Sabahın ilk ışıkları penceresinden içeri süzüldüğünde uyanma vaktinin geldiğini anlamıştı. Alarmla kalkmayı pek sevmezdi. Tamamen biyolojik saati sayesinde uyanmak, kendisini daha “insan” hissettiriyordu, geriye ne kadar insanlık kaldıysa tabii. Acele etmeden yatağından doğruldu, daha dükkânı açmasına çok vardı. Dakikalarla yarışmaktan da pek hoşlanmazdı.
Ufak, mavi-gri odasında bir yatak, bir kıyafet dolabı ve orada durmaktan başka hiçbir işe yaramayan bir masa vardı. Bu odadan aceleyle çıkmak, ruh sağlığı için belki de daha faydalı olabilirdi. Zaten ondan beklenen de buydu, değil mi?
Kıyafetlerini değiştirdikten sonra hem salon hem de mutfak işlevi gören odasına geçti. Kapının altına bırakılan günün menüsünü aldı. Bugün yine sağlıklı beslenme günüydü. Son birkaç senedir ya sağlıklı beslenme ya da abur cubur menüleri revaçtaydı. Devlet, eskisi gibi “yoksulluk menüleri” açıklamıyordu. Halkı sistemde tutmanın daha güzel bir yolunu bulmuşlardı: İnsanlara kendilerini değerli hissettirmek. İnsanlar, kendisine tapmaya başladıkça etrafında olup biteni görmezden geliyordu. Her gün kaliteli yemekler yiyor, en güzel maskelerini seçiyor ve modifikasyon için Sanayi’nin sıralarını dolduruyorlardı. Kimsenin ağzından eskisi gibi şikâyet sözcükleri çıkmıyordu; bir hafta içinde üçüncü kez kahvaltıda yulaflı yumurta yemek zorunda kalsalar bile…
Aynı hafta üçüncü kez aynı kahvaltının gelmesi Ferit için kötü olmuştu. Yemeklerini menüde yazan tarife uygun yapmayı da pek sevmezdi. Yaratıcı olmak zorundaydı farklı bir şey yapmalıydı. Tarif, basitçe tavada yumurtaya yulaf eklenmesi şeklindeydi. Ancak Ferit ilk seferinde yumurtayı ayrı yulafı ayrı haşlayıp yemiş, ikinci seferinde ise yulaflı omlet yapmıştı. Fikirleri tükenmişti. Bir süre ne yapacağını düşündükten sonra, haşlanmış yumurtaları yulafa bulayıp fırında kızartmak gibi aptalca bir çözüm yolu buldu. Fikri aptalcaydı, güzel bir sonuç vermedi. Ancak o fikir kendisine aitti, ona özeldi. Sevmediği pek çok şeye rağmen kendi fikirlerine resmen aşıktı. Zeki bir adamdı.
Devletin, halkı süründürme politikasının yavaş yavaş bitip yeni mutluluk dalgasının yükselmeye başlamasının ilk günlerinde, pek çok kişi bu değişimi fark edememişti. Ferit, siyasi iklim değişikliğini doğru koklamış ve maske tüccarlığı işine girmeye karar vermişti. Daha doğrusu en başta vücut parçaları satmaya başlamıştı; ancak mutlu bir kimliğin ucuz vücutlarla da sağlanabildiğini görünce, maske satmanın daha kârlı olacağını düşünmüştü. Zamanında yaptığı bu atılım sayesinde, şu sıralar şehrin en büyük maske marketlerinden birinin sahibi oldu. Sonuçta, mutlu görünmek, mutluk olmaktan daha önemliydi.
Kahvaltısını bitirdikten sonra, aynanın karşısına geçip maskelikten şahsiyetsiz suretine bir maske aradı. Gözleri yorgun bakan, samimiyetsiz gülen bir maske taktı. Bugün haftanın son günüydü ve müşterinin, Ferit ne kadar yorgun olursa olsun, kendilerine kibar olmaya çalıştığı izlenimini edinmesi gerekiyordu. Böylece, bu fedakâr patronun hâlâ kendi dükkânında tezgahtarlık yapmasının; sanki para için değil de müşteri için çekilen bir cefa olduğu yalanı, herkes tarafından doğru kabul ediliyordu. Yalan olduğunun bilinmesi pek önemli değildi. Doğru kabul edilmesi, günün işleyişini sekteye uğratmamak için yeterliydi.
Bu doğrulanmış yalanı sürdürmek için, güzel bir vücut seçmesi gerekiyordu. Ferit, eskiden hafif babacan ve göbekli vücut tiplerini tercih ederken, birkaç aydır fit vücut parçalarını üzerine giyiyordu. Kendisine bakam müşteri, vücudu sadece Ferit’i alakadar ediyor olsa da “Kendisine böyle bakan bana da iyi bakar” diye düşünüyordu herhâlde. Ferit bu mantığı hiçbir zaman çözemedi; muhtemelen çözse, ondan da hoşlanmazdı. O, sadece parasına bakardı.
Saat sekizde, dükkânının kapılarını pek değersiz çalışanlarıyla birlikte pek değerli müşterileri için açtı. Birçok şubesi olan büyük bir zincir market olmasına rağmen, maskecisinin ana dükkânını ufak, eski püskü bir antika atmosferiyle sürdürmeye devam ediyordu. İnsanlar eskiyi hep severdi. Daha birkaç sene önce herkes ağlayan maske takmak zorunda kalsa da o zamanlardan kalma bir dükkân fikri daha ilgi çekici ve daha mutlu edici geliyordu. İçeride “Ah, ne güzeldi o eski günler.” sohbetleri eşliğinde alışverişlerine devam ediyorlardı. Ferit bu durumdan memnundu; müşteri sayısı artıyordu.
Alarmla uyanmayı reddeden, yumurtasını yulaflayıp fırına atacak kadar radikal olan Ferit, iş para kazanmaya gelince yalanlarını sürdürmekten pek bir memnundu. Yine bunları düşünürken, dükkânın ortasında dalıp gitmişti. Müşterisinin kendisine seslenmesiyle, içinde bulunduğu hipnoz halinden çıktı.
“Merhabalar Ferit Bey, ağlayan maskeleriniz nerede acaba?”
Ferit, pek sevmediği bir tanıdığıyla uzun yıllar sonra olmadık yerde karşılaşmış bir insan gibi kalakaldı. Senelerdir bu soruyu duymamıştı. Birkaç saniye boyunca, müşterinin yüzüne yorgun gözleri ve samimiyetsiz tebessümüyle baktı.
Adam orta boylu, sıska ve keldi. Maskesi devletin dağıttığı standart tebessüm maskesiydi. Sanki yirmili yaşlarında doğmuş da doğrudan dükkâna gelmiş gibi bir hâli vardı. Bugüne kadar gelen binlerce insanda gördüğü binlerce eklentiden sonra, bu yeni müşteriye olan şaşkınlığı daha da artmıştı.
-Pardon beyefendi?
-Ağlayan maskeleriniz diyorum, nerede acaba.
-Efendim, biz ağlayan maske satmayız ki. Bugünlerde, insanlar sadece yakınlarını kaybettiklerinde ağlıyorlar; e onu da devlet karşılıyor zaten.
Adam, bu duydukları yepyeni bir bilgiymişçesine şaşırdı. Yani masum bir tebessüm ne kadar şaşırabilirse o kadar şaşırdı.
-Ama bana sizi önerdiler; ihtiyacım olan her duyguyu sizden alabileceğimi söylediler.
-Teveccühünüz efendim; kim söylediyse doğruyu söylemiş. Gerçekten de istediğiniz her duyguyu itinayla sizlere empoze ediyoruz.
-E tamam, ben de ağlamak istiyorum, mutsuz olmak istiyorum?
-Niçin böyle bir şey istersiniz efendim?
-İhtiyacım var da ondan.
-Bir yakınınızı mı kaybettiniz?
-Hayır.
-O halde neden ihtiyacınız var o zaman efendim!
-Ne yapayım bir maske alabilmek için babamı mı bıçaklayayım Ferit Bey!
Kısa bir sessizlik oldu. Uzun zaman sonra, Ferit’in yüzündeki sahte gülümseme gerçek bir gülümsemeye dönüştü. Maskede hiçbir değişiklik yoktu; Ferit, bu pasif agresif şakayı içtenlikle beğenmişti. Ne zamandır samimiyetsiz olanın maske değil de kendisi olduğunu fark etti. Bu kişisel aydınlanmanın ardından müşterisine döndü:
-Beyefendi, bir insan günümüzde niçin ağlamaya ihtiyaç duyar ki?
-Katlanmak için.
Ferit şaşırdı, neye katlanmak için?
-Neye katlanmak için?
-Tüm bu olan bitene. Bazen hayatın küçük detaylarına sinirlendiğiniz hiç olmuyor mu Ferit Bey?
Ferit bugün üçüncü kez şaşırmış oldu. Ardından ilk defa başka bir duygunun memnuniyetsizliğiyle aynı sayıda yaşandığını fark edince bir daha şaşırdı. Şaşkınlığı huysuzluğu karşısında 4-3 önce geçti.
-Anlamadım, neyden bahsediyorsunuz?
-Hiç diyorum Ferit Bey, gündelik hayatımızın rutinleri sinirinizi bozmuyor mu? Mesela bu sabah. Bu hafta üçüncü defa yulaf yumurta yemek sinirinizi bozmadı mı?
-Bozdu tabii.
İlk defa bir müşterisine “müşteri her zaman haklıdır” diye düşünmeden katılmıştı. Adam devam etti:
-Her gün, burnu küçük, gözleri büyük maskeleri takmaktan ötürü öfkelenmiyor musunuz Ferit Bey? Gömleğinizin içinde geniş duran omuzları takmaktan bıkmadınız mı? Her sabah uyanıp işe koşarak hazırlanmanıza rağmen, göz altlarınızın bebekler gibi olmasına; her gün, ne kadar iyi bir patron olduğunuzu gösteren maskeyi takmak zorunda kalmanıza siniriniz bozulmuyor mu?
-Bo.. Bozuluyor, tabii. Gerçi doğrusunu isterseniz sabahları koşarak hazırlanmam, alarmla uyanmaktan pek hazzetmem de.
-Neyse ne Ferit Bey, dediklerimi anlıyor musunuz?
-Sanırım anlıyorum ama hâlâ niçin bir ağlayan maske istediğinize anlam veremiyorum efendim. Niçin buna ihtiyaç duyuyorsunuz? Hani öfkeli maske deseniz tamam da.
-İçimde bir boşluk var, Ferit Bey. Anlamlandıramıyorum o boşluğu. Kahkaha maskesini de taksam, yakışıklı maskeleri de geçirsem yüzüme olmuyor işte, geçmiyor boşluk. Belki her maskeyi denedim Ferit Bey anlıyor musunuz? Belki dedim, belki ağlayan maskeyi taksam bir işe yarar. Ama sizde bile yokmuş. Sanırım artık kimse ağlayan maskeleri kullanmıyor. İçimdeki boşluğu nasıl geçireceğim bilmiyorum. Yine de ilgilendiğiniz için teşekkür ederim; kolay gelsin size.
Müşteri, yüzünde hafif bir tebessümle, üzgün üzgün dükkândan çıktı. Ferit ise samimiyetsiz gülümsemesiyle şaşkınlığını gizleyemiyordu. Dükkânın deposuna doğru ilerledi. Dükkânın kahverengi ahşap dokularına rağmen, deponun içi devlet yönergesine uygun olarak gayet modern ve sade dizayn edilmişti. Eski ürünleri bulmak çok kolaydı. Belki “kalmıştır” diyerek eski ürünlere doğru yol aldı. Dükkânı ilk açtığı zamanlardan kalma bir kolisini eşelemeye başladı. Sonunda buldu: Elinde ağlayan bir maske vardı. Yüzündeki maskeyi çıkardı ve ağlayan maskeyi giydi. Ferit’in de müşterisi gibi, içinde bir boşluk vardı. Maskenin etki etmesini bekledi; fakat hiçbir şey olmadı. Bir süre daha bekledi, hiçbir şey olmamaya devam etti. Sonunda, maskeyi çıkardı. Yüzü şahsiyetsizleşmiş; gözlerinde hiçbir ifade kalmamıştı. Belki o müşteri bahsetmese, içindeki boşluğu hiç fark etmeyecekti. Ama istemişti; maskenin bir şeyleri değiştirmesini çok arzulamıştı. Deponun zeminine oturdu. Artık herhangi bir maske takmak istemiyor, memnuniyetsiz hayatına dönmekten korkuyordu. Gözünde bir hareketlenme hissetti; daha önce böyle bir şey yaşamamıştı, gözünde bir ıslaklık vardı. Ne yapacağını bilmiyordu. Boğazında da garip bir acı hissetmeye başlamıştı, yutkundu. Ne olduğunu anlamıyordu; ancak bildiği tek şey, içindeki boşluğun sızısının biraz olsun dindiğiydi.
- Ağlayan Maskeleriniz Nerede Acaba? - 1 Mayıs 2025
Henüz yorum yok. Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.