Kocası öleli neredeyse dört yıl doluyordu ve o mütevazı dağ evinde, ona son bir senedir eşlik eden köpeği Corky ile beraber yaşıyordu.
Yeşil vadinin eteklerine kurulmuştu Colman Malikânesi. Bulundukları yerden beş yüz metre aşağıda, küçük yeşil çam ağaçlarının ve gelincik tarlalarının birbirine kaynaştığı Carlton ormanı, Carlton kasabasını çepeçevre sarıyordu. Melikenin önünde kafasına göre çalışmayı adet edinen sararmaya yüz tutmuş, paslı Dodge marka kamyonet zamana meydan okumayı uzun süre önce bırakmış, lastikleri zeminle bir bütün olmuştu neredeyse.
Susannah, artık ellilerine dayamış ve doğa kanunlarını hiçe sayan atletik fiziğiyle her geçen gün daha da dinçleşiyordu sanki. Kıvırcık koyu kestane rengi saçları yavaş-yavaş ağarmaya başlamıştı. Griye çalan koyu yeşil gözleri, küçük şekilli bir burnu ve kalın etli dudakları vardı. Her sabah erkenden kalkar, kahverengi tonların tüylerinde harika bir ahenk oluşturduğu teriyer cinsi köpeği Corky ile kasabaya kadar koşar ve sırt çantasına aldığı malzemelerle koşarak geri dönerdi. Öğlene doğru verandasında sabah çayını içmiş, gazetesini okumuş olur ve köpeğiyle dağ yürüyüşüne başlardı. Her tarafı yeşil çimenlerle kaplı kuzey dağlarının karman çorman patika yollarında dağın engebeli zeminine meydan okurcasına her karışını gezmeye çalışırdı. Öğretmenlik yaptığı dönemden kalma bir alışkanlıktı not tutmak. Gittiği yerler hakkında yazılar yazıp akşamları bunları düzenler ve düzgünce doğa defterine kaydederdi.
Hafta sonu, Corky ile beraber yollara düştüler yine. Bu sefer kamp yapacaktı. Geniş kampçı çantasını da yanına almış ve kuzey dağını arşınlamaya başlamışlardı. Dört gün süren kamp onu çok yormuştu. Geceleri uyumak yerine yıldızları seyre dalmış ve onlar hakkında notlar almaya başlamıştı. Son bir senedir doğanın etkisinden sıyrılıp yıldızlara merak salmıştı ve neden böyle olduğunu kendisi de merak etmeye başlamıştı. Eve geldiğinde ise Corky’nin önüne bolca yemek koymuş ve iki katlı evinin alt katındaki kanepede uyuyakalmıştı. Otuz altı saatlik rahatsız bir uydudan sonra gece yarısı üç gibi uyandı. Tüm kemikleri birbirine girmiş gibi sızlıyor, başı ağrıyordu. Bir şeyler atıştırdıktan sonra ağrı kesici almış, uyuduğu kanepede oturarak gece gördüğü garip rüyaları hatırlamaya çalışıp onlara bir anlam vermeye uğraşıyordu.
Eşiyle beraber kalabalık bir ortamaydı. Karşısındaki uzun boylu, sarışın, mavi gözlü genç bir delikanlıyla konuşuyor ve onu kendine çok yakın hissediyordu. “Sanki ailedenmiş gibi.” diye düşündü. Birden aklına Corky gelmişti. Verandaya çıktığında hafifçe esen serin rüzgâr yüzüne çarpmış, gökyüzünde parlayan dolunay, ışıksız zemini gece feneri gibi aydınlatıyordu. Verandaya baktığında Corky’nin yerde uzandığını gördü. Onu görünce kafasını kaldırmış ve sanki nasılsın diyen gözlerle bakıp hafifçe inlemişti hayvan. Verandada ki kanepeye oturup Corky’ de yanına çekerek konuşmaya başlamıştı Susannah.
“ Sağol sorduğun için iyiyim. Sen nasılsın bakalım?” dedi Corky’nin kabarmış sırtındaki tüylerini sıvazlayarak ve konuşmasına devam etti. “Garip bir rüya gördüm. Çok tanıdık birini gördüm sanki Corky. Ailedenmiş gibiydi. Yakın bir akraba olabilir ama ona karşı kalbim sıcacıktı. O tıpkı,” düşündü birden söyleyeceği şeyden emin olmak istercesine “ Tıpkı kocamın gençliğine benziyordu ama hatları beni andırıyordu sanki.”
Düşüncelere dalmak üzereydi ki Corky havlamaya başladı. Heyecanla bacağını çekiştiriyor ve inatla ona sesleniyordu. “Ne oldu Corky? Ne var? Ah şu köpek!” dedi onu takip ederek. Corky’yi evin arkasında bulunan yere dayanmış bodrum katı girişine kadar izledi. Corky patileriyle ahşap girişe vuruyor ve ona bakıp havlamaya devam ediyordu. “Ne var orada? Ne hissettin yine?” dedi şüpheyle. “Aşağıda ya bir fare ya da kedi var herhalde.” diye düşündü. Yukarı doğru açılan ahşap girişi açarak onun heyecanla içeri girmesini seyredip, gülümseyerek peşinden içeri girdi. Çok uzun zamandır buraya girmemişti. Elini alçak tavandaki asma lambanın düğmesine uzatarak ışığın içeri aydınlatmasına izin verdi. Eski püskü malzemelerle dolu kutular ve duvara özenle asılan, paslanmaya yüz tutmuş aletler göze çarpıyordu. Küçük üç metrekarelik alanda, dip tarafta eski bir kitaplık, eskimeye yüz tutmuş kitaplara ev sahipliği yapıyor, yan tarafındaki tozlu masada ise çok eski bir daktiloyla hemen yanına konulmuş kırmızı kırık kumbara dikkat çekiyordu. Masanın üstü yetersiz tavan arası ışığıyla loş bir görüntüye bürünmüştü. Corky masanın üstüne çıkıp daktilonun tozlu ve örümcek ağı bağlamış tuşlarına vuruyor ve ağzıyla tuttuğu kumbarayı ona uzatıyordu. Masanın üstünde bulunan küçük okuma ışığını yakarak, eskimiş, tozlu, tahta sandalyeye oturan Susannah, Corky’ye bakıp “Ne anlatmaya çalışıyorsun oğlum?” dedi. Aniden çok eskiye gitmiş ve zihni onu, kafasının tavan arasında sıkışmış hüzünlü anılara kısa bir yolculuğa çıkarmıştı.
Daktiloyu aldığı zamanı hatırlıyordu. Henüz yirmi beş yaşında, yeni evlenmiş ve öğretmenliğe başlamıştı. Çocuk sahibi olma denemelerinin başlangıcıydı. İkinci el malzeme satan basit bir dükkânın vitrininde görmüş ve o an almaya karar vermişti bu daktiloyu. Oğlu olmasını çok istiyordu ve bu eski daktiloyla ona mektuplar yazacak onu büyütürken yaşadığı olayları ve hatıralarını bir mektup günlüğünde toplayıp oğluna hediye edecekti. Daktilo yanında hediyesiyle gelmiş ve dükkân sahibi yaşlı Pat onun daktiloyu bakarken gözlerindeki ifadeyi görüp neden aldığını sorunca Susannah’da ona niyetini anlatmıştı. Dükkân sahibi de “O zaman bu kumbara da benim hediyem olsun doğacak bebeğine” demişti gülümseyerek. Yılarca uğraşmalarına rağmen çocukları olmamış, evlat edinmeye de kocası sıcak bakmamıştı. Oysa ne çok istemişti bir oğlu olmasını. İsmini bile koymuş, her zaman onun doğmuş olduğunu ve büyüttüğünü hayal etmişti. Thomas koyacaktı ismine. Onun yakışıklı, akıllı oğlu Thomas.
Corky inatla kumbarayı ona uzatmaya devam ediyordu. Dalmış olan Susannah bir anda rüyadan uyanırmış ona baktı ve kırık kumbarayı eline aldı. Duygulanmaya başlamıştı. Kumbara’nın içi boş olmalıydı çünkü içine bir şey koymamıştı. Yavaşça masaya bıraktığında sanki içinde bir şey sallanıyormuş gibi hissetti. Tekrar eline alıp kilitli olmayan alttaki kapağını açtığında, içinde buruşturulmuş bir kâğıt parçası olduğunu fark etti. Kâğıdı açtığında üzerindeki kısa yazıyı görünce elini şaşkınlıkla açılan ağzına istemsizce götürüp donakalmıştı. Gözleri yaşarmış halde “Ama nasıl olur?” diye düşünüyordu. Corky’de sanki onu anlarmış gibi bakıp, patisiyle daktiloyu gösteriyordu.
Kâğıt parçasında “ Benim için yazar mısın anne? Thomas” yazıyordu.
Bir tozlu daktiloya, bir Corky’ye baktı Susannah. Ağlamaklı bir sesle “ Burada neler oluyor bilmiyorum ama sanırım aklımı yitiriyorum. Bu kâğıdı da ben koymuş olmalıyım buraya. Ama ne zaman ve neden?” Ağlamaya başladı. “Oh! Tanrım! Neden bunu bana yapıyorsun?” diyerek hıçkırıklara boğuldu.
Biraz sonra kendine gelmiş ve elleriyle gözyaşlarını siliyordu. Corky hala ona “Neden yazmıyorsun?” dermiş gibi bakıyor ve daktiloyu işaret ediyordu. “Pekâlâ! Biraz yazmak belki bana da iyi gelecek.” dedi kararlılıkla. Üzerinde çok önceden yerleştirilmiş bir kâğıt olan tozlu daktiloya bakıp eliyle ağları temizledi ve parmaklarını tuşlara koyduğu anda daktilonun onu çektiğini fark etti. İçine inanılmaz bir yazma isteği doğmuş ve bu isteğini durdurmamıştı. Tuşlara sertçe vurarak ilk kelimelerini kâğıda dökmeye başlamıştı. “Biricik oğlum Thomas’a”
Bir anda bodrum katının şekli değişmeye ve çok daha düzenli bir yere dönüşmeye başladı. Aynı yerdi ama kitaplık, masa ve daktilo tertemiz haldeydi. Kutular ortadan kalkmış ve yerine bir yarış bisikleti gelmiş, her yer çok temiz görünüyordu. Tavanda ki asmalı ışık yerine yuvarlak ve ortalığı çok daha fazla aydınlatan florasan lamba gelmiş, en garibi de Corky bir anda değişmiş ve rüyasında gördüğü yakışıklı gence dönüşmüştü. Rüyada olduğunu zannederek “Ya hala uyuyorum, ya da işte şimdi kafayı gerçekten yedim!” dedi seslice.
Üzerinde gri bir tişört ve açık mavi bir kot bulunan sarışın genç, ayakta masaya dayanmış halde ona bakıp gülümsüyordu.
“Aynen ben de bunları demiştim ilk olarak.” dedi sakince.
Susannah, onun gözlerinin içindeki sevecen ve cana yakın ifadeyi fark etmiş ama bu onu rahatlatmamıştı. Neler olduğunu anlamaya çalışıyor ve mantıklı bir açıklaması olmasını umuyordu.
“Sen kimsin? Ve benim burada ne işim var? Deliriyor muyum?” dedi endişeyle.
“Hayır! Delirmiyorsun. Her şeyi anlatacağım ama önce sakin olup beni dikkatle dinlemeni istiyorum. Olanlara mantıklı bir açıklama getiremiyorum ama bazı şeyleri daha net anlayabiliyorum şimdi.” dedi genç ve sözlerini dikkatle seçmeye özen gösterip devam etti konuşmasına.
“Lütfen ben anlatırken sadece dinle ve soru sorma. Eğer haklıysam daha çok zamanın olacak soru sormaya. Şu anda hala evin bodrum katındayız ama burası aynı zamanda benim evimin de bodrum katı.Ben annemi ve babamı hiç tanımadım. Yetiştirildiğim kimsesizler yurdunda benim bir anda ortaya çıktığımı söylemişlerdi. Beni yurdun bahçesinde bulan müdür, oraya bırakılmış olduğumu ve kimin bıraktığını bilmediğini anlatmıştı bana. Yaşım büyüdükten sonra okulu başarıyla bitirdim ve bir işe girdim. İçimde bir boşluk vardı ve bir türlü bunu tarif edemiyordum. Annemle babamı hiç tanımamış olmak beni çok üzüyordu. Yaşıtlarımın annelerinin onlara nasıl yaklaştığını ve nasıl sevgiyle büyütüldüklerini görüyor acaba benim annemde beni böyle sever miydi? diye düşünüyordum. Bir gün yaşadığım şehirdeki bitpazarında gezerken paslanmış eski bir daktilo görüp aldım. Hiç tanımadığım anneme mektup yazmak niyetindeydim. Daktiloyu kendimle baş başa kalmayı sevdiğim bodrum katına koyup yazmaya başladım. Köpeğim Fritzy her zaman yanımda olur ve beni bırakmazdı. Yazmaya başlar başlamaz, bir anda kendimi kaybettim ve uyandığımda dünyaya farklı gözlerle bakıyordum. Köpeğimin şekline girdiğimi fark ederek bodrumdan dışarı çıkmaya çalıştım ama çıkamamıştım.”
Susannah hatırlıyordu. Bundan bir sene önceydi ve musluktan boşalırmışçasına yağan yağmurlu bir geceydi. Verandada oturup kitap okurken inleme seslerini duymuş ve bodrum katına inmişti. Corky’yi de orada bulmuş ve yağmurdan kaçmak için oraya saklandığını düşünmüştü. “Bodrumun kapağını açık unutmuş olmalıyım.” demişti kendi kendine.
Susannah düşünceli bir tavırla onu dinlerken genç oğlan konuşmaya devam ediyordu. “ Sonra seni gördüm ve beni oradan çıkarıp bakmaya başladın. Uyandığımda köpeğimin gitmiş olduğunu fark etmiş ve her yeri aramıştım. Gördüklerimin bir rüya olduğunu varsayıyordum. Fritzy’yi bulamamıştım ve çok üzülmüştüm. Duygularımı yazmak için daktilomun olduğu Bodrum katına indim ve yazmaya başladığımda kendimi kaybedip tekrar senin yanına geldim. Senin kim olduğunu bilmiyordum ama içimden bir ses benim için çok önemli biri olduğunu söylüyordu. İçimden bir ses acaba diyordu? Denemeye karar verdim. Küçük bir kâğıda okuduğun o notu yazıp ağzımla tutarak daktilonun başına gittim ve oraya geldiğimde kumbaraya yerleştirdim. Patilerle zor oldu gerçi” gülümsüyordu.
“ Mantıklı bir açıklamam yok ama sanırım farklı zaman boyutunda aynı daktiloyu aldık ve onu aynı bodrum katına koyduk. Bu bodrum katı farklı zaman boyutuna geçmek için bir geçit oldu ve bu sayede oraya gelebildim. Neden aynı daktiloyu aldığımızı anlamaya çalışırken fark ettim ki bunun ancak tek sebebi olabilirdi. Aramızdaki bağ. İşte o zaman şüphelerimi denemek için o satırı yazdım ve okumanı sağladım. Kâğıda baktığında gözlerindeki ifade her şeyi anlatıyordu. Benim olmamı ve hayata gelmemi o kadar çok istemiştin ki farklı bir boyutta oluşup sana ulaşabildim.”
Susannah ayağa kalkmış ve iki eli gözlerini açık bırakacak şekilde yüzünü kapattığı sırada gözlerinden gelen yaşlarla ona bakıyordu.
“Benim anne. Oğlun Thomas!”
Onun da gözleri yaşarmıştı. Susannah daha fazla dayanamadı ve oğlunu kucakladı. Sarsıla sarsıla ağlıyor ve onu koklayıp, öpüyordu. Ellerini onun yüzüne koyup, “Biliyordum.” dedi. “ Bu kadar güzel ve yakışıklı bir oğlum olacağını biliyordum. Tıpkı babana çekmişsin.” dedi nefesini içine çekmeye çalışarak.
“Anne, sanırım bu son karşılaşmamız ve bir daha birbirimiz göremeyebiliriz ama bu bodrum katı ve daktilo aramızdaki bağlantıyı sağlıyor. O yüzden bana yazmayı lütfen bırakma. Mektuplarını hep okuyacağım ve bende sana yazacağım. Seni çok seviyorum.”
Başta gerilim diye başladığım fakat sonlara doğru duygusal anlar yaşadığım harika bir öykü olmuş. Fantastik kısımları da var bizi biz yapan duygular da.. Tebrik ediyorum gerçekten.
Teşekkürler bu değerli yorum için. Evet, dağ başında bir malikane ve tasvirler başlarda biraz gerilim havası vermiş. Sonrası malum. Yaratmaya çalıştığım da Fantastik bir dramdı aslında.Anca bu kadar oldu 🙂 .
Kısa hikayelerin karakter betimlemelerinde derinlemesine iniliyorsa hikayenin psikolojik tarafının daha ağır basıyor olabileceği ilk akla gelendir ki öyle de oldu. Fantastikten daha ağır bastığını düşündüğüm psikolojik çöküntüler, paradokslar okuyucunun merakını gıdıklarken, hikayeyi bir o kadar da okunulası kılıyor.
Girişte bir Stephen King esintisi hissetmedim değil. 🙂 İşlenilen mekan ve karakter tiplemeleri (dağ başı, sadık ve düşünceli bir köpek, kendini toplumdan uzaklaştırmış bir yazar..) bana çok tanıdık geldi doğrusu. Sonlara doğru farklı bir atmosfere giriş yapıp -meğerse- duygusallığa kök salan hikaye devamı getirilebilecek kadar başarılı.
Çok teşekkürler. Hikayenin kısa olması ya da kısa tutulmak istenmesi bazen yazarı köşeye sıkıştırabiliyor. Betimlemede az, öz, duru bir anlatım ve durumu ortaya çıkarma çabası duyguları hissettirme anlamında kısıtlı ve tekdüze bir anlatıma sürükleyebiliyor yazarı. Fantastik eserlerde ise küçük kaçamaklar ve soru işaretleri bırakıp, durumu her an değiştirme şansına sahipsiniz. Bu da az ve öz yazımda akıcılık getirirken yazarı fanteziye değil daha çok durum psikolojisine götürüyor çünkü vermek istediğiniz sürpriz hissi bir an önce ortaya sürmeniz gerekiyor. Bu anlamda yorumunuzdaki nokta atışı için tebrik ediyorum.
Tüm kitaplarını okuduğum bir yazardan etkilenmem kaçınılmazdı. Bir diğer isabet daha 🙂 Bu öyküyü devam ettirir miyim bilmiyorum ama öyküyü kısa tutmak istememin beni engellediğini fark ettim. Sanırım bundan sonra yazacaklarım çok daha uzun soluklu olacak.
Sevgili Ceyhun Özçelik öncelikle kaleminize asla küsmeyin derim, güçlü bir hayal gücünüz var öykünüzle iyi harmanlamışsınız. Hikaye insanı bellir bir yerden sonra içine iyi hapsediyor ve sonuca bir an önce ulaşma isteği oluyor insanın içinde (bodrumdan ne çıkıca acaba diye heyecanlandım 🙂 bu çok önemli bence yazarlar için, karakter betimleriminiz, çevreyi tasvir edişinizide son derece başarılı buldum, elinize ve yüreğinize sağlık…
Sevgili Kader; Çok teşekkürler değerli yorumunuz için.