‘Cüce! Cüce! Hey seni ecüş bücüş yaratık! Buraya gel ve bizi eğlendir.’ Yüce, meydanda bir oraya bir buraya koşmaktan kan ter içinde kalmıştı ama bu ayak takımının halden anlayacağı yoktu; Onun da söz dinleyip ses çıkarmadan soytarılık etmekten başka seçeneği…Kısacık boyu, çarpık denebilecek kadar biçimsiz bacakları ve minicik, kalın parmaklı elleri başka ne işe yarardı ki? Babası, yani üvey babası bir sirk çalışanı olduğu için şanslı mı yoksa bahtsız mı olduğuna bir türlü karar veremiyordu. Şans! Yüce için şans diye bir şey var mıydı? Çılgın kalabalığın bitmek bilmez istekleri peş peşe dillendirilirken, hem tek tekerlekli bisikletinin üzerinde dengede durmaya, hem de elindeki dört topu düşürmeden çevirmeye çalışıyordu. Gözleri yaptığı işte aklıysa çok uzaklardaydı.
Hayatının yirmi iki yılını geride bırakmış ama kendi deyimiyle bir arpa boy alamamıştı. Onu yedi yaşındaki herhangi bir çocuktan ayıran en belirgin şey biçimsiz vücudu ve komik görünüşüydü. Yedi yaşını geçtikten sonra yaşadığı her sene değişmeyen boy ölçüsüyle ona verilen zehirli bir iksir gibiydi. Yavaş yavaş etki eden, öldürmeyen ama yaşama hevesini alıp götüren bir iksir…Sirk hayatı yaklaşık yirmi bir sene önce şu an çalıştığı gezici sirkin dolaştığı şehirlerden birinde; gösteriden sonra üvey babasının kaldığı arabanın önüne bırakılan sepette başlamıştı. Bilmediği bir hayatın bitirildiği, bir daha karşılaşma ihtimalinin yok edildiği bir terk ediş. Annesi veya babası hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Tek bildiği; tahminlerinden yola çıkarak, fiziksel durumundan dolayı istenmeyen bir bebek olduğu ve ondan bir sirke bırakıp kaçarak kurtulduklarıydı. Ecüş bücüş vücudu ve yakışıklı denilemeyecek yüzü ile doğuştan kaybetmişti zaten. Ailesi de bebekken bu yenilgiyle baş başa bırakıp, ortadan kaybolmuşlardı.
Üvey babası iyi bir adam olmasa belki o gece soğuktan donarak ya da aç hayvanlara yem olup ölebilirdi. Alkolik ama kadere inanan bir adamdı O. Kapısına bırakılan bu ufaklığı Tanrı’nın bir lütfu gibi görüp, büyütmeye karar vermişti. Adını da hayata ve görünüşüne inat Yüce koymuştu. Bir cüce için ne ironik bir isim! Acı dolu yirmi iki yılın kısa hikayesi buydu Yüce için. Bulunduğu gece hiç bulunmamayı, soğuktan ölmüş olmayı dilediği çok gece olmuştu uyumadan önce. Hayat ve insanlar, Tanrı’nın uygun görüp sırtına yüklediği bu bedel için ona neden bu kadar acımasız davrandığını anlayamıyordu. Kimseye zarar vermediği halde neden hilkat garibesi gibi dışlandığını ve tiksinilen bir yaratık olduğunu anlamaya çalışmaktan yorulmuştu artık. Yaşıtları evlenmeye başlamış ya da en azından sevgilileri vardı. ‘Çünkü onlar cüce değiller’ diye geçiriverdi aklından hemen savunma mekanizmasını çalıştırarak.
‘Hey şuna bakın ne kadar komik değil mi?’ Henüz ergenliğe adım atmamış bir oğlan çocuğunun arada derede kalmış akortsuz sesiyle arkadaşlarına gösterdiği Yüce istemsiz olarak konuşan çocuğa baktı ve kendisine sırıtan ablak yüzleri görünce kızgınlıkla utanç arasında gidip geldi. ‘Ben neyim böyle! Neden böyleyim? ‘Artık iyice yorulmuştu. Neyse ki gösteri bitmek üzereydi. O meydandan çekilecek yerine ateş püsküren dev adam gelecekti. Nihayet insanlardan uzaklaşabilecek, bir sonraki gösteriye kadar alay konusu olduğunu duymak zorunda kalmayacaktı. Çok uzun yıllardır kendini insan değilde başka bir mahlukat gibi görmeye o denli alışmıştı ki ona göre insanlar ve cüceler birbirine karışamayacak iki farklı canlıydılar. Tanrı onun cüce olmasını istemiş insanları da ona eziyet olsun diye kendisine musallat etmişti anlaşılan. Cüce olduğuna mı yansın, çektiği işkenceye mi?
Nihayet işi bitmiş bisikleti ile kenara geçmişti. Bisikletten indi ve elindeki topları torbasına doldurdu. Geriye dönmek bile istemiyordu; bağırıp çağıran kalabalığı görmek, göz göze gelmek istemiyordu. İşi bitmişti, karavanına çekilip kendiyle baş başa kalacaktı. Bir sonraki işkenceye kadar kendi krallığına çekilecek, yarattığı dünyasında mutluluk arayacaktı. Anahtarını kimseye vermediği, (hoş kimsenin de istediği yoktu) kendinden başka herkese yasak krallık! Cücelerin Yüce sayıldığı, insanların onları hor görmediği, huzur dolu bir krallık. Yüceler Krallığı…
merhaba
Sade ve güzel bir hikaye olmuş. Belki hikayeden çok durum değerlendirmesi gibi… Pek heyecan var diyemem ama üzerinde biraz daha çalışılsaymış güçlü bir dram olabilirmiş. Eline sağlık
Azizhayri yorumunuz için çok teşekkür ederim. Biraz sade ve heyecandan yoksun bir hikaye olduğunun bilincindeyim. Zaten bu ilk kısa hikaye denemem diyebilirim. Birazda acaba yazabilir miyim diyerek başlamıştım ve sonra bu çıktı ortaya. İçsel sesleri ve duyguları yazmayı seviyorum. Umarım kendimi geliştirebilirim. Tekrardan teşekkürler.
Selamlar Gülbüyüsü;
Forumda sürekli adınızı görüyordum ama sizi okuma fırsatını bir türlü bulamamıştım. Öncelikle tebrikler, güzel ve anlaşılır bir üslubunuz var. Anlatmak istediğiniz gayet başarılı ve temiz bir şekilde kelimelere dökebiliyorsunuz. Bu hikayede görüldüğü üzere aynı şey içsel çatışma ve duygular için de geçerli. Hikayenizin tek sıkıntısı sadece giriş ve gelişmeden oluşup bir sonunun olmayışı. Yani evet, yazı sona eriyor ama hikaye bitmiyor. Kısa hikayelerin en önemli unsurlarından biri de iyi (hatta mümkünse çarpıcı) bir sona gereksinim duymaları. Bunu göz önünde bulundurursanız daha sonraki denemelerinizde daha iyi sonuçlar elde edebileceğinize inanıyorum.
Kaleminize sağlık…
mit sizin gibi usta bir kalemden bu övgü ve tavsiyeleri almak gerçekten sevindirici. Aranıza yeni katıldım ve bende hala bir çoğunuzun paylaşımlarını okuyamadım. Ama sizlerin arasında tekniğimi ve hayal gücümü geliştirebileceğime inanıyorum. Tavsiyenizi göz önünde bulunduracağım. Ayrıca cemaziyel arkadaşımada buraya yazmam konusunda tavsiyede bulunduğu için teşekkür ederim.