Öykü

Oreon

“Germsel denemeler ilk olarak maddi durumu zayıf ailelerde gerçekleştirildi. Bay Frederick, deneklerin bu zaafından yararlanıp onları çalışmalarına katılabilmek için her aileye düzenli olarak ödeme teklifinde bulunmuştu. Ancak ilk deneklerde bazı komplikeler ortaya çıktı. Genç çiftlerin yeni doğmuş bebeklerinde 1 yaşından sonra bazı uzuvlar belirdi. Boyun ve sırt kısmındaki bu uzuvlar, bebekleri adeta yaratığa dönüştürüyordu. Zihinsel açıdan büyük ilerleme kaydedilmesine rağmen, Bay Frederick bu beklenmeyen durumu, denekleri yakarak ortadan kaldırmaya çalıştı. Olanlar yüzden Frederick’le olan tüm samimiyetimi ve iletişimimi kopardım. O ise, bizlerin karşı çıkmasına aldırmayıp, gizli gizli çalışmalarını sürdürmeyi tercih etti.”
El yazması sayfa 61

Yukarıdaki kısım “Öte Dünyaların Hikâyesi” adlı esere sadık kalınarak alıntılanmıştır. Kaynak gösterilerek verilen bilginin tüm hakları yazara aittir.

***

Uçhenga kalesinin güney yakasında bir grup asker belirmişti. Öfkeli güruh ellerinde kılıçlarla kaleye akın ediyordu. Kale menziline girmeden liderleri atını kırbaçlayarak askerlerin önüne sürdü.

“Kahraman Riolalılar! Kardeşlerim! Yaratıcı bugün sonunda bizlere bir fırsat tanıdı.”

Parmaklarıyla kaleyi işaret ederek coşkulu konuşmasına devam etti.

“İşte karşınızda Uçhenga! İşte zulümlerin krallığında toplanmış seçilmiş insanlar! Bizler yıllarca onların çılgınlıklarına maruz kaldık. Annelerimiz, babalarımız, kardeşlerimiz onlara boyun eğdi. Yıllarca bizlere bir hayvan gibi davrandılar. Ve şimdi kahraman Riolalılar sıra onlara geldi. Boyun eğme sırası onlarda. Halkımızın acılarını dindirme zamanı geldi.”

Konuşan asker simsiyah bir atın üstündeydi ve heybeti oldukça ürkütücüydü. Göz çukurları zaten düzenli olmayan adamın suratı, sinirlendikçe daha da bir asimetrik hal alıyordu. Oreon adındaki bu askerin sırtında kamburunu örten gri bir kurt postu bulunuyordu. Postun üstünde de çift ağızlı bir balta takılıydı. Ancak Oreon, savaşında daima kılıcını kullanmayı tercih ederdi.

Oreon daha sonra yanındaki (aynı zamanda ahbabı olan) askerin kulağına bir şeyler fısıldadı. Gariptir ki yapıca Oreon’dan daha ufak olmasına rağmen bu asker de kambur sırtında kurt postu taşıyordu. Aynı zamanda bu adam Oreon’un yaveri gibi davranmaktaydı.

Söylenenleri dinledikten sonra Oreon’un adamı atını mahmuzlayarak tek başına kaleye doğru ilerledi. Oreon adamın arkasından hiddetli sesiyle bağırıyordu:

“Gremlon dikkat et, onlara güvenme!”

Çok geçmeden Gremlon teslim olmayacakları haberini getirince askerlerin lideri daha da öfkelenmişti. Tüm birliği toplayarak konuşmasını yapmaya başladı:

“ Var gücümüzle savaşacağız. Tüm ganimet sizlerindir; değerli eşyalar, kadınlar, kılıç ve kalkanlar… İstediğinizi alabilirsiniz Riolalılar! Ancak Frederick denen şeytanı bana bırakmanızı istiyorum. O yılana dokunmayacaksınız!”

Konuşmadan sonra kılıç ve kalkanları birbirine vurarak askerler gürültü çıkarıyordu.

Bir süre sonra grejuva (zift) torbaları atlılar tarafından kale duvarlarına doğru fırlatılmaya başlandı. Özellikle Uçhenga’nın kapısı grejuva torbalarıyla dövülüyordu. Oreon adamlarına ateşli okları fırlatmalarını emrettiğinde karanlık çökmek üzereydi.

* * *

Uçhenga Kalesinde seçilmişlerin panik havası hâkimdi. Aslında her şeyin fitili Frederick tarafından ateşlenmişti. Aklına gelen her düşüncede bizzat insanlar üzerinde denemelerde bulunması Frederick’in toplumda büyücü olarak nitelendirilmesine neden olmuştu.

Uçhenga hiçbir zaman seçilmişlerin yani bilim adamlarının mekânı olmamıştır. Katliam dönemindeki kargaşadan uzaklaşmak için Frederick, Uçhenga beyine yüklü bir ödeme sonrasında oturma izni alabilmişti. Ve şimdi kendisini ve seçilmişlerin hayatını düşünüyordu.

Frederick elindeki gökyüzü taşı dediği kolyelerle kaleyi dolaşıyordu. Kızı dahil olmak üzere 1. Derece yakınlarına ve arkadaşlarına dağıttığı bu taşları hiçbir zaman yanlarından ayırmamaları gerektiğini vurguluyor, herkesten sakin olmasını istiyordu.

* * *

Duvarlar alev aldığında etrafta panik havası vardı. Uçhenga sakinleri ateşe su ile müdahale ettikçe alevler daha da gürleşiyordu. Kale kapısı fazla dayanamayıp devrildiğinde Riolalılar naralarıyla içeri daldı. O anda kaleyi bir hengâme sardı. Çığlıklar, kan, kılıç sesleri birbirine girmişti. Oreon kırlaşmış sakalları, uzun kirli saçları ve heybetli duruşuyla barbarları andırıyordu. Kana susamışçasına önüne geleni tek hareketle çığlıklara boğuyordu.

En önde ilerlediği için kalabalığı yaran Oreon’du. Ve bir an onlarca kişinin arasına girdiği sırada ellerindeki kılıçlar yetersiz gelmeye başlamıştı. Bir an sırtına doğru gelen kılıcı fark ettiğinde arkasını dönemedi. O anda kamburu hareket ederek sırtındaki baltayı kavradı ve gelen kılıç darbesini savurdu.

Oreon ‘un kamburu 3. bir koldan ibaretti, bu saklı kol her zaman sırtındaki postun altında hazırda beklerdi. Frederick’ten intikam almasındaki en büyük neden de bu ucube görünüşüydü elbette ki.

Herkes gördüğü karşısında donup kalmasına rağmen Oreon üç koluyla birlikte çevresindekilere saldırmaya devam etti. Gözleri Frederick’i arasa da onu hiçbir yerde bulamıyordu. Daha sonra aradığı adamın saklanabileceği yeri tahmin etmek için etrafına bakındı. Onca duman, kargaşa ve kaçışmanın arasından gideceği yere karar verince koşar adımlarla ilerlemeye başladı.

Kale düşmek üzereydi Gremlon ve diğer Riolalılar, herkesi kılıçtan geçiriyordu. Oreon ise kaledeki binalardan birinde Frederick’i bulma telaşındaydı. Çok geçmeden tahminlerinde haklı çıkmış ve boş bir odada Frederick’le karşılaşabilmişti. Öfkeyle karşısındaki sandalyede sakin sakin oturan Frederick’e bağırmaya başladı.

“Seni şeytan, pis büyücü… Artık seni cehennemine yollamanın vakti geldi.”

“Oreon… Sen bir nankörsün. Teşekkür etmen gerekirken bana saldırman senin çokta akıllı biri olmadığını gösteriyor.”

Frederick kollarını iki yana açmış, umursamaz tavırlarla konuşmasına devam ediyordu.

“Bak bana. Tanrı herkese iki kol verirken, ben sana 3. bir tanesini bahşettim ve sen bunu aşağılama olarak görüyorsun. Yazık… Çok yazık. Sakın o kolun işe yaramadığını söyleme bana?”

Oreon öfkeden patlayacak gibiydi. Daha fazla dayanamayarak sağındaki ve solundaki kılıçları, hatta kamburundaki baltasını havaya kaldırarak karşısında oturan Frederick’e doğru koşmaya başladı. Şiddetli narasıyla ve olağanca gücüyle düşmanına darbeyi indireceği sırada, karşısında bir anda devasa bir fırtına kopmuş gibi geldiği yöne doğru savruldu. Yüz üstü duvara çakılmış, kollarındaki balta ve kılıçların her biri bir tarafa uçuşmuştu. Ayağa kalktığında Frederick’i odada (hatta kalenin hiçbir köşesinde) göremeyince öfke nöbetlerine kapıldı. Bir anlık bir fırtına Uçhenga kalesinin bazı kısımlarında mantık dışı olarak ortaya çıkmış ve eş zamanlı Frederick’le bazı kişiler ortadan yok olmuştu.

* * *

21…

Frederik ayıldığında geniş, bomboş bir ovada yere yüzükoyun uzanmış buldu kendini. Birkaç saniye sevinse de çevresinde 21 kişi sayabilmişti. Gökyüzü taşını dağıttığı sayıdan bir fire aşağısı 21… Çok geçmeden o firenin kızı olduğunu anlayınca dünyası başına yıkıldı.

Yeryüzünde Frederik’ten kalan tek miras Uçhenga’da bıraktığı kızı olmuştur. Frederik’in bu kızından olan 4. nesil torunu Bayan Clonet; günümüzde saygın bir üniversitede genetik alanında doktora çalışmasını sürdürmektedir.

Oreon’a gelecek olursak olaydan iki yıl sonra yaşamını yitirmiştir. İşin ilginç tarafı ise Uçhenga Kalesi’nin fethi sırasında Oreon’un henüz 13 yaşında olmasıdır.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *