Bir önceki akşam halası ve 3 kuzeni ile bir aradaydılar. Kuzenleri ve halası ile ne zaman bir araya gelseler aynı muhabbetleri yapıyorlar, aynı hikâyeleri anlatıyorlardı; bir önceki akşam da böyle oldu. Koridorun sonundaki salonun ışığını kapatmak için önce kendi odasının ışığını yakması bundandı. Işığı yakmak için odasına gitti. Sonra yedi adım atıp koridoru geçti, salona gelip ışığı kapattı. Işığı kapatınca kalbi daha hızlı çarpmaya başladı ve aynı hızla odasına doğru koştu, ışığı kapattı, yatağa girip pikeyi başına kadar çekip örtündü.
Sabah olduğunda kuşların sesleri ve bodrumun çatısında gezen kedilerin gürültüleri ile uyandı. Anne ve babası işe gitmiş, ev ise rutubete teslim olmuş, duvarların engellediği aydınlıktan yoksun haldeydi. Beyza için bu evin tek iyi tarafı vardı, o da yaz ayının bunaltıcı sıcağını çekmek zorunda kalmamasıydı. Asfaltı gören pencereden güneş girmesi neredeyse imkânsızken, küf kokusu evin her yerini sarmışken, rutubet dizlerini ağrıtıyorken bu evi sevmek için hiçbir nedeni yoktu. Üstelik hiçbir arkadaşı da eve gelmiyordu. Hatta çok sevdiği bir arkadaşını eve davet etmiş, arkadaşı ise bu evin ne kadar kasvetli olduğunu ve bir daha gelmeyeceğini Beyza’ya söylemişti. Bu yüzden olsa gerek Beyza’nın en yakın dostu halının altında yaşadığını keşfettiği siyah bir akrep oldu. Uyanır uyanmaz ilk iş halıyı kaldırıp baktı. Akrep hala oradaydı. Hemen evin köşesine ağ yapmış olan örümceklerden biraz toplamaya çalıştı, dip köşe bakınıp bulabileceği ne kadar böcek varsa süpürge yardımı ile topladı. Halının altına doğru süpürdü. Eğer annesi bunu öğrenseydi çok kızabilirdi, hatta ilk zamanlar Beyza da ürküyordu ama akreple konuşmaya başladığında kendini daha iyi hissetmeye başlamıştı.
Akrebin sabah kahvaltısını hazırladıktan sonra mutfağa girip kendisi için bir şeyler hazırladı. Bu işleri becerecek kadar büyümüştü artık. Her işini tek başına halledebiliyordu ama tek başına kalmaktan çok korkuyordu. Birden aklına vitrinde duran eski bir din kitabı geldi. Kahvaltısını yarıda kesip kitabı karıştırmaya başladı. Korkuyla nasıl başa çıkabileceğine dair yardımcı olabilecek bir şey bulmak istedi. Birkaç tane dua ve dualar hakkında yazılmış yazı okudu. Bu sırada kahvaltısını tamamladı, kitabı okumayı bitirip sofrayı kaldırdı. Merdivenlerden koşar adım inen çocukların sesini duydu. Hepsi apartmanda yaşayan ailelerin çocukları ya da torunlarıydı. Beyza’da biraz oyun oynamak için dışarı çıkmak istedi. Odasına gidip pencereyi açtı, sonra yan tarafta bulunan yatak odası aklına geldi; yatak odasına gidip arka boşluğa açılan kapısını açtı. Terliklerini ayağına geçirdi. Çocukların yere serip oturdukları örtüye o da oturdu. Çoğu erkek çocuğuydu; ya dairelere ait olan bodrumların kapılarını açıp içine girip çıkıyorlar, ya bodrumların tepesine taş atıp kedileri korkutuyorlardı. Hatta çocuklardan biri kavga ettiği arkadaşını bodruma kilitlemişti. Az sonra mağdur olan çocuğun abisi gelip bodrumdan kardeşini çıkarttı ve onu oraya kilitleyen diğer çocuğa okkalı bir tokat patlattı. Bu gürültü ve patırtı arasında apartmanın ön tarafından, sokaktan geldiği anlaşılan bir uğultu duyuldu. Bütün çocuklar merakla sokağa doğru koşturmaya başladı. Kiminin annesi de apartmanın kapısına çıkmıştı, çocukların sokağa çıkmalarına izin vermediler. Beyza ne olduğunu ancak akşam annesi eve geldiğinde anlayabildi.
Beyza, annesine mahallede ne olduğunu sordu. Annesi:
“Dışarı çıkamamanız çok iyi olmuş, karşı apartmanda oturan Melike abla çatıdan düşmüş. Ölmüş, Allah rahmet eylesin.”
Beyza, Melike abla hakkında iyi sayılacak şeyler duymamıştı ama onu yine de severdi. Çünkü o diğerlerinden daha farklıydı. Yüzünde daima aynı tatlı gülümseme ile yürürdü sokakta, Beyza’yı her gördüğünde ona da ayrıca gülümserdi, arada sırada onu kendi kendine konuşurken görürdü ve hiç arkadaşı olmadığı için ona üzülürdü. Belki de çok yalnız olduğu ve kimsenin onu anlamadığını düşündüğü için ölmek istemişti Melike abla. Aslında düşmemiş, tam karşı apartmanın çatısına çıkıp kendisini aşağıya atmıştı. Beyza’nın tahmin ettiği doğruysa tam da evinin penceresinin önüne, asfalta çakılmış olmalıydı. Annesi, üzülmesin diye kendisine yalan söylüyordu. Evet, bu ancak böyle olabilirdi.
Olayın yaşandığı gece Beyza herkesten önce yattı. Bütün ışıklar sönmeden önce o, yatakta olmak istiyordu. Pikeyi başına kadar çekti, hava çok sıcak olduğu için bir yandan terliyor bir yandan korkudan elini, kolunu dışarı çıkartamıyordu. Sağa döndü, sola döndü, dakikalar geçti ama uyuyamadı. Bir ara tam içi geçmişken odasının perdesine yansıyan bir ışık gördü. Işık dalgalanıyor, bir aşağı bir yukarı dans ediyordu. Hemen ardından bodrumların çatısı üzerinden gelen sesler duydu. Önce kedi olabileceğini düşündü ama bu sefer daha derin, daha tok ve güçlü sesler duymuştu. İyice kulak kabarttı ve davul tokmağından çıktığı anlaşılan sesler işitmeye başladı. Ardı ardına 3 kere tokmak davula vuruyor, kısa bir es verdikten sonra aynı ritmi çalmaya devam ediyordu. Beyza yaşadığı bu olağan dışı durum karşısında kelimenin tam manası ile donup kaldı. Soğukkanlılık bu muydu? Avazı çıktığı kadar bağırması gerektiğini düşünüyordu ama yapmadı, gözlerini dahi kırpmadan yatağında doğrulmuş bir halde perdeye yansıyan ışığa bakıyor, bir yandan da davulun sesini dinliyordu. Koşup yatak odasına gitmek istedi ama korkudan olduğu yere saplanmıştı. Biraz sonra her gece yastığının altında sakladığı el feneri aklına geldi. Hemen eline aldı, feneri bulundurduğu için ne kadar da akıllı olduğunu düşündü ama feneri açmaya da cesaret edemedi. Ya görmek istemeyeceği başka bir şey görecekse? Bir kaç seçeneği vardı; yatak odasına gidip annesini uyandırana kadar kapıyı yumruklamak, olduğu yerden avazı çıktığı kadar bağırmak, el fenerini açıp kalkmak. İlk iki seçenek cazip değildi, aklını kaçırmış olabileceğini düşüneceklerdi. Hatta Beyza da bir an delirip delirmediğini düşündü. Artık küçük bir çocuk değildi. Bir derste dinlediği hikâye aklına geldi. Korkusunu yenmek için korkunun üzerine gitmesi gerekecekti. Öncesinde ışık ve sesin kendiliğinden ortadan kaybolmasını bekledi, bu bekleyiş anında hiçbir şey yapmadan öylece durdu, kalbinin boğazına kadar geldiğini hissediyordu. Eğer bu kadar uzun süren bir ses ve ışık gösterisi varsa neden kimseden bir çığlık yükselmiyordu? Acaba çok korkak olduğu için zihni ona oyun oynuyor olabilir miydi? Beyza korkunun tamamen onu ele geçirdiği bir anda, aklında yankılanan “yeter!” nidasıyla yerinden fırladı. Üstelik el fenerini de açmamıştı. Doğruca pencereye gidip önce perdeyi çekti, sonra hızla camı açtı. Gördüğü şey ona daha önce aslında hiç korkmamış olduğunu hissettirdi. Eğer korku diye bir şey varsa bu kesinlikle onun fizik bulmuş haliydi. Korku, bodrum çatısı üzerinde bir ateş olarak parlıyordu ve ateşin etrafında Melike abla ağır ritimde dans ediyordu. Beyza biraz daha dikkatli baktığında Melike abla’nın aslında o olmadığını fark etti. Kısa bir an sonra hızla camı kapattı, perdeyi örttü, yatağa girip pikeyi başına kadar çekti, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı, bu sırada hıçkırıkları arasına karıştırarak öğrendiği duaları okumaya başladı. Bir ara sesi o kadar yükseldi ki yatak odasının ışığı yandı, annesi hızla Beyza’nın yanına geldi, onu hıçkırıklar eşliğinde uykusunda dua okurken buldu. Beyza’yı uyandırabilmesi için biraz sarsması gerekmişti. Beyza gözlerini açtığında kendine geldiğinden emin oldu ve onu sakinleştirmeye çalıştı. Gün ağarana kadar annesi yanında kaldı. Sabah olup Beyza’nın uyuduğunu görünce yanından ayrılıp mutfağa gitti.
O gün kahvaltıda geceye dair hiçbir şey konuşmadılar. Annesi bunu özellikle yapardı, çünkü bir olayın üstüne gitmenin daha da işleri zorlaştıracağını düşünürdü. Karanlık korkusunu yenmek için Beyza’nın da zamana ihtiyacı olduğunu düşünüyordu. Beyza da gördüklerinin rüya mı gerçek mi olduğunu ayırt edemediğinden fazla düşünmemeye çalıştı. İleriki günlerde bu bodrum katından taşınmayı ailesine teklif etmeyi düşündü ama kirayı zaten zor ödüyor olduklarından bu fikrinden de bir süreliğine vazgeçti.
Güzel ve garip bir hikaye olmuş. Öykünde hafif bir gerilim hissi vardı. Bence paragrafları çok uzun tutmuşsun. Bölebilirdin.
Vakit ayırdığınız için teşekkürler. Haklısınız sondan ikinci paragraf uzun olmuş. “Garip” olarak anlatmak istediğinizi açabilir misiniz?
Olayların akışı “Garip”. Başlangıç kısmında hala ve kuzenlerin hikaye anlattığından bahsetmişsin. İlk başlarda olayları hala Beyza’ya anlatıyor ya da anlatılan hikayeyi Beyza kendi kafasında olayın kahramanı kendisiymiş gibi canlandırıyor hissine kapıldım.
Kızın akrep beslemesi olayı ise havada kalmış. Akrebin, hayalet olayına bağlanmasını bekledim ama olmadı.
Öykünün ilk paragrafını tekrar okudum, söylediklerinizi dikkate alacağım. Paylaştığınız için teşekkürler.
İlgi çekici bir hayalet hikayesi olmuş. Tabi eğer Beyza’nın gördüğü gerçekten bir hayaletse 🙂 Dilin sade ve akıcı, anlaşılır. Paragrafların belki uzun olabilir ama bu, konunun anlatılışını baltalamıyor bence. Yine de, paragrafın konusunun değiştiğini düşündüğün yerde, yeni bir paragrafa geçebilirsin. Uzun paragraflar bazen okuyucuyu bunaltabiliyor ama bu hikaye böyle değil emin olabilirsin. Hikaye, devam ettirilebilir bir sonla bitmiş çünkü kafada soru işaretleri bırakmışsın. Bu da öykündeki en önemli sorun bence. Yine de ellerine sağlık. Güzelce okuyup bitirdiğim bir hikaye olmuş. Yazmaya devam… 🙂
Beğenmenize sevindim, yorumunuz için ayrıca teşekkürler. Öykünün ucunu bilinçli olarak açık bıraktım. Eğer roman yazmış olsaydım o zaman mutlaka bir final hazırlardım ama bu bir öykü o yüzden sorun demek yanlış olur. Paragraf konusunda yukarıda yazdığım gibi haklısınız. Teşekkürler.
Ama öykülerin de bir finali olması gerekir. Tamam, bu hikayenin de bir sonucu var fakat beklenildiği gibi değil demek istedim sadece. Sen hiç havada kalan bir Peyami Safa, Ömer Seyfettin, Kemalettin Tuğcu ya da başka bir yazarın öyküsünü gördün mü? Kesinlikle finali her soruya cevap vermeli ya da yazarın da bilmediği bir son olduğu okuyucuya nakşettirilmeli. Yazını gördüğüm kadarıyla yazma işinde yeni değilsin, bu konuda biraz tecrüben olduğunu düşündüm. O yüzden de final kısmına bu kadar fazla değindim. Neyse, finalini sen beğendiysen bize de kabul edip okumak düşer. Ama umarım eleştirileri de dikkate alırsın. Bunlar sadece yazının daha iyi olması için yaptığımız naçizane yorumlar. Kabul edip etmemek senin elinde.
Selamlar, öykü psikolojik gerilim olarak güzel başlamış, iyi devam etmiş ama tek öykü olarak bu sonu öyküye yakıştıramadım. Daha net, belirgin bir son olabilirdi ama devamını yazacaksan bu değişebilir elbette. Akıcılık açısından pek sıkıntı yok, sadece paragraf uzunluklarına dikkat etmelisin. Anlatımın iyi ancak daha geliştirebilirsin, yolun başındasın sanırım daha. 🙂 Yazım, noktalama hatası görmedim hiç ya da gözüme takılan olmadı. Bu bakımdan tebrik ediyorum seni.
Adil Bey samimi mesajınız için teşekkür ederim açıkçası tebessüm ettim. Yolun başında değilim maalesef :). “Akıcılık açısından pek sıkıntı yok, sadece paragraf uzunluklarına dikkat etmelisin. Anlatımın iyi ancak daha geliştirebilirsin” demişsiniz. Akıcılık iyi bir anlatımın özelliklerindendir, bahsetmek istediğinizi anlayamadım. Okuduğunuz için ayrıca teşekkürler.
Selamlar, cevabınızı ancak görebildim. Elbette yolun başında olduğunuzu ancak tahmin edebilirim ve bunu da haklı çıkma gibi bir düşünceyle yapmam. Sadece okuduğum öyküye göre değerlendirebilirim. 🙂
Akıcılık konusunda size pek katılamıyorum. Evet, bize öğretilenlerden biri, iyi anlatım akıcılığa etki eder cinsindendir. Ancak benim söylemek istediğim; anlatımınızı iyi bulmam, anlatış tarzınızı beğenmiş olmamdan kaynaklı. Siz öyle cümleler yazarsınız ki bazı okuyucuları çok etkiler bazılarındansa ‘aşırı klasik’, ‘yenilik, farklılık kazanmak için saçmalamış’, ‘orijinal olmaya çalışmış ama başaramamış’ gibi yorumlar alabilirsiniz.
Bana kalırsa akıcılığı etkileyen faktörlerin başlıcalarından biri noktalama işaretlerine dikkat etmek ve okurken gözü yormayacak olan yazım kurallarına dikkat etmiş olmanızdan kaynaklı. Sizin öykünüzde de bu var. O yüzden ki öykünüzü akıcı buldum. Eğer aynı öyküyü; noktalama işareti kullanmadan, yazım kurallarını göz ardı ederek yazmış olsaydınız kesinlikle akıcı bulmaz; ama yine de anlatım bakımından tarzınızı başarılı bulurdum. Umarım anlatmak istediğimi anlatabilmişimdir. 🙂
Bodrum katı denilince birçok insanın aklına hayalet öyküleri gelmiş sanırım. 🙂
Kırılmanı istemem ama öykünün pek de iyi olduğunu söyleyemeyeceğim. Sıradan bir hayalet öyküsü olarak kalmış, diğer hayalet öykülerini geride bırakıp hiçbir merhale atlayamamış. Hayalet öyküleri kesinlikle çok yazılmış öykülerdir, ama eğer sen buna rağmen bir hayalet öyküsü yazacaksan, öyküne bir yenilik ve farklılık katmak zorundasın. Ama dediğim gibi, seninki sıradanlığı aşamamış. Geceleri korkan bir kız intihar eden komşusunun hayaletini görüyor, e peki bunu diğer hayalet öykülerinden farklı yapan ne?
Yani diyeceğim, güzel ama sıradan bir hikayeydi. Böyle çok basmakalıp konular işlemen gerektiği zaman onlara bir farklılık katmaya çalışmalısın bence. Ve kesinlikle ama kesinlikle böyle yorumlara alınmamalısın, bunlar daha iyiye gidebilmen için gerekli, zamanında bize de yaptılar. 🙂
Dediğim gibi, kırılmanı istemem. Öykündeki başka birçok nokta, daha iyiye gidebileceğinin göstergesi. Bunu sen de biliyorsundur. Yazmayı sakın bırakma. 🙂
Tebrikler…