Merhabalar, yine ben. Biliyorum, görünüşüm sizi biraz korkutuyor ama olsun, korkmayın. Beni ilk gördüğünüzde üzerimde hep kan vardı, hatırlarım o günü. İlk başlarda, yüzünüzü öteki tarafa çevirir, beni görmezden gelmeye çalışırdınız. Sanıyorum ki gide gele bana alıştınız. Eh, böyle bir meslekte çalışanların kaderidir sanırım.
İzin verin size kendimden biraz bahsedeyim. Burada çalışmaya başlayalı uzun zaman oldu. Aslında böyle bir meslek olduğunu hiç duymamıştım. Beni buraya Nuri Efendi aldı. Bu dükkâna ismini veren kişidir o. Zaten buralara da yeni gelmiştim. Ondan önce köyde yaşardım, Nazilli Köyü’nde. Geçimimi güç bela sağlardım. Köydeyken bir gün dediler ki şehirde iş olanağı fazladır, oraya gidelim. Bir grup arkadaşla geldik buraya. Şehre gelince biri bir yana gitti, öbürü öbür yana. Nuri Efendi beni ilk gördüğünde, “Bundan iyi iş çıkar,” demiş, bunu kendimi övmek için söylemiyorum. Bu adamın ne iş yaptığını bilmediğimden başta gitmemek için direndim ancak sonradan ikna ettiler. Eh, hamurumuz yoğrula yoğrula bu işi öğrendim en sonunda.
Nuri Efendi’ye gelecek olursak, hâli vakti yerinde bir insandır. Görünüşü sizi aldatmasın, henüz otuz üç yaşındadır. Bilirim, o şakaklarındaki kırlaşma daha yaşlı gösterir. Ancak genç yaşına rağmen kara kara gözleri çok şey görmüştür derler, en azından çevrenin esnafı öyle söyler. “Ulan Nuri, bizim göremediklerimizi sen görüyorsun,” derler. Arada arkadaşlarıyla dükkânın önünde oturur, tavla oynar. Çoğunlukla yenilir ve her yenildiğinde karşısındaki adamla yüksek sesli konuşmaya girer. Baktı olmuyor, hemen koşar adımlarla içeriye girip tezgâhın üstündeki satırı alır ve dışarıya fırlar. Her ne kadar konuşmalar esnasında sinirleniyor gibi olsa da adamın üstüne elindeki satırla yürüdüğünde herkes bilir ki şaka yapmaktadır. “Seni bu satırla doğrar, itlere yediririm!” der. Çevredekiler hemen koşup Nuri Efendi’yi durdurmaya, elindeki satırı almaya çalışırlar. Nuri Efendi, bu şakayı neredeyse herkese yapar. Bir keresinde eşi Nazife Hanım’a yapmıştı, hiç unutmam o günü. Nazife Hanım “Nerede o orospu?” diye bağırarak dükkândan içeriye girmişti de çok korkmuştum. Uzun uzun bağrış çağrışlardan sonra Nuri Efendi yine o çok sevdiği satırı eline aldığında Nazife Hanım hızla dükkândan çıkmıştı. Şu çevrenin esnafı da sanki hep bu şaka için buradaymış gibi aniden koşuşmuştu. Bir süre sonra baktım polis geldi. O gün dükkânı erkenden kapatmak zorunda kalmıştık. Nazife Hanım da kimden bahsetmişti hiç bilemedim. Orospu diye birini tanımam etmem.
Yeri gelmişken size Ece Hanım’dan bahsedeyim. Bizim dükkâna sürekli gelip gider. Bizim dükkânın müşterisi desem, değil. Hemen hemen her uğradığında Nuri Efendi ile uzun uzun muhabbet eder, muhabbetleri bitince kimi zaman biraz kıyma çektirir kimi zaman biraz et alır gider. Şimdiye kadar bu aldıkları için para ödediğini hiç görmedim. Her gelişinde dudakları biraz boyalı, yanakları biraz parlak gelirdi. Sanırım ben henüz çalışmaya başlamadan önce de geliyormuş, öyle duydum. Nazife Hanımla bu kadar konuşacak ne buluyor bilmiyorum. Hiç de öyle dükkândaki et fiyatlarından, dükkânın ne olacağından bahsetmezler. Bunları konuşsalar bile ben anlar mıyım onu da bilmiyorum. Dükkânın sahibi Nuri Efendi olduğu sürece ona güvenim tam. İşimden olacak değilim ya sonuçta. Nazife Hanım bazı zamanlar Nuri Efendi’yi evine davet eder, bu davet günlerinde ise dükkânı erkenden kapatırdık.
Doğru ya, bir de buraların bir kedisi var. Çevre esnafı bu kediye oldukça kaba davranır. Yakaladıklarında ellerine alır, asla bırakmazlar. Zavallı kedi, “Beni artık bırakın,” dercesine ‘purr purr’ ses çıkarır da bırakmazlar. Esaretine dayanamayan kedi kendinden geçip bayılır en sonunda. Bayıldığında bile bırakmaz, kucaklarında tutarlar. Oysa Nuri Efendi öyle değildir. Nuri Efendi, kediyi içeriye almaz. Bunu kedi içeriyi kirletir diye değil, tam tersine içeriden dolayı kediye bir şey olur diye yapmıyor. Yanlış anlaşılmasın, içerisi kirli değildir ya böyle huy edinmiştir sadece. Özellikle benim yanıma, şu üst başımdan kedi korkmasın diye sürekli kovalar kediyi. Şu satırla millete yaptığı şakayı kediye de yapsa bari, kedi azıcık anlasa Nuri Efendi’nin ne kadar düşünceli birisi olduğunu. İyilik dedik, Efendi’nin iyiliğinden bahsetmeden sizi bırakmam. Müşteriler gelir bazen: “Usta bana bir kilo kıyma çeksene,” der. Nuri Efendi hemen eti güzelce keser kıyma makinesine atar. Müşteriye hiç sormadan kıymaya bolca yağ katar. Oysa müşteriler böyle bir şey istememiştir. Nuri Efendi müşterilerini düşündüğünden, onların yağ istemeye yüzü olmadıklarını bilir ve hiç sormadan içine yağ katar. Teraziye gelecek olursak, daha geçenlerde olduğundan fazla göstersin, müşteri sevinsin diye teraziye ayar çektiğini kendi gözlerimle gördüm. Mesela üç yüz gram et koyuyorsun ancak yarım kilo gösteriyor. Olduğundan fazla göstersin, müşteri sevinsin diye yapıyor bunları, daha ne! Böylesine alçak gönüllü, böylesine iyimser ve yardımsever bir kasabı hangi müşteri nereden bulur sorarım size. Açıkçası ben de Nuri Efendi’den başkasını istemem, bu iyilik ve yardımseverlik hep sürsün.
Para mı? Ne parası efendim, Nuri Efendi gibi birisiyle çalıştığım için para alacak değilim ya. Nuri Efendi ne derse o olur, hiç sorun değil. Daha önce dedim ya, bu iyilik devam ettiği sürece canım başım feda. Gerçi hoş, bu yolda canım başım feda olmasa dükkânın ön tarafında kesilmiş bacaklarımdan sarkıyor olmazdım zaten.
Hikayeniz gülümsetti mi yoksa hüzünlendirdi mi bilemedim ancak mizah yönünüzü başarılı buldum.
Öykü seçkisinde birkaç hikaye daha okursam, büyük olasılıkla vejetaryen olacağım.