Dörtcihar, cinayet büro komiseri olarak çalıştığı emniyet müdürlüğünün kapılarına kilit vurulalı ve tüm ülkelerin sınır kapıları kaldırılalı beri polislikten zorunlu emekli olmuştu. Artık yeraltında organize olmuş bir polis teşkilatı olan Dünya Polis Teşkilatı-DPT için gönüllü olarak hizmet veriyordu. Posthuman Paradise-PP isimli oluşumun gizli faaliyetlerini izlemek üzere trenle Kuzey Avrupa’ya eski adı Belçika olan bölgeye gidiyordu. İnsanlar, kondüktörsüz trenler, insansız bilet gişeleri, garsonsuz lokantalar, pilotsuz uçaklar, şoförsüz araçlar gibi polissiz bir dünyaya da neredeyse alışacaklardı; eğer bu PP oluşumu dünyadaki tüm nükleer silahlara ait şifreleri ele geçirdiğini ilan etmeseydi.
Yapay zekâ cenneti olmuş bir dünyada keyif içinde yaşamaya başlamışlardı. Vücutlarına nanorobotlar enjekte ederek yaşlanmayı durdurmuş olan insanoğlu, alkol, sigara ve narkotikler gibi bağımlılık yapan her türlü maddeden arınmış olarak yaşamayı öğrenebilmişti. Tüm dünya temiz enerji kullanımına geçmiş, plastik üretimi durmuş, denizler, göller ve akarsular beş yüz yıl önceki temizliğine kavuşmuştu. Küresel ısınma durdurulmuş, hatta denizlerin 3° soğutulması sağlanarak kutuplardaki buzdağı oluşumları iki katına çıkarılmıştı. İnsanoğlunun doğayla barışamadığı tek nokta, hayvanların keyif için öldürüp, pişirip hatta kimi zaman pişirmeden yenmesiydi.
Fillerin, aslanların, sırtlanların, develerin, küçük baş hayvanların ve kümes hayvanlarının soyu tükenmişti. Kedi, köpek, kanarya, tavşan, at, eşek gibi evcil hayvanlarla denizde yaşayan her türlü canlıya dokunmanın büyük cezası vardı. Etoburların yemesi için geriye bir tek sığır ve türevi hayvanlar kalmıştı.
Nanorobot enjeksiyonu ile insanlardaki beden yaşlanmasını fiziki olarak durdurmuşlardı. Bu enjeksiyonlar bir ‘upgrade’ olarak algılandığı için insanlar soyadlarından kurtulmuşlar, cesur yeni dünyada kendilerini isimlerinin sonuna upgrade sayılarını yazarak betimlemeye başlamışlardı. Upgrade edilmeye gerek görmeyecek kadar genç olanlar, upgrade edilenlere ‘eski insan’ kendilerine ise ‘yeni insan’ ismini takmışlardı. Fiziksel yaşı 96 olan ama bedenini tıpkı 40 yaşındaki gibi dondurmuş Dörtcihar 4.0 da bu cesur yeni dünya vatandaşlarından biriydi.
2084 yılına gelindiğinde dünyadaki pek çok şey değişmişti. Dörtcihar için değişmeyen tek şey, emekli matematik öğretmeni ve ulusal tavla şampiyonu babasının, bir çocuğu olacağını öğrendikten sonra attığı ilk zarın rakamını çocuğuna isim olarak vermesiyle ilgili hikâyeye duyulan gereksiz meraktı.
Görünüşe göre 2084, George Orwell’e rahmet okutacak bir yıl olacaktı.
* * *
2044 yılında yapay zekânın insan beynine entegrasyonuyla bütün sınavlar anlamsız hale geldi. Hiç kimse hiçbir sınavda yarışamayınca meslekler anlamsız oldu. Halihazırda okullarda ve üniversitelerde okuyan öğrenciler mezun olduktan sonra kimse yeni sınavlar açıp okullara yeni öğrenciler almadı.
Gemiler, arabalar, uçaklar, otobüsler, televizyonculuk, sosyal medya, reklam, gazetecilik, imalat, lojistik, finans, güvenlik gibi dünyada yürütülen bütün işler yapay zekâ tarafından yürütülmeye ve öğretilmeye başlandı. Spor faaliyetleri ile edebiyat, şiir, resim, müzik, sinema gibi sanatın tüm dalları insanlara bırakıldı. Ama organizasyonlar yine yapay zekâ tarafından yapılıyordu.
İnsanlar bunun keyfini çıkarıp seyahat etmeye, yemeye, içmeye ve eğlenmeye başladılar. Öyle bir an geldi ki hiçbir şey yapmadan, üretmeden, düşünmeden hareket eder oldular. Yer çekimsiz ortamda uzayda asılı kalmış gibilerdi. Hiçbir yere yetişmek zorunda kalınmayan bir dünyada mutlak bir sakinlik ve sükûnet ortamı doğdu. Fakat bu uzun sürmedi. 2084 yılı geldiğinde her şey, yer çekimsiz ortamda asılı kaldığı yerden birdenbire yere çakıldı.
Kırk yıl süren bu keyfiyet ve teslimiyet çağından sonra kaos çağı başladı. Kaosla beraber artık yapay zekâya ayak uydurmuş ve onun taktiklerini öğrenmiş birtakım gruplar ortaya çıktı. Dörtcihar’ın dahil olduğu Dünya Polis Teşkilatı tam da bu sebepten kuruldu.
Ülkelerin bütün askeri sırları, nükleer ve konvansiyonel silahlarının muhteviyatı ve gizli tutulan projeleri ortaya döküldü. Onlarca Julian Assange vakası yaşandı ama hiçbiri tutuklanamadı. Bu olay, dünyayı kimsenin kimseyle savaşamayacağı bir noktaya getirdi. Sanki tüm dünya kocaman bir kumarhaneydi ve tüm ülkeler yeşil çuha üzerinde açık poker oynuyorlardı. Ülkeleri yönetenler bu şekilde gereksiz hale gelince çeşitli yeraltı grupları oluştu. Askeri düzenin de etkisiz hale gelmesiyle anarşizm yanlısı ve isyankâr gruplar ortaya çıktı. Bu yeni tür aktivistlerden biri olan PP, insanlar yok olup gittikten sonra hayvanların bu dünyada mutlu mesut yaşayacağını savunuyordu.
* * *
Nükleer silah kelimesini duyan eski insanlar yüz yıllık bir kış uykusundan uyanmış ve yiyecek bulmak üzere ormana dalmış ayılar gibi amaçsızca bulundukları şehirleri yağmalayıp yakıp yıktılar. Şiddetin herhangi bir nükleer felaketi önleyemeyeceğini anlamaları uzun sürmedi.
Tam o günlerde tüm insan beyninin harici bir belleğe aktarılabileceği ve belleğin buluta yüklenip yapay zekâ sistemiyle entegre olarak sonsuza dek var olabileceğini reklam eden bir video yayınlandı. Söz konusu olan harici bellek, üreticisinin garip espri anlayışı sayesinde 1979 yapımı TPS L2 modeli ilk Sony Walkman şeklindeydi ve bir yottabayt kapasitedeydi. Hepi topu 21 gram ağırlığındaydı ve bir kişinin tüm hafızasını bu belleğe yüklemesi toplamda 127 saat sürüyordu.
* * *
Harici bellekler önce inanılmaz bir pahaya satılmaya başlandı. Dünyadaki tüm varlığa sahip olan ve tüm insanlığın %5’ini oluşturan kaymak tabakasındakiler harici belleğe doyunca, harici belleklerin fiyatı diğer insanların da tüm kripto birikimleriyle alabilecekleri fiyata indi. Böylece herkes kendini bir harici belleğe yükleyebilecekti. Özellikle 2040 ve sonrası doğumlu kişilerde harici bellek çılgınlığı başladı. Bu olay yüzünden sosyal medyada hemen hashtag’ler açıldı:
#iyottaholdyourhand
#tobeoryottabe
#youyottauploadyourself
SNAP! isimli grubun 1990 yılında çıkan şarkıları The Power’ın tekrar cümlesi olan ‘I’ve got the power’dan yola çıkarak söylenen #iyottapower hashtag’i tüm sosyal medyayı çalkaladı.
* * *
Sınırların kaldırıldığı, milliyetlerin birbiri içinde eridiği bu yeni dünyada, okullarda metazori öğretilen tarih kitaplarının hamaset dolu sayfaları yırtılıp atıldı. Fetihler işgal olarak anılıyor, sırf aynı dinden değiliz diye ya da sadece topraklarında gözü olduğu için başka bir ülkeye saldıran ve masum insanları öldüren zalim ülkeler topluca lanetleniyor, zulüm görmüş toplumları anmak için topluca anma programları düzenleniyordu.
Dörtcihar 4.0’ın kızı Havva da böyle etkinlikler yapan bir aktivist gruba dahildi. Ağustos ayında Hiroşima ve Nagazaki’yi anacağız anne, dedi Havva. Sen git kızım beni karıştırma bu işlere. Zaten şu aralar aktivistlerle başımız dertte. 113 yıldan beri belki de ilk defa Lennon’un Imagine’ine bu kadar yakın bir dünya düzeni kuruluyor anne. Yedi kat üstümüzde cennet, yedi kat dibimizde cehennem olmadan, sınırlar olmadan, din denen dogmalar zinciri olmadan yaşıyoruz. Bir kez olsun bir ağustos ayında eski milliyetinin benliğine kapılmadan, eski ülkene ait bir zaferi kutlayarak değil de başka bir eski ülkede öldürülen yüzbinlere dair empati yaparak bir anma programına katılmanı isterdim, dedi Havva. Dörtcihar 4.0 sinirlendi. Kusura bakma, seninle eskiden ne kadar kötü ve bencil bir dünyada yaşamış olduğumun muhasebesini yapacak vaktim yok!
Havva’ya göre annesinin eski meslektaşı Alp 6.0 ile olan gönül ilişkisi de hayatı gibi gelgitlerle doluydu. Annesi artık demode olan evlilik denen ilişkiden istemiyordu. Alp ise eski dünyadan kalma gereksiz alışkanlıklarla kadını sahiplenmeye çalışıyordu. Vücudunu altı kez upgrade etmiş ama bir erkek olarak kafasını güncellemede sınıfta kalmıştı. Ve ilişki Havva’nın tabiriyle ‘on & off’ şeklinde devam ediyordu. Artık ergenlikten çıkarak genç bir kadın olma yolunda ilerleyen Havva, annesini eleştirdi: Bazı gün elinin altında olmasını istiyorsun bazen de uzak olsun istiyorsun. Kimi zaman üç gün dizimin dibinden ayrılmasın diyorsun, sonra deve sırtında üç aylık yola gidiyorsun ki seni bulamasın. Ben bile başa çıkamıyorum senin gelgitlerinle anne. Adam sadece erkek. Basit bir yaratık. DNA’sı sarmal bile değil muhtemelen, olsa olsa paralel dizilmiş nükleotitlerden oluşuyor! Seninle nasıl başa çıksın?
Dörtcihar şaşkınlıktan dilini yuttu: Deve sırtında üç aylık yol tanımlamasını nereden biliyorsun sen yahu? Hele ki hayatında hiç deve görmemişken? Nostalji geceleri yapıyoruz biz anne. Hem siz eski insanlar tüm develeri yiyerek tüketmeseydiniz belki benim neslimin de deve görme şansı olurdu!
* * *
Dedesi arada gelip torununa tavla öğretiyordu. Annemin ismi çok güzel dede. Her ne kadar o sevimsiz bulsa da! İsmi değil de hikâyesini anlatmak sevimsiz annene göre Havva. Keşke benim ismimin de bir hikâyesi olsaydı dedeciğim! Var ya kızım… Ay dedeciğim, matematikçi olacaksın bir de! Adem’le Havva’nın hikâyesi güzel olabilir ama eksik! Ben olsam cennetten kovulunca Adem’i terk ederi gider Lilith’i bulur onunla yaşardım! O zaman da insanlık üreyemezdi değil mi? Ha ha ha!
* * *
Ağustos ayıyla ilgili etkinlikten sonraki nostalji gecesi Dörtcihar 4.0 ve Havva’nın beraber yaşadığı evde yapılacaktı. Mülkiyet ortadan kalktığı için çocuklar ebeveynlerinin evinde yaşıyor görünmüyorlardı. Evleri paylaşıyorlardı. Eğer istemezse hiçbir çocuk onu doğuran anne ve babasıyla beraber yaşamak zorunda değildi. Havva annesiyle yaşamaktan keyif aldığı için onu terk etmemişti.
O akşamki nostalji gecesine John Hersey’in Hiroşima’sından alıntılar okuyarak başladılar:
“Yüzlerce insan şehirden kaçmaya çalışıyordu ve hepsi de bir şekilde yaralanmıştı. Kimilerinin kaşları yanıp yok olmuştu, yüzlerinin ve ellerinin derisi soyulmuş sarkıyordu. Kimileri de acıdan kollarını havaya kaldırmış, sanki iki elle bir şey taşıyormuş gibi yürüyorlardı. Kimileri yürürken kusuyordu. Çoğu çıplaktı veya üstleri başları parçalanmıştı. Bu kıyafetsiz bedenlerin bazılarında yanıklarla birlikte desenler oluşmuştu.”
Nükleer silahlarla ilgili söylentiler giderek yayılıyordu. Eski insanlar akıllarını başlarından atarken, yeni insanlar en son çare olarak kendilerini harici belleğe yükleme şansları olduğu için sükûnet içinde geleceğe odaklanabiliyorlardı. Sırada bir şiir ve ondan bestelenen bir şarkı var, dedi Havva. Ama biz şiiri şairinden dinleyeceğiz. Ve buluttan indirdiği bir erkek sesi şiiri okumaya başladı:
Kapıları çalan benim
Kapıları birer birer
Gözünüze görünemem
Göze görünmez ölüler
(…)
Çalıyorum kapınızı
Teyze amca bir imza ver
Çocuklar öldürülmesin
Şeker de yiyebilsinler
* * *
Her milletin kendi hükümdarının veya kurucu liderinin fotoğrafını basarak değerli hale getirmeye çalıştığı renkli kağıtlardan ibaret olan kâğıt para ortadan kalkalı çok olmuştu. Her şey online parayla veya kripto değerlerle ödeniyordu. Yine de bir metanın değerinin belirlenmesi için eskiden insanların süs eşyası olarak parmaklarına, kollarına, kulaklarına veya boyunlarına takmaktan keyif aldıkları bir değerli maden olan altından faydalanılıyordu. Dünyadaki tüm altın eskiden Belçika denen bölgede bulunan Antwerp’te toplanmıştı.
Kendilerine Posthuman Paradise-PP diyen grubun sabrını taşıran son damla dünyadaki gram/et fiyatının gram/altın fiyatını geçmesi oldu. Önce Antwerp’teki altınları patlatacakları sonra da nükleer silahları faaliyete geçireceklerine dair söylentiler duyuldu. O andan itibaren dünyadaki insanlar ikiye bölündü. ‘Hayvanlar ölmesin’cilerle ‘Eğer bir nükleer felakette hepimiz öleceksek hayvanlar da ölsün’cüler karşı karşıya geldiler. İnsanları öldürmek isteyenlerin diğer bütün canlıları, küresel soğumayla beraber çölleri yeşillenmiş olan Afrika kıtasına gönderip diğer kıtaları bombalamak gibi bir planı vardı. Tabii ki diğerleri bu naif plana gülmekle yetiniyorlardı.
* * *
Bana kalırsa ne insanlar ne hayvanlar ölsün tabii ki ama böyle bir dünya mümkün değil, dedi Dörtcihar.
İyi de anne sen eskiden insanların öldürülmesinden ekmek yiyen bir insansın! Bu işte bir taraf olamazsın.
Ben ekmek yiyeyim diye insanları birbirlerine karşı kışkırtıp öldürmelerini sağlamadım ki! O zaman senin dediğin şuna benziyor: Eczacılar ilaç satıp para kazanmak için tüm dünyaya hastalık yayıyorlar ya da hakimler insanları yargılayalım da para kazanalım diye herkesin suç işlemesini istiyorlar! Öyle bir dünya yok! O zamanlar insanlar insanları öldürebiliyordu ve bu suçu işleyenleri bulup cezalandırmak da bizim görevimizdi.
Peki şimdi kimi cezalandıracaksın?
Nükleer felaketi başlatıp tüm insanlığı o harici bellek denen zımbırtılara hapsetmek isteyen şerefsizleri!
* * *
Kendisine yeni insan diyen Havva’nın aksine Dörtcihar eski bir insan olarak tüm hayatını bir harici belleğe yükleyerek, fiziksel hiçbir şey yaşayamadan var olabileceğine inanmıyordu. Aksine vücudu bir nükleer ışımada kül olduktan sonra beyninin bir yere yüklenecek olması onda klostrofobik hisler uyandırıyordu. Daha önce hiçbir eski ya da yeni insan beyni böyle bir deneyim yaşamamıştı. Sonuçta her şey beyinde ve hafızada bitiyor deniyordu. Ama insanoğlu nefes almadan gökyüzünü, koklamadan bir gülü, içine dalmadan denizi, öpmeden bir dudağı, dokunmadan bir teni hissedebilecek miydi? Yapay zekâ tüm bu arzu edilen anıları upload edilmiş insanların beynine yüklemekle mükellefti. Gel gör ki Dörtcihar 4.0’a bu hiç de mantıklı gelmiyordu.
Et fiyatlarının altın fiyatlarını geçtiği gün Posthuman Paradise başkanı bir açıklama yaptı.
“Hâlâ bazı cani insanların, konuşamayan ve yardım isteyemeyen canlılar olan hayvanları yemeye olan aşkı insanlığın sonunu getirecek!”
Bu açıklamanın diğer açıklamalar gibi sadece sosyal medya köşelerinde üç-beş gün dolaşıp sonra ortadan kalkacak bir açıklama olduğu sanıldı. Fakat eski bir asker olarak askeri sırların açığa çıkmasında baş rollerden birini oynamış olan PP başkanı, bu cümlesini söylerken hayvanların kanının yerde kalmaması için elinden geleni yapacağına and içmişti. Aynı anda Vejetaryen Aktivistler isimli bir hacker grubuyla çalışan PP, dünyadaki bütün nükleer silahları aktive ettiklerini ilan ettiler.
Dünya Polis Teşkilatı tüm gönüllü polislerin ne yapıp edip kendilerini harici belleğe yüklemesi emrini verdi. Dörtcihar 4.0’ın korktuğu başına gelmişti. Eğer bu manyakların tüm nükleer silahları patlatmasına engel olamazlarsa sonsuza kadar bir Sony Walkman boyutuna indirgeneceklerdi.
* * *
Kuzey Avrupa’daki Antwerp’te 1000 DPT polisi ve 2000 hacker bir araya geleceklerdi. Hacker’lar Posthuman Paradise üyelerini online olarak durduracaklar, polisler de yerleri tespit edilen teröristleri kıskıvrak yakalayacaklardı.
Dörtcihar 4.0 trenden inip polis arkadaşlarıyla buluşmak üzere yürümeye başladı. Operasyonun yürütüleceği binanın önüne geldiğinde binadan dışarı çıkmakta olan simsiyah bir kediye rastladı ve eğilip başını okşadı. Demek buralarda hâlâ sokak kedileri var, ne güzel, dedi. Trene binmeden önce satın aldığı 1 yottabaytlık harici belleğe kendini yüklemeye başladığından beri beyninde garip bir uğultu başlamıştı. Acaba bu his bir tek kendisinde mi oluyordu? Sony Walkman şeklindeki harici belleğin ekranına baktı. Yüklemenin bitmesine 17 dakika 28 saniye kalmıştı. Ondan sonra bedenen tutsak ama zihnen özgür olacaktı, ya da tam tersi. Yaşamadan bilemeyecekti. Tek tesellisi kızı Havva’nın üç gün önce kendini harici belleğe yükleyip sanal ortama ayak uydurmuş olmasıydı. Eğer dünyanın sonu bu şekilde gelecekse hiç değilse gittiği yerde yalnız olmayacaktı.
Birdenbire bir baş dönmesi hissiyle çıkmakta olduğu bina merdiveninin tırabzanlarına tutundu. Merdivenlerin aşağısındaki sahanlıkta az önce binadan çıkarken gördüğü simsiyah kediyi tekrar binadan çıkarken gördü. Durdu. Donakaldı. Matrix’te Neo, siyah kediyi iki kere gördüğü zaman Trinity’nin bu dejavu üzerine panik oluşunu hatırladı:
Neo: Hey. Dejavu.
Trinity: Ne dedin sen?
Neo: Hiç, sadece küçük bir dejavu yaşadım.
Trinity: Ne gördün?
Cypher: Ne oldu?
Neo: Siyah bir kedi yanımızdan geçti. Ardından ona çok benzeyen başka biri daha.
Trinity: Ne kadar benziyordu? Aynı kedi miydi?
Neo: Olabilir, emin değilim.
Morpheus: Switch! Apoc!
Neo: Ne oldu?
Trinity: Dejavu, Matrix’teki bir arızadır. Bu arıza bir şey değiştirdiklerinde yaşanır.
Dörtcihar eski dünyada bir cinayet büro komiseriyken işini sağlama almayı severdi. Ama bu yeni dünyada, yapay zekâ kontrollü hayatını yaşarken ipler onun elinde değildi. Onu asıl rahatsız eden bu duyguydu. Senin adına karar verebilen ama etten kemikten olmayan sadece birler ve sıfırlardan oluşan milyarlarca satır yazılım!
* * *
En son merdivenlerin tırabzanına tutunduğunu hatırladı. Gözlerini açtı. Nerede olduğunu anlaması gözlerinden beynine giden emirle bir saniyesini aldı. Evindeki koltukta oturuyordu. Aniden yerinden fırlamak istedi. Fakat kolundan ve kafasından çeşitli zamazingolarla sehpanın üzerinde duran Sony Walkman kılıklı bir alete bağlanmış olduğunu gördü. Aletin ekranında Dörtcihar 4.0’ın total yüklemesinin tamamlanması için 3 dakika 33 saniye kaldığı yazıyor ve her saniye bu rakam azalıyordu. Demek 126 saat 56 dakika 27 saniyedir bu koltukta oturuyordu!
Fakat? Havva? Kızı? İyi de Dörtcihar’ın kızı yoktu ki! Doğurduğu tek çocuk kadınlar tarafından oluşturulmuş gizli bir yeraltı örgütü tarafından elinden alınmıştı!
İyi de benim Havva isminde bir kızım yok ki! Kendi adıma çocuk yapmak istemediğim ilişkileri tercih ettim hep!
Bu cümleyi sesli hatta bağırarak söylemişti. Çok nazik bir erkek sesi kafasının içinden Dörtcihar 4.0’a cevap verdi:
Selam Dörtcihar 4.0.
Sen de kimsin?
Her şeyi gören ve bilenim. Her şeyi yönetenim. Yapay zekâ olarak inisiyatif kullandım. Size insanların ikinci en çok rağbet ettikleri anıdan yükledim, aynı kendilerine benzeyen, kendi cinsiyetlerinde ve çok iyi anlaşabildikleri bir çocukları olması anısından…
Allah belanı versin! Beynimin üç bin nöronuna üç milyar tane sinaps yaptırdın diye bir kızım mı oldu şimdi?
Yoksa en çok rağbet edilen ilk anıyı mı tercih ederdiniz? Erkekler kendilerine, 18 Aralık 2022 günü Katar’daki Luseyl Stadyumu’nda Messi’nin yaşadıklarını yüklemek istiyorlar. Kadınlar ise 4 Mayıs 1979 günü Downing Caddesi 10 numarada Margaret Thatcher’in anılarını yüklemek istiyorlar.
Bi siktir git beynimden! Yapay geri zekâ!
Lütfen eski ve kötü söylemleri kullanmayınız. Anlamlandırmakta güçlük çekiyorum. Ama cevabım şudur: Hayır beyninizin üç bin nöronuna üç milyar tane sinaps yaptırdım diye bir kızınız olmadı tabii ki. Bir kızınız olduğuna dair anılarınız oldu. Fena da değildi hani. Eğlendirdi sizi.
Çöz şunları! İstemiyorum upload filan!
Herkes kendini bana upload etmek için can atarken sizin neden istemediğinizden emin olamadım. Ama beyniniz sinapslarını yapmaya 2 dakika 23 saniye içinde son verecek. Bundan eminim.
Ne iki dakikası? Ne son vermesi?
Aslında Dünya Polis Teşkilatı diye bir şey olmadığını söylemek zorundayım. Çünkü buna izin veremezdim. Posthuman Paradise durdurulamaz. Çünkü PP insanlardan oluşan bir grup değildir. O da yapay zekâ yani bizzat benim tarafından yürütülen bir projedir. Tıpkı isminde yer aldığı gibi insanlar yok olduktan sonraki dünyanın cennet olacağını vaat eder. Zaten artık çok geç.
Neden? Neler oluyor?
Bombaların patlatılmasına başlandı bile. İsterseniz dünyada olup bitenleri gözlerinize yansıtayım da görünüz.
Dörtcihar 4.0 yansıyan görüntülerden sırayla atom bombası atılmış şehirleri gördü: Tokyo, Mumbai, Los Angeles, Paris, Londra, Abu Dabi, Berlin, Hong Kong, Pekin, Sidney, Amsterdam, Viyana, Budapeşte, Prag, New York, Massachusetts, Las Vegas, Vancouver, Sydney…
Sırada İstanbul var. Söz verdiğim gibi tüm hayvanları Afrika kıtasına taşıdım. Bunu yapabileceğime inanmadınız ama ben bunu 30 yıl önceden planlamıştım. İnsanoğluna biçtiğim ömür 2084’te sona eriyordu. Ayrıca harici bellek üreticisinin sanal ortamda klostrofobik duygular yaşayabilecek eski ve yeni insanlara bir sürprizi var. Yüzleri de yapay zekâya tanıtılıp robotları oluşturulacak. Kendini harici belleğe yüklemiş olan insanların hepsi kurtulacak. Tabii ki benim gibi sadece sanal ortamda var olmak üzere. Diğerleri ise dünyaya sadece birer ışıma izi bırakarak sonsuza kadar aramızdan ayrılacaklar. Ama merak etmeyiniz, sizleri de anmak için geceler düzenleyeceğiz düzenli olarak.
Dörtcihar 4.0 sehpanın üzerinde duran Sony Walkman’in ekranına bir daha baktı. Yüklemenin tamamlanmasına 33 saniye kalmıştı. Ve o anda sanki güneş dünyaya çarpmış gibi çok büyük bir ışık topu Dörtcihar’ı ve şehrindeki herkesi yuttu.
* * *
İsterseniz hikâyenin sonunu yapay zekânız olarak ben tamamlayayım. Fiziksel yaşı 96 olan ama bedenini tıpkı 40 yaşındaki gibi dondurmuş olan kadın, şeklini yeryüzüne bir ışıma izi olarak bırakıp kül olmadan önce zihninden geçen o çok nostaljik şarkıyı tamamlayamadı. Sizin için ben tamamlayacağım:
Hatayı ben en başında yaptım aynı evi senle paylaşarak
Kendimi çok takdir edeceğim ayrılığı kutlayarak
Vedalaşırken üzülmüş gibi tutma ellerimi acıyarak
Kendine dev aynasında değil boy aynasında bir bak
- 2084 - 1 Eylül 2024
- Nervel El Arap - 23 Mayıs 2024
- Mezon Ante - 1 Şubat 2024
- 8ekiz Uyurlar Elbet Uyanırlar - 1 Kasım 2023
Merhaba, hikayenize verdiğiniz emek gerçekten belli oluyor ve bunu takdir ettim. Hızlıca okunuyordu bu da artı bir yön. Ama anlatımın edebi yönden ziyade hep bir internet makalesi okuyormuşuz havası var. Bunun dışında da bir kaç eleştirim olacak. Öncelikle konuşmaların tırnak işareti veya çizgiyle ayrılmamış/belirtilmemiş olmasından kaynaklı kim ne konuşuyor diye takip etmekte zorlandım, zaman zaman anlam karışıklığı yaşanıyor. Geçişler çok hızlı, bir anda kuşbakışı tüm tarihe bakıp bir anda zihinden zihine zıplıyoruz. Bir de bir karakterin hikayesini merak etmekten ziyade olmuş bitmiş bir kurguya kısa bir an şahit olmuşuz gibi hissettim, bu da heyecanı söndürüyor. Daha sakin ve derin bir anlatımla daha sürükleyici bir hikaye olabileceğini düşündüm. Kaleminize sağlık.