“Biliyor musun o çocuk eskiden çok farklıydı dedi” en dedikoducu ifadesiyle Selen. Önündeki ekmek arası peynir ve kara çam pekmezden oluşan öğle yemeğine kocaman açılmış gözleriyle bakan oğlan sanki kanserin çaresini bulmuşçasına mutlu görünüyordu. Selen huşu ile devam etti, “Kübra’nın abisi anlatmış ona, basketbol falan oynuyormuş birlikte eskiden, neyse işte dedi ki bir sabah uyandığında evinde kimse yokmuş. Tüm ailesi hiç bir iz bırakmadan yok olmuş. Banka hesapları onun üzerine, her şeylerini bırakmışlar. Düşün bak eksik bir çorap bile yokmuş evde” Selen kendi anlattığından etkilenmiş gibi davranıyordu, aslında kötü bir aktördü. Gamze buna rağmen Ekin denen bu eksantrik oğlanı merak etmemişti.
Gamze normal insanlar ile normal bir hayatın peşinde olan normal bir kızdı. Ne var ki Selen anlattıkça boşlukları dolduran Gamze’nin normal aklı aslında normal olmaktan çok uzak var sayımlar yapıyordu. Bunu yaptıkça sabah evinde uyanan Ekin’in kimsesiz bir şekilde bunca zaman yaşayabilmesi ona rasyonal gelmemeye başlıyor ve haliyle sağ kaşı her geçen cümlede daha fazla kalkıyordu. Bir süre sonra yüzünde öylesine gülünç bir ifade oluşmuş olacak ki Selen gülmeden edemedi. “… doğru söylüyorum, vallaha bak! Git kendin sor ona istersen.” Gamze sıradan gün akışını bozacak herhangi bir eylemde bulunmaktan ölesiye kaçınırken bu meydan okumaya karşı koyamadı. Belki bunun kaynağı, önceki gün, sonunda ona kendisini açan ve Gamze’nin diğerlerine nispeten tatlı olduğunu düşündüğü bir oğlanın aslında farkında olmadan verdiği öz güven de olabilir. Onun adını bile bilmiyordu ve onunla takılmayı da pek düşünmüyordu ama buna rağmen kendisini iyi hissediyordu.
Ekin’in yanına geldiğinde arkasına baktı, Selen onu dikkat ile izliyordu; yüzünde muzip bir ifade vardı. Açık havada, okulun denize bakan beton bahçesinde, öğle arasının kısıtlı ama müthiş özgürlüğünde, parmaklıklar ardında, kantinden alınmış ıvır zıvırın eşliğinde, geçirilen vakitten boğaz manzarasını izleyerek keyif alan Kabataş Lisesi öğrencisi ve tuhaf mizaçlı Ekin omzunda tıkırdayan bir parmak ucu hissettiğinde irkilmeden edemedi. “Kapının anaht…” derken durakladı çünki şaşkın bir kız görmek beklediği son şeydi. Sonrasına aklından geçenleri yazmak pek mümkün değil, müstehcen oldukları için değil, hayır, çoğu onun yaşındaki oğlanın aklına gelenler, Ekin’in aktif olmayan bir yanıydı. Onun aklından geçenler yazılamaz çünki tasvirleyecek uygun bir dil yoktur. Belirtilebilir ki hemen hiç biri Gamze ile ilgili değildi, tamamen başka bir diyardaydı.
Gamze oğlanın karşısında dikilmiş cümleye nasıl başlayacağını kestiremeden bakıyordu. Sonunda tam cümlesine başlayacaktı ki Ekin konuştu, aslında aynı anda konuştular denebilir. Ekin, “Söyle Selene’e onun kadar adi birini görmek istemiyorum.” derken, Gamze “Neden bir sabah yalnız uyandın?” dedi. İkisi de birbirlerinin cümlelerini kesmemiş, tam olarak heceleri üst üste nasıl olduysa oturtmuş, düet yapan şarkıcılar gibi sonlandırmışlardı. Gamze Ekin’in yalnış anlamasını saniyeler içinde farkedip kızardı ve sonra gülerek arkasındaki bankta oturan kıza bir bakış attı. Ekin ise aksi tavrını değiştirmeden cevap verdi, “Yalnız değilim şirincik, sadece burada sıkıştım.” dedi. Gamze’nin gülmesi onu biraz rahatsız etmişti ama kızın konuşmasına izin verdi. “Şey, özür dilerim, sormak zorundaydım. Diğerleri ile daha fazla konuşsan belki seni daha iyi tanırız. Adını herkes biliyor ama seni bilmiyoruz?” dedi sakince. O konuştukça Ekin’in yüzü önce gevşedi, sonra da abuk bir ifade oturdu yüzüne. Sanki araba farına takılmış kedi gibiydi. Elbette Gamze bu bakışı az önceki pekmez-peynir’in fuzuli kombinasyonuna bakarken takındığı yüze benzetti. Oradan acilen kaçmak istedi, Ekin ile ilgili bir şey gerçekten tüyler ürperticiydi. Dalıp gidiyordu ve mırıldanıyordu. Sıkıştım demişti, bunun üzerine neden gittiğini kendisine bundan yıllar sonra tekrar tekrar soracaktı. Oradan ayrılabilir, Selen ile kantinden sıcak birer bardak néscafe alarak sınıfa çıkabilir ve Ekin’in salaklığına gülebilirlerdi. Ama o bunun yerine sormayı seçti, dürtü gibi, merak gibi, çılgınlık gibi bir andı. “Açıkla, neden sıkıştın?” dediğinde geri dönüşü olmayan bir hamle yapmıştı.
Her şey öyle hızlı olmuştu ki gerçekten dışarıdan bakmayan biri bunu algılayamazdı. Selen en son Gamze’nin güldüğünü ve ardından Ekin ile konuştukça oğlanın sinir ile başlayan tiplemesi yavaş yavaş angutlaşmaya doğru seyirmişti. Duraksamışlar ve ardından ne olduysa olmuştu. Ekin Gamze’yi öpmüştü. Hemde öyle böyle bir öpücük değil, ömründe iki yabancı dudağın böylesine uzun süre ve sahipleri kendilerinden böylesine geçmişçesine birbirlerine temas edebileceğini düşünmemişti. En derin fantazileri bile buna yaklaşamazdı. Gözlerini kırpmadan, ağzı açık, Gamze’nin oğlanın kollarında bayılmasını ve Ekin’in onu kucaklayarak okulun denize bakan tarafında konuşlandırılmış sayısız banktan birinde oturan kendisine doğru gelişini izledi. Ekin, “Hayatı o kadar pürüzsüzdü ki utanacak tek bir şeyi bile yoktu, sana benzemiyordu Selen.” dedi tek düze bir ses ile kızın başını yavaşça Selen’in kucağına oturtup, yatırırken. Elleri cebinde okul girişine doğru yürürken bir şarkı tutturdu, mırıldanıyordu. Onları izleyen tek kişi Selen değildi elbette, birkaç kişi önce inanamayarak alkışlamış ve diğerlerinden birkaçı da ellerini ağızlarına götürerek ıslık çalmıştı. Hemen ardından Ekin binaya girerken camlardan sarkanlar tezahürat ediyor yıllarca unutulmayacak, dilden dile büyüyecek efsanevi bir anı bilinçsizce kayıt ediyorlardı. Mezun olduğunda okulun en popüler kızı olacaktı Gamze. Hayatı içinde sıkışmış ekzantrik bir oğlan onu öğle vaktinde ne düşündüyse öpü vermiş ve ünlü olmuştu. İşin aslı Selen o oğlan ile orta okuldan beri çıkıyordu. Ekin ile büyük bir kavganın sonunda ayrılmışlardı, kimse halen nedendir bilmez ama fısıldarlar kulaktan kulağa; Selen ile Ekin’in birbirlerinin ailelerini bir gece içinde öldürdüklerini ve anlaşamayarak birbirlerini bir daha hiç görmemeye karar verdiklerini. O gün bugündür Ekin insanlara alışılmışın dışında davranır. Gerçek hikaye aslında şöyledir;
Gerek Ekin gerekse Selen birbirlerinin aileleri tarafından kabul görmüyorlardı. Ekin’in babasına göre Selen bir kevaşeydi, Selen’in annesine göre Ekin bir berduştu. Ailelerinin tanışması ve en azından aradaki anlamsız buzların erimesi için ellerinden geleni yaptılar ancak öylesine kalın kafalılardı ki sonunda görüşmelerini tamamen engellemeye çalıştılar. Selen’i ablasının yanına, il dışına gönderdiler ve Ekin’i lise sınavında İstanbul’dan bir okul yazması için zorladılar. Hesaba katmadıkları şey ise Selen’in Ekin’den tamamen ümidi kestiği anda farkına varmadan Kabataş Lisesi’ni kazanmasıydı. Okulun ilk günü biri Mercedes öteki Audi iki araba içlerinde kimlerin oturduklarını bilmeyen yolcuları ile beyaza yazın yeni boyanmış demir kapıların önünde okuluna yeni başlayan öğrencilerini bıraktığında Selen ile Ekin on bir ay sonunda ilk kez birbirlerini görmüşlerdi. Sonrasında olanlar biraz bulanık, ikiside sadece fotoğraf kareleri gibi hatırlıyor olmalılar her şeyi. Sanırım Selen’in annesi gerçekten düşündüklerinden daha kaçık çıktı. Gözü döndü, ertesi gün ikisinin de ailesi yoktu. Deli kadın akşam evde önce Selen’i öldürmeye çalışmış sonra kız kaçınca kocasını öldürüp o gaz ile Selen’in peşinden gitmişti. Ekin’in ilk hafta için babası ve erkek kardeşi ile kalacağı otele kaçan Selen arkasından ölümü getirmişti. Gecenin finalinde Ekin kendisini savunurken bıçaklanmış ve kadını tuvalete kapatarak kapıyı kilitlemişti. Selen koridorda dizleri üzerinde yıkık hüngür hüngür ağlarken Ekin yarasını saklamak için Ekim ayına pek yakışmayan uzun paltoyu giymiş aşağıdaki otoparktan benzin getiriyordu. Benzini tüm odaya döktüğünde kadını odadan çıkaracak ve bayıltarak yangın alarmını çalıştıracaktı. Soğuk kanlılık ile ailesinin leşleri arasında bu plan ile çıka gelmişti. Çıkan aksilik tuvalet anahtarını otopark ile otel odası arasında bir yerlerde kaybetmiş olmasıydı. Ömrü boyunca pişmanlık duyacağı bir andı onunki, kadını tuvalette kilitli bıraktı ve her yeri tutuşturdu. Sonunda Selen ile bu dünyada baş başa kalmışlardı. Zaten otel sabaha yanıp kül olmuştu bile, onlarca hayat alevler arasında söndü, ayrıntılar önemli değil. İkisi de o günden beri yurtta kalıyorlar.
Üç sene sonrasında, mezuniyet günü geldiğinde ve kepler kafalardayken her sınıftan biri konuşma yaptığında, MF-A’nın Ekin’i sınıf başkanını kürsüden geniş bir aparkat ile devirdiğinde de onu yüzlerce kişi izliyordu. Sınıf öğretmeni kürsüye koşarken ve sınıf başkanı birde yerden yerken Ekin ağzını açtığında da onu izleyenler yine Gamze’yi öperken alkışlayanlar ile aynı yüzlerce kişiydi . Fakat söylediği şeyi sadece tek bir kişi anladı.
“Çünkü ben kendi cennetini toprağın altında arayanlardanım şirincik. Anahtarımı bulana kadar buralardayım, sıkışmış ve… ” Öğretmen ve güvenlik onu aşağıya indirmişlerdi bile.
Olumsuz yorum yazmayı hiç sevmem. Hele ki bu yorum o konu hakkında yazılan ilk yorumsa… Ama bu biraz olumsuz bir yorum olacak.
Amacım kesinlikle sizi üzmek ya da şevkinizi kırmak değil, yanlış anlamayın. Fakat hikayenizi pek iç açıcı bulmadım. Üslubu daha iyi olsaydı, kağıda daha iyi dökülseydi iyi bir hikaye olabilirdi. Ama bu haliyle… Nasıl desem? Tam olmamış, ham kalmış gibi…
Dediğim gibi bu yazdıklarımı yanlış anlamanızı istemiyorum. Eminim yazdıkça daha da ustalaşacak ve daha iyi hikayeler ortaya çıkaracaksınız. Bir daha ki seçkide daha iyi bir öykünüzde görüşmek üzere…
Ben de iyi konuşmayacağım yazı hakkında pek. Fantastik değil ki bir kere bu. Uçuk olduğu kimilerince söylenebilir orası ayrı. Güzel yanı tuttu böyle bir güzel, okuttu kendisini.