Öykü

Ben Bir Savaşçıyım

Şef, uzunca bir süre süzdü. Kızıl saçlarıma, yüzümdeki çillere, parlak zırhıma, belimdeki ince uzun kılıca biraz alaycı, biraz da inanmaz gözlerle bakıyordu. Etrafımda bir tur attıktan sonra kalın kızıl kaşlarını kaldırıp “sen mi geleceksin?” diye sorduğunda, omuz silkip “neden olmasın?” dedim kısaca. “Buradayım, sizinleyim ve hazırım.”

Diğerlerine dönüp beni gösterdi. “Savaşacakmış” dedi. Adamların kahkahaları arasında gözlerindeki küçümsemeyi okuyabiliyordum.

“Olmaz” diye fırladı şefin yanında oturan. Şeften önce konuşmaya başladığına göre en ateşlisi bu olmalı diye geçti aklımdan. Herkes susmuştu.

“Olmaz. Ben bir kadınla çıkmam savaşa. Hem kanının Viking kanı olduğu ne malum? Yüzü gözü benzeyebilir ama akan kan bizim kanımız mı?”

Savaşmaya gönüllü birini istemeyen kişinin yapması gereken tek şey vardı. Onunla birebir dövüşmek… Kural buydu. Savaşmak herkesin hakkıydı. Tüm yüzler şefe çevrildi. Şef, koca kızıl bıyıklarını çekiştirerek düşündü. Bir ayı kadar iri ve güçlü görünüyordu. Parlak metal zırhını incecik bir giysi gibi kolaylıkla taşıyordu. Sadece onun miğferinde kanatlar vardı. Dudaklarının iki yanından göğsüne kadar inen bıyığıyla oynamaya devam etti. Sonunda “silah seçin, anlarız kanının rengini, biraz da eğlenelim bakalım” dedi. Vikingler kanlarının tüm ırklardan farklı aktığını kabul ederlerdi. Bir yanardağ gibi coşkuyla fışkıran kanın rengi mor olmalıydı.

Adı İva olan ateşli sarışın dev, başıyla silah seçmem için işaret etti. Zayıf rakibine bir incelik gösterisiydi bu. Vikinglerin kibrini bilmeyen yoktur. Kılıcı gösterdim ona. Ucu parlak, ince uzun kılıcımı… Boynunu esnetir gibi iki yana salladı. Kılıcımı ve beni küçümsediği, cam gibi mavi gözlerinden okunuyordu. O da belindeki kılıcı kınından çekti. Havada salladı. Kılıçları yere koyup zırhlarımızı çıkardık. Kadınlığımın göstergesi göğüslerimi bezle sımsıkı sarmıştım. Bedenimi örten bol bir bluz vardı üstümde. O ise zırhını çıkardığında kıllı koca göğsünü gururla sergiledi. Eğilip kılıçlarımızı aldık. Yüze yakın adam etrafımızda açılıp çember oluşturdu. Bir kadının dövüşecek olması çoğunun hoşuna gitmemişti. Onlar için kadının tek görevi evinde erkeğine bakmaktı. Birbirimizin etrafında bir tur atıp havayı koklayan köpekler gibi dolandık. İva homurdanıyordu. Bir kadınla dövüşecek olmasından hoşnut değildi. Bense tilki gibi gözlerimi kısmış, zayıf yanını kolluyordum. İlk hareketi benden beklediğini biliyordum. Bir çığlıkla saldırdığımda şaşkınlıkla yana doğru çekildi. Öyle hızlı hareket ettim ki koca gövdesini yana çevirinceye kadar böğrüne derin bir kesik attım. Suratı öfkeden kıpkırmızı olmuştu. Elini yarasına değdirdi ve kudurdu. Kılıcını var gücüyle sallıyordu. Her kılıç darbesinden çeviklikle kurtulmayı başardım. Pire gibi sıçrıyordum etrafında, bu da onu iyice çileden çıkarıyordu. İva diye tempo tutan seslerin azaldığı duyuyordum. İva kılıcını yukarı kaldırdığı sırada yere yatıp kılıcımı bacağına sapladım, aynı hızla da geri çektim. Kılıcı bir ağacın devrilmesi gibi yana düştü, o da dizlerinin üzerine çöküp acıyla inledi. Arkasına dolandım ve sırtına atladım. Beni sırtından atabilmek için bir goril gibi iki yana sallanıp duruyordu. Sonunda yere devrildi, ben de birlikte. Hızla ayağa fırladım ve kılıcımı boynuna dayadım.

Şef “yeter” diye bağırdı.” Yeter bu kadar. Şu anda canlı lazımsınız bana. Sen de gel benimle.”

Kazandığım dövüş için kutlama beklemiyordum tabii. İva’nın bunu kafasından atamayacak kadar erkeklik gururunu incittiğimin farkındaydım. Ben şefin arkasında nefes nefese ateşin yanına doğru giderken, o da yerden kalkmış, yarasına bakmaya çalışanları tersliyordu.

“Otur şuraya” dedi Şef kızgınlıkla. Kendisi ateşin yanına otururken, ben de gösterdiği sivri taşa oturdum. Saçlarım dağılmış, dağdan inen lav gibi belime dalga dalga akmıştı. El çabukluğuyla topladım. Kızarmış yanaklarımın sönmesi için derin nefes alıp verdim. Döğüşün alevini söndürmem zordu.

“İyi dövüşçüsün de, kadınsın işte lanet olası. Bir damla kanın akmadan koca İva’yı devirdin.”

“İstersen şimdi şurada akıtayım kanımı” dedim kılıcım çekili, gözlerimi gözlerine dikerek.

Homurdandı. “Gerek yok, nasıl döğüştüğünü gördüm. Ayrıca senin kanını durdurmak için uğraşmaz adamlarım. Söyle, nedir derdin?”

Elindeki boynuza doldurduğu içkiyi ağzının kenarından akmasına aldırmadan kafasına dikti, dibini bulduktan sonra koluyla ağzını sildi. Erkek olsam aynı boynuzu doldurur, birlikte içerdik ama bana uzatmadı bile. Boynuzu beline taktı. Ona açıklama yapmak umurumda bile değildi. Dövüşebileceğimi ispatlamıştım.

Sessizliğimi o böldü yine. “Neyse madem buradasın, yarın saldırıya geçeceğiz. Bu gece uyuyabilirsen uyu. İva’dan da uzak dur. İntikam almak isteyecek. Seni korumam.”

“İhtiyacım yok. Başımın çaresine bakarım” dedim.

Beni orada bırakıp adamlarının yanına gitti. Kılıcı yanıma koyup bir gözüm açık yere uzandım. Yıldızlar üzerime düşecek gibiydi. Karanlık gecede kurtların uluması dışında başka ses yoktu.

Sabah, güneş dağların ardından çıkmaya başladığı sırada hepimiz zırhlarımızı giymiş, şefin arkasında bir dizimiz yerde, kılıcımız elimizde, diz çökmüştük. Şef yüksek sesle savaş duasını okudu. İva en uzak noktada beni göz hapsine almıştı. Yaralarının üzerine koydukları kurumuş bitkileri silkeledi. Bir aslan gibi ağzını açıp dişlerini gösterdi. Beni parçalamak istiyordu. Dua bitince ayağa kalkıp kılıçlarımızı havada birleştirdik. Daha doğrusu ben kılıcımın ucunu diğerlerinin kılıçlarının kabzasına değdirmeye çalışıyordum. Ancak oraya yetişebiliyordum. Sonunda beni aralarına kabul etmişlerdi, en azından savaşmak için.

Gece bastırdığında kasabayı sarmıştık. Şef borunun çalınması için işaret etti, çaldığı anda da saldırıya geçtik. Kapıları kırıyor, evlere giriyor fakat neredeyse aynı hızla çıkıyorduk. Her eve, kiliseye baktıktan sonra kasabanın ortasında buluştuk. Bomboştu. Ne erkek, ne kadın, ne çocuk, ne yaşlı… Eşyalar olduğu gibi duruyordu ama tek bir canlı yoktu. Önceden haber almışlardı. Ormanın gözleri vardır.

Şef hepimizi etrafında topladı. Savaşmadan yağmalama yapamayacağımızı biliyorduk. Herkes bana bakıyordu. Söylentilerin doğru olduğunu fısıldıyorlardı birbirlerine. Şef “şimdilik dönüyoruz, girdikleri delikte nasıl olsa bulacağız onları” dedi. Omuzumdan tutup beni kenara çekti.

“Artık bizimle gelemezsin, seni kabul etmekle zaten hata yaptım.”

“Saçma” dedim. “Bu aptal söylentilere mi inanıyorsun?”

“Bak etrafına, bunun başka açıklaması var mı? Gelmiyorsun o kadar.”

“Hayır” diye haykırdım. “Bin kere hayır.” “Beni bırakamazsınız, geliyorum.”

Savaşçı kendi istemediği sürece gönderilemezdi. Şef kuralları çok iyi biliyordu ve onları yerine getirmek zorundaydı. Lanet okuyarak önümden yürüyüp gitti. Kampta diğerlerinden oldukça uzak bir noktada oturdum. İva mavi gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Biraz sonra oturduğu yerden kalktı, üzerime doğru yürüdü, hemen kılıcımı aldım.

“İndir kılıcını, uğursuz. Kadınlar evinde oturmalı, çocuk bakmalı, bize hizmet etmeli. Er meydanında dövüşecek kadın varsa, savaş yok” dedi sertçe, neredeyse kükreyerek.

“İnanma o söylentilere” dedim. “Ben de sizin gibi öldürmeye hazırlanmıştım.“

Kızgın, deli gözlerle baktı. “Git, yoksa sabahı göremezsin.” Yere tükürüp uzaklaştı yanımdan.

Şef bizi izliyordu. Bir el hareketiyle yanına çağırdı beni.

“Defol git” dedi. “Yoksa öldürecekler seni. “

“Öldüremezler” dedim. “Kendi savaşçısını nedensiz öldüren, onun ruhunun gölgesinden kurtulamaz.”

Şef, öfkesinden yanında duran kayayı söktü, fırlatabileceği kadar uzağa fırlattı.

“Bela mısın be kadın? Ne istiyorsun?” diye kükredi.

“Gidin buradan” dedim. “O zaman gelmem sizinle.”

Bıyıklarını çekip içmeye başladı. Benden ve lanetten kurtulması için neredeyse tek çözüm bu görünüyordu. Tüm gece içti. Sabah güneş doğmadan adamlarını topladı. Başka bir kasabaya saldırmak üzere beni geride bırakıp kampı terk ettiler.

Başarmıştım. Onları tek bir kişiye zarar vermeden uzaklaştırmıştım. Kılıcımı kınıma taktım. Kasabaya doğru yürümeye başladım. Mutluydum, kasabalıların yapamazsın dediği şeyi yapabilmiştim. Bunları düşünürken birden korkunç bir acıyla nefesim kesildi. Sırtımdan girip göğsümden çıkan kılıcın kanlı ucunu gördüm. Dizlerimin üzerine çöküp son nefesimi verirken, İva’nın kin dolu bakışlarıyla karşılaştım.

“Artık bizim savaşçımız değilsin nasıl olsa, ruhun beni takip edemez.”

Yanılıyordu. Yanıldığını sonra anladı. Kadın savaşçının ruhu hiçbir zaman yeryüzünden uzaklaşmaz.

Nurdan Atay

Endüstri mühendisiyim. Mesleğimi çok uzun süre yaptıktan sonra rotamı edebiyat çalışmalarına çevirmeye karar verdim. O tarihten beri de yazıyorum. İkinci üniversite Edebiyat okuyorum. Bir grup yazan/yazar arkadaşımla birlikte her ay Kil-Tablet adında öykü fanzini çıkarıyoruz. Ağırlıklı olarak öykü ve tiyatro oyun metinleri yazıyorum. Okumayı, seyahat etmeyi, film izlemeyi, yogayı, el sanatlarından becerebildiklerimi yapmayı, doğayı, öğrenmeyi, araştırmayı seviyorum.

Ben Bir Savaşçıyım” için 12 Yorum Var

  1. Merhaba;
    Kadın savaşçı fikri güzel. İşleyiş ve anlatım da keza öyle. Final şaşırtıcıydı. Ama niye şaşırıyorum ki; sonuçta Nurdan Atay öyküsü. Azını beklememek gerek 🙂
    Başlık da olmuş 🙂

    Kalemine kuvvet.
    Sevgiler.

  2. Güzel yorumların için çok teşekkür ederim Öznur Babur. Şaşırtmayı seviyorum itiraf edeyim. Benden de sevgiler.

  3. Merhaba, öykünüz güzel ve mesaj içeriyordu çok beğendim. Kadınların erkek egemen toplumunda kendini kanıtlamaya çalışmasını kadın savaşçı fikri ile aktarmanız hoşuma gitti.

    Kadın savaşçı bir figür şuan ve şunu da eklemek isterim; kadınlar geleceğin toplumunu inşa eder, eğer anneler erkek çocuklarını kadına değer verecek şekilde eğilebilirse, dünya bambaşka bir hal alır,fakat bu durum da zordur; erkek egemen bir toplumda kadınlar da maalesef erkek gibi düşünüyor ya da zorla düşündürülüyor :/ oldukça karmaşık bir durum.

    Öyküye dönecek olursak Sona yaklaşırken sonu tahmin ettim derken, sonda yaşanan olayı tahmin edemedim. Ellerinize, yüreğinize ve kaleminize sağlık her zamanki gibi güzel bir öykü olmuş. Gelecek seçkilerde görüşebilmek dileğiyle…

    1. Merhaba;

      Teşekkür ederim yorumlarınıza. Ben de toplumu değiştirenlerin kadın ve kadın gücü olduğuna inanıyorum. Öyküye de bunu taşımak istedim. Tekrar teşekkürler.

  4. Merhabalar. Öykünüzü beğendiğimi söyleyerek başlayayım; ama şöyle de bir mevzu var: Bildiğim ölçüde Vikingler’de kadın erkek eşitliği devasa noktada. Cinsiyete değil güce dayalı bir sistemleri var ve kadın savaşçılarda en az erkekleri kadar saygı görüyor. Hükümranlarının bile kadın olduğu dönemler var hatta. Tüm bunları düşünürsem öykünüz beni o gerçekliğin içinden alıp tezat bir köşeye attı ve bir ön yargıyla okudum öykünüzü. Bu açıdan başarısız buldum. Diğer taraftan bir yorumunuzda vurdulu kırdılı öyküleri sevmediğinizi söylemiştiniz diye hatırlıyorum. Sevmediği bir konuda güzel bir öykü çıkarmak herkesin harcı değildir sanırım, tebrik ederim. Ayrıca finali farklı, şaşırtıcıydı. Ölümü aceleye gelmiş gibiydi yalnız. Ellerinize sağlık diyerek gelecek seçkilerde de görüşebilmeyi umuyorum.

  5. Merhaba;

    Öykümde belirttiğim (örneğin iki kişinin dövüşmesi ya da savaşçının geri gönderilmesi gibi) benim uydurduğum kurallardı. Aynı şekilde kadının misyonu da öyle. Bu konuda biraz araştırdığımda pek de bir şey bulamamıştım. Hoş, bu ay Atlas dergisi de Viking sayısını çıkarıyormuş. Artık daha çok bilgi edinebiliriz. Buradaki Viking kadın ve adamlar tamamen benim hayal ürünüm. Ayakları yere basmıyor olabilir tabii. Eleştiriniz için çok teşekkür ederim.

  6. Çok güzel yazmışsınız yalnız yapılan son araştırmalar vikinglerin kadın savaşçıları ve komutanları olduğu keşfedildi .
    Bu konuda nat geo dergisinin mart sayısını okumanızı tavsiye ederim

    1. Merhaba, aslında ben kafamda yarattığım Viking dünyasında bir kadın savaşçıyı yazdım. Bu konu hakkında fazla da bir döküman bulamamıştım. Derginin bu sayısında Viking olunca (hatta Kayıp Rıhtım bunu pişti olduk diye yazdı) alıp okumalı dedim içimden. Siz de belirtince daha bir şart oldu okumak. Teşekkür ederim yorumlarınıza.

  7. Bin yıl önce cesaret, onur sayılan davranışların birer cehalet yansıması olduğu nasıl da ortaya çıkıyor, geç de olsa…

    Cahilliği gördüm yazınızda, bir kadınla şavaşmayı aşağılama olarak görüyor, ama o kadınla teke tek dövüşmeyi rahatlıkla kabul ediyor. Güzel bir ayrıntı.

    Kazandığım dövüş için kutlama beklemiyordum tabii. İva’nın bunu kafasından atamayacak kadar erkeklik gururunu incittiğimin farkındaydım.
    Üslup için fazla ince düşünceler olarak aklımdan geçiriyorum.
    Kazandığım dövüş için kutlama beklemiyordum tabii. İva’nın bunu kafasından atamayacak kadar boka/çamura battığının farkındayım. Gibi metafor kullanmak hem öykünün üslubuna uyacaktır, hem de gözümüzün önünde canlanan imge nedeniyle okuyucuyu heyacalandıracaktır diye düşünüyorum.

    Homurdandı. “Gerek yok, nasıl döğüştüğünü gördüm. Ayrıca senin kanını durdurmak için uğraşmaz adamlarım.” Elindeki boynuza doldurduğu içkiyi ağzının kenarından akmasına aldırmadan kafasına dikti, dibini bulduktan sonra koluyla ağzını sildi. Bir daha süzdü beni, çelimsiz bir oğlağa bakıyordu sanki:
    “Söyle, nedir derdin?” dedi. Erkek olsam aynı boynuzu doldurur, birlikte içerdik ama bana uzatmadı bile. Boynuzu beline taktı. Ona açıklama yapmak umurumda bile değildi. Dövüşebileceğimi ispatlamıştım.
    Yukarıda ufak değişiklikler yaparak, ritmi farklı bir düzen sunmaya çalıştım. Ayrıntılar harikaydı, sıralarda yapılacak ufak değişiklikler paragrafı daha vurgulu hale sokacaktır diye düşünüyorum.

    Sessizliğimi o böldü yine. “Neyse madem buradasın… Yarın saldırıya geçeceğiz.” Selam verip çıkarken bir daha seslendi ardımdan, “İva’a da dikkat et, intikam almak isteyecek.”
    “Başımın çaresine bakarım.”
    Yukarıdaki değişiklikler Şef’e kişilik katacak diye umuyorum. Sonuçta adama bu kızla konuşmasını uzatmak dahi istemeyecektir, kısa kısa geçiştirecektir. Özellikle dövüşü yenerek tüm erkeklerin gururunu ezdikleri için. Ayrıca kız, cevap verirken iki cümle kuruyor ve ikisi de hemen hemen aynı anlama geliyor. Sonuçta bir ofis elemanı gibi iki cümle de tek anlam sunacağına, tek cümlede birden fazla anlam sunacak kadar, tecrübeli (öykünün sonuna dayanarak da zeki) olmalı diye düşünüyorum.

    Onları, (halkımdan) tek bir kişiye zarar vermeden uzaklaştırmıştım. Gerçi bu düzeltmeyle İva’yı insan yerine koymuş oluyorum ama…

    Öykünün sonunu güzel hazırlamışsınız, vahşiliği vahşilikle değil, akılla durdurmak diye bir ana tema aklımdan geçti.

    Açıkçası son paragrafı bir yere bağlayamadım, fakat bu durum oldukça hoşuma gitti, ara ara farklı anlamlar aklıma geliyor. Ruh yerine bilgisi, hikayesi, düşüncesi gibi…

    Akıcılık ve dünya yaratma konusunda her zamanki gibi harikaydı. Ne var ki bu ayki öykünüzde üslubunuzu biraz ham bulduğumu belirtmeliyim. Sanki siz değilmişsiniz gibi, yazmak için her zamankinden daha az zaman bulmuşsunuz, ya da düzeltme okuması yapamamışsınız gibi. Tabii bu öyküdeki beklentimin yüksek olduğunu belirtmem gerekir. Düzeltme önerilerim, herhangi bir yazar adayı için değil, gururla takipçisi olduğumu söyleyeceğim yazarlardan birisi içindi.
    Elinize sağlık, ara vermeden seçkiye katılmanız dileğiyle…

  8. Merhaba;
    Güzel önerileriniz için çok teşekkürler. Bir süre sonra biraz demlendirip tekrar dönebilirim öyküye. O nedenle sevindim gelen önerilerinize.
    Eleştirilerin hepsi benim için çok değerli. Yazdıklarınızın üzerinde titizlikle duracağım. Sevgiler…

  9. Merhabalar,
    Öykünüzü ilk yayınlandığında okumuştum ancak yoğunluktan dolayı yorum yapmayı ertelemiştim, biraz önce 2.kez okudum ve ilk seferki kadar etkileyiciydi. Yukarıdaki arkadaşlar zaten belli eleştirilerde bulunmuşlar, onları tekrar etmemek adına sadece öykünüzü çok beğendiğimi söylemek istiyorum. Özellikle sonu beni ters köşeye yatırdı. İlk kez bir öykünüzü okudum ve diğerlerini ararken geçen senenin Ölümsüz Öyküleri yarışmasının kazananı olduğunuzu gördüm. Onun içinde ayrıca tebrik etmek istedim.
    Ellerinize sağlık, kaleminize kuvvet. Gelecek seçkilerde tekrar görüşebilmek dileğiyle…

Deniz Eksilen için Yorum Yap Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *