Her sene ilk yağan kar tanelerini coşkulu gözlerle bekleyen mutlu insanların ülkesiydi Smeyan. Kış, belki de tarihin hiçbir anında bu kadar sevilmemişti. Her yağan kar ile umutlar çoğalır, insanlar mutluluğa biraz daha yaklaşacaklarını bilirlerdi. Çünkü Smeyan’a yağan her kar tanesinin sihirli bir gücü vardı.
Ne zaman bu sihirli kar tanelerinden bir kardan adam yapılsa ve burnuna Crubo Irmağı’nın suyuyla beslenmiş havuçlardan takılsa, o kardan adam canlanırdı. Ve onu hayata getiren kişinin bir dileğini bir yıl boyunca gerçekleştirirdi.
Yüzyıllar boyunca insanların her istedikleri gerçekleşmişti böylece. Para, mutluluk, sağlık, aşk… Birer hayalden ibaret değildi rüyalar. Sadece kar yağması yeterliydi. Her yıl binlerce Crubo Havucu hasat edilirdi güzel dilekli insanlara dağıtılmak için.
Ancak zamanla dünya değişmişti. İnsanlar bencillikleriyle kirletmişlerdi toprakları. Ağaçları kesmişlerdi durmaksızın. Daha fazla iç içe olmak ve daha rahat hayatlar yaşamak için yok etmişlerdi tüm güzellikleri. Ve sonunda ne istedikleri gibi rahat bir hayata kavuşmuşlardı, ne de iç içe yaşadıkları halde birbirlerinin yüzlerine bakar olmuşlardı.
İnsanları istedikleri yerlere götüren, zehir kusan metal araçlar yapmışlardı. Gökyüzüne delikler açarcasına uzanan binalar inşa etmişlerdi. Ve beyaz bulutları yutan bacaların midesinde köle olmuşlardı. En kötüsü, zaman geçtikçe kar da unutmuştu bencil insanları.
Gün geldi, Smeyan’ın üzerine sadece bir kardan adam yapılacak kadar kar yağar oldu. Smeyan Kralı bu kardan adamı yine de kullanmak istiyordu. Ona getirilen her kar tanesi için insanlarına ödüller verdi. Ne de olsa bir insanın bir kardan adam yapması için yüzyıllar gerekirken, yağan her kar tanesi toplanınca, her yıl bir adet dilek dileyebilirlerdi.
Ülkenin üzerine düşen her kar tanesini özenle aramışlardı böylece. Halkın amacı ödüllerini almaktı belki ama kral her yıl sadece barış istemişti yapılan kardan adamdan. Halkının mutluluğu ve çabasını böyle ödüllendirmeye karar vermişti.
Aradan yıllar geçmişti ve nesiller atlamıştı. İnsanlar daha bencil, hayat daha acımasız olmuştu gün geçtikçe. Kral da yaşlanıp yerine veliahdını çıkarmıştı. Aradan geçen uzun yılların ardından Smeyan’ı, o zamana kadarki en umursamaz, en düşüncesiz kral yönetmeye başlamıştı.
Smeyan’ın yeni kralı kardan adamın karşısına geçtiğinde tüm halk meydanda toplanmıştı. Her yıl büyük kutlamalar ile dilenirdi barış. Ama yeni Kral’ın gönlü açtı. Kardan adam ile karşılıklı durduğu platformun üstünden bir bakış fırlatmıştı aciz gördüğü insanlara. Yıllardır dilenen barış zaten vardı şu anda. Ne gereği vardı ki zaten olan bir şeyi dilemenin? Her yılki monoton kutlamalara bir değişiklik getirmişti böylece. Aklındaki bencil istek için bekleyememişti ve dileğini bir an önce söylemişti.
“Dünyanın her yerindeki her yiyecekten tatmak istiyorum.” demişti şişko göbeğini sıvazlayarak.
Halk neye uğradığını şaşırmıştı önce. Barış dilememişti Kral. Başlarda sadece yadırgamışlardı onu. Kendini düşünmüştü çünkü sorumluluklarından önce. Çok sürmemişti bu düşüncesizliğinin bedelini ödemesi. Kısa süre sonra çıkan savaş ile ölen milyonlar yüzünden halkı nefret eder olmuştu ondan iyice.
Kanlı harfler ile yazılmaya başlanmıştı Kral’ın ismi sokaklarda. Ölmesini isteyen insanlarla dolup taşmıştı acılı haykırışların yükseldiği şehirlerden. Neden sevdiklerimiz ölüyor da o bencil şişko yaşıyor diye feryatlar yükseliyordu her haneden. Daha fazla dayanamayıp ayaklanmışlardı krala ve onu indirmişlerdi tahtından.
Savaş bittikten ve halkın nefreti dindikten sonra yepyeni bir Kral çıktı tahtına. Yaşananlar daha çok tazeydi. Biliyordu insanlarının neler çektiğini. Ve kardan adam onların hakkı olmalı diye düşünmüştü.
Bir karar almıştı bu yüzden. Her yıl kış aylarının son gününde bir kura çekileceğini duyurmuştu. Ülkedeki herkesin isminin olacağı bir kura olacaktı bu. Kazanan kişi ise, kardan adamın dileğiyle ödüllendirilecekti. Uzun yıllar boyunca da bu böyle devam etti. Her yıl ismi okunan kişi platforma çıkar ve o güne kadar en çok istediği dileğini söylerdi tüm halkın önünde. Ama hikâye burada bitmedi. Tam aksine, küçük Hanry’nin hikâyesi tam olarak burada başlamıştı.
Hanry kendini bildi bileli çekilişler yapılırdı. Kendi kasabasındaki binlerce kişi meydanda toplanıp güneş gibi ışık saçan alete gözlerini dikerlerdi. Her kişinin kurayı kazanma şansı vardı elbette ve bu umut sayesinde hayatları bir nebze olsun çekilir hale gelmişti.
Sadece Hanry için hayat o denli umut bağlanacak kadar güzel değildi. Hele kış aylarının soğuğunu, üzerindeki yırtıkları bile hiçe sayan incecik pantolonuyla geçirmek hiç de güzel gelmezdi ona. Bazen şansı yaver gider, diğer insanların eskilerini attıkları demir kutuların içinden bir çift ayakkabı bulurdu. Ama çoğu zaman kirden neredeyse kararmış pantolonunun paçalarını yırtıp ayağına sarardı.
Aradan geçen yıllardan sonra gün yine gelmişti çekiliş zamanına. Hanry de kalabalığın arasına karışıp elindeki balonları satmak için uğraşıyordu. Ama saat yaklaştıkça kalabalıkta fark edilemez hale gelmişti. İtilip kakıldığı süre boyunca, gece yarısına birkaç dakika kala yol kenarındaki kaldırıma oturup beklemeye koyulmuştu. Aslında iyi değilmiş burada durması. Ne de olsa kurayı kazanamayanlar sinirli olurlardı. Çoğu zaman hırpalanırdı sebepsiz yere bu yüzden. Yine de elinde kalan son üç balonu satmak için beklemesi gerekiyordu.
Parlayan ışığın önünde binlerce insanın yüzü hızla akıp geçmeye başlamıştı. Hanry ellerinin arasına aldığı kafasıyla ve yorgun gözleriyle etrafa bakınıyordu. Kardeşi çekiliş günlerini çok severdi. Eğer kazansaydı hastalığından kurtulmayı dileyecekti. Bunu Hanry’e defalarca umut dolu gözlerle anlatmıştı. Hanry de aynı şeyi dilerdi zaten.
İki yıl öncesine kadar küçük kardeşi için koşuşturup durdu sokaklarda. Yeri gelir kağıt toplar, yeri gelir biriktirdiği paralar ile aldığı şeyleri yoldan geçenlere satmaya çalışırdı. Zorla kazandıklarıyla fırına gider, bir süre sıcak havasının tadını çıkarıp susamlı ekmeklerin kokusunu ciğerlerine dolu dolu çekerdi. En büyüğünden, en sıcağından bir ekmek alıp yürüyemeyen kardeşinin yanına giderdi. Büyük payı ona bölüp anlatırdı kardeşine o gün boyunca gördüklerini.
“İyileştiğin zaman seni de fırına götüreceğim. Sen yeter ki iyileş.” derdi her seferinde, onu heyecanla dinleyen kardeşinin gözlerine bakarak.
Ama kardeşi kangrene daha fazla dayanamamıştı. Hanry kadar güçlü olamamıştı hayata ve gözlerini yummuştu bir daha açmamak üzere. Onun ölümünden sonra yine de Hanry, eğer şanslıysa, o gün aldığı ekmeğin büyük payını kendi gibi sokaklarda yaşayan biriyle paylaşmıştı kardeşinin anısına.
Derin bir iç çekip “Artık çok geç” diyerek nefesini verdi sessizce. Ardından ışıklı aletten gelen sesi duymuştu.
“Hanry Wishborn.”
Bu onun ismiydi. Önce kafasını kaldırıp bakınmıştı etrafına. Ayağa kalkıp gözlerini dikmişti koca duvarlı yapının kenarındaki ışığa ve kendi yüzünü görmüştü. Hemen yanındaki adam da fark etmişti onu.
“İşte burada, kazanan bizim kasabamızda.” diye haykırmıştı adam ve Hanry’yi kucaklayarak kaldırmıştı. Sahte gülücükler ile yüzlerini boyayan kalabalık tarafından alkışlanmıştı uzun süre. Hâlbuki herkesin aklında tek düşüce vardı;
“Bu pis kokulu çocuk yerine ben seçilmeliydim!”
Aradan üç gün geçmişti ve Hanry başkente götürülmüştü. Dilek dileme günü çatıp gelmişti bile. Başka zaman olsa belki heyecandan oracıkta yere yığılıverirdi ama o gün hiç öyle hissetmemişti. Kafasında hiç kurmamıştı bu günü. Sadece merakla bekliyordu.
Platformun üstünde, kardan adamın tam karşısında duruyordu. Boyunun iki katı kadar uzanan, üst üste koyulmuş, gittikçe küçülen üç adet beyaz kartopundan yapılmıştı. Kral da kardan adamın diğer tarafında halkı selamlıyordu. Herkes küçük Hanry’nin ne dileyeceğini merakla bekliyordu.
Kral’a verilen kırmızı, kadife yastığın üzerindeki havucun gelmesiyle tüm fısıltılar kesilmişti. Kral eğilerek havucu Hanry’e uzatmıştı gülümseyen yüz ifadesini takınmış halde. Hanry havucu alıp, onun için getirilen üç basamaklı merdivene çıkmıştı ve iki eliyle sıkıca kavradığı havucunu kardan adamın kafasına yerleştirmişti. Sonra tekrar yere inip neler olacağını beklemeye koyulmuştu herkes gibi.
Gökyüzündeki bulutlar, yere inen ışık huzmesinden kaçarcasına dağılmışlardı etrafa. Işık tam kardan adamın kalbine saplanmıştı. Önce gözleri ve ağzından ışıklar saçılmıştı ve iki yanından kolları çıkmıştı kardan adamın. Ardından kollarını iki yana açıp, derin bir nefes alıp gülümsemişti gökyüzüne bakarak.
Yüzündeki tatlı gülümsemeyi hiç eksik etmeden Hanry’e dönmüştü sonra.
“Beni hayata getiren, sen, Hanry, söyle isteğini ve yerine getireyim bir yıl boyunca.” demişti tok, yankılı ve her hecesi rahatlıkla anlaşılan sesiyle.
Tüm insanları heyecanlandıran bu sahne Hanry’yi yine mutlu etmemişti. Bir süre siyah düşüncelerine dalıp beklemişti öylece. Sonra içindeki kederi gözlerinde yansıtırcasına bakmıştı kardan adama.
“Kardeşimin yanından mı geliyorsun?” demişti üzgün bir ifadeyle.
Kardan adam bir süre durmuştu. Kaşları ağırlığa dayanamayıp iki yana düşmüştü. Gülümsemesi de azalmıştı biraz daha ama hala sevgi doluydu bakışları.
“Evet.” Demişti başını hafifçe sallayarak.
“O iyi mi?”
“Evet Hanry, o çok iyi.”
Hanry kafasını, onu izleyen insanlara çevirmişti. Onu şimdiye kadar ezip hor gören insanlara bakmıştı bir süre. Sonra tekrar kardan adama dönüp içten bir gülümsemeyle konuşmaya başlamıştı.
“Biliyor musun, ben bu güne kadar hiç kar yağdığını görmedim. Benim için kar yağdırır mısın?” demişti Hanry.
Kardan adam tekrar dolu dolu gülümseyerek iyice doğrulmuştu ve son sözlerini sıralamıştı vakit kaybetmeden.
“Dileğini gerçekleştirmek benim için bir onurdur.”
Gökyüzünden düşen ilk kar tanesi ile kardan adam da anında eriyip yok olmuştu. Ondan geriye parlak renkli havuç kalmıştı ıslak zeminde sadece.
Sonraki üç gün boyunca kar yağmıştı. İnsanlar yüzlerce kardan adam yapıp Crubo havuçları için kavga eder olmuştu bu sefer de. Hala bir şey öğrenememişlerdi küçük Hanry’den. Hala bencillikleri yüzünden nefret ediyorlardı diğerlerinden.
Hanry, kasabasına döndüğünde ise onun gözünde her şey farklıydı. Çocuklar kartopu oynuyor, küçük tepelerden kızaklar ile aşağıya kayıyorlardı. Bir çocuk için yepyeni bir eğlenceydi ve çok güzel bir hediyeydi küçük Hanry’den onlara.
Ama Hanry için her şey bitmemişti. Yaşadığı sokak arasına vardığı anda hiç vakit kaybetmeden bir kardan adam yapmıştı kendine. Ona verilen havucunu sıkıca sardığı bezden çıkarıp, neredeyse boyuna varan kardan adamın burnuna takmıştı. Daha önce karşılaştığı kardan adam yine karşısında, canlanmış vaziyette derin bir nefes alarak dile gelmişti.
“Beni tekrar hayata getiren, sen, Hanry, söyle isteğini ve yerine getireyim?” demişti yine o kardan yapılmış tenine tezat düşüren sıcak konuşmasıyla.
Hanry ne isteyeceğine çok önceden karar vermişti. Sadece zamanı için acele etmemişti. Şimdi gerçek dileğine kavuşmak için kardan adamın gözlerine gülümseyerek bakıyordu. İçindeki heyecanı yutkunarak midesine gömdü, korkusunu yenmek için kardan adamın boynuna sıkıca sarıldı ve konuşmaya başladı.
“Kardeşimi çok özledim. Beni onun yanına götürür müsün?” dedi gözünden damlayan gözyaşlarıyla ve en içten gelen fısıltılı sesiyle.
Kardan adam da üzgün bir gülümsemeyle yavaşça sarılmıştı Hanry’ye. O sokak arasından tek bir cümle yükselmişti ardından.
“Dileğini gerçekleştirmek, benim için bir onurdur.”
Ve Hanry’nin cansız bedeni kardan adam ile birlikte, kimsenin umursamadığı o sokak arasında yere yığılmıştı.
SON
“Kardan Adam”ı kullanış şekliniz, yazım tarzınız, baş karakterin bir çocuk oluşu ve masalsı anlatımıyla beni benden aldı diyebilirim. Zaten şahsınızın yazım tarzı ve kurguyu öyküye yediriş şekli çok hoşuma gidiyor. Fazla bir şey söylememe gerek yok yani.
Kaleminize sağlık.
Yorum ve beğeniniz için öncelikle çok teşekkür ederim. Verdiğim emeğin, iyi veya kötü bir yorum alarak birilerine ulaştığını bilmek insanı gerçekten çok mutlu ediyor.
Öykülerimi yazmadan önce kurgusunu bitiririm genelde. Yani hadi başlayayım ne gelirse şeklinde yazamıyorum ne yazık ki. Hatta bazen kurguya fazla yönelince içsel anlatımları veya detayları atlıyorum aslında ama yinede bir kitabın veya öykünün kilit noktası kurgusu olmalı diye düşünüyorum. Sağlam temele kurulmuş bir öykü herkese tad verecektir inancındayım.
Özellikle sizden böyle bir yorum almış olmak inanın beni çok mutlu etti. Diğer övgüleriniz için de ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
Küçük Hanry bile insanlığa dersini veremedi,
Dünyayı biz mi kurtaracağız be sevgili? 🙂
Kalemine, yüreğine, bakış açına sağlık..
Yorumun için teşekkürler be sevgili 😀
Evet mümkünse dünyayı biz kurtaracaz. Kimse el atmadıkça kurtulmaz ki bu dünya 😛
Çok beğenerek okudum. Zaman zaman tekrar okumak isteyeceğim, duru, hüzünlü bir öykü olmuş.
Emeğinize, kaleminize sağlık.
Zahmet ayırıp okumanıza ve ayrıca beğenmenize çok sevindim 🙂 Yorumunuz için de çok teşekkür ederim.