Öykü

Bir Avuç Şeker

Küçük çocuk muzip tavırlarıyla kapıyı kapatıp içeri girdiğinde annesinin kızgın bakışlarıyla karşı karşıya kalmıştı. Henüz ilk suçlarından birini işlemiş olmanın acemiliğiyle ellerini arkasında kavuşturarak annesinin sakladığı şeyleri fark etmemesini umuyordu.

“Bren! Nerelerdeydin bakalım sen?” annesi, şefkatli gözlerini çatık kaşlarıyla perdeleyerek yeterince korkutucu olmaya çalışıyordu. “Hem ne senin o elindeki. Çabuk buraya getir!”

Ufaklık birkaç adım attıktan sonra gözleri sandaletinin içinden fırlamış ayak parmaklarını seyrederek yumruklarını annesine doğru uzatıp ağır ağır parmaklarını açtı. Küçücük avuçlarında minik şeker taneleri vardı. Hani yere düşse kaldırmaya tenezzül edilmeyecek kadar.

“Nereden buldun bunları?” Küçük çocuk açıklamaya nereden başlayacağını düşünürken korktuğu başına geldi. Ablası Satla’nın sinirli sesini işiten teyzesi de yaptığı işe ara verip ellerini bir beze kurulayarak geliyordu işte. Bu hiç iyi değildi; çünkü teyzesine bir şey açıklamak daha zordu.

“Seni küçük yılan! Oraya gittin değil mi? Gitmemen gerektiğini onlarca kez söylememize rağmen!” annesi, kızgın kadının ıslak bileğinden tuttu. Yalnızca açıklamasını duymak istiyordu.

“Anlat!”

“Şeyy… Evet. Ama çok sıkılmıştım!”

“Bu bir bahane değil ufaklık! En başından anlat. Neler yaptığını bilmek istiyorum.”

“Onu yalnızca daha çok şımartıyorsun. Yapman gereken tek şey güzel bir ceza vermek. Böylece bir daha yapmayacağından emin oluruz.” ceza denince, aklına annesi evde yokken teyzesinin verdiği cezalar gelmişti. Bir seferinde tabaklardan birini kırınca teyzesi onu evin öyle yüksek bir yerine götürüp bırakmıştı ki aşağı inmek için annesinin gelmesini beklemek zorunda kalmıştı. Bu durumda en mantıklısı annesinin sözünü dinleyip her şeyi baştan anlatmaktı.

“Sabah canım sıkılınca evlerin arasında dolaşmaya başladım. Yukarıda gezinen sincabı fark edince onu yakalamanın eğlenceli olabileceğini düşündüm. Peşinden ne kadar koştuğumu bilmiyorum. Ama ormanın başladığı yere kadar kovalamışım onu. Tam sincabı yakalayacakken başka bir ses duydum. Hani sen hızlıca mantar doğrarken çıkan bir ses var ya. ‘Tok, tok, tok’ öyle bir ses işte… O tarafa baktığımda o hain cücelerden birinin evlerimize saldırdığını gördüm. Korkmuştum ama bir şeyler yapmalıydım. ‘Hey sen!’ diye bağırdım, ‘Ne yaptığını sanıyorsun?’. Beni görünce öylesine korktu ki; hiçbir şeyini almadan ormana doğru kaçmaya başladı. Bacaksız, boyuna bakmadan nasıl da hızlı koşuyordu bir görseniz… Aslında onu da yakalamak istedim fakat ormana girdiğimi duyarsanız çok kızacağınızı bildiğimden peşinden gitmedim.” Sarkık dudakları iyice titremeye başlamış, şişkin yanakları kırmızı kırmızı olmuştu. Annesi hala şekerlerin nereden geldiğini duymayı bekliyordu fakat odada onun kadar sabırlı olmayan birisi vardı.

“Nasıl? O canavarlardan biriyle mi karşılaştın? Hem de silahlı biriyle! Bu çocuk hepimizi mahvedecek! Onu hala dinliyor musun abla?”

“Onu yalnızca daha çok korkutuyorsun Setna. Bırak da anlatsın.” Ablasının sakin tavırları Setna’yı çileden çıkartıyordu.

Çocuk oluşan sessizlikte hikâyenin devamını anlatması gerektiğini anlayarak kaldığı yerden devam etti.

“O kötü cüce ormana kaçtıktan sonra bir süre bıraktığı eşyaları inceledim. Benim için bile o kadar küçüktüler ki. Onlarla da oynamaktan sıkılınca eve dönmeye karar verdim. Fakat evin yolunu nasıl bulacağımı bilemiyordum. İçimden bir ses kovaladığım sincabın son gittiği yere doğru ilerlersem yolu bulabileceğimi söyledi. Ben de öyle yaptım. Biraz yürüyünce nehrin kenarına vardım. Hani şırıltıları bizim evin arkasından duyuluyor ya; o nehir işte. Nehri takip ederek eve ulaşabilirdim.

“Bir süre senin öğrettiğin kuşlarla ilgili şarkıyı söyleyerek yoluma devam ettim. Henüz kargalardan bahseden kısma gelmiştim ki; karşı kıyıda küçük bir şey gördüm. Bu demin kovaladığım cüceden de küçük bir cüceydi. Onun bir yavru cüce olabileceğini düşünerek inceliyordum. O da aynı merakla beni inceledi. Ondan korkmadığımı göstermek için ilk önce ben konuştum: ‘Hey sen! Kimsin sen?’ diye bağırdım. Şaşırmıştı. ‘Ben bir çocuğum. İsmimi yabancılara söylememem konusunda babam beni uyardı. Bu yüzden sana söylemeyeceğim. Peki sen kimsin?’ diye cevap verdi.” Çocuk yüzünde oluşan heyecan ve şaşkınlığın annesinin ve teyzesinin yüzünde de oluşmasını bekledi bir süre. Onlardan bir tepki gelmeyince açıklama gereği duydu:

“Anlamadınız mı? Cüceler de konuşabiliyor! Onların da anne-babaları bizimkiler gibi onlara öğütler veriyor! Bu ilginç bir şey değil mi?” beklediği tepkiyi acıma dolu bakışlar olarak alabilmişti ancak. Bu noktada teyzesi bir şey söylemek istediyse de annesi onu susturarak çocuğun yeniden konuşmasına izin verdi.

“Bana ne kadar ilginç gelmişti oysa… Her neyse. O, bana adını söylemeyince ben de tabi ki ona adımı veremezdim. ‘Öyleyse ben de sana adımı söylemiyorum. Ben de bir çocuğum.’ Beni biraz daha inceledikten sonra: ‘Anlıyorum… Sen ormanda mı yaşıyorsun?’ diye sordu. Ona ‘Tabi ki hayır!’ dedim. ‘Orman çok tehlikeli bir yerdir. Orada akağaçların içinde yaşayan kötü cüceler vardır. Bir çocuğun orada yaşaması hiç uygun değil.’ Diye cevap verdim. Sonra da ‘Biliyor musun? Ben de senin ormanda yaşadığını sanıyordum.’ Diye ekledim. Bana bakıp güldü. Neşeli kahkahası beni de gülümsetmişti. ‘Seninle arkadaş olabilir miyiz?’ diye sordu. Ben her ne kadar bir cüceyle arkadaş olmanın seni kızdırabileceğini düşünsem de isimlerimizi söylememek koşuluyla kabul ettim. O da bunu kabul etti ne de olsa bir yabancıydım.”

“Bir cüce çocukla arkadaş mı oldun? Bren, seni yaramaz! Onlarla konuşmaman gerektiğini defalarca söylemişken sen bir de arkadaş mı oldun?” Bu kez annesiydi onu azarlayan. Setna susturulmaktan bıkmış yalnızca dinliyordu.

“Ama yalnızca küçük zararsız bir çocuk gibi görünüyordu. Hem adımı da söylemedim. Yalnızca birbirimize hediye verdik. Ben ona senin yaptığın çöreklerden bir parça fırlattım. O da bana bir kesenin içinde sardığı bu küçük şekerleri attı. Benim kadar iyi atamamıştı ama az kalsın suya düşürüyordu.” Küçük Bren bu son kısmı gururla anlatmıştı. Annesine cüceden daha güçlü olduğunu göstermeye çalışıyordu fakat bu küçük detay da annesinin endişelerini gidermeye yetmemişti.

“Pekâlâ! O şekerler seninle kalabilir. Ama bundan sonra o yeni arkadaşınla görüşmeni kesinlikle istemiyorum. Oraya bir daha gitmeni de istemiyorum. Şimdi odana git ve yemek hazır oluncaya kadar oradan çıkma!”

Küçük Bren’in odasının kapısı kapandığında Setna, endişeli bir biçimde ablasına döndü:

“Bu yaptığımızın gerçekten iyi bir şey olduğundan emin değilim. Ondan daha ne kadar saklamayı düşünüyorsun gerçeği?”

“Hangi gerçeği? Ormanın derinlerinde bir ağaç kovuğunda yaşayan dev canavarlar olduğumuz gerçeğini mi? Onun bir ucube olduğunu düşünerek yaşamasına izin veremem. Vakit kaybetmeyelim de toparlanalım. İnsanlar burada olduğumuzu öğrendiğine göre yakında bizi bulmak için geleceklerdir.”

Bir Avuç Şeker” için 8 Yorum Var

  1. Selamlar;

    Kesinlikle şimdiye dek okuduklarım arasında en iyisiydi. Sadece okuyucu tepetaklak eden sonuyla değil (böyle bir sonu cidden hiç beklemiyordum, alabora oldum oturduğum yerde), anlatımı, diyalogları ve çocuğun hareketleriyle de çok güzel bir hikayeydi. Kesinlikle çok çok beğendim.

    Ellerine, aklına ve kalemine sağlık…

  2. cemaziyel kesinlikle alabora eden sonlar konusunda çok becerikli. Daha öncede ‘Gemileri yakmak’ isimli hikayesinde işlediği masal bölümünde bize bu duyguyu yaşatmıştı. Okuyucuyu şaşırtmayı ve sonuca çivilemeyi gayet iyi biliyor. Ama hala çörekler konusunda aynı fikirdeyim cemaziyel 🙂

    1. Seni cücelerin var olduğuna inandırdım ama çörek yapabileceklerine inandıramadım gülbüyüsü 😀 teşekkürler yorum için.

  3. Merhabalar, hikayenizi gerçekten çok beğendim. Olumsuz bir şey söylemem mümkün değil, hem de böyle bir ‘son’ karşısında. Anlaşılan sizden öğrenmem gereken şeylerin başında geliyor bu bitiriş kısımlarının nasıl yazılacağı. Diğer öykülerinizi de okumaya başlamalıyım…

    1. Esin kaynağı olabilecek kadar beğendiyseniz çok sevindim gerçekten. Yorum için teşekkürler. 🙂

  4. Hikayeyi okurken sonunu tahmin etmiştim ama biraz daha farklı bir şekilde 😀 Ama kurgu ve çarpıcı sonlar konusunda çok başarılı olduğunu söylemek zorundayım sanırım.

    1. Kurgu ve çarpıcı son bizim işimiz 😛 Bilemiyorum sanırım bütün öykülerde bunu yakalayamıyorum ama arada çıkıyor işte bir şeyler. teşekkürler 🙂

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *