Tek bir düşüncesi, tek bir sevdası, tek bir tutkusu vardı: Kitaplar
Gustav Flaubert
Eve henüz gelmiştim. Yemek siparişim için sehpanın üzerine yığılmış kitapları kenara çekerek yer açıyordum. Mutfak tezgâhım, çalışma masamın üstü kitaplarla dolu. Kızarmış patatese uzanmıştım ki çalıştığım gazetenin baş editörü Salih Bey’den mesaj geldi, “Ağır bir grip geçiriyorum. Yarın yazar Bay Zincir’le röportajım var. Benim yerime senin gitmeni istiyorum, kendisiyle ilk röportajı biz yapacağız. Soruları sana e-posta ile atacağım. Kitabı okuduğunu tahmin ediyorum.” Yazar Ekrem Zincir’in kitabı “Peri Evreni” son dönemin çok satanlar listesinin başındaydı. Kitap fantastik edebiyatta çığır açmıştı. Kitabı satın almış ama okumamıştım. Okumadığım kitapları bitirmedikçe yenisini almayacağım diye kendi kendime söz verirken yeni bir kitabın kokusunu içime çekme güdüsüyle yine bir kitapçıda buluyordum kendimi.
Ertesi gün Salih Bey’in gönderdiği adresin yakınında iniyorum otobüsten, ağaçlı bir yoldan yürüyerek kırmızı tuğlalı köşkün önüne geliyorum. Seyir kulesinin penceresi demir parmaklıklarla örülü. Üst pencerelere kadar uzanan asmanın kolları giriş kapısının da bir kısmını kapatmış. Kapıyı buruşuk yüzlü bir cüce açıyor. Karanlık bir koridordan geçiyoruz. Yakut rengi duvar kağıtları, titreşen lambalar, ürkütücü bir loşluk…Biraz sonra yüksek tavanlı bir salona varıyoruz. Tam karşıdan bir gölge bana doğru geliyor. Hafif nemli, bal rengi asi bukleleri ensesinden sarkıyor. Omzunun iki yanında uzayan kanatları heybetli. Kloş eteğinin altında çıplak ayak bilekleri incecik. Onun eşsiz güzelliğinde uçuşan rüzgarları, bembeyaz gülüşünü, yeşil harelerinde duyduğum baharın kokusunu içime çekiyorum. Pencereyi açmış da toprak kokusunu davet etmişim gibi.
“Merhaba Salih Bey hoş geldiniz, Bay Zincir birazdan bize katılacak. Ben Lila, Bay Zincir’in asistanıyım. Sizi kütüphaneye alayım dilerseniz” diyor. Ben Salih değilim, demiyorum o an. İsmini dudaklarımın arasında tekrar ediyorum. Lila. Bir peri için ne muazzam bir isim. Salonun arka kapısından girip, ortasında küçük süs havuzu bulunan bir avluya geliyoruz. Lacivert ekoseli ceketinin üzerindeki kanat başlarının koluma değişini hissediyorum. Önümüze çıkan büyük ahşap bir kapıdan içeri giriyoruz. Kapının üzerinde “Ben cenneti hep bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir. Jorge Luis Borges.” yazıyor. Kapı gıcırtıyla açılıyor. İşte Bay Zincir’in cenneti; olabildiğince sessiz ve soluksuz. Duvarlar, seyir kulesinin en tepesine kadar uzanan çeşit çeşit kitaplarla dolu. Kitapların sonsuzluğu, tozlu ve tılsımlı kapaklarının ardında. Dokunuyorum onlara. Parmak uçlarımda sayfaların hışırtısı, avuçlarımda deri ciltler, yaldızlı kapaklar… Tam karşımızda sırlı bir ayna. Aynanın isli parıltısında Lila’nın kanatları daha da büyüyor. Ben ise aynada görünmüyorum. Cüce, tepside porselen fincanlarda elma çayı servis ediyor. Sandalyeye yaslanışını eteğini düzeltip ceketinin düğmelerinin birkaçını gevşetmesini, kanatlarını usulca gövdesine çekişini, zarif ellerini masanın üzerinde kavuşturmasını seyrediyorum.
“Kütüphaneler ne zaman hangi kitapla karşılaşılacağı belirsiz olan sonsuz ihtimallerin toplamıdır. Ben de evreni harflerle örülen sonsuz bir varlık olarak görüyorum. Tıpkı hayattaki ihtimaller gibi.”
Borges’in sözleri mi bunlar yoksa Lila’nın mı anlayamıyorum. O konuştukça ürperiyorum. Sarhoş gibiyim başım dönmeye başlıyor. Biraz nefes almak istediğimi söyleyerek küçük bir kapıdan geçiyorum. Pirinç merdivenlerden çıkıyorum. Seyir kulesinin en tepesinde gizli bir bölümünde kristal bir masaya oturmuş üç periyle karşılaşıyorum. Işıltılı damlacıklarla silikleşen parmak izleriyle yazıyorlar. Kanatlarının altında gümüşi gölgeler adeta dans ediyor. Elmanın içimi kemiren tadını damağımda hissediyorum. Tüm o aldığım kitapları düşünüyorum hepsinin belki de birer peri tarafından yazıldığını. Okumadan üst üste dizip, kenara koyduğum fantastik hikayeler, perili aşk romanları, peri efsaneleri… peşimden gelen Lila’nın bir anda gözlerindeki ışık demetleri gölgeleniyor. Geniş ve parlak alnı kırışıyor:
“Hep çok meraklısınız, çok meraklı” diyor sinirli bir ses tonuyla.
“Evet gördünüz işte, Bay Zincir yazmadı aslında o romanı. Bay Zincir diye biri yok. İnsanlar bizim gerçek evrenimizi çözemesinler diye uydurduğumuz öyküler onlar.”
Şaşkınlıkla yüzüne bakıyorum. Biraz önceki güzellikten ve gençlikten eser yok. Yaşlı ve buruş buruş teni soluklaşıyor.
“Bırakın artık bizi, bizi rahat bırakın. Şimdi defolup gidin buradan!”
Seyir kulesinin penceresinden görünen kemerli dağlarda sis bulutları alçalıyor. Gri bulutlar kuzeye doğru yöneliyor… Burun deliklerime dolan hoş koku kayboluyor. Sırlı camı delen kuşların sesini duyuyorum. Uzun koridorları geçerek, nefes nefese dışarı atıyorum kendimi. Sık çalıların arkasına uzanıyorum. Kütüphaneyi gezerken çaldığım el yazmalarından biri ceketimin cebinden düşüyor. Bir çift kanadın ağırlığını omuzlarımda hissediyorum.
Uzun uzun telefonum çalıyor, Salih Bey arıyor.
- Bibliyomani - 1 Şubat 2024
Merhabalar.
Eğlenceli, hızlı ve merak duygusunu provoke edici bir hikaye. Keşke peri yazarımız hakkında daha fazla bilgiye sahip olsaydık. Ya da Shakespeare’in kız kardeşi mi desek ?
Hikaye, okuyucuyu hemen etkisi altına almayı başaran canlı betimlemeler ve atmosfer oluşturma ile dikkat çekiyor. Ana karakterin içsel düşünceleri, okuyucunun onunla kolayca bağ kurmasını sağlıyor ve onun deneyimini daha derinlemesine yaşamasına olanak tanıyor.
Hikayenin ortalarında, ana karakterimiz Lila ile karşılaşıyor ve hikaye bir dönüm noktasına ulaşıyor. Lila’nın gizemli ve büyüleyici bir varlık olduğu açıkça belirtiliyor, bu da okuyucunun merakını artırıyor. Ana karakterin yaşadığı gerçeklik ile fantastik dünya arasındaki sınır giderek bulanıklaşıyor ve okuyucu bu sürükleyici karışımın içine çekiliyor.
Son bölümde, hikaye bir dönüş yaparak ana karakterin gerçeklikle yüzleşmesine yol açıyor. Gerçeklikle karşılaşma, hikayenin temel mesajını vurguluyor: Hayallerin ve gerçekliğin arasındaki ince çizgiyi anlamak önemlidir. Ana karakter, kendi hayal dünyasının etkisinden kurtulmak zorunda kalır ve bu da onun için bir ders niteliği taşır.
Genel olarak Lila’nın dönüşüm geçirmeden bir yazar kariyeri kovalaması fikri ilham verici geldi. Hikaye daha uzun olsa ve mizahi/alegorik biçimde bunu aktarsa daha iyi olurdu.