“Sessiz duracak mısın yoksa kafana sıkmam mı gerek?”
“Hayır, emin ol kafama sıkmadan da susabilirim.”
“Güzel, o zaman uslu çocuk ol da acı çekmeden ölmeni sağlayayım.”
Rick, adamın işini bitirmeye can atıyordu ama patron haber vermeden başlasa emre karşı gelmiş olacaktı. Saatine baktı. Patron geldiğinde randevularına zamanında gelmenin önemini hatırlatması gerekecekti anlaşılan. Kapı tıklatıldı.
“Girin.”
İçeri 1.93’lük iri yapılı, kaslı bir adam girdi. Ne kadar özgüven sahibi olsanız da adamın önünde diz çökmemek için takdire şayan bir çaba göstermek gerekiyordu. Tek kelime etmedi. Parmağını adamın boğazına koydu ve kesiyor gibi yaptı. O an Rick altı yaşındaki kreş çocukları gibi zıplamamak için kendini zor tutuyordu. Beklediği emir gelmişti hem de bizzat patronun en iyi koruması tarafından onurlandırılarak. Adam pek iri yarı biri tip değildi. Aksine küçümen bile denebilirdi. Ona “Yüzüklerin Efendisi”ndeki Hobbit’leri hatırlatıyordu. Aslında bu adamın patrona ne yapmış olabileceğini merak ediyordu ama patrona başka zaman soracaktı. İri yarı adam kapıdan çıkar çıkmaz işe başladı. Deri çantasından yavaşça Glock marka tabancasını çıkardı. Yavaş davranıyordu çünkü bu kurbanı psikolojik olarak çökertiyor ve daha çok acı çekmesine neden oluyordu. Keşke yavaş olmasaydı. Arkasını döndüğünde sandalyede bağlı olan adamın artık bağlı olmadığını ve kendisinin tam sırtına bir silah doğrulttuğunu gördü.
“Bir denizciye düğüm atarken daha dikkatli olmalısın”
“Tamam, koca adam beni yakaladın. Ne istiyorsun?”
“Patronunun saklandığı yeri öt bakalım.”
“Lanet olsun! Bunu isteyeceğini biliyordum.”
“Söyleyecek misin, yoksa seni şuracıkta topuğundan vurmalı mıyım?”
“Hey! Sakin ol adamım tamam konuşuyorum.”
“Dökül hadi! Senle uğraşacak vaktim yok.”
“Şehirde düzenlenen karnavalı biliyorsun değil mi?”
“Karnavalın başlamasından üç ay önce reklama başladılar. Burada yaşayıp da Kentucky Karnavalının iki gün önce kente geldiğini bilmeyen var mı?”
“Güzel. O zaman karnaval için kurulan sirki bulman çok kolay olacak. Sirkin kulisinde yirmi yedi numaralı odaya gir. Paravanın arkasındaki ayna bir geçide açılıyor. Bizim patronun iyi bir mizah anlayışı var. Başka kim onun gibi önemli birinin yerinde olsa o komik yerde saklanır ki. Ama dikkatli olmanı öneririm bizim patronun hep ikinci bir planı vardır.”
“Pekâlâ Rick. İşime yaradın bunu inkâr edemem. Nasıl öleceğini kendin seç”
“Kafaya acısız tek bir kurşuna ne dersin, Luis?”
“Elbette.”
Küçük odada silah sesi yankılandı. Rick Teneson yüzünde hafif bir gülümsemeyle yere düştü. Luis cesede bakmaya bile tenezzül etmeden kapıdan çıktı. Tenha sokakta kimse olmaması için dua etti. Sokağa adımını attığı gibi duasının kabul olduğunu anladı. En yakın arabaya kadar yürüdü. Yoldan aldığı bir kaldırım taşını zarif bir hareketle cama fırlattı. Bunu ilk kez yapmadığı belliydi. Kapıyı açınca ilk işi koltuktaki camları süpürmek oldu zira batınca çok acı veriyordu. Düz kontak yapıp direksiyonun başına geçti. Karnaval buradan yarım saat mesafedeydi. Acele ederse birkaç tur çarpışan arabaya bile binebilirdi. İntikamın kokusunu aldığından içinde büyük bir coşku vardı. Birkaç saat sonra evinde oturmuş bu aptalların patron dediği adamın ölüm haberini izliyor olacaktı. Tabi işler yolunda gitseydi…
Sirk oldukça büyük bir yerdi. Gerçi bunu 27 numaranın adını duydu zaman anlamalıydı. Girişte kocaman bir perde asılıydı. Tam içeri girecekti ki omzuna bir el uzandı.
“Bakar mısınız bayım, lütfen biletinizi alın.”
“Hı! Pardon unutmuşum. Özür dilerim.”
Bilet gişesine gidip biletini aldı. Tam ayrılacakken bir afişe gözü ilişti. Her yeri una bulanmışa benzeyen ince bir adam tırsak bir şekilde ipin üzerinde yürürken çekilmiş bir fotoğrafın altına yazılan
“Muhteşem Gabé bu gece sizlerle” yazısından ibaretti bu afiş sadece. Luis’in meraklı bakışlarını gören görevli yanına geldi ve açıklamaya başladı. Açıklama bittiğinde Luis artık adamın bir İspanyol olduğunu, asıl işinin palyaçoluk olduğunu ama ipte yürüyen arkadaşı sakatlandığı için onun ipte yürümesi gerektiğini ve adamın bir yetim olduğunu biliyordu. İlgisini neden çektiğini bilmiyordu ama bir yerden tanıdık geliyor gibiydi. Perdeden geçtiği zaman sirkin bomboş olduğunu gördü. Bu normal bir şeydi ne de olsa gösterinin başlamasına beş saat vardı. Hemen kulislerin olduğu arka tarafa doğru yöneldi. 27 numaralı kulise geldiğinde önce kulağını kapıya dayadı. İçeride kimse olmadığına emin olması gerekiyordu. Tahmin ettiği gibi tek bir çıt çıkmıyordu. Sessizce kapıyı açtı ve aynaya yöneldi. Ayna zaten bende bir şey var diye bağırıyordu. Altın varaklı kusursuz oymaları, gümüşten çerçevesi ve üzerinde tek bir toz zerresi olmayışı iyi korunduğunun belirtisiydi. Yanına gitti ve elini oymaların üzerinde gezdirdi. Hepsi kusursuz bir şekilde birbirine uyuyordu. Acaba geçidi nasıl açabilirim, diye düşünmeye başladı. Arkasındaki adamdan gelen sesle nerdeyse tavana kadar zıpladı.
“Sen yenisin galiba. Patrona kaç kez söyledim şu kapının nasıl açıldığını söyle diye.”
Luis adamı anında tanıdı. Afişteki palyaçonun ta kendisiydi. Ama üzerinde şık bir takım elbise ve bir çanta vardı. Adamın yüzündeki tırsak ifade olmasa neredeyse tanıyamazdınız. Luis ceketinin içindeki silaha attı elini ve aynanın nasıl açıldığını öğrenir öğrenmez onu vurmaya karar verdi.
“Peki, beni burada bekletmek yerine kapıyı açsan nasıl olur.”
“Tamam, açıyoruz adam akıllı muhabbet bile edilmiyor seninle.”
Adam aynanın yanına geldi ve çerçevenin arkasındaki bir tuşa dokundu. Ayna çerçevede yana kaydı ve uzun bir koridoru gözler önüne serdi. Luis tereddüt bile etmeden silahın kabzasını adamın kafasına indirdi ve bir el ateşledi. Bu adam için en iyisiydi çünkü hiç acı çekmeden ölmüştü. Koridoru hızlı adımlarla kat etmeye başlamıştı. Koridorun iki tarafına da lamba koyulduğu için görmekte hiç sorun çekmiyordu. 15 dakika ilerledikten sonra lambalar kayboldu. Luis bu saçmalığa daha fazla katlanmak istemediği için koşmaya başladı. Karanlıkta önünü zor görüyor bazense duvarlara çarpıyordu. En son duvara çarpışında duvarı eliyle yoklayarak ne tarafa gittiğini bulmaya çalıştı. Ama ne sağa ne sola geçiş yoktu. Birden duvarın dibinde duran ve daha önce fark etmediği bir cep telefonu çalmaya başladı. Yavaşça eğilip telefonu kulağına dayadı.
“Luis Mercer?”
“Evet benim. Kimsiniz?”
“Öldürmeye çalıştığın kişi.”
“Alexsander Mercer.”
“Bana daha çok Patron diye hitap edilir ama gerçek adımızı da kullanmazlık edemeyiz değil mi kardeşim?”
“Neredeyim?”
“Tuzağımın tam ortasında.”
“Ne istiyorsun?”
“Ölmeni. Duvardaki boşlukları fark ettin mi. İçleri patlayıcı dolu. Şu an kumanda elimde telefon görüşmemiz bittiği an patlatacağım.”
“Nasıl tuzağı kurabildin? Rick’in yalan söylemesine imkân yoktu.”
“Sana bildiği şeyi söyledi. Ama ona doğru bilgi verilmemişti.”
“Nasıl kardeşini öldürebilecek kadar alçalabilirsin?”
“Hatırlatayım sende beni öldürmeye çalışıyordun.”
“Ama ben senin aileni işkenceyle öldürmedim.”
“Bak orada haklısın.”
Luis’in kan beynine sıçramıştı ama yapabileceği hiç bir şey yoktu. Elinden bir tek yalvarmak gelirdi ama ölmeyi yeğlerdi. Ondan isteyebileceği son şeyi istedi.
“Alex?”
“Efendim?”
“Karımın mezarına her Çarşamba çiçek bırakabilir misin?”
“Son isteğin buysa neden olmasın.”
“Sağol.”
“Peki. Görüşmek üzere.”
“Cehennemde görüşürüz abi.”
“Görüşürüz Luis görüşürüz.”
Luis telefonun kızağını aşağı doğru kaydırdı ve içinde bildiği birkaç duayı sıraladı. Bitirdiği zaman çok beklemesi gerekmeden duvarlar üzerine doğru uçmaya ve arkalarından ateş topları çıkarmaya başladı. Luis Patrik Mercer 21 Temmuz akşamı saat 19.23’te göçük altında kalarak can verdi. Ağabeyi Alexsander Mercer 2 yıl sonra polis tarafından yakalandı. Mahkeme onu adam kaçırma, cinayet, hırsızlık ve silahlı çatışmaya katılma suçlarından suçlu buldu ve ömür boyu hapse mahkûm edildi.
Diyaloglar fazla Amerikan vari gibi geldi bana. Kurgu da biraz zayıftı aslında. Çok daha fazlasını anlatabilecek kapasitenin olduğu belli, dilerim sonraki öykülerinde bunu daha iyi yansıtabilirsin.
Bunun dışında ipin üzerindeki tırsak adamı anlatış tarzını sevdim, güzeldi. 🙂
Tebrik ederim. 🙂
Aslında öykünü geliştiriebilirsen çok çok daha iyi olacağına eminim. Hani olayın fantazisel yanı pek fazla yoktu ama hikayedeki herkes acayip derecede ruhsuz gibi. :)) Adam direk çekip vuruyor, bilgiyi alsa bile.
Amerikalılar bile bu soğukluktan korkabilirdi…
Yine de eminim yaza yaza çok daha güzel yazabileceğine eminim. Seçkideki ilk hikayen sanırım. Devam etmen dileğiyle.
Bence ilk öykü için hiç de fena sayılmaz. Fantastik öğelerden yoksundu, orası doğru. Ama polisiye açıdan oldukça güzel bir kurguya sahip.
Karakterleri birbirleri ile dialogları biraz fazla “cool” olmuş yalnız 🙂 Konuştuğu taktirde öleceğini bile bile adamın bülbül gibi şakıması, yüzünde bir gülümseme ile ölmesi falan… Tam olmamış.
Ama olacak. Yazdıkça daha iyi olacağını satırlarından görebiliyorum. Bir sonraki seçkiye göndereceğin hikayeyi de bekliyorum. Kalemine sağlık…
Abilerim teşekkür ederim hepinize ben okuduğumdada fantastik edebiyatın ele alındığı bir site için hiç fantazya olmadığını fark ettim ama genede güzel bir başlangıç oldu benim için benim ilk öykü denememdi bu çalışma sadece bu site için deil bütün hayatım boyunca tek bu çalışmayı yaptım.Amerikan vari olmasının sebebide karnavalları bir tek amerikan filmlerinde gördüm madem adamlar bana
karnaval sözcüğünün tanımını öğretti haklarını yemeyelim diye sanki onlardan biriymişim gibi yazdım.Ruhsuz olmasıda tamamen acemiliğimden o kadarda cani olmalarını istememiştim yani testeredeki o bisikletli manyak kadar olsa yeter demiştim o en azından ikinci bir şans veriyodu benimkiler direk psikopat oldu.
Hepinize Bu Güzel Yorumlarınız İçin Teşekkür Ediyorum!!!