23 Şubat 1938
Saint Germain, Paris, Fransa
Sevgili Stefan,
Bu sabah postacı mektubunu bana ulaştırdığında o kadar sevindim ki, tahmin dahi edemezsin. Az kalsın mutluluktan postacının terini silmek için çıkarttığı şapkasının altındaki kel kafasını öpecektim. Neyse ki kendime hâkim olmayı başardım. Normalde irademi kontrol etmeye ilişkin ciddi zaaflarım olduğunu biliyorsun. Fakat merak etme, üzerine çalışıyorum. İple çektiğim bir sonraki görüşmemizde ilerlemeyi senin de not edeceğine inanıyorum.
Yaptığımız yazışmalardan gerçekten büyük bir haz duyuyorum. Duygularımızın karşılıklı olduğunu bilmek, senden gelen mektupları daha büyük bir coşkuyla elime almama neden oluyor. Şu dünyada senin beyin kıvrımlarından dökülen düşünce şelalelerinde yıkanmak kadar bana keyif veren çok az şey vardır. Yalnız burada bir durmam gerekecek; biricik eşim Gala’ya haksızlık etmek istemem. Yaptığı havuçlu tarçınlı keklerden aldığım her ısırık seninle fikir denizlerinde yaptığımız seyahatlere taş çıkartacak bir tatmin duygusu yaşatıyor. Mutlaka denemelisin. Hatta, madem mektubunda beni çok mutlu ederek Paris’e geleceğinin haberini vermişsin, burada olduğun süre boyunca bizimle kalmaktan başka bir seçeneğin olmadığını söylemek isterim. Bahane kabul etmiyorum. Sadece beş günlüğüne Paris’e geliyorsun ve bu seyahati sırf benim yıllardır hayalini kurduğum o görüşmeyi gerçekleştirmek için yapıyorsun. Paris gecelerinde kafanı yastığa koyduğunda çıplak ve ruhsuz bir otel odasının boyası gelmiş tavanına bakmana gönlüm razı gelmez. Konuyu Gala ile de konuştum. Senin geleceğini öğrenince çok sevindi. Hemen seyahat tarihlerine uygun parti ve davet organizasyonu programları yapmaya başladı. Sakin olmasını söyledim. Onu ikna edeceğimden şüphen olmasın. Büyük oranda kafanı dinleyebileceğin ve kalan zamanlarda uzun uzun sohbet edebileceğimiz bir ortam sağlayacağım sana. Seni evimizde konuk etmekten onur ve keyif duyacağız saygı değer dostum.
Diğer önemli haberine gelirsek; yazdıklarına halen inanamıyorum. Bu rüya gibi bir şey. Çalışmalarımı kıskanç bir takdir ve olağan dışı bir sempatiyle takip ettiğini gerçekten söyledi mi sana? O kelimelerin yazılı olduğu mektubu Paris’e gelirken yanında getirebilir misin? Biliyorum, görüştüğümüzde bunları kendisi de söyleyebilir. Ama yazılı bir metinde bu düşünceleri görmenin ne kadar farklı hisler barındıracağını ve bende ne gibi duyguları tetikleyeceğini dünya üzerinde senden iyi kimse bilemez diye düşünüyorum. Sigmund’un yaklaşımlarının bilinçaltımdaki yansımalarını ve çalışmalarıma etkilerini daha önce birçok kez konuştuk. Tekrarlayıp seni sıkmak ve bu mektubu uzatmak istemem. Tüm bu meseleleri yıldızlarla aydınlatılmış serin bir Paris akşamı kahvelerimizi içerken konuşma fırsatına erişeceğimizi bilmek beni yeterince heyecanlandırıyor.
Sanırım bu mektubu burada sonlandırmam en iyisi olacak. Yolcuğuna az bir zaman kaldı. Eğer gelişinden önce yapmamı istediğin bir hazırlık varsa lütfen çekinme ve bu mektubu alır almaz vakit kaybetmeden bana yaz. Gala ve ben senin rahatın için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayacağız.
Eğer merak ediyorsan söyleyeyim; Paris’teki hayatımızdan memnunuz. Evet bir Barcelona değil ama buraya alıştık. Geldiğinde senin de böyle hissedeceğini umuyorum.
Değerli Stefan, şimdiden yeni filizlenen tatlı bir heyecan çiçeği gibi kokan bu eşsiz dönemin beni esir aldığını hissediyorum ve senin o kalem tutmaktan ve aklındakileri kâğıda dökmekten yorulmuş elini uzun bir aradan sonra tekrardan sıkmak için büyük bir sabırsızlık duyduğumu bilmeni istiyorum.
Karanlık yollarda yanında yürümekten her daim zevk alan dostun,
Salvador
Not: Görüştüğümüzde Sigmund’a ve sana güzel bir sürprizim olacak. Hoşunuza gideceğini umut ediyorum.
15 Mart 1938
Gare Du Nord, Paris
Stefan 1934 yılından beri, Almanya’da her geçen gün kuvvetlenen, sonunun nereye varacağı belli olmayan örgütsel bir dava halinde ilerleyen ve toplumun tüm kesimlerinde karşılık bulmaya başlayan ırkçı, faşist ve aşırı sağ görüşlü Nazi Partisi ve onun lideri Hitler’in baskılarından bıkıp göç ettiği Birleşik Krallığın başkenti Londra’da yaşıyordu. Dolayısıyla sevgili dostu Salvador ile görüşmek üzere yapacağı yolculuk için Londra’dan Paris’e bir seyahat gerçekleştirmesi gerekmişti.
Bu yolculuk için tercih ettiği 1936 yılında hizmet vermeye başlayan Gece Feribotu isimli yemekli ve yataklı yolcu treni 15 Mart 1938 günü Paris’in ünlü Gare Du Nord tren istasyonuna vardığında hava henüz kararmamıştı. Kapılarını 1846 yılında yolculara açan bu görkemli yapıya ne zaman gelse içini anlam veremediği bir hüzün kaplayan Stefan, tren istasyonunun yolcu bekleme bölümünde boş bulduğu bir banka oturup çantasına uzandı. Hiçbir koşulda yanından ayırmadığı not defterini ve dolma kalemini çıkartıp şu notları aldı:
“Bir kez daha Paris’teyim. Buraya en son birkaç sene önce bir edebiyat çalıştayı için gelmiştim. Şehri fazla kibirli ve samimiyetsiz bulduğumu, bu hislerimi yine böyle bir akşamüzeri oturduğum bir bankta kaleme aldıktan sonra, kendi kendime bir süre Paris’e uğramamam gerektiğini tembih ettiğimi hatırlıyorum. Fakat asla unutmamalıyım; insanoğlu tarihin hiçbir döneminde kendine söz geçirmeyi başaramamıştır. Ne yapıyorsak, nasıl davranıyorsak, hepsinin altında yatan ve kontrolümüz dışında sentezlediğimiz psikolojik ve kimyasal reaksiyonlardan bihaber bir biçimde yaşantımıza devam ediyoruz. Tüm eylemlerimizi bilinçli aklımızın gerçekleştirdiği safsatasına tutunan bir yanılsama balonuna hapsolmuş durumdayız. Belki de beni bugün Gare du Nord’a getiren asıl neden, Salvador ya da Sigmund değil, benim yaşamıma anlam katma çabamın çıplak ve ürkütücü gerçekliğidir.
Almanya’dan ateşlenen fitil belki henüz Fransa topraklarına ulaşmadı ama hissedebiliyorum, vakit daralıyor. Bu kaçınılmazın gerçekleşeceğini, güneşin her gün doğacağını bildiğim gibi biliyorum. Kanat çırpan güvercinlerin isteksizliklerinde duyabiliyorum. Oturduğum bu bankın üzerine çizilen cinsiyetçi küfürlerde okuyabiliyorum.
İşte, ben bu hislerle dalgalanan düşüncelerimde boğulurken ve yenemediğim korkularımın esiri olmaktan dahi korkarken, sevgili dostum Salvador garın kapısından içeri giriyor. Ona el sallıyorum ve bu düşünceli ruh halimi not defterimin sayfaları arasında bırakıp genç dostuma sarılmayı seçiyorum…”
18 Mart 1938
Café de Flore, Saint Germain, Paris
“Sigmund ile en son ne zaman yüz yüze görüşmüştünüz?” diye sordu Salvador, önündeki Paris kafelerinin alametifarikası küçük yuvarlak masanın üzerindeki kahvesinden bir yudum almadan ve bakışlarını karşı kaldırımda salına salına yürüyen kırmızı elbiseli genç kadına kaydırmadan önce.
“Dur bir düşüneyim,” diye yanıt veren Stefan, kafasını yukarı kaldırıp bakışlarını gökyüzüne çevirdi. Bu davranışıyla Salvador’un sorusuna yanıt vermek için ilahi bir desteğe ihtiyaç duyuyormuş gibi bir hale bürünmüştü. Ya da küçük bir tekneyle açıldığı hatıralar denizinin dibinden yosun tutmaya başlamış bir anı kalıntısını yüzeye çıkartmaya çalışan bir dalgıç olmuştu. “Yanlış hatırlamıyorsam dört-beş yıl önceydi. Ben henüz Almanya’yı terk etmemiştim. Bir üniversite derneğinin düzenlediği ve ikimizin de davetli olduğu akşam yemeğinde uzun uzun sohbet etme fırsatımız olmuştu.”
“Yaşlanıyorsun dostum,” dedi Salvador. Arkadaşına takılıyordu ama ağzından çıkanların yalın ve dürüst gerçekliğinden ikisinin de en ufak bir kuşkusu yoktu. “Bir an için soruma senin yerine yanıt vermesi için Sigmund’un gelmesini bekleyeceksin sandım. Hafızanı yola çıkmadan önce Londra’da mı bıraktın, yoksa dün gece içkiyi fazla mı kaçırdın?”
Üç gündür Paris’te olan Stefan, Salvador ve en az onun kadar harikulade eşi Gala ile geçirdiği kaliteli vaktin keyfini sürüyordu. Hatta onlarla olmaktan o kadar memnuniyet duyuyordu ki, geceleri uykularının kaçmasına neden olan Avrupa’nın ve dünyanın gidişatına ilişkin beslediği evhamları bile neredeyse aklından çıkartmış ve kendini Gala’nın organizasyonlarından zevk almaya bırakmıştı.
Salvador ve Gala, Paris’in kalburüstü zenginlerinin, keyfine düşkün sanatçılarının ve toplumsal yalnızlık çeken düşünürlerinin ikamet ettiği Saint-Germain semtinde çatı katı bir dairede yaşıyorlardı. Evlerine kısa bir yürüme mesafesi uzaklıkta bulunması bir yana, her daim dolu masalarıyla ve dillere destan kahveleriyle Paris burjuva ve aristokrat kesiminin uğrak yerlerinden olan Café de Flore, vakit geçirmeyi en çok sevdikleri yerlerin başında geliyordu. Salvador, Sigmund ile buluşmak için daha iyi bir yer olamayacağına karar vermiş ve Stefan’dan onu Café de Flore’e çağırmasını rica etmişti. Sigmund da bu nazik daveti kabul etmiş ve bugün için sözleşmişlerdi.
İki arkadaşın keyifli sohbeti devam ederken Salvador’un kontrol etmekte zorlandığı heyecanı her geçen dakika biraz daha artıyordu. Tam saatine bakıp buluşma vaktinin geldiğini aklından geçirirken; Stefan’ın sol omzunun üzerinde, kahverengi takım elbisesiyle uyumlu fötr şapkalı, düzgün kesilmiş sakalları ve şık giyimiyle bir Paris beyefendisi görünümüne sahip, ilerlemiş yaşına rağmen attığı her adımdaki özgüvenle çevresindekilerin şaşkın bakışlarını üzerine çeken bir adamın siluetini gördü. Salvador bu gelenin 1920’li yıllardan beri tüm hayatında ve ortaya koyduğu eserlerin tamamında tartışmaya açık olmayacak etkiler bırakmış Sigmund Freud olduğunu hemen anlamıştı.
Sigmund daha masalarına yanaşmadan Salvador ayağa kalktı ve resimlerindeki birçok sembolizm öğesinin fikir kaynağı olan adamı ayakta karşıladı.
İlk olarak Stefan ile samimi bir şekilde kucaklaşan Sigmund daha sonra Salvador’a döndü.
Ne Sigmund ne de Salvador el sıkışmak için ilk adımı attı. Ortada birkaç saniyelik nefeslerin tutulduğu garip bir sessizlik anı oluştu. Düello sırasında ilk hareketi kimin yapacağını bekleyen ve birbirlerini kollayan hasımlar gibiydiler. 34 yaşındaki genç ama yetenekli ressam Salvador ve 82’lik delikanlı Sigmund, Café de Flore’den yayılan mis gibi kahve kokuları, çalmakta olan pikaptan kulaklarına ulaşan Édith Piaf’ın büyüleyici sesiyle söylediği Mon cœur est au coin d’une rue[1] şarkısı eşliğinde kıpırdamadan birbirlerinin gözlerinin içine bakıyor, sanki akıllarından geçeni okumaya çalışıyor gibiydiler. Hayranlık ve saygı karışımı hislerle Sigmund’un yüz hatlarını inceleyen Salvador, daha fazla beklemeden ilk adımı atmaya karar verdi.
Salvador gözlerini adamdan ayırmadan elini ileri doğru uzattı ve “Ben Dali, ve hepsi bu[2]– sizinle tanışma şerefine nail olduğum için onur duydum,” dedi.
Sigmund kendisine uzatılan ele karşılık verdi. “Sigmund Freud” diye kendini tanıttıktan sonra gözlerini uzun bir aradan sonra ilk defa kırptı ve Salvador’un sıktığı elini bırakmadan Stefan’a döndü. Hafif bir tebessümle ekledi: “Anlattığın kadar varmış Stefan. Tam bir fanatik. Şimdiden ona bayıldım.”
Sigmund’un keyif kahkahalarına Salvador ve Stefan’ın da katılmasının ardından üç büyük ismin hayatları boyunca unutamayacakları ve bahsi ne zaman açılsa Café de Flore Buluşması olarak anacakları, insan doğasının temel dinamiklerinin irdelendiği ve bilinçaltındaki gizli bahçelerin sırlarının açığa çıkarıldığı o sohbet böylece başlamış oldu.
* * *
Üç ismin de tartışmak istediği, önlerindeki küçük masaya dökmek istediği birçok konu vardı. Ufak ufak başladıkları sohbetleri konuların derinleşmesi ile kimi zaman hararetli tartışmalara dönüşmüş, kimi zaman ortak akıl yürütüp çözümledikleri kompleks problemlerin kökenlerine inmişti.
Tartışmalar ilerledikçe konu konuyu açmış, kum saatinde akacak kum kalmamış, güneş batmaya yaklaşmış ve üç dehanın Café de Flore’de gerçekleştirdiği sohbetleri farklı bir yöne yelken açmıştı.
“Hadi bize şu sürprizinden bahset!” diyerek konuyu Salvador’un mektubunda bahsettiği sürprize getiren Stefan olmuştu.
Kahvesinden büyük bir yudum aldıktan sonra, “Memnuniyetle,” diyen Salvador ve az ileride ayakta bekleyen garsona bir el işareti yaptı. Bu işaretin anlamını gayet iyi bilen garson hızla içeri geçti.
“Sigmund, hatırlarsan sana Salvador’un bize bir sürprizi olduğunu söylemiştim,” dedi Stefan.
Sigmund bir kaşını kaldırıp önce muzip bir gururla gülümseyen Salvador’a sonra da meraklı bir çocuk gibi olacakları bekleyen Stefan’a çevirdi gözlerini. “Ve ben de ne gibi bir sürpriz olduğunu sormuştum.”
Salvador araya girme ve Stefan’ı savunma gereği hissetti. “Değerli Sigmund, lütfen Stefan’a kızmayın. Bu sürprizime dair ona hiçbir bilgi vermedim. Siz ne kadar fikir sahibiyseniz, o da sizinle aynı noktada.”
Sigmund, Salvador’un gözlerini delip aklından geçenleri bir çırpıda söküp almak ister gibi bir bakış attı. Hayatı insanların davranışlarının altında yatan gerçek arzularını ve gayelerini çözümlemeye çalışmakla geçiren birisi için Salvador olağanüstü bir denekti. Konumlandırması, anlamlandırması ve şifrelerini kırması neredeyse imkânsız, doğaçlama gibi görünen ama planlı olduğu aşikâr davranışları vardı Salvador’un. Bu hali, Sigmund’un çok sevdiği Sir Arthur Conan Doyle karakteri Sherlock Holmes’ün kompleks bir cinayeti adım adım çözerken yaptığı gibi, karşısındaki insanı farklı açılardan irdeleme gereği duymasına sebep oluyordu. Sigmund bu durumdan keyif aldığını hissediyordu.
Salvador’dan aldığı işaretle kafenin içerisinde gözden kaybolan garson kısa süre sonra üstü beyaz bir kumaş parçasıyla örtülmüş büyükçe bir resim çerçevesi ile geri döndü. Çerçeveyi Stefan’ın ve Sigmund’un şaşkın bakışları arasında Salvador’a teslim eden garson, saygıyla selam verip uzaklaştı.
Bir üstü kapalı çerçeveye bir de Salvador’a bakan Stefan, heyecanla “Yeni bir resim mi yaptın yoksa?” diye sordu.
Yüzündeki muzip gururu koruyan Salvador, “Evet,” diye yanıtladı. “Ve hakkında ne düşüneceğinizi çok merak ediyorum.”
Gözlerini karşı kaldırımda el ele yürüyen genç bir çifte sabitlemiş olan Sigmund, “Ne hakkında bu yeni çalışmanız?” diye sordu. Ne aralarına yeni katılmış çerçeveye ne de Salvador’a bakmıştı bu soruyu sorarken. Sevgili oldukları belli çiftin endişeli bir mutlulukla sürekli etraflarını kolaçan etmeleri Sigmund’un bu ikilinin yaşadığı ilişkinin ahlaki ve vicdani temellerini sorgulamasına neden olmuştu.
Salvador birinin kendisine resmi hakkında sorular sorması için yanıp tutuşuyordu. Bu resme dair anlatmak istediği çok fazla ayrıntı vardı. Sözlerine başlamadan önce, heyecanını erkenden fark eden Sigmund’un onun konuşmasına izin vererek rahatlamasını sağlamak ve duymak istediklerini ona söyleyerek konuşmanın gidişatını yönetmek için mi bu soruyu sorduğunu merak etti. Sigmund’un insanların davranışlarını onlar farkında bile olmadan kontrol altında tutmak konusundaki muazzam kabiliyetinin methini sayısız kez duymuştu.
“Doğruyu söylemek gerekirse bu çalışmamda ikinizden ilham aldım. Stefan’ın karamsar ruh halinin ve yaklaşmakta olan olası bir savaşa karşı duyduğu son derece insancıl duygular olan korku ve endişeyi, Sigmund’un insanın bilinçaltının gizli kalmış dehlizlerindeki define avcılığının günümüz bireylerinin gündelik yaşantılarındaki çatışmalarını, ruhun ve bedenin anlamı üzerine yerleştirerek gerçeküstü bir bakış açısıyla eritmeye çalıştım.”
Sigmund, gözlerini genç çiftten ayırıp Salvador’a çevirdi. Ünlü ressamın söyledikleri bir delininkinden çok, üstün bir aklın izlerini barındırıyordu. Etkilenmişti. “İlginç bir yaklaşım. Söyledikleriniz ilgimi çekti. Mümkünse şimdi bu sözleriniz üzerine yaptığınız resmi görebilir miyiz?”
“Elbette,” dedi Salvador büyük bir keyifle ve “Yanan Zürafa” ismini verdiği resmin üzerindeki örtüyü kaldırdı.
Stefan ve Sigmund dakikalarca tek kelime dahi etmeden resmi incelediler. Salvador bu süre boyunca çenesini tutmaya çaba göstererek onlara fikirlerini toparlayabilmeleri için ihtiyaç duydukları zamanı verdi.
Bu sessizliğin ardından ilk konuşan Stefan olmuştu. “Sevgili dostum, bu gerçekten muazzam bir çalışma. İlk bakışta bütünlükten uzak, rastgele yerleştirilmiş hayal ürünü objelerden oluşuyormuş gibi görünüyor. Fakat resimdeki her bir fırça darbesinin orada olma sebebini ve resmin bütünüyle olan etkileşimin sorgulayınca, insanın düşünce çekmeceleri birer birer açılıyor ve içlerine sığmayacak kadar fikirle doluyor. Benim endişelerimi doğrudan olmasa da dolaylı yollardan paylaştığını göstermen de beni memnun etti.”
Görüşleri için Stefan’a teşekkür eden Salvador, şimdi Sigmund’un düşüncelerini duymak için onu beklemeye başladı.
Sigmund az önce çantasından çıkarttığı piposuna tütün doldurmakla meşguldü. O sırada yan gözle Stefan’a baktı ve “Dahilik ile delilik arasındaki ince çizgiyi resmeden bir sanatçıyla aynı masayı paylaşıyoruz,” dedi. “Uzun zamandır, ki buna benimkiler de dahil, bu kadar büyüleyici bir psikanaliz çalışma görmemiştim. Tek kelimeyle olağanüstü.”
Salvador’un koltukları kabarmıştı. Ne diyeceğini bilemiyordu. Sigmund bilinçli olarak bu sözleri direkt Salvador’a iletmek yerine Stefan’a söylemişti. Övgü ve iltifatların doğrudan o kişiye söylenmesi yanlış anlaşılabileceği için üçüncü bir şahıs üzerinden aktarılması daha tercih edilen bir yaklaşımdı.
Salvador bu komplimana içten bir “Teşekkürlerimle,” diyerek karşılık vermişti. “Sizin insan beyninin açılmamış kapılarını aralayan çalışmalarınız sayesinde daha önce bakıp da göremediğim şeyleri artık görebiliyor ve tuvale yansıtabiliyorum. Sanki alnımın ortasında üçüncü ve yeni bir gözüm varmış ve gölgelere saklanmış maneviyatın özünü görebiliyormuşum gibi hissetmemi sağladınız.”
Sigmund başıyla onayladı. “Bireyin anahtarlarını nereye koyduklarını dahi hatırlayamadıkları bilinçaltı odalarında tuttukları en mahrem düşüncelerinin, açılmayı bekleyen bilinçaltı katmanları, çekmeceleri şeklinde tasvir etmek, ancak sizin gibi sürreal resmin ardındaki gerçekliğe parmak basan birinden beklenebilirdi.”
“Şimdi izninizle bir deney gerçekleştirmek istiyorum,” dedi Stefan. Salvador’dan tabloyu kendisine vermesini rica etti ve aldığı tabloyu arka masada oturan orta yaşlı, iş adamı görüntüsü çizen ve hali vakti yerinde kodaman gruba gösterdi. Resmi bir arkadaşlarının çizdiğini ve düşüncelerini merak ettiğini de ekledi.
Grubun ortak tepkisi resmi çocukça bulmak olmuştu. Yanan bir zürafa, çekmeceli bir kadın bacağı ve tekinsiz, karamsar bir havaydı diğer dikkatlerini çeken detaylar.
Sigmund, bu gösterinin yeterli olduğunu söyledi Stefan’a. Stefan onaylar bir el hareketi yapıp gruba görüşlerini paylaştıkları için teşekkür etti.
“Gördüğünüz gibi dostlarım, günümüz toplumları kendi gündelik problemleri ve koşuşturmacaları ile o kadar meşgul ki, asıl mühim konuyu yani kendi zihinsel ve ruhsal ihtiyaçlarını karşılamaktan, hatta karşılamayı geçtim, anlamaktan dahi uzaklar. Siz onlara belki de dünyanın en derin anlamlı sanatsal çalışmasını gösteriyorsunuz, aldığınız yanıtı on yaşında bir çocuk da pekâlâ verebilirdi. İşte gelecekte insanoğlunun çözmesi gereken en önemli problem da bu. İnsanlığın gerçekçi temel ihtiyaçlarının nasıl sağlanacağının tüm parçaları ve yapıcı çözümleri ile ele alınması…” dedi Sigmund.
“Maalesef hiçbir devlet bunu yapmak istemiyor. Kendini ve çevresinde olan biteni düşünen ve sorgulayan birey hepsi için varoluşsal bir problem. On yaşında çocuk aklına sahip iş adamları tüm politikacıların ortak dileği,” diye ekledi Stefan, gözleriyle arkasındaki kodaman grubu işaret ederek.
“Bu varoluş problem çözülemez bir düğüm haline geldiğinde buldukları çıkış yolu da hep aynı oluyor,” dedi Salvador.
“Evet, sonucunda kazanan olmayan kesin bir yıkım…” diye doğruladı Sigmund.
Cümleyi kısık ve çatlak bir sesle, her geçen dakika daha da düşünceli bir hale bürünen Stefan tamamlamıştı: “Taş taş üstünde bırakmayacak, korkunç bir savaş…”
* * *
Salvador Dali, Stefan Zweig ve Sigmund Freud artık Café de Flore’daki sohbetlerini noktalamanın zamanının geldiğini fark etmişti. Üç isim, her ne kadar mekânı terk etmek istiyor olsa da, sohbetlerine devam etmek için küçük birer oğlan gibi heves duyuyordu. Herkesin kafasına yatan çözüm önerisi Salvador’dan gelmişti:
“Sevgili eşim Gala’nın fırından yeni çıkmış havuçlu tarçınlı kekinin ağzınızda dağılırken bıraktığı tadı tecrübe ederken bir yandan da Yanan Zürafa üzerine biraz daha samimi bir ortamda sohbet etmek üzere benim evime geçmeye ne dersiniz?”
Kafalar onaylarcasına sallanmış ve garsondan hesap istenmişti.
Bulutsuz gökyüzündeki dolunayın tüm ihtişamıyla şehri aydınlattığı o Paris akşamının kimsenin dikkat etmediği bir anında, gökten üç yıldız kaymıştı…
-La Fin-
Notlar
(Édith Piaf’ın Non, je ne regrette rien şarkısı[3] eşliğinde okumanızı öneririm.)
- Kişiler ve mekânlar gerçektir. Yaşanan olayların bir kısmı gerçek, bir kısmı kurgudur.
- İspanya İç Savaşı’ndan kaçan Salvador Dali, 1936 yılında Fransa’ya yerleşmiş ve 1939 yılına kadar orada yaşamıştır.
- Salvador Dali, Freud’un büyük bir hayranıdır. İlk görüşmeleri ve tanışmaları gerçekten de 1938 yılında Fransa’da gerçekleşmiştir. Bu görüşmeyi öyküde olduğu gibi, ikilinin ortak arkadaşı olan Stefan Zweig organize etmiştir.
- 1 Eylül 1939’da Almanya Polonya’yı işgal etmiş ve İkinci Dünya Savaşı’nın fitili ateşlenmiştir.
- Sigmund Freud, Salvador Dali ve Stefan Zweig ile gerçekleştirdiği görüşmeden bir sene sonra, 23 Eylül 1939’da vefat etmiştir.
- Stefan Zweig 1934 yılında Nazi Partisi’nin yükselişinin ardından Almanya’yı terk etmiş ve 1940 yılına kadar Londra’da yaşamıştır. Daha sonra sırasıyla ABD ve Brezilya’da hayatına devam etmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nın dünyaya etkileri ve Avrupa’nın geleceğine ilişkin yaşadığı bunalımın etkisiyle 1942 yılında eşi Lotte Altmann ile birlikte intiharı seçerek yaşamına son vermiştir. Çiftin Brezilya’da yaşadıkları ev daha sonra müzeye çevrilmiştir.
- Salvador Dali, gelmiş geçmiş en ünlü ressamlardan birisi olarak birçok sanatçıya ilham kaynağı olmayı başarmış ve 23 Ocak 1989’da hayata gözlerini yummuştur.
[1] Fransızların efsane sanatçısı Édith Piaf’ın 1937 çıkışlı bir şarkısı (https://open.spotify.com/track/7uFsLMJiGrDI7ua7yaKLOe?si=QJnEmy2-QaW_A4s_SkvMag)
[2] (I am Dali, and only that): Dali’nin apolitik duruşuna yaptığı bir gönderme
[3] https://open.spotify.com/track/3dkIE8P7hvl3tHl9KSb6dA?si=63FnCB39Q9KBdW5tp-B-dg
- Café de Flore Buluşması - 1 Temmuz 2020
- Altın Balina - 1 Ağustos 2019
- Söylence - 1 Temmuz 2019
- Çatlak Patlak, Yusyuvarlak, Kremalı Börek ve Sütlü Çörek - 15 Mayıs 2019
- Birikmiş Dönem Ödevi, Karpuz Tabağı ve Vantilatör - 15 Eylül 2018
Özel seçkimizdeki okuduğum ilk öykü olmasının sebebi öykünün adının güzelliğindendir. Café de Flore o kadar çok sanatçıya misafirlik yapmış bir kafe ki inşallah yakın zamanda isteyen herkesin orayı görme fırsatı olur. Aynı zamanda Café de Flore şarkısını ve de şarkıdan ilham alarak çekilmiş aynı adlı filmi de çok severim. Tüm bu açılardan öykü zaten okumadan kalbimi çaldı.
Öyküde üç büyük devin bir araya gelişini öyle samimi ve naif kaleme almışsınız ki açıkçası böyle yetenekli üç kişinin bir araya gelip de bu kadar ego savaşı vermeden konuşabileceklerini sanmıyorum ki Freud ile Dali’nin egoları meşhurdur. Bu da sizin bu dahileri aslında ne kadar sevdiğinizi göstermeniz açısından özel bir anlatı olmuş.
Paris betimşemeleriniz ve özellikle öykünün sonunda París semalarında üç yıldızın kaydığını belirtmeniz çok tatlıydı. Öyle ki okuyana Paris’te geziyormuş havası vermişsiniz. Bu ciddi bir başarı yazar için. Tarihi ayrıntıları ve müzik kısmını da ayrıca beğendim. Kendi öykümde Avrupa tarihi ile ilgili bir şeyler yazmayı düşünüp mesleki deformasyona girer diye vazgeçmiştim lakin sizin ustalıkla işin içine tarihi kattığınızı görünce sevindim. Söz konusu Dali olunca İspanya İç Savaşı’ndan bahsedilmesi doğru olurdu çünkü.
Öyküden uzun yorum yazmayayım Kısacası elinize sağlık. Yanan zürafayı hem Freud’un psikanaliziyle hem Zweig’ın gördüğünü düşünerek hayal etmek güzeldi. Kaleminiz daim olsun.
Merhaba Ufuk,
Dali’nin Freud’un ve Stefan Zweig’ın dahil olduğu bir öyküyü okumak benim hiç aklıma gelmezdi ama sen yazmışsın. Kalemin akıp gidiyor, diyaloglar hiç sırıtmıyor, sayfalarca okunacak harika bir dilin var. ‘Kek’ Dali’nin eşine sevgisini yansıtmak adına kapalı ama çok tatlı bir sembol olmuş.
Bu ufak iki cümleyi okuyunca kalanını aklında tamamlıyor insan; üstüne birkaç paragraf yazası geliyor.
Tam gediğine oturan harika benzetmeler vardı. Mektup, notlar ve yazar bakışıyla karma, gayet akıcı bir metin olmuş. Her yanıyla özen kokuyordu.
Ellerine kalemine sağlık. Bu güzel öykü için teşekkürler.
Selam Ufuk,
Tarihsel kurgunun hoş bir örneği olduğu kadar genel geçer mesajları ile de güzel bir öyküydü. Akıcılığı, kolay okunmasını sağladığı kadar Edith Piaf’la da rüyamsı bir deneyim sundu.
Yine de fransızların müzikten anlamadığını düşünüyorum.
Eline sağlık, görüşmek dileğiyle…
Teoman’ı sobeledik
Ben daha gençken sütü seven kamyoncu ile bana kitap al da vardı.
Şunlar da fena değil diyerek bu konuda barış çubuğu uzatıyorum Ufuk