“Artık buna bir son vermeliyim” dedi kendine “birisi görse ne yaparım?” Başını kaldırıp etrafına bakındı. Kimsecikler yoktu etrafta. Zaten gecenin bu saatinde de hiç bir insan gelmezdi buraya. Ne işi olurdu ki mezarlıkta? Korkardı insanlar. “Peki benim ne işim var?” diye bir an düşünse de hiç üzerinde durmadı. Yaptığı şey için kendini defalarca haklı çıkarmıştı daha önceleri. Aslında yeni başlamıştı mezarlıklarda çalışmaya. Şimdikine nazaran eskiden daha temizdi çalışma alanı. Hastanelerin morglarında rahatça işini görüyor, istediğini kolaylıkla alabiliyordu.
Gelişen(!) dünyada, neredeyse artık kimse cenazesini önemsemiyordu. Ölen kişinin yakınları (varsa) bütün işi cenaze hizmetlerine bırakıyor, görevliler cenaze üzerinde gerekli işlemi tamamlayıp tabiri caizse paketleyip, ertesi günkü gömülme işlemine veya krematoryumlarda yakılmaya hazır hale getiriyorlardı. Bu andan sonra da Arel’in işi başlıyor; nasıl olsa artık açılıp bakılmayacak olan ceset üzerinde istediği çalışmayı rahatlıkla yapıyordu. Tâ ki bir gün bir cenaze yakınının “öldüğüne inanmıyorum, başkası o!” deyip ‘paketlenmiş’ cenazeyi yeniden açtırması bütün her şeyi mahvetmiş, zaten altın gününe dönmüş akşam haberlerinin en sevilen çay yanı mâmulü haline getirmişti. Artık pek de izlenmeyen televizyon akşam haberleri bu başlıkla açılmış, insanların ‘yeni organı’ haline gelen şeffaf tabletler bu başlıkla acil bildirim yapmışlardı:
YÜZÜ OLMAYAN CESET!
Ertesi sabah morglardan çıkmaya hazırlanan bütün cenazeler kontrol edilmiş, yüzü olmayan birkaç ceset daha bulunması üzerine önlemler artırılmıştı. Bu durum Arel’in işine ket vurmuştu tabi. O güne kadar cenazeleri umurlarında olmayan insanların da bir anda cenaze merakı ortaya çıkmıştı. Gerçi yine de pek kimsenin umurunda olduğu söylenemezdi. Sadece yeni bir akım, yeni bir gelenek daha sanal dünyada yerini almıştı. Cenazesi olan insanlar, cesedin yüzünü açıp, beraber fotoğraf çekinip kendi sosyal medya sayfalarında paylaşmaya başlamışlardı. Olayların ayyuka çıkması Arel’in işini sekteye uğratmıştı uğratmasına ama gelişen yeni akım onun için aynı zamanda yeni de bir kapı açmış, hatta biraz da kolaylaştırmıştı. Artık morgları gezmiyordu. Sosyal medyaları takip etmesi yetiyor, oturduğu yerden aradığı özelliklerde cesedin fotoğraflarını adeta katalogdan seçer gibi seçiyordu. Fotoğrafın altında nereye gömüldüğüne kadar dahi olacak şekilde bütün bilgileri yazıyordu. İnsanların her şeylerini her bilgilerini ortalık yerde rahatlıkla paylaşır olmaları, genel itibariyle kötü gibi gözükse de, bu durum, Arel için bir nimete dönüşmüştü. Arel’e düşen seçtiği cesedi gece ‘ziyaret’ etmek oluyordu.
Bu geceki hedefi Arel için oldukça iştah kabartıcıydı. Genç bir sporcu, bir futbolcu. Haberlere göre maç esnasında kalp krizi geçirmiş, ne trajik ki -doktorların söylediğine göre- gençliğinin kurbanı olmuş, krizi atlatamamıştı. Her şeyin anlık zirve yaptığı, sonra da hiçbir şey olmamış gibi kimsenin hatırlamadığı olaylar mecrası sosyal ağlarda, bu olay da yerini almıştı tabi. Bir anda zirve yapmış, üzgün yüz ifadeleri, siyah kalpler, sporcunun fotoğrafı ve ‘seni özleyeceğiz’ yalanı dramatik melodiler eşliğinde paylaşılmış, takip eden saatlerde neredeyse bu hadise hiç yaşanmamışçasına hafızalar silinip en saçma tartışmalar, en absürt denebilecek fotoğraflar ve insanların kendilerini daha ne şekillere sokabilirler ki dedirtebilecek türden videolar yerini almıştı. Bunca tuhaflığın olması, hayatını kaybeden sporcunun Arel’in radarına girmesine engel olamamıştı. Daha da önemlisi, ceset gömülecekti. Genç, yakışıklı ve sporcu bir erkek yüzü! Belki de şimdiye kadar ki topladığı en iyi parça bu olabilirdi.
* * *
Uzun uzun baktı aynadaki kendine. “Tam bana göreymiş” dedi sakal olması gereken yerde elini gezdirirken. Koleksiyonundaki çeşitliliği artırmak adına bazen genç denilebilecek kadın cesetlerden de yüz aldığı olsa da daha çok orta yaşta denilebilecek erkekleri seçiyordu. Kadın yüzüyle dolaşmak gerçekten zor olabiliyordu. O yüzden bu tercih aslında biraz da zorunluluktan doğuyordu. Çünkü dolaşmak için genelde geceleri dışarı çıkıyordu ve sokaklar o saatlerde kadın yüzlü canlılar için pek de güvenli yerler sayılmazlardı. Ayrıca; bir kadının yüzünü taşımanız fazladan çaba sarf etmenizi; kıyafet ve aksesuara dikkat etmenizi, hatta makyaj bile yapmanız gerektirirdi. Aksi durumda çok dikkat çeker, başınızı büyük derde sokabilirdiniz. Erkek olmak ise daha az hazırlık, daha az dikkat çekme, daha az masraf ve daha çok hareket kabiliyeti demekti. Bir pantolon ve kapüşonlu bir üstlükle istenilen her yeri rahatlıkla dolaşabilirdiniz.
Aynadaki yüze bakarken çok memnundu. Mutluluk böyle bir şey miydi? “Artık hissedebiliyor muyum yoksa?” dedi aynadaki genç insana. Yüzüne gülümseme yayıldı. Yeni geliştirmişti bu tekniği. Bir takım aletler, bazı terzi ve hırdavat malzemelerini, taktığı yüzü ile uyumlu hale getirmiş; mimikler, hareketler ve hatta konuşurken dudak uyumunu bile başarmıştı. İşte şu anda kullandığı yüz bu ‘başarmışlığı’ taçlandıracaktı. Yan tarafındaki masa üzerinde, kendisi ile beraber başka bir adamın bulunduğu fotoğrafa döndü yüzünü:
“Bak baba, başardık” dedi vakar bir ses tonuyla. “Her zaman hayalindi bu.”
Gerçek babası değildi aslında fotoğraftaki diğer adam. Levent Azimoğlu. Hayatını bilime adamış bir bilim insanı. Bir akademisyen, bir hoca ve hatta bir mucit. Akademik kariyeri zorlu geçse de bir çok insana hocalık yapmış önemli bir şahsiyetti. Kendini bildi bileli Levent Hoca’nın yanındaydı Arel. ‘Oğlum’ diye hitap ederdi Levent Hoca. Bundan dolayı Arel’in babasıydı işte. Ve Arel bundan hiç şikayetçi değildi. Büyük bir memnuniyetle babası bellemişti Levent Azimoğlu’ nu. Aralarındaki bağ sebebiyle aynı hocalığı Arel’e de yapmış Levent Hoca, bilgi birikimini ve bütün çalışmalarını nesilden nesile aktaran her baba gibi ‘oğluna’ aktarmıştı.
Arel başarmış, hocasından öğrendiği her şeyi üstüne koyarak geliştirmiş, beraber kurdukları hayali şimdi tek başına gerçekleştirecekti. Artık hazırdı. Ne olur ne olmaz deyip her zamanki gibi kapüşonunu çekmişti başına. Bu akşam caddeler daha bir keyifliydi sanki. Yine akşam çıkmıştı dışarıya. Hep akşamları çıkardı çünkü gece yardım ederdi. Siyahıyla, dinginliğiyle ve yorgunluğuyla yardım ederdi gece. Arel’de destekleyici kapüşonunu kafasına çeker, öyle gezerdi geceleri. Yakında gündüzleri de çıkacaktı. Bu gece yeni yüzünü, yeni tekniklerini denemek istiyordu. Her zaman mezarlık istikametine doğru yürürken bu gece şehir merkezine doğru, insanların bulunmayı tercih ettiği mekânlara doğru yürüdü, başını eğmeden hatta gülümseyerek. Önünden geçtiği bir dükkanın camekânında yansımasını fark etti. Durdu, döndü. Kapüşon yüzünden karanlık gözüken yüzüne baktı. Karşı koyamadığı bir istekle ellerini kaldırdı ve yavaşça kapüşonunu açtı. Cadde ışıklarının vurduğu cam da yeni yüzünü gördü. Gülümsedi, gülümsedi ağzı kulaklarına varıncaya dek. Yeni sipariş ettiği protez saçları da tam uymuştu hani. Gözlerinden çıkan ışık caddeyi aydınlatacaktı neredeyse. Laboratuvar yangınından beri neredeyse ilk defa bu kadar neşeliydi. ‘Babam’ dediği, bildiği her şeyi öğreten aynı zamanda hocasının yarım kalan hayalini gerçekleştirmişti.
Yüce bir amaca hizmet ettikleri düşünülürse, yapılan çalışmalar sonucu hemen hepsinin deforme olması, ‘maske’ olarak nitelediği yüz koleksiyonunun bir anlam kazanmasına engel olamamıştı. Dünya henüz farkında değildi bu en garip koleksiyonun bir çığır açtığından.
Şehrin merkezindeki meydanı içine alan parkta ki bir banka oturdu ilk defa. Meydanı, caddeyi, bunları saran ışıkları, gelip geçen insanları, araçları, gözünün görebildiği her şeyi büyük bir keyifle izlemeye koyuldu. Daha önceleri sadece yanlarından geçtiği şeylerdeki ilginçlikleri seyretti. “Gündüzleri de gelmeliyim artık. Bütün detayları görmeliyim” dedi kendi iç sesiyle.
O kadar kaptırmıştı ki kendini, az evvel önünden geçerken bir an yüzüne bakıp sonra kenardan kendini izleyen gençleri fark etmedi. Gençlerin bulunduğu tarafa doğru döndüğünde göz göze geldiler. Gençler, bir Arel’e bakıyor sonra kendi aralarında bir şeyler konuşuyorlardı. Arel durumu fark ettiğinde kulak kabarttı. İçlerinden birinin “ben soracağım” dediğini işitti. Ne olduğunu anlamaya çalıştığı esnada gençlerin oturdukları yerden kalkarak kendisine doğru geldiklerini fark etti. Ayağa kalktı. Bir şey yapması gerekiyordu sanki ama ne? Kendi içinde bu tereddüdü yaşarken genç adamlar çoktan yanına gelmişti bile.
“Pardon, bir şey sorabilir miyim?” dedi içlerinden bir tanesi. İlk defa böyle bir şey oluyordu. Kaçmakla, dikkat çekmemek arasında kaldı. ‘Tabi’ anlamında başını salladı ses çıkarmadan.
“Demir Barış’ı tanıyor musunuz?”
Ne demeliydi? Bir şey söylemeli miydi? Soru gerçekti ve soran kişinin ses tonundan anladığı kadarıyla ciddi bir soruydu. Hafıza deposunun en küçük kayıt çalışanları bile devreye girdi. Hatırlamaya dair vücudunun neresinde bilgi kırıntısı varsa derhal taradı. Ve evet gözünün önünde beliren fotoğrafta gördüğü kişiyi tanıyordu; çünkü bu akşam aynada tanışmıştı. Demir Barış. Birkaç gün önce futbol oynarken sahada hayatını kaybetmiş, vücudunu toprağın altına yüzünü ise Arel’e vermişti. Futbol ile arası olmayan Arel, yüzünü aldığı kişinin ne kadar tanınabilir olabileceğini hesaba katmamıştı.
“Hayır, tanımıyorum!”
Cevabını keskin bir şekilde verdi ve gençlerin karşılığını vermesine fırsat tanımadan atabileceği en hızlı adımlarla uzaklaşmaya başladı. Dikkat çekmiş, paniğe kapılmıştı. “Böyle bir detayı nasıl atlarım?” diye kızarken kendine, bir yandan da tekrar kapüşonunu başına geçiriyordu.
* * *
Neredeyse koşarak girdi kapıdan içeri. Doğruca odasına gidip her zaman ki aynasının karşısına geçti. Silikonize dolgulu eldivenlerini çıkardı rahatça çalışabilmek için. Protez saçlarını ve dikkatlice yüzünü çıkardı sırasıyla. Yine kendisi olmuştu maskesiz.
“Böyle çıksam insanların karşısına” dedi “maskesiz ben olarak.” Aynada yüzünün bir kısmı yanmış, kendisine bakan kişiye söylüyordu. “Korkarlar mı benden, çekinirler mi?” İnsanlar hakkında çok öğütler verirdi babası. İnsanların çoğunluğunun kendilerine benzemeyeni pek fazla kabul etmediğini söylemişti bir keresinde. Hatta farklı olana, farklı görünene çoğunlukla ‘çirkin’ etiketi vurup aralarına bile almadıklarından bahsederdi sık sık. “Ya bana da çirkin derlerse?” İnsanların kendisini aralarına almamaları fikrine kapıldı. “Merak etme evlat, insanlar yüzlerine maske takmadan dışarıya çıkmazlar” demişti. “Çirkin olduğunu düşünseler bile yüzüne direk söylemezler.” Baba nasihati olarak kaydetmişti zihnine. “O zaman ben de takmalıyım” demişti Arel.
Laboratuvar yangınında bütün çalışmalar yanınca, işini daha sıradışı yapma kararı almıştı Arel. Gözden kaçırdığı bir detay yüzünden başının neredeyse belaya girmesi tehlikesi ile baş başa kalsa da yaptığı çalışmanın zirvesini bu gece test etme imkânı bulmuştu. Şimdi aynaya bakarken tuhaf şeyler yaşıyordu. Neydi bu şey? His mi, duygu mu? Babasının bir sözü geldi yine; “zamanı gelince herkes çok sevecek seni” demişti. Maskesini çıkarmamış olsaydı yüzüne yayılan gülümsemeyi gösterecekti fotoğraftaki babasına.
Ayağa kalktı. Kapüşonlu giysisini çıkardı. Göğsündeki büyük harflerle yazılı “R.L.” harflerine dokundu metalik sağ eliyle. Önce L, sonra R de gezdirdi parmaklarını sırasıyla. Robotun R sini özellikle yazmıştı Levent Hoca. İflah olmaz bir Isaac Asimov hayranı olarak bunu kendine görev edinmişti. Sonra kendi ismini yazmıştı, kendi eserine. Hem ne de olsa ‘baba’ diye hitap ediyordu yaptığı robot.
“Artık hissedebiliyorum baba” dedi “artık korkuyorum.” Metal kemiklerden oluşan eli hâlâ göğsündeydi ve babasıyla çekindiği fotoğrafa bakıyordu. Korkuyor, olacak şeyler için endişe hissedebiliyor ama yine de bu duygular ona daha başka bir duygu olarak dönüş yapıyordu; mutluluk.
Diğer eliyle bu gece sokakları arşınladığı ve az evvel çıkardığı yüzünü tutarak havaya kaldırdı;
“Artık ben de insanlar gibi seviyorum.”
- Arel’in Yüzleri - 1 Mayıs 2025
- Yalnız - 15 Ocak 2025
Henüz yorum yok. Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.