Yaşlı kadın yatağında doğruldu, yanı başındaki masadan su dolu bardağı aldı ve bir yudum içti. Uyku tutmamıştı. Rahatsızdı. Ne sızlayan dizleri ne de bükülmüş beliydi uykusunu kaçıran. Sebebini bilmediği bir kaygı rahat bırakmıyordu yaşlı kadını.
Gözyaşları pınar olmuş akıyordu. Senelerdir ağlamamıştı ve şimdi de ağlamak için bir sebebi yoktu ama durduramıyordu kendini. Dayanamayıp kalktı yatağından ve ağır adımlarla rutubetli odasından çıktı. Bulaşıklarla dolu kirli mutfağa girdi ve çim biçme makinesi gibi hiç durmadan gürüldeyen buzdolabını açtı. Az da olsa süt vardı. Sütü bir cezveye doldurup ocağın üzerine koydu.
Evin sokağa bakan tek penceresini açtı ve dışarıyı seyretmeye başladı. Gözleri neredeyse hiç görmüyordu ama yine de görüyormuş gibi yapmayı seviyordu. Gece yarısını geçeli epey olmuştu. Karanlık sokaktan çıt çıkmıyordu. Üşüyüp pencereyi kapattı ve ısıttığı sütü bir bardağa doldurdu. Sütün üzerine biraz tarçın döktü ve yatağına döndü.
Ne can sıkıntısı ne de gözyaşları rahat bırakıyordu. Yine de süt biraz rahatlatmıştı. Sızlayan dizlerini ovaladı kara lekeli elleriyle. Bir an önce sabah olmasını diliyordu. Dükkânını açmak istiyordu. İnsanlarla konuşmak ona her zaman iyi geliyordu. Yaşlı kadın insanları çok severdi. En çok da 14 yaşındayken evden kaçıp giden oğlunu severdi. İçinden ona telefon etmek geldi ama bu saatte ararsa sinirlenirdi oğlu. Hangi saatte ararsa arasın pek hoş karşılamazdı zaten.
Güneşin doğmasına iki saat kala uykuya daldı yaşlı kadın ve saat 8’de uyandı. Uykusu kâbuslarla zehir olmuştu. Can sıkıntısı da geçmek bilmiyordu. Dükkânı kapattıktan sonra bu can sıkıntısının çaresine bakacaktı. Ama şimdi dükkânını açması gerekiyordu. Masanın en üst çekmecesini açıp madalyonunu aldı ve boynuna geçirdi. Madalyonun kapağını açıp oğlunun saç tellerini kokladı.
Giyinmiş ve güneş görmeyen evinden çıkmıştı. Yanından hiç ayırmadığı bastonuna dayana dayana yürüdü caddeye doğru. Küçük bir semtte yaşıyordu yaşlı kadın. Herkesin birbirini tanıdığı ve sürekli birbirlerinin yüzüne gülüp arkalarından konuştuğu semtlerden birinde. Caddedeki simitçiden bir simit alıp dükkânını açmaya gitti yaşlı kadın.
Yaşlı kadın bir falcıydı. Annesi de, onun annesi de falcıydı. Dükkânının adı “ÖTEKİ TARAF” idi. Süslü püslü bir tabelası vardı. Dükkânın camında da “Gözlerinize inen perdeyi kaldırmak ister misiniz?”, “Geleceğinizi ÖTEKİ TARAFTAN öğrenmeye ne dersiniz?” gibi cümleler yazıyordu. Kör Cadı cebinden kalın anahtarı çıkarıp kapıyı açtı. Ona “Kör Cadı” diyorlardı. Boncuk gözlerinden dolayı eskiden “Mavi Cadı” derlerdi.
Kör Cadı yaşadığı şehirde hatta komşu şehirlerde epey ünlüydü. Falının hiç yanlış çıkmadığı söylenirdi. Sürekli “sana bir kısmet var”, “bir sıkıntın var”, “sende göz var” gibi klişe cümleler kuran düzenbazlardan değildi. O gerçek bir falcıydı, bir cadıydı. En azından insanlar öyle düşünüyorlardı.
Kör Cadı gerçek bir cadı değildi. Annesi de değildi. Yaşlı kadının hiçbir gücü yoktu. Büyü falan bilmezdi. Ama bilmek isterdi. Dizlerinin ağrısına bir çare bulurdu büyü sayesinde. Yaşlı kadını diğer falcılardan ayıran tek bir şey vardı; öteki tarafla konuşmasına imkân sağlayan aile yadigârı asa. Kadın yaşlandıktan sonra baston görevini de üstlenen asa.
Öteki tarafla konuşmayı annesi öğretmişti Kör Cadı’ya. Küçük bir kızdı o zamanlar. Annesinin ölülerle konuşabildiğini öğrendiği zaman çok korkmuştu. Ama annesi ölülerle konuşmuyordu. Hayır, küçük kızın hayal edebileceğinden çok daha korkunç yaratıklarla konuşuyordu.
“Şeytanlar,” demişti annesi. “Onlardan korkma. Sana zarar veremezler. Asa bizi korur. Ama seni almaya çalışırlar. Eğer kendini onlara kaptırırsan hiç rahat bırakmazlar. Evine girerler, yatağına girerler, bedenine girerler. Tekliflerini duymayacaksın. Her zaman şer getirirler.”
O zamanlar yaşadığı korkuyu hiç unutmuyordu Kör Cadı. Önceleri istememişti şeytanlarla konuşmayı. Onları hayal etmek dahi ödünü koparıyordu. Ama annesinin desteğiyle korkusunu bastırmıştı. Annesinin ona aşıladığı cesaret sayesinde şeytanlara emir verebiliyordu. Zamanla iradesi güçlenmişti. Birkaç yıl içinde tıpkı annesi gibi şeytanlardan yalnızca istediği bilgiyi alıp yanlarından ayrılabiliyordu.
Kör Cadı şeytanların varlığını kaldırabilmişti. Ama oğlu kaldıramamıştı. Evden kaçmış ve bir daha da geri gelmemişti. Kör Cadı oğlunu geri getirmeye uğraşmamıştı. Oğlu şeytanlarla uğraşamayacak kadar zayıftı ve onu zorlamak yalnızca zarara sebep olurdu. Bu yüzden kadın oğlundan vazgeçmişti. Oğlunun iyiliği için, onu şeytanlardan uzak tutmak için oğlunu eve döndürmeye çalışmamıştı.
Evden kaçtıktan yıllar sonra bir sabah oğlu dükkâna gelmişti. Soğuktu ve artık farklı bir insandı. Büyümüştü, bir iş sahibi olmuştu ve evlenmişti. Sarılmıştı annesine ama yıllar sonra annesini gören bir insanın sarılışı gibi değildi. Yine de yaşlı kadının hayatının en mutlu günüydü. Yıllar sonra bir kez daha gelmişti ve bu kez yanında kızı da vardı.
Kahve yapıp simidini yedi. Sağlıklı beslendiği söylenemezdi ama sağlıklı olmaya da çalışmıyordu. Ölmesi gereken yaşı geçeli uzun zaman olmuştu. Ama hala hayattaydı ve şeytanlarla konuşuyordu.
Kırmızı ışıklarla aydınlatılan dükkâna ilk müşteri öğleden önce gelmişti. İlk kez gelen herkes gibi önce tavandan sarkan sembolleri incelemişti. Sonra da duvarlardaki şeytan ve melek resimlerine ve dükkânın ortasındaki ağaca takılmıştı gözleri. Dalları dükkânın her yerine uzanan yaşlı ağacın her yerine dilekler asılmıştı.
“Hoş geldin,” dedi Kör Cadı, müşterinin elini nazikçe tutup. “Geleceğini öğrenmeyene hazır mısın?”
“Ah, evet,” dedi genç kadın. Gözlerinin içine bakan yaşlı kadından çok etkilenmişti. “Parayı şimdi mi yoksa…”
“Para önemli değil,” dedi yaşlı kadın gülümseyerek. “Masaya geçelim.”
Kör Cadı ve genç kadın el ele ahşap masaya yürüdüler. Masa da tıpkı asa gibi dükkândaki ağaçtan yapılmaydı. Genç kadın Kör Cadı’nın oturmasına yardımcı olduktan sonra kendi sandalyesine geçti. Masanın üzerinde hiçbir şey yoktu. Bir örtü bile örtülmemişti dükkândaki her şey gibi oldukça yaşlı olan masaya.
“Kaç yaşındasın?” diye sordu Kör Cadı.
“22,” dedi genç kadın. “Yaşımın bir önemi var mı?”
“Hiçbir şeyin bir önemi yok ve her şeyin çok önemi var,” dedi yaşlı kadın ve gülümsedi. “Şaka yapıyorum. Yalnızca biraz sohbet edip seni rahatlatmak istedim.”
“Cam küre falan yok mu?” diye sordu genç kadın.
“Hayır,” dedi Kör Cadı. “Ama bir disko topum var içeride eğer bir cam küre görmeyi çok istiyorsan.”
Utangaç kızlar gibi kıkırdadı genç kadın. Kör Cadı elini uzatıp kadının yüzüne dokunmaya çalıştı. Cadı’nın ne yapmaya çalıştığını anlayınca yüzünü uzattı ve ona dokunmasına izin verdi genç kadın. Cadı’nın titrek elleri uzun süre kadının kara saçlarında gezdi.
“Bunlar sayesinde geleceğin hakkında bilgi almaya çalışacağım,” dedi yaşlı kadın ve elindeki saç tellerini gösterdi. Genç kadının elleri refleks olarak saçına gitti. Saçlarının koparıldığını hissetmemişti.
Kör Cadı asasını kaldırıp sol elinin avcunda tuttuğu saç tellerinin üzerine tuttu. Saç telleri ve ahşap masa bir anda alevler içinde kalmıştı. Genç kadın bir çığlık attı ve ayağa fırladı. Sandalyesi gürültüyle yere düştü. Yaşlı kadın ise hiçbir şey olmamış gibi asasını yere bırakıp sağ elini sol elinin üzerine kapattı.
“Otur ve sessiz kal lütfen,” dedi Kör Cadı ve gözlerini kapattı. “Korkmanı gerektirecek bir şey yok.”
Yaşlı kadın yine ateşler içerisindeydi. Bir çöldeydi ama her yer yanıyordu. Kumlar alev alevdi. Etrafta kimse yoktu ama çığlık sesleri, yardım çağrıları ve bir canavarın çıkardığına benzer kükremeler kulaklarını tırmalıyordu. Yanmış et kokusuyla dolmuştu burnu. Annesi buranın cehennem olmadığını, cehennemin çok daha korkunç olduğunu söylemişti. Annesine cehenneme hiç gidip gitmediğini sormamıştı Kör Cadı. Belki de sormaması iyi olmuştu.
“Ne istiyorsun yaşlı cadı?” diye sordu bir şeytan. Yaşlı kadının varlığını hissedince onlarca şeytan etrafına toplanmıştı bir anda. Hiç durmadan konuşuyorlardı ama yaşlı kadın onların tehditlerini ve daha da önemlisi tekliflerini duymamayı öğrenmişti. Yalnızca istediği şeytanla konuşuyor ve istediği zaman ayrılıyordu.
“Bana dükkânımdaki genç kadının geleceğini anlat.” dedi Kör Cadı.
“Bilmiyorum.” dedi şeytan.
“Aptal numarasını kes ve hemen anlatmaya başla. Sana zaman ayıramayacak kadar yaşlıyım.”
Şeytan her zamanki gibi bilgi vermemek için numaralar yapıyordu. Önce Cadı’nın ne dediğini duymamış gibi hiçbir şey söylememiş, sonra genç kadının çoktan öldüğünü söylemişti. Yaşlı kadın şeytanın anlatmasını sağlayacak iradeye sahipti. Bu yüzden şeytan konuşana kadar emirler vermeye devam etti. En sonunda şeytan fısıldayarak da olsa genç kadının geleceğini anlattı. Yalnızca üç gün sonrasına kadar görebiliyorlardı. Yaşlı kadın da daha fazlasını istemiyordu ve zaten kimseye de daha fazlasını sattığını söylemiyordu.
Yaşlı kadın gözlerini açıp dükkâna geri döndüğünde nefes nefeseydi. Genç kadın zangır zangır titriyordu. Şeytanın varlığını hissetmek bile onu mahvetmişti. Şeytanı bizzat görse muhtemelen korkudan ölürdü.
“Kızım, iki gün sonra şu araba satıcısı olan nişanlın, anneni huzur evine yerleştirmeyi önerecek sana. Aslında annenin evini satıp parasını almak istiyor,” dedi Kör Cadı. Kelimeler ağzından zorlukla çıkıyordu. “Sana zorla kabul ettirmeye çalışacak. Kabul etmezsen sana kötü şeyler yapacağından korkuyorum, evladım.”
“Nasıl?” dedi genç kadın. Gözlerini Cadı’dan ayıramıyordu. “İnanamıyorum. Bunları nasıl bilebilirsin?”
“Kızım, o adamın sana bir kötülük edeceğine inanıyorum,” dedi Kör Cadı. “Dikkat et kendine.”
Genç kadın şaşkınlık ve minnet içindeydi. Falın ücretini ödeyip dükkândan çıktı. Yaşlı kadın bitkin düşmüştü. Kadının saçından arta kalanları temizlemek için elini yıkadı. Ateş ise zarar vermemişti eline.
Günün ilk müşterisi aynı zamanda sonuncu olmuştu. Öğleden sonra esnaftan birkaç kişi ziyaretine gelmişti. Ev yemekleri yapan dükkânda çalışan kız ona yemek getirmişti. Artık yaşlı cadıyı tanıyanlar sadece sohbet etmeye geliyorlardı. Geleceği sürekli öğrenmenin insanı delirtebileceğini anlamışlardı.
Dükkânı kapatma vakti gelmişti ama Cadı’nın yapacak bir işi vardı. Geceden beri içini saran sıkıntıyı öğrenmek istiyordu. Dükkânın kapısını kilitledi içeriden. Masaya geçip saçından birkaç tel kopardı ve asasıyla ateşe verdi. Yine küçük cehennemdeydi ve etrafını saran şeytanlarla yüz yüzeydi. Bir insanın iki katı kadar uzun ve yapılı, sürekli ateş tüküren yaratıklardı şeytanlar. Derileri yanmıştı. Gözleri durmadan dönüyor, hiç sabitlenmiyorlardı.
“Ne istiyorsun yaşlı cadı?” diye sordu şeytanlardan birisi.
“Geleceğimi öğrenmek istiyorum,” dedi Kör Cadı. “Hemen, şimdi.”
“Hüzün ve karanlık.” dedi şeytan.
“Daha ayrıntılı!” dedi yaşlı kadın.
“Hüzün ve ayrıntılı karanlık. Ama…” dedi şeytan ve sustu.
“Ama ne?” diye sordu Cadı. “Söyle çabuk.”
“Ama eğer oğlunun geleceğini öğrenmek istersen,” dedi şeytan ve tısladı. “Daha çok ayrıntı verebilirim.”
Yaşlı kadın şeytanların tekliflerini duymamayı öğrenmişti. Ama bu kez şeytanın teklifini duydu ve bunun bir teklif olduğunu anlamadı. Oğluna gelebilecek bir zararı önleme düşüncesi gardını düşürmüştü. Küçük cehennemden ayrılıp eski dükkânına geri döndü. Bu kez madalyonundan oğlunun saç tellerinden birkaçını çıkardı ve asanın yardımıyla yaktı.
“Ne istiyorsun yaşlı cadı?” diye sordu şeytan.
“Oğlumun geleceğini.” dedi kadın. Korkuyordu, hiç olmadığı kadar korkuyordu.
“Ölüm.” dedi şeytan ve tısladı.
“Nasıl?” diye sordu kadın.
“Ölümün ayrıntısı göremeyiz.” dedi şeytan. “Tabii…”
“Çıkar ağzındaki baklayı!”
“Asayla görmemi sağlayabilirsin.”
Yaşlı kadın tüm gücünü yitirmişti. Artık tüm şeytanların bağırışlarını duyuyordu. Gardı tamamen düşmüştü. Şeytanları kendinden uzaklaştırmaya çalışırken yere yuvarlandı. Gözleri kararıyordu. Dev şeytanlar üzerine kapanırken çığlık attı.
“Bana zarar veremezsiniz!” diye bağırdı Cadı ve şeytanlar çekilirken ayağa kalkmaya uğraştı. Cildi yanıklar içinde kalmıştı. Şeytanların yanında ilk kez bu kadar aciz bir duruma düşmüştü. Son gücünü kullanıp falcı dükkânına geri döndü. Her yerinden dumanlar çıkıyordu. Yanıklar canını fena acıtıyordu.
Oğlunun kalan son saçlarını yaktı. Bu kez asayı da ellerinin arasında tutuyordu. Şeytanlar onu bekliyorlardı. Yaşlı kadın asayı tutup şeytana bağırdı. “Oğlum nasıl ölecek?”
“Gece, babasını hastanede ziyaret etmek için yola çıkacaklar. Trafik kazası…” dedi şeytan. “İnsanlar araba kullanırken çok dikkatsiz oluyorlar.”
Yaşlı kadın gerçek dünyasına geri dönmeye çalıştı. Ama yapamıyordu. Çok mu güçsüz düştüm, diye düşündü Cadı. Daha önce hiç arka arkaya üç kez şeytanlarla konuşmamıştı.
“Bir sorun mu var?” diye sordu şeytan ve tısladı. Pençesini kadına doğru uzatmıştı. “Asayla birlikte geri dönemezsin. Yoksa annen söylememiş miydi?”
Yaşlı kadın şeytanın oyununa geldiğini fark edememişti. Asayı almak için onu kandırmışlardı. Umut doğdu içine Cadı’nın. Oğluyla alakalı söyledikleri de oyunun bir parçası olmalıydı. Ama yeşeren umut solup gitmişti çabucak. Asa ondayken gelecekle alakalı yalan söyleyemezlerdi. Duydukları oğlunun geleceğiydi.
Aile yadigârı asayı şeytanın pençesine bıraktı ve küçük cehennemi terk etti. Her yeri yanıyordu. Dükkân yanıyordu. Ağaç alevler içindeydi. Her şey yok oluyordu. Cadı telefona ulaştı alevlerin içinden geçip. Hala çalışıyordu. Oğlunun cep telefonunun numarasını çevirdi. Çalıyordu.
“Ne var, anne?”
“Oğlum, hastaneye gitmeyin. Trafik kazası…” dedi yaşlı kadın.
“Ne diyorsun, anne? Tam duyamıyorum.”
“Bu gece sakın yola çıkma.”
“Şu an araba kullanıyorum. Ben seni sonra…”
Cümlesini tamamlayamamıştı. Küçük bir kızın çığlığı ve çarpma sesi yaşlı kadının duyduğu son ses oldu. Donup kalmıştı Cadı. Eski model çevirmeli telefonun ahizesini hala kulağına tutuyordu. Belki oğlu tekrar konuşur, onun o güzel sesini bir kez daha duyardı. Belki bir kez daha anne derdi. Belki de onun yüzünden telefonla konuşurken kaza yapmamıştır. Belki de ölmemiştir. Belki de…
Kör Cadı, ağacı ve dükkânıyla birlikte kül olurken ahizeyi hiç bırakmadı ama oğlunun sesini bir daha duyamadı. Oğlunun, gelininin ve torununun ölümüne sebep olduğunu bilerek yandı. Ne çığlık attı ne de yardım istedi. Sessizce yandı.