Abbas ennî münhasır
    Seyyidî Belyâ’bni Melkâni’l-Hızır
    (Lâ edrî)
    Meali: Efendim Belyâ, Melkân’ın oğlu Hızır! Yetiş ey Ebu’l-Abbas, sıkıntıdayım, demektir.
    Açıklama: “Belyâ” Hızır aleyhisselâmın adı, “Melkân” babasının adıdır. Künyesi de, “Ebu’l-Abbas"tır.”

    Bir, iki adet açıkta kalan konu var. İlki, muzip öğrencinin zaman lordu olan profesörü öldürmeden söylediği laf “Aksi halde portalı sonsuza kadar açık bırakacağım ve o iblislerin hepsini insanlığın başına musallat edeceğim!”. Bunun öncesinde de Scooby-Do tarzı bir sekans var. Yani, cinler, periler vs. birer cehalet paratoneridir. Bunları birileri, farklı motivasyonlarla yaratır ve insanların korkularılya oynar. Ancak devamında “…o iblislerin hepsini insanlığın başına musallat edeceğim!” demesi zıt bir durum yaratıyor.

    Genel fikir olarak da , bir time loop yaratılmış. Bu da hoşuma gitti açıkçası.

  2. İlk yayınlanan öykünüz olduğunu bilmiyordum. Bence yazım tarzınız gayet bir tecrübeye sahip.

    Keşke o parçaları kırpmasaydınız. Malum korku, gotik edebiyat batı etkisinde şekillenmiş bir edebi janra. Buna İslami bir yorum getirmek gayet yeni boyutlar, katmanlar yaratıcı olur, janraya dair yeni açılımlar getirir.

    Hikaye yazarken, acaba bu kısım anlamsız mı, gereksiz mi sorusu bazen hikaye strüktürünü bozuyor. Bu genel bir sorun. Diğer yandan, hikâyenizin daha ham hali diyeyim, novella oluşturabilecek unsurlara da sahip.

    Ne yazık ki çağ hız ve çalınan dikkat ile ilgili. Bir edebi tür olarak mini öykülerden hoşnut olsam da, ne yazık ki yazarların yaratabilecekleri dünyaların güdük kalmasına da sebep oluyor.

    Dediğim gibi, bir sinopsis olarak öykünüz novella haline gelebilir. Umarım yazmaya devam edersiniz.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

1 cevap daha var.

Yorum Yapanlar

Avatar for OykuSeckisi Avatar for terramundi Avatar for UfukAltun