Uzun boylu adam masasında çalışıyorken kapı çalındı. “Gel” diye seslenince kapı aralandı ve kısa dik saçlı bir kafa göründü. “Güvenlik müdürüyle bir görüşmemiz olacaktı” dedi. Adam kafasını kaldırıp gelenin kim olduğunu görünce hemen ayağa fırladı. “Kaptan Aleksandr Storm değil mi? Buyurun, bizde sizi bekliyorduk” dedi. Adam şaşırmıştı.
“Tanışıyor muyuz?”
“Şahsen değil ama sizi tanımayan yok gibi. Burada kapı eşiğinde mi konuşacağız, içeri gelin.” Adamın arkasında iri yarı kısa saçlı biri daha göründü. “2. Kaptan Kezban” dedi. Kendinden emin adımlarla içeri girdiler.
Bir süre sessizlik oldu. İki konuk birbirlerine baktılar. İçerisi sade duruyordu. “Ben, bu şirketi daha zengin sanırdım” dedi. Kezban sözünü Kaptan’a söylemişti ama cevap masanın arkasından geldi.
“Biz Cosmos Şirketi gibi değiliz. Alçakgönüllüyüz, tasarrufu biliriz” dedi. Bir saniye sonra sözlerini toparladı.
“Pardon kendimi tanıtmayı unuttum” yerinden kalktı masasının etrafından dolanarak iki konuğun yanına geldi.
“Benim adım Pierre, Pierre Besson. Aslen Fransız’ım. Bakışlarında Fransız olmasından dolayı belirginleşen ciddi bir gurur vardı. “Europa şirketinin araştırma müdürüyüm. Burada Titan’da olduğunuzu duyunca sizinle görüşelim istedim.” Hiçbir şey demedi Aleks ama yanındaki kadın “Konu neydi?” diye sormadan da edemedi.
İçeride bulunan ve ilk başta fark edilmeyen bir kapı açıldı ve içeriye ince uzun boylu ve bir hayli yaşlı bir adam girdi.
“Ben anlatayım” dedi Adam içeri girer girmez Araştırma müdürü ayağa kalktı.
“Size şirketimizin sahibi Etienne Mignard” dedi bir adım geri çekildi. Onu gören iki konuk da ayağa kakmak zorunda kalmıştı. Yaşlı adam halinden umulmayacak kadar kuvvetle sıktı Aleks’in elini. Sonra Kezban’ın elini centilmence öptü. Aslında ikisi de şaşırmıştı. Koca Europa şirketinin patronu kendileriyle görüşmek istemişti. Konunun ne olduğunu iyice merak etmeye başlamışlardı.
“Buraya kadar gelmek zahmetiniz için teşekkür ederim. Sizi ticaret ve ulaşım konusunda ne kadar iyi olduğunuzu biliyorum. Bağımsız çalışıyorsunuz, uyumlu ve uzman bir ekibiniz var. Her olayın altından rahatlıkla kalkabiliyorsunuz”
“Estağfurullah bizlere iltifat ediyorsunuz?” dedi Kezban. Bu güzel sözlerin sonunda ne çıkacaktı iki konuk da merak ediyorlardı.
“Böyle bir takımımın olmasını istedim. Yanlış anlamayın elbette iyi adamlarım var.” Sözlerinin burasında bakışını Europa şirketinin araştırma müdürüne çevirmişti.” Bu sözlerin arkasında ne olduğunu merak eden Aleks araya girdi
“Sadede gelirsek” dedi. Pierre Besson araya girdi.
“Biliyorsunuz en değerli meta özellikle dış uzayda su veya su elde edebileceğimiz buzdur. Uzun bir süredir Neptün çevresinde dolanan ticari bir gemimiz vardı. Neredeyse iki aydır araştırmalar yapıyordu.
“Şimdi kendisinden haber alamıyorsunuz”
“Nereden bildiniz?” dedi yaşlı adam.
“Titan kenti pek büyük bir yer değil” dedi Aleks. “Hem böyle bir haberi kolay gizleyemezsiniz” diye devam etti.
“Genç arkadaşım seninle anlaşacağımızı düşünüyorum” dedi yaşlı patron
“Ve şimdi buradayız” dedi Pierre. Fırtına’nın yönetim kabinine girmişlerdi. Önde bir koltuk vardı diğer dördünden büyük. Hemen biraz arkasında bulunan dört koltukta oturanlar gelenleri selamladılar.
“Nagooh” dedi Kaptan solunda duran koltukta oturan uzun boylu adamı tanıtırken. “Kendisi Fas’lıdır. Maliye ve muhasebe konularında uzmandır. Uzun zamandır birlikte çalışıyoruz.” Kıvırcık saçlı adam geleni başıyla selamladı. Sağında duran koltukta oturan diğeri tayfayı işaret ederek.
“Marza, Mekanik teknisyenimiz.” Marza’nın sağında oturan kadını işaret ederek Kezb’i tanıyorsunuz” dedi Pierre O’nu da selamladı. Sonra “Zofia nerede?” dedi. Kezban cevap vermeden iç kapının eşiğinde belirdi
“Buradayım size çay getirdim” diye bir ses duydular.
“Bu sessiz ve sakin arkadaşımız da Zofia.” Dedi ve diğerlerine dönerek, “Arkadaşlar bu bey görev patronumuzun temsilcisi Pierre Besson” diye tanışmayı tamamladı.
“Bu defa yolculuk nereye?” soru Fas’lı muhasebeciydi. Hemen ardından ekledi. “Kaç liraya anlaştık”
“Tatmin edici bir rakam olduğuna emin olabilirsiniz” dedi yabancı. Adamların yüzlerinde bir değişiklik olmadığını görünce ekledi. “Görev başarıyla tamamlandığında da sizlere fazladan pirim verilecek.” Yine bir değişiklik olmamıştı yüzlerde. Omuz silkti geçti. Çayları dağıtan Zofia masasına geçmişti.
“Arkadaşlar bir dakikanızı alayım” dedi Kaptan Aleks. “Neptün yakınlarında kaybolmuş bir gemiyi aramaya gidiyoruz” dedi. O ara küçük bir sarsıntı yaşadılar. Ayakta duran Pierre düşmek üzereyken kaptan kendisini tuttu.
“Rapide Renard adı. Küçük bir gemidir kendisi. Araştırır ve varsa örnekler toplar”
“Yani Hızlı Tilki. Numarası DTG 5611”
“Evet, uluslararası kayıtlardan mı biliyorsunuz.”
“Hayır ekranda görüyoruz” dedi Şakacı Aleks. Adam çok şaşırmıştı. Adamın açık ağzını görünce içten bir kahkaha attı. “Ağzınızı kapatın yoksa sinek kaçacak.”
“Ama nasıl olur” Kirli beyaz bir uydu yakınlarındaydılar. Çapı olsa olsa yüz kilometre yoktu. Birkaç bin kilometre ötelerinde de insan yapısı bir nesne belli belirsiz duruyordu. Tam tersi yönündeyse karanlık uzayın içinde soluk mavi bir ayna görünüyordu.
“Bu Neptün olamaz” dedi. “Az önce Ganymede’deydik.”
“Bizde mümkün” dedi ve Pierre bakışların masasında yüzü ekrana dönük mahcup duran Zofia’ya döndüğünü gördü.
“İmkansızı mümkün kılan bir arkadaşımız var” dedi Marza. Aleks yüzüne sertçe bakınca başka yöne çevirdi yüzünü. Kaptan Aleksandr kumanda koltuğuna oturdu.
“Biraz daha yaklaşalım bakalım sizin Tilki’nize” dedi. O arada Kezban yabancı gemi ile temas kurmaya çalışıyordu. Motorlar çalışmaya başladı. Birkaç dakika sonrasında aracın numarasını çıplak gözle okuyacak kadar yaklaşmışlardı Kayıp olduğu söylenilen uzay gemisine.
“Hiçbir cevap yok” dedi Kezban Kaptan Aleks’e ve yanındaki yabancıya.
“Bir de ben deneyebilir miyim?” dedi Pierre besson. Cevap beklemeden masaya eğildi. “Kaptan Marcel, iyi misiniz? Cevap verin lütfen. “Neredeyse temas edecek kadar yaklaşmışlardı. Hızlarını tüm yüzeyi buzul kaplı küçük uydunun yörüngesinde dönen Hızlı Tilki’nin hızıyla eşitlemişlerdi.
“Aşağıya uydunun yüzeyine inmiş olabilirler mi?” dedi Marza.
“Belki ama üç personelin tamamı inmiş olamaz” diye cevapladı Araştırma Müdürü Pierre Besson.
“O zaman ne yapmamızı öneriyorsunuz?” Aleks, geçici de olsa patronu sayılabilecek adamın yüzüne baktı.
“Olayı yerinde görelim sizin gemiye geçelim” dedi. Kaptanın aklından geçende buydu. “Marza sıra sende” dedi. Marza yanaşma manevralarını yapmak için masasına gömüldü.
Beş dakika sonrasında Hızlı Tilki’deydiler. Ana kapıdan girdiklerinde ortalık oldukça sakindi. Bilgisayarlar çalışmaya devam ediyordu. Motorun dinlemede olduğu hafif duyulan uğultudan anlaşılıyordu. Gemi dışarıdan göründüğünden daha küçüktü. İçeri giren beş kiş sağa sola dağıldı ve araştırmalara başladı. Aleks çevreye baktığında ilk göze çarpan yörüngesinde bulundukları uydu olmuştu.
“Standartlara uyuyor mu” dedi yanında bulunan Pierre Besson’a.
“Yaklaşık yüz elli beş kilometre çapında” dedi. Yaklaşık elli kilometre çapında da sert gövdesi var. Yani sorgusuzca üzerinize tescillenecek ölçüdeydi. Dünyada alınan karara göre Satürn’e kadar olan iç bölgede yüz kilometreden daha küçük olan uydular, kayalar bulanın üzerine tescil ediliyordu. Satürn’den sonra bu rakam iki yüz kilometreye çıkıyordu.
“Oraya inmiş olabilirler mi?” diye tekrar sordu. Ama aynı cevabı aldı
“Hepsi birden inmiş olamaz. Üstelik buzul uydulara inmenin ne kadar tehlikeli olduğunu biliyorsunuz. Personeli araştırmacı olan bir gemi bu işe kalkışamaz.” Haklıydı. Bir kaptan ve iki mühendisin yapacağı bir iş değildi. Birden çığlığa benzer bir ses duydular.
“Burada birileri var” Bu Kezban’ın sesiydi. Üç kişi sesin geldiği yöne koştu. O arada Pierre kenarda duran dolapların birinden bir gaz maskesi çıkardı ve butonlardan birine bastı. Bir anda içeriye sis gibi gaz dolmaya başladı. Kezban’ın yanına koşan arkadaşları yerde yatan üç kişiyi gördü. Ama her birinin yüzlerinde gaz maskesi olduğunu fark edesiye kadar iş işten geçmişti. Uyandıklarında o küçük odada bağlı buldular kendilerini.
“Allah Kahretsin tuzağa düştük” dedi Aleks öksürüklerin arasında. Küçük bir kamarada sıkışmışlardı. Verilen gazdan dolayı nefes almakta zorluk çekiyorlardı. Aleks çevresine baktığında dar bir kamara olduklarını fark etti. Soluk mavi bir ışık bağlandıkları çift ranzayı aydınlatıyordu. Ranzalara bağlanmışlardı. Bir süre sonra geminin havalandırma sistemi gazı emmişti.
“Neyin Peşindeler” dedi Nagooh.
“Burada kayıp falan yok.
O zaman bizi neden buraya çektiler.”
“Tabii Fırtına’yı istiyorlar.” Marza’ydı konuşan. “Bu kadar hızlı bir gemiyi kim istemez ki?”
“İlk başta efsane olduğumuzu söylemişti zaten” Aleks konuşan Kezban’a baktı. “Bizi değil de Gemimizi kast ediyormuş iblis” dedi
“Zofia” bu kelime Marza’nın ağzından feryat gibi çıkmıştı. Kendini bileklerinden bağlayan ipi zorladı. İpin gevşek bağlandığını fark ettiğinde biraz daha zorladı. Gücü yerindeydi ve öfkesi gücünü arttırmıştı sanki. Kendini bağlardan kurtardı. Arkadaşlarını çözmesi çok zamanını almadı. Kapı ise bir omuz darbesiyle açıldı. Komuta alanına geldiklerinde Fırtına’nın uzaklaştığını ama hala çıplak gözle görülebilecek uzaklıkta olduğunu gördüler.
“Gözleri başından beri Fırtına’daymış” dedi Aleks. Ardından
“Herkes bir yere geçsin. Gemi sevk ve idaresi konusunda ne kadar becerikli olduğunuzu görelim” dedi. Birkaç kurcalamadan sonra Hızlı Tilki’nin motorları çalışmıştı.
“Tam yol veriyorum ama hızımız bu kadar.” Pierre Besson öfkelendi.
“Ganymede’den buraya gelmemiz birkaç saniye sürdü.” Ayağını öfkeyle yere vurdu. “Atladığınız görmediğiniz başka bir buton veya pedal, tuş olmalı. İyice araştırın. Personelden birisi hafifçe öksürdü. Pierre’nin öfkesi hala geçmemişti.
“Komutan siz beş kişi demiştiniz ama bizim gemide dört kişiyi kamaraya hapsettik. Kalan o kişi buralarda bir yerlerde olmalı. Pierre’in gözü kenardaki boş koltuğa kaydı. “Pısırık insanın yüzüne bakacak cesareti bile olmayan şişman kız aklına geldi. Gemiyi idare eden kaptana döndü. “Kaptan sen yerinde kal ve olabildiğince hızlandır. Kalan iki kişi hemen aramaya başlasın” Adamlar yerinden hızla kalktılar.
Ara kapının hemen dışında olanları anlamaya çalışan Zofia ne yapması gerektiğine çoktan karar vermişti. İyi ki portatif bilgisayarını yanına almıştı. Hemen geriye koşmaya başladı. Fırtına’nın arkasında bulunan kurtarma filikasına yöneldi. Bir kişinin ancak sığabildiği kabine girince aceleyle bilgisayarını açtı. Normal bir kitap büyüklüğündeki bu el bilgisayarının ışığı tüm kabini kaplamıştı. “Beni bulmaları fazla sürmez” diye aklından geçirdi. Hesaplamalarını yaptı. Düşünceleri bir anda bir bulut gibi çevresini sarmıştı. Rakamlar el bilgisayarından çıkmış çevresinde dönüyordu. O ana kadar aklına gelmeyen bir şey bir ses beynini içinde yankılandı.
“Buraya” diyordu. “Buraya uydunun buzulunun altına gel.” Arka ambarın sıkıca kapattığı kapısı zorlanmaya başlamıştı. Tekrar hesaplarına yoğunlaştı. Kafasının içindeki ses her saniye biraz daha güçleniyordu. Parmakları o güne kadar yapmadığı yapamadığı bir şekilde hızla çalışıyordu. Kafasını kaldırıp baktığında ara kapının kırıldığını gördü. Adamlar aradaki boşluğu birkaç adımda aştılar.
Üç personel hırslıydı. Hırslı olmak zorundaydı. Yoksa Cosmos’la yarışan bu Europa şirketinde barınamazlardı. Kaçak yolcu ile aralarındaki bu kapı kendilerine engel olmamalıydı. İçlerinde en iri yarı olan Kaptan Marcel bir omuz attı ama kapı direndi. Bir daha bir daha derken amirleri yanlarında belirdi. “Kırın bu kapı çabuk” dedi. Birkaç denemeden sonra kapı çatırdadı ve içeriye girmelerine izin verecek kadar aralayabildiler. Üç adam ileri atıldı. Gemiden kaçmak üzere olan bu kişiyi yakalamalıydılar. Birkaç adım atmışlardı ki filikanın birdenbire ortadan kaybolduğunu gördüler. Her şey o kadar hızlı olmuştu ki gözle takip etmeleri mümkün değildi. Şaşkın şakın bakınırlarken Pierre “Neler oluyor?” dedi. “Yok oldu” dedi personelin en cesur olanı. Bu suratına bir yumruk yemesine engel olmamıştı.
“Rapide Renard isminin hakkını veren bir gemiymiş” dedi kaptan Aleks. Şakacı Aleks haklıydı Rapide, hızlı ve kolay kullanılan son model teknelerden biriydi. Öyle ki yakınlarında oldukları uydunun çevresinden dolanmışlar görüş açısının ters olduğu yönden yaklaşmayı başarmışlardı. Rapide’nin üç kişilik acil durum filikasıyla Fırtınaya geçmeleri çok zamanlarını almamıştı. Sadece personelin bildiği ikinci kapıdan içeri girdiler.
“Şimdi dikkatli olun” dedi Aleks Kaptan. Kendilerini doğrudan kaptan köşküne götüren koridorda ilerliyorlardı.
“Yan duvarlardaki ara geçitten geçmek daha iyi olmaz mı?” dedi Marza.
“Şahane olur. Kendi malımıza zarar vermek istemeyiz değil mi?” Koridorun üzerindeki küçük kapağı açtılar. Bu boşluk sayesinde her türlü donanım rahatlıkla gizleniyordu. Arızalar yenilemeler veya eklemeler kırıp dökmeden yapılabiliyordu. Marza girmek istedi ama olmadı. Boyu kısaydı Moğol asıllı personelin ama iri yarı bedeni mümkün değil giremezdi içeri. İkinci deneyen Nagooh’tu. O uzun boyluydu… da gene giremedi. Son çare Kaptan deneyecekti girmeyi. Ve o biraz zorlansa da içeri girmek üzereyken duydukları komut geri çıkmasına sebep olmuştu. “Kıpırdamayın”
Yine aynı şeyi yaptığını biliyordu Zofia. Gözlerini korkarak açtı. Bir buz çölünün ortasındaydı. Kafasını kaldırıp baktığında beyaz bir gökyüzü vardı. Tamamen su buzundan oluşmuş ve beş on kilometre yukarısında başlayan buzuldan bir katman çevreliyordu her yanı. Gözlerini tekrar kapadı. Beklediği arzu ettiği dünya böyle bir dünya değildi. Gözlerini açtı. Kafasını çevirip baktığında yemyeşil bir çayırın ortasına indiğini anladı. Arada kısa boylu çiçekler içerisinde birkaç ağaç olsa da her yana uzayıp gidiyordu yeşil arazi.
“Kimse var mı?” diye bağırdı. Ama sadece kendisi duydu söylediğini. O an hala filikanın içerisinde olduğunu fark etti. “Filikadan çıkabilirsin” dedi kafasının içindeki ses. Bu defa daha temizdi ve daha netti.
Önce güvenlik kemerini çözdü. Filikanın kapısını açınca içinde olduğu uydunun değerlerini kontrol etti. Oksijen seviyesi normaldi. Sıcaklık 22 dereceydi. “Böyle bir buzulun altında nasıl olabilir” diye düşündü. Yer çekimi biraz düşük olsa da bir sorun oluşturmazdı. Filikanın kapısını açtı. İçeriye temiz hava doldu. Zemin topraktı. Sanki işlenmiş gibi dümdüzdü. Bir adım attı. Belki üç metre ileriye fırladı. Bulunduğu yerden bile uydunun küresel şeklini anlayabiliyordu. “Neredesin” diye bağırdı. Hiçbir cevap gelmedi. Sadece saçlarını yalayan latif bir rüzgârın sesini duydu. Bir daha bağırdı “Kimse var mı?” diye. Hiçbir cevap alamadı.
“Neredeyim ben” dedi kendi kendine. “Burası nasıl bir yer. Geniş bir buzulun altında böyle bir cennet parçası olsun ha. İnanılır gibi değil.”
“Burası Asman, buzul altı cenneti.” Sesin geldiği yana başını çevirdi. Uzun boylu orta yaşlı ve bir hayli yakışıklı biri söylüyordu bunları.
“Senin özlediğin yerdeyiz.”
“Böyle bir buzulun çatısı altında olmak benim özlemim değildi”
“Detaylara takılma. Ama böyle bir yer istediğini hayal ettiğini biliyorum.
“O zaman sen benim bilinçaltım mısın?”
“Öyle de diyebilirsin.” Zofia adamla bir an göz göze geldiler. Adamın gözlerinin yeşile çalan kahverengisini bile ne kadar sevdiğini düşündü.
“Gözlerim sana senin anneni çağrıştırdı.”
“Ben annemi hiç tanımadım. Ben küçükken gitmiş” dedi kızgın bir sesle.
“Bilmeden suçlamak iyi olmaz. Belki anneniz size haber vermeden gitmek zorunda kalmış da olabilir.”
“İstediğiniz kadar yumuşatmaya çalışın ama annem evladını bıraktı gitti. Bunun mazereti olmaz”
“Babanız da sizi bırakmış. Ona neden kızmıyorsunuz”
“Ona da kızgınım. Ama anneme olan öfkemin nedeni… Ne bileyim… Çocuğun annesine daha çok ihtiyaç duyduğu için olabilir mi?”
“Siz nasıl isterseniz?” dedi adam. Ama benim burada olma sebebim de bu. Sizi götürmeye geldim.” Adam eliyle ileriyi gösterdi. Gösterdiği yerde ovanın ortasında bir kapı vardı. Ne bir duvar ne bir bina. Sadece basit ve sıradan bir kapı.
“Bu gerçek değil. Ben uykudayım ve rüya görüyorum” dedi kendi kendine konuşur gibi.
“Siz bizim elçimizsiniz.”
“Hadi oradan. Rüya da olmanın da bir sınırı var. Ne elçisi, kimin elçisi. Benim annem bir Ucube’ydi. Bir sirk yaratığıydı.” Sesi ağlamaklıydı.
“O zaman sizdeki bu yetenekleri nasıl açıklıyorsunuz?”
“Çok basit, annemin ucubeliği bana da geçmiş”
“Siz bir ucubenin değil üstün yetenekleri olan birinin kızısınız. Ve sizin babanız bizden biri.
“Biz… Biz… O zaman söyleyin siz kimsiniz?”
“Bizler uzaklarda kurulmuş olan bir dış uzay uygarlığının üyeleriyiz. Sizi hazırlamak için burada bekliyoruz. Bir gün uzaya çıkacağınızı, sisteminizin sınırlarını zorlayacağınızı ve buralara geleceğinizi biliyorduk. İstediğimiz sizi buralara getirecek teknolojiyle barışçılığınızın da gelişmiş olması. Gördüğümüz kadarıyla kardeşlik ve barış yeteneklerinizin gelişmesine, hırsınızı dizginleyecek olgunluğa erişmenize zaman var. Diğer elçilerimizi çektiğimiz gibi sizi de bu barbarların arasından götürmek istiyoruz. Ben size bir kere daha sormak zorundayım. Yaşadığınız hayatın zor olduğunu biliyoruz. Buyurun beraber gidelim.
“Bu yaşadığımın bir rüya olmadığına inansam ve söylediklerinizin gerçek olduğunu kabul etsem bile. Bu insanları seviyorum. Onların arasından ayrılmak istemiyorum.”
“Siz bilirsiniz. Yine de bilmenizi isteriz ki siz istediğiniz anda sizi yanımıza dış uzayın ötelerine alabiliriz” dedi.
“O zaman bana nasıl geri döneceğimi söyler misiniz?”
“Filika orada. Nasıl yapacağınızı bileceksiniz?” Zofia filikanın olduğu yöne istem dışı baktı. Başını geri çevirip baktığında kimseleri göremedi. Hafif yerçekiminin verdiği yetenekle iri adımlar atarak Filikasının yanına vardı.
“Anlatın bakalım beyler bu sıçrama işin nasıl yapıyorsunuz” dedi Pierre Besson. Kaptan Aleks ve arkadaşları bir duvar dibindeydiler. Arkadaşları konuşmuyordu. Konuşması gereken kişinin şakacı olduğunu biliyorlardı.
“Hokus pokus yapıyoruz” dedi Aleks. “Yoksa sizin böyle bir yeteneğiniz yok mu?”
“Zırvalama be adam. Bize doğrusunu anlatırsanız sizi bağışlarız ve yeterli yiyecek vererek en yakın insan kolonisine geçmenizi sağlarız” dedi yoksa yarım saatlik hava ile uzayda kaybolursunuz”
“Ne güzel işte âşık olduğumuz uzaya gömmüş olursunuz bizi” dedi Marza.
“Yüce Allah’ıma bu kadar yakınken çok iyi bir iş yapmış olursunuz” Bu defa konuşan Nagooh’tu.
“O zaman bu arkadaştan başlayalım” dedi Pierre. “O’nu Tanrısına bekletmeden kavuşturalım” Kaptan Aleks araya girdi.
“Bir kaptan olarak öncelik hakkı istiyorum”
“Yok öyle kolaylık. Geride kal ve sana güvenen adamların nasıl uzayın karanlığında kaybolduğunu gör” Zorlama bir kahkaha geldi peşinden.
Birkaç dakika sonra o kalabalık, hangar kapısı olarak kullanılan çift kapının önündeydiler. Önce ilk kapı açıldı. Uzay giysileri içindeki Nagooh kendinden emin adımlarla ara bölmeye girdi. Gemi ile arasındaki kapının kapanmasını izledi. Sonra ara kabindeki hava gemiye pompalandı. Pierre dış kapıyı açacak butonun yanına vardı. Elini iri kırmızı butona yaklaştırdı.
“Evet Şakacı Aleks, neler olduğunu anlatacak mısın yoksa şakalarına devam edecek misin?” dedi.
“Eğer o butona basarsan kendini uzayda bulursun” dedi geriden gelen bir ses.
“Zofia” dedi arkadaşları.
“Blöf yapıyorsun” dedi Pierre ama bir anda kendini ara bölmede buldu.
“Nasıl yaptın bunu” dedi öfkeyle. Havasız ortamda sesi çıkmıyordu.
“Butona basma sırası bende” dedi genç kadın.
“Yalvarırım basma” dedi bölmenin içinden gelen ses. Rapide Renard’ın kaptanı Marcel araya girme gereği duydu.
“Şartlarınızı kabul ediyoruz” dedi. Arkadaşı da kendisi de elindeki silahları bıraktılar. Ara bölmenin iç kapısı tekrar açıldı. Pierre Besson başı önde bakışları yerde içeriye girdi. Nagooh sevinç çığlıkları atıyordu.
“Marza bu dört kafadarı kendi gemilerine götürelim” dedi Kaptan. Sonra Kezban’a dönerek “Ayrılma hazırlıklarına başlayalım” dedi. Tam kapıdan çıkarken de
“Sakın biz gelmeden gitmeyin haa” dedi. Kenet kapısından geçtiler. Rapide’ye vardıklarında “Yeterli yiyeceğiniz suyunuz var mı?” dedi. Personel başıyla onay verdi.
“O zaman size iyi yolculuklar” tekrar Fırtına’ya geçtiler.
“Bir insan bunu yapabilir mi?” Soru Rapide Renard’ın uçuş mühendisinden gelmişti. “İnsan beynini bir sınırı yok” dedi kaptan Marcel. Koltuklarına geçtiler.
“Kaptan, Fırtına’nın peşinden mi gidelim” dediğinde yaşadığı şoku hala üzerinden atamayan Pierre Besson “hangi Fırtına dedi. Çevrelerini bir kere daha taradılar. Ne keşfettikleri uydu ne de Fırtına’dan eser yoktu. Sonsuz uzay boşluğunda yapayalnızdılar.
- Asman - 15 Ocak 2025
- Mürşit - 1 Eylül 2024
- Sarm’ın Sonu - 1 Temmuz 2024
- Maratondan Kopmamak - 23 Mayıs 2024
- Küpe Bağları - 1 Şubat 2024
Henüz yorum yok. Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.