“Yakınlarımı aynalara saklamam / inanmıyorsan iliş yakama.”
Hasar – Didem Gülçin Erdem
1.Acı Başlangıcı
Yakınlarımı daha da yakınıma almak için neler yapmak isterdim. Bazen öyle zamanlar ve şartlar oluyor ki en yakınımdakiler hep en uzağımda oluveriyor. Ne yapayım daha yakınımda kalmaları için, her zaman bakmayı ihmal etmediğim aynalara mı saklayayım onları? Sen, yakınımda olduğun kadar uzaksın bana. Zarifoğlu’nun babası gibi yasin okunan çarşılardan geçiyorsun ama bir ihlası çok görüyorsun. Manasından utanan bir sin harfi gibi eğilip bükülüyorsun. Oysa ben sana şeddeliyken; harekesizsin sen bana. Tanımıyorsun beni. Tanımak o yüzden hep sinirime dokunur benim. Tanımak hiçbir şey ifade etmiyor tanıyan sen olmadıkça. Korkma yakınlarımı aynalara saklamıyorum ben; eğer ki inanmıyorsan iliş yakama, tanı bir an önce beni. Bir yüreğin hasarı bundan başka ne olabilir ki?
Sokağın başında yeni bir gün gibi görünüyorsun. Aceleci tavırlar. Hayat yeterince uzuyor gönlünden geçenleri yapamadığın her an. Bir bıçağın kestiği yerde akacak kandan önce gelen sızıyı hissediyorum her gördüğümde. Bedenimin tüm sıcaklığıyla o an her şeyi kavurabilecek duruma geliyorum. Gelmeyecek zamanların hesabını yaparken şimdiki zamana sıkıştırdığım ve anı diyebileceğim ki aslında yaşamadığım çok olay olduğunu fark ettim bugün. Elde edemeyeceğim kişinin benim dışımda hayatını sürdürmesi ne acı verici. Hem de nasıl.
2.Aynanın İçine
Günlüğünde yazdıklarıydı bunlar. Bu ve bununla aynı manaya gelecek daha bir sürü yazı. Duygularını kontrol etmek amacıyla yazıyor olsa gerek. Uzun zamandır kimseyle oturup vakit geçirmiyordu, bu durum arkadaşlarını da işkillendirmişti. Zira arkadaş meclisinde en çok konuşan, daima anlatacakları olan biriydi o, tâ bir kaç haftaya kadar. Hızlı bir değişim sürecine girdiğinin farkındaydı arkadaşları ve emindiler ki mutlaka bir şeyler oldu. Bir akşam üzeri evinden çıktı ve nereye gittiğini bilmiyormuşçasına, yalpalaya yalpalaya birkaç sokak arşınladı. Geldiği yer orasıydı. Her gün yazdıklarının müsebbibinin, aklını ait olmadığı ama ait olmak istediği yerlere götürenin evinin önü. O tanımıyordu bu birkaç haftadır kendinde olmayan adamı. Oysa tanımak ne kadar basit bir şeydi. Zafer. Zafer sevmeyi ve sevdiklerini daima yanında; her zaman görebileceği yerde ve şekilde isteyen biriydi. O da öyle olmalıydı. Görmek için türlü bahaneler bulmayı istemiyordu. Ne zaman istese hemen görmeliydi. Evin önünde ‘acaba bir kez daha görebilir miyim’ diye beklerken dün akşam yazdığı yazıdaki bir cümlesi geldi aklına: “Korkma yakınlarımı aynalara saklamıyorum ben; eğer ki inanmıyorsan iliş yakama, tanı bir an önce beni.” Yüzünde muzır bir gülümseme peyda oldu. İnsanların eylemleri hayat kadar ani. Bir lahzada gelişip bitiveren ve ahirinde ya hüzün getiren ya da neşe bahşeden olaylar. Yeterince ilginç değil mi? Yazısı aklına geldikten sonra aniden bir fikir geldi aklına. Neden onu alıp eve götürmüyor ve her gün bakmayı kendine şiar eylediği aynasına saklamıyordu? Neden olmasındı, yapılabilecek en makul seçenek buydu. Yüzünde tekrar muzır bir gülümseme belirdi.
Yapması gereken, evden çıkmasını sağlamaktı evvela, gerisi çorap söküğü gibi gelirdi hali hazırda. Ani gelişen olaylar diyordum, nasıl da belirliyor insanların minvalini. Kıvrak bir düşünceyle nasıl bir rota izleyeceğini belirledi Zafer. İşe yarayıp yaramayacağını bilmiyordu zira onun ne huyunu biliyordu ne de suyunu. Bir ‘şansımı denemekte fayda var’cı bir düşünceyle haraket edecekti. Kimliğini onun evinin önüne bırakacaktı, ve o da sabah evden çıktığında bunu hiç şüphesiz görecek ve sahibine teslim etmek için kapısına tıpış tıpış gelecekti. Sonrasında ulu amacına tereyağından kıl çekme rahatlığında ulaşacak; yani onu içinden bir daha çıkamayacağı aynasına saklayacak ve böylelikle onu her zaman görebilecekti. Bu ne kadar doğru olacaktı, dahası doğru olacak mıydı, hiç düşünmedi; fütursuzca yapacaktı her şeyi. Bunu düşünecek durumda da değildi ya, neyse. Kimliğini cüzdanından tuhaf hareketlerle çıkarıp onun evinin önüne koydu. ‘Düşürmüş’ hissi verdiğini düşündü. Muzır bir gülümseme daha, gülümseme bir daha.
Gün, sanki kötü şeylere gebeymişçesine doğdu. Hayatta bazı şeylerin olacağı önceden bellidir; bazıları buna kader der bazıları ise kesinlik. Neresinde olduğumuzu bize bırakmazlar çoğu zaman ama dizginler bizim elimizdeymiş gibi muamele görürüz. Ölmediğimiz her güne hayat deriz; yaşadığımız her güne ölüm demediğimiz kadar. Ölüm hayatta da hayat ölümde değil mi? Bunları Zafer da düşünüyor da önceliği değil bunları düşünmek. Sabah olmuştu sahi. Zafer evinde bekliyordu; çünkü o gelecekti. Mutlaka. İlla ki. Kesinlik bildiren bütün kelimeler. Gelecek. Kapısını açtı beklenen. Attığı adımlar dünyanın en güzel hareketleri. Dünyanın en güzel adımları. Adım adım. Bahçe kapısına geldi, kapıyı açtı, kapatmadan yerdeki ‘tuzağı’ -gerçi tuzak değil henüz- gördü, inceledi. Ana adı, Baba adı, doğum yeri, doğum tarihi vs. Hepsini baştan savma okudu. Öyle ki sorsan hiçbir detayı hatırlamaz. Ama mutlaka sahibine iade edilmeliydi. İyi de kim bilir kimdi bu adam. Belki aynı mahalledendi ama o mahallede hiç kimseyi tanımaz ki. Evden işe, işten eve giden kendi halinde ama pek hali olmayan biriydi en nihayetinde. Ama öğrenebilirdi, muhtara teslim ederdi, o gereğini yapardı. Evet, en doğrusu bu olurdu. Kimliği avucunun içinde götürüyordu tuzak vesilesini, şey yani kimliği. Yolun karşısından biri geliyordu, belki o tanırdı kimliğin sahibini ve muhtara gitmek durumunda kalmazdı. Sordu. Aldığı cevap onu memnun etti zira kimliğin sahibinin evinin önündeydi şu an. Hemen sol taraftaki barakamsı evin mukini bu kimliğin sahibi. İnsanlık görevini yerine getirmek amacıyla kapıya yöneldi ve iyilik yapacak olmanın haklı gururu ile bahçe kapısını açtı ve eve giden patikayı takip etti. Bu arada Zafer kapının hemen arkasında delikten beklenenin gelmesini bekliyordu. Yüzündeki gülümseme bıaksan kahkaya yol verecek türdendi. İstediğini elde ettikten sonraki mutluluğun bir göstergesi olan elleri birbirine sürtmeyi şimdiden yapmıştı. Zil çaldı. Heyecanlandı bir an. Kapıyı açtı ve beklenenin konuşmasına fırsat vermeden kafasına arkasında sakladığı sopayı indirdi. Beklenen nihayet emrine amadeydi. Hafif olduğundan Zafer onu tek kolunu tutup omzuna attı ve işte, aynanın önündeydi ikisi de. Zafer bekleneni tuttuğu gibi aynanın içine fırlattı. Sanki aynanın karşı tarafında onun ölçülerinde bir yer varmış da oraya fırlatılınca yerini almış gibiydi. Aynanın karşısında idi artık. Zafer aynaya baktığında kendisini değil; her zaman görmek istediğini görüyordu. Koltukta otur vaziyette, başı sol omzuna yatmış bir haldeydi. Tüm ereklerine ulaşmış bir insan huzuru vardı artık Zaferin üzerinde. Artık onu görmek için bahaneler bulmayacak, sokağa çıkmak zorunda kalmayacak ve acısını dindirmek için kağıt kaleme başvurmayacaktı.
Zafer muzaffer olmanın edasıyla odasına gitmeden evvel aynadaki görüntüyü öptü ve aynanın karşısında diz çöküp bir şeyler mırıldandı. Artık rahat rahat odasına gidebilirdi. İnsan istediklerini elde ettiği vakit, onu nasıl elde ettiğini düşünmüyor. Doğru yol ya da yanlış yol izlemek onun için bir şey fark etmiyor. Mutluluğa giden her yol mübahtır. Bu düşünce kasıp kavuruyor anlakları. İnsan yaptığı, gücünün yettiği her şeyde kendine erk payı çaıkarabiliyor. Boyun eğmeye gelince türlü mazaretler. Zafer de böyle birisi işte.
3.Ayna Nerede?
Odasından tekrar salona geldi, aynanın olduğu tarafa baktı. Bir terslik vardı. Ayna hiçbir şey göstermiyordu. Koca bir boşluk. Aynanın içine hapsettiği neredeydi, o orada olmasa bile aynanın kendi suretini göstermesi gerekirdi. Sağ elini kafasına götürdü, olanlara mana verememekten kaynaklanan bir ifadeyle kafasını kaşıdı. Dudaklarından da olan biteni anlamlandıramadığı okunabiliyordu. Ne aradığını bilmeyen birinin haklılığıyla salonun bir o köşesine bir o köşesine koşturuyordu. Hemen arkasından geldiğini düşündüğü bir ses işitti. Kırılma sesi. Durdu. Kafasını sağ taraftan yavaş yavaş arkasına çevirmeye başladı ve arkayı görebilecek pozisyona getirdi kafasını. Gözleri fal taşı gibi açıldı. Nutku tutuldu. Ses çıkaramadı. Vücudu taş kesildi, sanki bir anda felç geçirmişçesine. Hiçbir şey hissetmeden öylece arkasına bakakaldı Zafer.
Selamlar Samet,
Nefis cümlelerle bezeli oldukça güzel bir hikayeydi. Bazı satırları özellikle ve de büyük keyif alarak iki kez okudum. Sonunu yine apar topar getirmişsin yalnız. İnsan bunca şey okuduktan sonra daha detaylı bir son bekliyor ister istemez.
Yine de çok keyifliydi, kalemine sağlık.
Çok teşekkür ederim, dediğiniz gibi hemen bitirmiş oldum hikayeyi, orijinalinden kısaltmalar yaptım, kese kese bu hale getirdim, o yüzden böyle oldu. Tekrar çok teşekkürler 🙂
“Mutluluğa giden her yol mübahtır.”
Bir öykünü daha okumak istedim, önceki kadar iyi olmasa da bu da güzeldi. Hoşa giden estetik cümleler vardı yine, öykünün başına konulan alıntıyı tam olarak açıklayan bir öykü olmuş. Çok iyi. Diğer öykülerini de bekliyorum.
Tebrikler.