Öykü

Aşko Bocico

Önce masum, üstünde durulmayacak kadar önemsiz, eğlenceli bir oyun olarak başladı. Her gün kitaptan rastgele bir sayfa açıyor; gözü kapalı, eliyle açılan sayfayı biraz okşayıp sonra da işaret parmağıyla o sayfanın herhangi bir yerine dokunuyordu. Gözünü heyecanla açıp işaret parmağının olduğu satırı okuyor ve tüm gün bir kehaneti bekler gibi o satıra uygun işaretleri görmeye çalışıp, o cümlede yazılan her neyse ona uygun davranmaya özen gösteriyordu.

Ritüel haline gelen bu iş için onca kitap içinden, yine gözleri kapalı olarak rastgele seçtikleri arasından onun bahtına çıkan kitap da hayli sıra dışıydı. Yazıldığı dönemde de içeriği ile epey sansasyon yaratan bu kitap, dünya edebiyatının ilk hikâyecisi sayılan İtalyan edebiyatının önemli ismi Giovanni Boccaccio’nun Decameron Hikâyeleriydi. Buram buram erotizm kokan; döneminde realizmi, hisleri ve zekasıyla kullandığı için çok önemli sayılan bu kitabın denk gelişine de önce çok gülmüş, ama ilerleyen günlerde bu oyun saplantı haline gelmeye başladıkça bu rastlantıya da tuhaf bağlantılar kuracak kadar akla hayale sığmayacak anlamlar yüklemişti.

AMA NEDEN?

Bu soruya kendisi de bir cevap bulamıyor, güne kitaptan bir sayfa ile başlamadıkça huzura kavuşamıyordu. Kafasının içinde ‘’ Haydi ama, yapmak zorundasın, yoksa tüm günün mahvolur!’’ diyen kışkırtıcı bir perinin sesi onu bunu yapmaya mecbur bırakıyordu. Bu sesin buyurduğu ritüeli geciktirdiği her an, ertelenmiş süreler sanki birbirinin üzerine abanıp, onun omuzlarına biniyor ve binbir ruhsal bunaltılarla canına okuyordu. Tam bir bağımlı psikolojisi içinde kafesteki aç bir hayvan gibi evin içinde dört dönüyor; ani bir hareketle bu mücadeleden vazgeçip koşarak gidip kitabı kucaklıyordu.

Evet, onu bile denedi. Şimdi dile getirirken bile uğursuzluk endişesi ile ancak içinden söylemeye cesaret ettiği o yolu.Her kalıcı çözüm arayanın akıl edebileceği gibi kitaptan sonsuza kadar kurtulmak istedi. Başardı da. Ama, sadece sekiz saat boyunca! Hiç uyumadan, sabahın köründe koşa koşa gittiği kitapçıda yeni bir tane satın alana dek sürdü bu karşı koyuş.İşin en kötü yanı kitapla arasında artık onarılamaz bir güvensizlik oluşmuştu. Aksini düşünmeye çalışsa da sanki o heyecanlı, çocuk ruhlu peri zalimleşmiş; zihninde çınlayan ses yüreğini oya oya:‘’Bu ihanetten sonra artık kendini sana nasıl açar ki, öyle eskisi gibi sere serpe? ‘’ demeye başlamıştı. Onu öylesine hin taktiklerle sarsmaya başlamıştı ki, öleceği günü söylese dahi bu denli korkutup, üzemezdi. Mesela bazen cümlenin en can alıcı yerinde susuyordu. Tehdit etse, hakaret etse bile ruhunda bu denli tahribat yaratması mümkün olamazdı. Çılgınlık katlanarak büyüyor ve her hücresini işgal ediyordu.

Artık geceleri perili kitabına sarılarak uyuyordu. Sarılmanın bağlılığı arttırdığı konusunda yüzlerce yazı okumuş ve kırgın kitabının gönlünü bu şekilde kazanmayı akıl etmişti. Kulağa delice gelse de kitabına Aşko Bocico diye seslenen biri için bu hiç de anormal bir durum değildi. Her olayın yargısı kendi koşulları içinde değerlendirilmeliydi. Öyle değil mi? Aşko Bocico artık onun hayat arkadaşıydı. En sadık dostu ve rehberi.

Haydi öyle olsun! diye geçirdi. Çünkü dua etmeyi unuttunsa, bu gece ayazda kalırsan kabahat benim değil ha!

Sayfa 90. Satır 2.

O gün bu kehanetle kutsandı. Cayır cayır kavuran bir yaz günü, niyet tavşanı olan Aşko Bocico’su ona bu sırrı fısıldadı. Gözlerinin mühürlü kapılarını, göz bebeklerini büyüleyip etkisiz hale getirip sonra da zihnine bir akın başlatmıştı. Bu kez bir uyarı ile korumaya alınmaktan ziyade saldırıya uğradığını hissetmişti. Meydan okuma, göz dağı verme, küçümseme ile karışık bir alay etme vardı bu sözlerde. Demek ki uğradığı ihaneti hâlâ affetmemişti Aşko Bocico. Kitabın yazarı Giovanni Boccaccio’ydu. 14. yüzyılda yazmıştı dostunu. Yazıldığı dönemde de hayli ses getiren bu kitap on gün boyunca bir şatoda kalan yedi genç kadınla üç genç erkeğin anlattığı yüz öyküyü içeriyordu. Bu kitabı onun için daha da anlamlı hale getiren bir detay daha vardı. Boccaccio bu kitabı özellikle kadınlar için yazdığını kitabında belirtmiş; ‘’Talih kadınlara eğlenme, oyalanma olanaklarını sınırlı tutmuştur. Ben bu eşitsizliği bir oranda bozmak istiyorum. Öyküler eski, yeni serüvenleri dile getirecek. Bunları okuyan bayanlar hem hoşça vakit geçirecek hem de yararlı kimi mesajlar alacaklar. Örneğin neyi yapıp, yapmamayı görüp, öğreneceklerdir.’’ diye yazmıştı. Taa 14. yüzyılda hem de. Asırlar sonra onun ellerindeydi ve yaşamına dokunuyordu. Dışarıdan bakan gözlere son derece mantıksız gözüken bu olayda bir tesadüfe daha yüce anlamlar yükleme olanağı bulmayı başarmıştı. Evet, genç bir kadın olarak bu kitap onun kaderiydi.Aşko Bocico sayesinde Giovanni Boccaccio ile de bir şekilde spiritüel bağ kurmuştu. Aksine inanması imkansızdı!

Kelimelerin mimarı Giovanni Boccaccio olsa da perinin daha başka bir kaynaktan ona seslendiğine inanıyordu. Kelimeler sadece birer araçtı. Perisinin onların vasıtasıyla kendisine yardım etmeye çalıştığına emindi. Peki, kaynar bir yaz günü bu buz gibi cümleyi nasıl yorumlamalıydı? Cümleyi dörde bölüp incelemeye karar verdi. Önce ‘’Haydi öyle olsun!’’ sözüne dikkat kesildi. Bu sözü sesli söylemiyor sadece içinden geçiriyordu. Demek ki burada gizli bir anlam aramalıydı. Kırgınlığının yansımasıdır diye hayıflandı. Ah, o güvensizlik! ‘’Nasıl kapıldım hezeyanlara da yırtıp atabildim onu çöpe? O hayal kırıklığı ile şimdi içinden içinden konuşur elbet.’’ diyerek adeta dövündü. Yok, ne yapıp ne edip alacaktı gönlünü. Daha da büyük bir hevesle ikinci cümleye odaklandı: ‘’Dua etmeyi unuttunsa…’’ diye yazıyordu. Düzenli olarak dua eden biri değildi. Biliyordu tabi. Her an birliktelerdi. Düşünmediklerini bile biliyor olabilirdi. Zaten bu kehanetlerin amacı da bu değil miydi? Onu akıl edemediklerini aklına sokmak. Onu yeniden kurmak. Dua etmeliydi. Ama, ne için ve nasıl? Şimdilik bu sorunun derin manalarını bir kenara bırakıp üçüncü cümleyi ele aldı. Belki de sır bütün olarak okunduğunda kendini açacaktı. ‘’Bu gece ayazda kalırsan…’’ İşte, cümlenin en can alıcı yeri bu kısmıydı. Bu gece diye özellikle zaman belirtmiş olması bir ilkti. Daha önceki kehanetler geniş zamanla iletilmişti. Ama, bu ikaz çok netti. Bu gece ayazda kalırsan diyordu. Bu gece…Ve dördüncü cümle ile de şamarı yüreğine yüreğine indiriyordu: ‘’Kabahat benim değil ha!’’

BU GECE

Aşko Bocico’yu yavaşça kapadı. Neden bu kadar üzüldüğünü anlasın istemiyordu. Zaten çok kırmıştı onu. Kehanetin yansımalarıyla içine düştüğü çelişkilerde nasıl bocaladığına şahit olup daha da gücenmesi arzuladığı son şeydi. Arzu. Arzuları… Ama, uyarı kesindi. Bu gece ne yaparsa yapsın ayaza kalacaktı.

Telefonu eline aldı ve çok uzun süredir hayallerinde başköşeye oturttuğu, aşkına karşılık alabilmek için yanıp tutuştuğu Doruk’a şu satırları yazdı:

-Doruk, bu geceki buluşmamızı öngöremediğim bazı gelişmeler yüzünden maalesef iptal etmek zorundayım. Lütfen anlayış göster. Kim bilir, belki sonra telafi ederiz.

Neden mi yalan söyleyemedi? Hastayım dese belki ikinci bir şansı olabilir, Doruk onu görmek için başka yollar yaratabilirdi. Ama, ortada yüce bir kaynaktan gelen önemli bir karar vardı. Aşko Bocico bu aşka karşıydı. Ve bunu çok kesin bir dille ifade etmişti: ‘’Otur oturduğun yerde ve dua et, aşk meşk senin neyine!’’ demişti. Karşı gelip, dostunu bir kez daha hayal kırıklığına uğratma ihtimali yoktu. Yapamaz, onu kaybetmeyi göze alamazdı!

Almadı da.

O da aşkıyla yanıp tutuştuğu Doruk’u gözden çıkardı.

Ve o gece başını yastığa yine Aşko Bocico’suna sarılarak koydu. Hıçkırıklara dönüşen arzularını saklayabilmek için yüzünü ona yasladı ve kapağını öpe öpe uykuya daldı.

Aslı Kaprol

15/07/1977 İstanbul doğumluyum. Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Bölümü mezunuyum. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Radyo Televizyon Bölümünde Yüksek Lisans yapmaktayım. Aynı zamanda İstanbul Üniversitesi AUZEF Felsefe Bölümünde Lisans öğrenimine devam etmekteyim. Çeşitli dergilerde denemeler, öyküler, şiirler ve söyleşilerimle yer alıyorum. Kısa film çalışmalarım da dijital medyada yer almaktadır. Haber muhabirliği ile başlayan televizyon kariyerime programcılıkla devam ediyorum. Bir çocuk annesiyim.